• Sonuç bulunamadı

Yıl Yıl "Suç Grubuna Göre" Mahpuslar

ĠNFAZDA TEMEL AMAÇ

Fransız yargıçlarının günümüzde büyük bir saygıyla dile getirdikleri bu cümle [Özgürlükten yoksun bırakma cezasının temel hedefi mahkumun doğru yola getirilmesi ve topluma yeniden kazandırılmasıdır] yüz elli yıl önce aynı terimlerle formüle edilmiĢti. Hapishaneler kurulduğunda reform araçları olsun isteniyordu. Bu, baĢarısızlığa uğradı. Kapatmanın, ortamdan koparmanın, yalnızlığın, düĢünmenin, zorunlu çalıĢmanın, sürekli gözetimin, ahlaki ve dinsel teĢviklerin mahkumları ıslah olmaya sevk edeceği hayal edildi. Yüz elli yıllık baĢarısızlıktan sonra hala cezaevi sistemine güven duyulmasını talep edemezsiniz. Bu cümle öyle tekrarlandı ki hiçbir inanılırlığı kalmadı (Foucault, 2005b: 124-125).

Foucault, hapishanelerde ıslah hedefinin baĢarısızlığa uğradığını söylemektedir. Bu tespit, 1950‟lerden itibaren yapılmıĢ olan birçok araĢtırmayla da doğrulanmıĢtır. Lemert‟in de teorisyenlerinden biri olduğu damgalama (etiketleme) kuramına göre bir davranıĢın kriminal olarak damgalanması ve ona karĢı cezai yaptırımlar öngörülmesi, kiĢileri o davranıĢı

yapmaktan alıkoymadığı gibi, daha pekiĢtirici bir etkide bulunabilmektedir. Lemert‟e göre bireyin yargılanması süreci ile dıĢlanması süreci beraber iĢlemektedir (Lemert, 1951 aktaran Kızmaz 2006: 243). Sampson ve Laub (1993) da tutuklamaların kiĢilerin iĢ ve özellikle iĢin istikrarı açısından yaĢamlarında yol açtığı negatif sonuçlara dikkat çekmektedir (Kızmaz, 2006: 258). Dünkel ve Snacken‟in araĢtırmalarına (2001) göre, hapishaneler, mahpusların ve onların ailelerinin kiĢisel ve toplumsal konumlarına zarar vermekte ve bu yolla mahpusların “topluma dönmesini” zorlaĢtırmaktadır (Doğan, 2010: 154).Mahpuslaşma (prisonization)154 kavramını ileri süren Clemmer de, hapishanelerde tutulan kiĢilerin bir süre sonra

hapishanelerde var olan kültürel yapıya (hapishane alt kültürü de denilmektedir buna) adapte olduğunu yani mahpuslaĢtığını, bu durumun da onun hapishane sonrası toplumsal yapıya adapte olma olasılığını azalttığını belirtmektedir (aktaran Kızmaz, 2006: 273). New Mexico ve Yeni Zelanda hapishanelerinde hapishane alt kültürü üzerine araĢtırma yapan Winfree, Newbold ve Tubb da (2002) Clemmer‟in tespitlerini doğrulayan sonuçlara ulaĢmıĢtır. Einat ve Einat (2000) da Ġsrail hapishanelerinde yürüttükleri araĢtırma sonucunda mahpusların

kendilerine iliĢkin bir değerler ve normlar sistemine sahip olduklarını ve hapishane yönetimi tarafından kendilerine empoze edilmeye çalıĢılan değer ve normlara karĢı bir bağlılık

hissetmediklerini iddia etmektedir (aktaran Kızmaz, 2006: 275). Yine Stevens (1998) mahpusların hapishane alt kültürüne adapte olduğunu ve çıktıktan sonra tekrar suç iĢlediğini belirtmektedir. Sutherland‟ın ayırıcı birleşimler olarak formüle ettiği kuramı da (1939, 1947) alt kültür teorisiyle uygunluk teĢkil etmektedir. Sutherland‟a göre hapishaneler suçluları bir araya topladığı için kriminal içerikli sosyal etkileĢime izin vermekte ve bu yüzden de suçluluğun sonlanmasından çok suçlu kalıplarını pekiĢtiren bir iĢlev görmektedir (aktaran Kızmaz, 2006: 282). Sutherland‟ın iĢaret ettiği yerden yola çıkarak hapishaneleri “suç okulu” veya “suç üniversiteleri” olarak nitelendirenler (Adler, Mueller vd., 1995; Ghiglieri, 2002) ve

