• Sonuç bulunamadı

3.3. Tarikatlarla İlgili Kavramlar

3.3.4. Halvetî

Halvetiyye tarikatına mensup olanlara “Halvetî” denir. “Tamamen sünnî bir tarîkat olan ve 14.asırda ortaya çıkan Halvetiyye’nin kurucusu Ebû Abdullah Sirâcuddin Ömer b. Ekmeluddin Gıylanî el-Halvetî (ö.750/1349)’dir.” (Altıntaş, ?:177)

Bu zât zamanının büyük kısmını halvette geçirdiği ve halvette kalmayı çok sevdiği için kendisine ayrıca “halvetî” lakabı verilmiştir. Hacca gittiğinde sahrada dolaşırken, bir gün içi boş ve büyük bir çınar ağacı görüp, halvete niyetle kırk erbaîni (40X40) birbiri ardına tamamladığını, te’sis ettiği, tarîkatın adına “Halvetiyye” denilmesinin nedeninin de bu olduğu söyleniyor. (Eraydın, 1994:389)

“Halvetîliğin temeli “zikrullah”tır. Halvetiyye Tarîkati’nde zikir için mürîd diz çöküp kıbleye karşı oturur, mâsivâyı hatırdan çıkardıktan sonra Allah Teâlâ’yı mülahaza ederek önce başı sağ omuz tarafına çevirip “Lâ ilâhe”, sonra sol tarafa kalp üzerine doğru çekip, darp edâsıyla “illâllah” der. Bunu 33 veya 165 kez tekrarlar.” (Eraydın, 1994:390)

Mustafa Rûmî Efendi 154 numaralı şiirde bu mânâyı kasteder:

Ey gönül cümle sivâdan pâk olup dergâha gel

Başla sağdan “Lâ ilâhe” solda illâllah’a gel (G.154.1)

“İnsan kendisini her türlü geçici heveslerden, dünya nîmetlerinden kurtararak Hak’ka yönelmelidir. Zikrin amacı Allah’tan başka bir varlığı düşünmemek, her varlık türünde Allah’ı görmek, “çok”luktan kurtularak “Bir”liğe ulaşmaktır. Zikir, biri gönülle, biri de dille olmak üzere iki türlüdür. İnsan elinde olmayan bir sürü sebepler yüzünden kötülükle kaynaşan ruhunu zikir ile arıtır. Gönlünü, Allah’ın tecellîsi için bir ayna niteliğinde her türlü heves pasından temizler.” (Erünsal, 1987:566)

Bu amaçla halvete çekilinir.

“Halvet; tenha yere çekilme, yalnız kalmadır. Halvet etmek; büsbütün yalnız durmak veya biri ile tenhaca konuşmak üzere kimseyi içeriye almamaktır. Halvete çekilmek; ibadet, zikir, riyazet ve murakebe ile meşgul olmak üzere tenha bir hücreye kapanmak; halvete girmek, halvet etmektir.” (Abdulkadiroğlu, 1991:13)

“‘Halvetiyye’ kelimesindeki ‘Hı’ sîvadan kalb kuvvetine, ‘lâm’ zikir lezzetine, ‘vav’ zâhir ve bâtını korumak ile ahde vefâya, ‘te’ temkîne, ‘ye’ zorluklardan sonra kolaylığa, ‘he’ ise müşâhadeye delâlet eder.” (Eraydın, 1994:390)

“Halvetiyye’de seyr-i sülûk yedi isimle (Esmâ-i Seb’a: Lâ ilâhe illâllah, Allah, Hû, Hak, Hayy, Kayyûm, Kahhâr) yapılır.” (Uludağ, 1997:394)

“İstiğfar ve salavat ile başlayıp, yedi ismin ilkinin esrârının keşfinden sonra diğerine geçmek sûretiyle zikirleri tamamlamak seyr u sülûkun mânevî bir kanunudur. Tarîkatta esas olan kalbi tasfiye, her an “Kelime-i Tevhîd”i dilden düşürmeme, mâsivadan uzaklaşıp, zikr-i Celâl ile meşgul olmaktır. Yedi isme karşılık nefsin yedi sıfatı vardır: 1-Nefs-i emmâre: Bu, kesif zulmet hicâbıyla örtülü makâmdır. 2-Nefs-i levvâme:Hafif zulmet hicâbıyla örtülü bir makâmdır. 3-Nefs- mülhime: Nûr ve zulmet arasındaki hicâblarla örtülü makâmdır. 4-Nefs-i mutmainne: Nûrâniyete yükselen hicâblar makâmıdır. 5-Nefs-i râdiyye: Hicâbların devamlı incelmeye yüz tuttuğu makâmdır. 6-5-Nefs-i mardiyye: Hissedilir olan ve hissedilmeyen hiçbir perdenin kalmadığı makâmdır. 7-Nefs-i kâmile: Nefislerin nihâyet bulduğu makâmdır.” (Eraydın, 1994:393)