132

mahpusların birbirlerinden suç tekniklerini öğrenip suç iĢleme konusunda cesaret ve yetenek kazındıklarını savunanlar da (Walker, 1987) vardır.

Smith ve Gartin‟in araĢtırmalarıyla (1989) ile Wright, Entner, Caspi, Moffitt ve Paternoster‟in birlikte yürüttüğü araĢtırmalar da (2004) cezalandırma ile caydırıcılık arasında bir iliĢki olmadığını, hatta cezalandırmanın gelecekteki suçluluğu arttırdığını tespit etmiĢlerdir (aktaran Kızmaz, 2006: 256).

Hapis cezası henüz çok yeni ve sınırlı da olsa Türkiye‟de de tartıĢılmaya ve henüz bir elin parmaklarını geçmeyecek sayıda da olsa araĢtırmalar yapılmaya baĢlamıĢtır.155

Kızmaz, 1 Ocak 2003-1 Temmuz 2003 tarihleri arasında Elazığ E Tipi Hapishanesi‟ndeki 40

“mükerrer suçlu” (birden fazla kez hapishaneye girmiĢ) ile bir araĢtırma yapmıĢtır. Kızmaz‟ın, araĢtırmanın sonucunda ulaĢtığı sonuçlardan hapishaneleri ilgilendirenleri Ģöyledir:156

- Erken yaĢlarda tutuklanmak “suçluluğu pekiĢtirici” bir etki yapmaktadır. Kızmaz‟ın görüĢtüğü mahpusların yüzde 50‟si 15 ve daha aĢağı yaĢlardayken, yüzde 25‟i ise 16-18 yaĢlarındayken ilk defa hapishaneye girmiĢlerdir (2006: 330).

- “Suçluların tutuklanma ve cezaevine girme sıklıkları arttıkça, suçluluk düzeyleri pekiĢmekte ve geleneksel kurum ve değerlere olan bağlılık düzeyleri zayıflamaktadır.” Kızmaz‟ın görüĢtüğü mahpusların yaklaĢık yüzde 90‟ı hapishaneye 3 veya daha fazla kez, yüzde 62.5‟u dört veya daha fazla kez girmiĢtir (2006: 334-344). Bu durumda hapishanenin “mükerrer suçlular” üzerinde caydırıcı etkisinin “oldukça sınırlı” olduğu görülmektedir.

Bu tespitlerin de ıĢığında Kızmaz, “toplumsal ve ekonomik faktörlere” dikkat çekmektedir:

(…) görüĢme esnasında konuya iliĢkin olarak dile getirilen görüĢler baz alındığında, cezanın ağırlaĢtırılmasının tek baĢına suçu engelleyemeyeceği özellikle ceza ve cezaevi koĢullarından bağımsız olarak toplumsal ve ekonomik faktörlerin de yeniden suç iĢlemede önemli etkenler olduğu hususuna dikkat çekildiği görülmektedir. Genel olarak, cezai yaptırımların, suçlulukta caydırıcı olmakla birlikte bu caydırıcılığın mutlak bir caydırıcılık olmadığını söylemek mümkündür (2006: 343-344).