“Sıfatlarla sülûkun türleri, âlemler, hâller, mahaller, vâridler, şühûdlar, isimler ve nûrlar arasında belli bir ilişki vardır. Meselâ, birinci makamda nefsin sıfatı

“emmâre”, sülûkun türü “seyr ilellah”, âlemi “şehadet”, hâli “zevk”, mahhalli “sadr”, vâridi “şeriat”, şühûdu “tevhîd-i ef’al”, ismi “lâ ilâhe illâllah”, nûru “mavi”dir. İkinci makâmın da kendine has sıfatı, seyri, âlemi, hâli, mahalli, vâridi, şühûdu, ismi, rengi ve nûru vardır. Bu durum değişerek yedinci makâma kadar devam eder. Sûfilere göre Allah ile kul arasında bazısı zulmetten, bazısı nûrdan yetmiş bin perde vardır. Yedi makamdan her birine on bin perde düşer. Mürîdin bir üst makâma geçebilmesi için on bin perdeyi aşması gerekir.” (Uludağ, 1997:394)

“Yedi isim tamamlanıp, her ismin kaldırıldığı perdeler sona erince kurbiyet kemâle ermiş olur. Bu minvâl üzere menzilleri geçip, mertebeleri tamamlayan bir mürîd, hilâfet makamına yükselerek, insanları irşâd salâhiyetine hak kazanır.” (Eraydın, 1994:391)

Halvetiyye tarikatında mürîdin her gün tek başına okuduğu zikirler, dualar ve virdler vardır. Bunlar haftanın günlerine göre değişir. Ayrıca haftanın belirli günlerinde tekkelerde cehrî olarak topluca icra edilen zikre “darb-ı esmâ, devrân, hadrâ” gibi isimler verilir. Devrânda ilâhiler okunur. Oturarak bir halka oluşturan müridler zikre ayakta devam eder, daha sonra devrâna başlarlar. Halvetiyye’de nefsin kötülükten ve günahlardan arındırılması esastır. Bunun yolu da dille, kalple, ruhla ve sırla yapılan zikirdir. Genellikle tasavvufta önem verilen az yeme, az konuşma, az uyuma, inzivâ, zikir, fikir, şeyhe gönülden bağlı olma ilkelerine Halvetîlik’te hassasiyetle uyulur. Müşâhede mertebesine ulaşmak için mücâhede şarttır. (Uludağ, 1997:394)

“Vuslat, gayretle meydana gelir. Çilesiz hâl olmayacağı gibi, meşakkatsiz de kurbiyyet düşünülemez.” (Eraydın, 1994:392)

Mustafâ Rûmî Efendi, “halvetî dervişleri” redifli bir gazelinde halvetî dervişlerinin bu özelliklerini şu şekilde anlatır:

Fakr u fenâ zümresi halvetî dervişleri

Medhe sezâ cümlesi halvetî dervişleri Şâh-ı ‘aşkın kulları hizmeti makbûlleri

Dost bağçesi gülleri halvetî dervişleri

Halka-i zikre girer tenleri ‘üryân eder ‘Aşkile devrân eder halvetî dervişleri

Halleder müşkilleri halvetî dervişleri

Fenâdan fenâ olur cümleden nihân olur Gizlice sultân olur halvetî dervişleri

Halvetlere üşenler nefsile güreşenler Halk için sevişenler halvetî dervişleri

Pîr yedinden kevseri içenleridir ekseri Mehdî Sultân Askerî halvetî dervişleri

Dostuna yeksân olur düşmana sultân olur Sâhib-i iz’ân olur halvetî dervişleri

Şeyh Mustafâ tenbel ol huzuru dergâhda bul

Her biri Hakk’a makbûl halvetî dervişleri (G.222)

Benzer Belgeler