Anket metodu kullanarak, Mayıs 1997 ile Aralık 1998 tarihleri arasında 444‟ü kadın 1.900‟ü erkek olmak üzere toplam 2.344 mahpusla “Türkiye‟de Cezaevlerindeki

Rehabilitasyon Faaliyetleriyle Ġlgili Sosyolojik Bir Analiz” baĢlıklı bir çalıĢma yürüten Ġçli ve

155 Hapishane üzerine tartışmalar için bakınız: Ergüden, I. (2007), Hapishane Çağı-Kapatılan İnsan, İstanbul,

Versus Kitap; Bahar, H. İ. (2010) Hapishaneler, Sorunlar ve Çözüm Arayışları, Hapishane Kitabı, (editörler) E. G. Naskali ve H. O. Altun, İstanbul, Kitabevi, 41-58; Doğan, 2010 (“Çağdaş Dönemde Hapis Cezası Türleri ve İnfazı” başlıklı bölüm, 149-165); Demirbaş, 2008 (“Hapis Cezasının Değerlendirilmesi” başlıklı bölüm, 78-84)

156

Kitabının metodoloji bölümünde “araştırmacının sosyolojik bir formasyona sahip olması nedeniyle,

araştırmada sosyolojik yaklaşımın önemli ölçüde baskın çıkacağını şimdiden söylemek mümkündür” (54) diyen Kızmaz, mahpusların hapisten çıktıktan sonra “yeniden suç işlemeleri*nin+” “akıllanmadıkları” şeklinde

yorumlanabileceğini söyleyebilmekte (270) ve çalışmasında “suçluların” mükerrer olmasının nedenleri arasında aile ve “çocukluk döneminden başlayıp ergenlik ve gençlik dönemlerinde devam eden anti-sosyal yapının tedavi edilmemesi”, “suçlunun psikopat, anti-sosyal kişilik bozukluğu gibi bazı kişilik özelliklerine sahip olması” gibi nedenleri de sıralayabilmektedir (347).

133

Öğün (1999) ise “„Kötü adamı‟ hapiste tutmak bir çözüm olarak görülmekle birlikte, cezalandırmanın engelleyici etkisi tartıĢılmıĢtır.” (11) sözlerinden de anlaĢılacağı gibi hapishanelerin tartıĢmalı durumuna dikkat çektikten ve çalıĢmalarının ilk bölümlerinde bu tartıĢmalara yer verdikten sonra bu sonuç bölümünde engelleyici etkinin arttırılmasının hapishanelerdeki rehabilitasyon faaliyetleriyle özellikle de mahpuslara meslek edindirmek yoluyla sağlanabileceğini belirtmektedirler. Ġçli ve Öğün‟ün bu tespiti, “suçu” ve dolayısıyla rehabilitasyonu hapishane ile sınırlamayan varsayımlarına dayanmaktadır:

(…) çünkü suç her Ģeyden önce bir sosyal bir olgudur. Suça iten nedenler tarihin ilk dönemlerinden itibaren araĢtırılmıĢ ve suçun biyolojik, fizyolojik, ekolojik ve

psikolojik etmenlerle iliĢkisi araĢtırılmıĢtır. Günümüzde suç konusunda en detaylı ve güvenilir açıklamaların, sosyolojik teorilerle ortaya konulduğu genelde kabul

görmektedir. KiĢiyi suçu iten nedenler, temelde kiĢinin demografik, sosyo-ekonomik, kültürel özellikleri ve içinde bulunduğu sosyal çevreyle yakından iliĢkilidir.

Rehabilitasyon sürecinin etkinliği kiĢiyi suça iten nedenlerin belirlenmesi ve problemlerin çözümünün sağlanmasıyla artacaktır (…)

Suçlu damgası yemiĢ, büyük olasılıkla ailesi ve çocuklarını kaybetmiĢ olan eski hükümlünün çıkınca yaĢamını sürdürmesini sağlayacak bir mesleği yoksa ve

kendisine mesleksel beceriler cezaevinde bulunduğu süre içerisinde verilmemiĢse, bu kiĢinin toplumda seçenekleri az sayıdadır ve bu seçeneklerin de niteliği bellidir (110- 111).

Türkiye‟de, hapishanelere iliĢkin kanunlara bakıldığında hapsetmek yoluyla yukarıda eleĢtirilen bütün hedeflerin gerçekleĢtirilmesinin amaç edinildiği görülmektedir.

Türkiye‟de hapishanelerin idaresi öncelikle 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik

Tedbirlerinin Ġnfazı Hakkında Kanun çerçevesinde gerçekleĢtirilmektedir. Yürürlükte olan bu kanunun 3. Maddesine göre; “Ceza ve güvenlik tedbirlerinin infazı ile ulaĢılmak istenilen

temel amaç, öncelikle genel ve özel önlemeyi sağlamak, bu maksatla hükümlünün yeniden suç iĢlemesini engelleyici etkenleri güçlendirmek, toplumu suça karĢı korumak, hükümlünün; yeniden sosyalleĢmesini teĢvik etmek, üretken ve kanunlara, nizamlara ve toplumsal kurallara saygılı, sorumluluk taĢıyan bir yaĢam biçimine uyumunu

kolaylaĢtırmaktır.” Bu amaçlar tek tek ele alınmalı ve irdelenmelidir.

Genel önleme: Genel önleme, “negatif genel önleme” ve “pozitif genel önleme” olmak üzere iki yönlü iĢlemektedir. Negatif genel önlemeden kasıt, cezaların vatandaĢlar üzerinde “psikolojik baskı” oluĢturarak onları “korkutup” caydıracağı düĢüncesidir. Ġnsanlar, suç iĢleyenlerin cezalandırılmasını gözleyerek, suçların bedelinin faydalarından fazla olduğu sonucuna ulaĢacak ve suç iĢlemekten cayacaktır beklentisi negatif genel önleme tezinin özünü oluĢturur. Pozitif genel önleme ise hukuk bilincinin ve hukuka güvenin güçlendirilmesiyle hukuka uygun davranıĢta bulunmanın motive edilmesini öngörür (Dönmezer ve Erman, 1997: 562; Artuk, Gökçen, Yenidünya, 2003: 26-27).

134

Özel önleme: Özel önleme ise suç iĢleyen bireyin gelecekte baĢka suçlar iĢlemesinin önlenmesidir. Bu düĢünceye göre suçlunun cezalandırılması, sadece iĢlediği suçun karĢılığı olmayıp aynı zamanda yeni suçlar iĢlemesini önlemeyi de amaçlamaktadır. Özel önleme üç Ģekilde gerçekleĢtirilir: Ġlk olarak suçlu cezanın Ģiddetiyle korkutularak yeniden suç

iĢlemekten alıkoyulur; ikinci olarak suçlu hapis yoluyla tecrit edilerek toplum ondan korunur; üçüncü olarak ise suçlu belirli bir rehabilitasyona tabi tutularak ıslah edilir ve topluma

yeniden kazandırılır (Dönmezer ve Erman, 1997: 564; Artuk, Gökçen, Yenidünya, 2003: 27- 28).

Hükümlünün yeniden suç işlemesini engelleyici etkenleri güçlendirmek: Bu muğlak bir ifadedir. Akla ilk olarak “hükümlünün yeniden suç iĢlemesini engelleyici etkenler” nelerdir, ikinci olarak da “bu etkenler nasıl güçlendirilir” sorularını getirmektedir. Bu etkenleri güvenlik ile ilgili olanlar ve suçlunun kendisini ilgilendirenler olarak ikiye ayırmak mümkündür. Güvenlik ile ilgili olanların ilki suçluların hapsedilmesi diğerleri ise diğer güvenlik tedbirleridir. MOBESE adı verilen kamera sistemleri ile toplumun gözetim altında tutulması bu etkenlerin önemli bir örneği olarak görülebilir. Cezaların yeterince caydırıcı olmadığı tartıĢmalarıyla beraber cezaların ağırlaĢtırılması giriĢimleri de bu caydırıcı etkenlerin bir örneğidir. Suçlunun kendisiyle ilgili engelleyici etkenler ise onun “iyileĢtirilmesi”

yönündeki çabaları kapsamaktadır.

Toplumu suça karşı korumak: Toplumu korumaktan kasıt sadece suçlunun

hapsedilmesi yoluyla toplumun dıĢında tutulması değildir. Aynı zamanda cezalandırma pratiği ile toplum içerisindeki adalet duygusunun tatmini ve tatbiki ve suç iĢleyenlerin “yeniden topluma kazandırılması” yoluyla toplumun sürekliliğinin sağlanmasıdır.

Hükümlünün; yeniden sosyalleşmesini teşvik etmek, üretken ve kanunlara, nizamlara ve toplumsal kurallara saygılı, sorumluluk taşıyan bir yaşam biçimine uyumunu

kolaylaştırmak: Bu gerekçe devenin her yerinin eğri olması misali tutulan her yerinden eleĢtirilmeye muhtaç durumdadır. “Hükümlünün yeniden sosyalleĢmesini teĢvik etmek” söylemi, hükümlünün sosyalleĢme dıĢında kaldığı ön kabulünden hareket etmektedir. Yani bu kanuna göre hükümlü sosyal değildir, hükümlü yeniden sosyalleĢtirilmesi gereken bir

durumdadır. Bu ön kabulün hemen ardından gelen, “teĢvik etmek” sözleri ise akla ilk olarak “nasıl” sorusunu getirmektedir. Bir insanı bir Ģeye nasıl teĢvik edersiniz? Onu cezalandırarak, ödüllendirerek ve elbette “eğiterek”. “TeĢvik etmek” sözü “cezalandırma”, “ödüllendirme” ve “eğitme” üçgeninden oluĢan bu üçlü pratiği yansıtmaktadır ve bu üçlü pratiğin izlerini

kolaylıkla 5275 sayılı kanunun “iyileĢtirme”, “disiplin cezaları” bölümlerinde bulmak mümkündür. “Üretken ve kanunlara, nizamlara ve toplumsal kurallara saygılı, sorumluluk taĢıyan bir yaĢam biçimine uyumunu kolaylaĢtırmak”, bu gerekçe ise “yeniden

sosyalleĢtirme” sözünün içini doldurmaktadır. “SosyalleĢtirmek” sözüyle anlatılmak istenen, bireyi var olan toplumsal düzenin normları içerisine sığdırmaya çalıĢmaktır. Bu toplumsal düzenin bekası için bireyler “üretken”; yürürlükte bulunan “kanun”, “nizam” ve “toplumsal kurallar”a saygılı ve “sorumluluk sahibi” olmak zorundadır. Bunun dıĢında kalan bireylerin “bu yaĢam biçimine uyumu kolaylaĢtırılmalıdır.” Bu “kolaylaĢtırma” da elbette “teĢvik” gibi gerçekleĢtirilecek ancak “kolaylaĢtırma” sözünün pozitif içeriği nedeniyle “iyileĢtirme” ve “ödül” kısımları ağır basacaktır.

135

Kanun‟un birden fazla maddesi ve bir Kısım‟ının tamamı “iyileĢtirme”ye ayrılmıĢtır. Madde 6‟nın 1. fıkrasının c ve d bentleri Ģöyledir.

c) Cezanın infazında hükümlünün iyileĢtirilmesi hususunda mümkün olan araç

ve olanaklar kullanılır. Hükümlünün kanun, tüzük ve yönetmeliklerle tanınmıĢ

haklarının dokunulmazlığını sağlamak üzere cezanın infazında ve iyileĢtirme çabalarında kanunîlik ve hukuka uygunluk ilkeleri esas alınır.

d) ĠyileĢtirmeye gereksinimleri olmadığı saptanan hükümlülere iliĢkin infaz rejiminde, bu hükümlülerin kiĢilikleriyle orantılı bireyselleĢtirilmiĢ

programlara yer verilmesine özen gösterilir ve bu hususlar yönetmeliklerde

düzenlenir.

“ĠyileĢtirmede baĢarının ölçütü” baĢlığını taĢıyan Madde 7‟de ise bu ölçüt Ģöyle belirtiliyor: