• Sonuç bulunamadı

6. GENEL DEĞERLENDİRME VE SONUÇ 101

6.1 Genel Değerlendirme 101 

Küreselleşen dünyada, tarihi çevre ve kültür mirasının korunması, farklı kurum ve kuruluşların sürece dahil olduğu çok aktörlü bir yapı halini almıştır. Şehirler, tarihi alanların ve taşınmaz kültür varlıklarının korunmasına yönelik çalışmalar ile tarih boyunca edindikleri kimliklerin devamlılığını sağlamakta, taşınmaz kültür varlıklarının korunamaması halinde koruma anlayışının zedelenmesine sebep olarak kendi kimliklerine de zarar vermektedir.

Koruma anlayışı, tarih boyunca farklı ülkeleri ve farklı yöntemleri içine alarak dünya üzerinde ortak bir “dil” oluşturulması sağlanmıştır. Oluşturulan bu ortak “dil”in temel zeminini ulusal ve uluslararası ölçekte yapılan yasal düzenlemeler teşkil etmektedir. Yasal düzenlemeler doğrultusunda bilimsel veriler ışığında farklı ülkelerde yapılan koruma çalışmaları zamanla birbirlerine örnek olmuş, taşınmaz kültür varlıklarının nitelikleri “ortak miras” ve “kültürel miras” konumlarına getirilmiştir.

Ulusal ölçekte, yürütülen koruma çalışmalarında her ülkenin sürece dahil olan benzer aktörleri yer almaktadır. Dünyada, genel olarak merkezi hükümetlerin edindikleri politikalar doğrultusunda “alışkanlık” ve “sorumluluk” aşamasına gelen koruma çalışmaları, sonraları merkezi hükümetin denetiminde yerel yönetimler tarafından yürütülmeye çalışılmıştır.

İngiltere, İtalya, Hollanda gibi Avrupa ülkeleri koruma çalışmalarına ilk başlayan ülkeler konumunda olup, tamamladıkları çalışmalar ile dünya üzerinde koruma çalışmaları için örnek alınması gereken bir süreç başlatmışlardır. Yaşanan koruma sürecine farklı aktörler dahil edilmiş, maliyeti yüksek olan taşınmaz kültür varlıklarının korunması çalışmalarında farklı finansman kaynakları oluşturulmuştur. Sınırları dahilinde sayısız eski esere sahip olan ülkeler, kültürel mirasın devamlılığı adına özellikle finans kaynaklarının oluşturulması için yasal düzenlemelere başvurmuştur. Ulusal ölçekte çeşitli kanunlarla taşınmaz kültür varlıklarının

korunması için çeşitli destek, yardım ve fonlar oluşturulmuş, ulusal desteklerin dışında uluslararası kuruluşların sağladığı fonlarla koruma çalışmaları hızlandırılmıştır.

Avrupa Birliği’nin başında geldiği uluslararası kuruluşlar tarafından kültürel mirasın sürdürülebilirliği açısından ekonomik anlamda önemli yardımlar yapılmaktadır. Ülkemiz, özellikle son yıllarda AB, Unesco gibi kuruluşlardan mali destekler almakta, İstanbul’un 2010 Avrupa Kültür Başkenti programına dahil olması ile İstanbul’da taşınmaz kültür varlıklarının korunmasında ekonomik anlamda büyük destekler sağlanmıştır.

Ülkemizde koruma çalışmalarının temeli Avrupa ülkeleri kadar köklü olmasa da yasal düzenlemelerdeki ilk adımı olarak Osmanlı İmparatorluğu döneminde çıkartılan Asar-ı Atika Nizamnameleri gösterilebilmekte, koruma adına ilk kapsamlı kanun 1973 yılında çıkartılan 1710 Sayılı Eski Eser Kanunu kabul edilmektedir. Dünya ülkelerinin koruma eylemini ortak miras adına yapılan çalışmalar olarak görmesiyle birlikte yasal zeminde oluşturulan korumaya yönelik standartların ülkemizde sağlanabilmesi hedefi ile 1710 sayılı Eski Eser Kanunu yerine 1983 yılında 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu yürürlüğe sokulmuştur.

2863 sayılı Koruma Kanunu ile 1710 sayılı kanunda yer alan tanım ve kavramlarla birlikte koruma çalışmalarının safhaları avrupai standartlara çekilmiş, koruma sürecine dair “yenileme alanı”, “koruma imar planları” gibi kavramlar oluşturularak koruma eylemi geliştirilmiştir. Ülkemizde korumanın temel kanunu durumunda olan 2863 sayılı Kültür Varlıklarını Koruma Kanunu beraberinde koruma ve planlamada katılımın sağlandığı çok aktörlü bir süreç getirmektedir.

1983 yılında çıkartılan 2863 sayılı kanunun yenilenmesiyle 14.07.2004 tarihinde kabul edilen 5226 Sayılı “2863 Sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu ile Çeşitli Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun” ile uluslararası normlara ulaşılmıştır. 5226 sayılı yasa ile birlikte koruma sürecinin kurumsal yapısı değiştirilerek sivil toplum kuruluşlar ile üniversitelerin katılımının sağlandığı, Toplu Konut İdaresi gibi kurumların sürece dahil olduğu farklı bir yapılanmaya gidilmiştir. Ülkemizde yerel yönetim adına belediye ve büyükşehir belediyeleri, 5393 sayılı Belediye Kanunu’nun 73. maddesi gereği “ …, her türlü sosyal donatı alanları

oluşturmak, eskiyen kent kısımlarını yeniden inşa ve restore etmek, kentin tarihi ve kültürel dokusunu korumak…” ve 5216 sayılı Büyükşehir Belediyesi Kanunu’nun ilçe ve ilk kademe belediyelerinin görev ve yetkilerini belirleyen 7. maddesi gereği “ …, sağlık, eğitim, kültür tesis ve binalarının yapım, bakım ve onarımı ile kültür ve tabiat varlıkları ve tarihî dokuyu korumak,..” görevlerini üstlenmiştir.

Belediye ve büyükşehir belediyelerin dışında İl Özel İdareleri de, Taşınmaz Kültür Varlıklarının Korunmasına Ait Katkı Payına Dair Yönetmelik gereği oluşturulan Katkı Payı Fonunun koruma çalışmalarında kullanılmasını yönlendirmekle ve 5302 sayılı İl Özel İdaresi kanunu 6. maddesinde belirtilen taşınmazların korunması ile yetkili kılınmıştır.

Türkiye’deki merkezi ve yerel yönetimlerin ve uluslararası aktörlerin yer aldığı koruma süreci, finansman kaynaklarının çeşitliliğinin son yıllarda artırılmasıyla hız kazanmıştır. Koruma sürecinin hız kazanmasında özellikle Avrupa Birliği’nin sağladığı fonlar ve “Taşınmaz Kültür Varlıklarının Korunmasına Ait Katkı Payına Dair Yönetmelik” kapsamında İl Özel İdareleri bütçesinde oluşturulan Katkı Payı Fonu büyük önem taşımaktadır.

İl Özel İdaresi bütçesinde oluşturulan Katkı Payı Fonu dışında, Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın kültüre yönelik projelere sağladığı parasal destekler, vergi indirimleri gibi yardımlar ve TOKİ’nin sağladığı krediler koruma çalışmaları için finansman kaynağı durumundadır.

Ülkemizde sadece merkezi ve yerel yönetimlerin değil, özel sektörün de dahil olduğu bir koruma süreci yaşanmaktadır. Tarihi binaların yer aldığı Ortaköy, Talimhane, Kuzguncuk, Cihangir yenilenme sürecini atlatan, Sulukulenin de içinde yer aldığı Tarihi Yarımadanın çeşitli bölgeleri ve Galata ise halen yenileme sürecini yaşayan tarihi alanlardır. Koruma çalışmaları sonucu yenilenen binaların çevresinde oluşturdukları etki sebebiyle özel sektör girişimleri (mal sahipleri) tarafından koruma çalışmaları kendiliğinden yürütülmekte, özel sektörün gerçekleştirdiği koruma çalışmalarına karşılık kamu sektörü ise bölgelerin altyapısını iyileştirerek katkı sağlamaktadır.

İstanbul, 2010 Avrupa Kültür Başkenti programına dahil olduktan sonra AB’den kültür varlıklarının korunması için önemli miktarlarda finansal destek almakta, 2005 yılında çıkartılan yönetmelik kapsamında son yıllarda İstanbul İl Özel İdaresi

aracılığıyla Katkı Payı Fonu’ndan taşınmaz kültür varlıklarının korunması için diğer fon ve desteklere göre önemli derecede ödeneklerden yararlanmaktadır.

İstanbul İl Özel İdaresi’nden sağlanan bilgiler dahilinde son yıllarda yerel yönetim birimlerinin koruma çalışmalarında merkezi yönetime göre daha sorumluluk sahibi olduğu söylenebilmektedir. Ulusal ölçekte oluşturulan finansal kaynaklar, yüksek maliyetli olan koruma çalışmaları için hayati önem taşımakta olup, koruma çalışmalarının sürdürülebilir olması açısından verimli bir şekilde kullanılması gerekmektedir.

Taşınmaz Kültür Varlıklarının Korunmasına Ait Katkı Payına Dair Yönetmelik kapsamında belediyelerin görev alanlarında kalan taşınmaz kültür varlıklarının korunması ve değerlendirilmesi amacıyla emlak vergilerinin %10’u oranında tahsil edilen ve İl Özel İdaresi bütçesine aktarılan paylar, kamu kullanımındaki çeşitli taşınmaz kültür varlıkları ve şahıs kullanımındaki sivil mimari örneklerinin korunması doğrultusunda kamulaştırma, proje, planlama ve uygulama aşamalarında ödenek olarak ayrılmaktadır.

Farklı medeniyetlerin başkentliğini de yapmış olan İstanbul, sınırları içerisinde çok fazla taşınmaz kültür varlığı barındırmaktadır. Son dönemlerde hızlanan koruma çalışmaları doğrultusunda taşınmaz kültür varlıklarının korunmasuna yönelik yasa gereği İl Özel İdaresi bütçesinde oluşturulan Katkı Payı Fonu kullanımına dair İstanbul İl Özel İdaresi yetkilileri ile görüşmeler yapılmıştır.

Yapılan görüşmeler sonucunda; ülkemizde eski eserlerin sayısının çok olması ve finansman çeşitliliğinin az olması sebebiyle korumaya verilen desteğin yetersiz olduğu düşünülmektedir. İstanbul İl Özel İdaresi bütçesinde yönetmelik doğrultusunda oluşturulan Katkı Payı Fonu için, emlak vergilerinden aktarılması gereken payların belediyeler tarafından düzenli şekilde aktarılmaması koruma çalışmaları için en temel sorun konumundadır. Bu temel soruna yönelik belediyelere İller Bankasındaki genel vergi gelirlerinden ayrılan paylara haciz konulması şeklinde yeterli denilmeyecek boyutta yaptırımların uygulandığı belirtilerek, belediyelerin paylarını düzenli bir şekilde aktarması halinde Katkı Payı Fonunun da yeterli olacağı görüşü belirtilmektedir.

İstanbul İl Özel İdaresi’nden alınan verilere doğrultusunda seçilen örnek alanlar çalışmaları sonucunda sivil mimari örneklerinin çevresine ekonomik anlamda bir

değer kattığı ve satışı halinde taşınmazın değerlerinde birkaç kat artışın olduğu sonucuna ulaşılmıştır. Taşınmazların değer kazancının belirlenmesi için, taşınmazın bulunduğu bölgedeki emlakçılarla yapılan görüşmeler sonucunda emsal yapılar esas alınmış ve satış değerleri belirlenmiştir. Taşınmazların çevresine kattığı ekonomik değerin analiz edilebilmesi için ilgili belediyelerden sokak rayiç (m2) bedelleri öğrenilmiştir.

Tez kapsamında görüşme yapılan İstanbul İl Özel İdaresi yetkililerinin geneli koruma çalışmaları sonucu değer kazanan Sivil Mimari Örneklerini gelecek nesillere aktarılacak “kültürel miras” olarak görmekte ve eski eser yapıların korunması için karşılıksız desteğin sağlanması gerektiğine inanmaktadır. Ancak, taşınmaz kültür varlıklarının korunması adına elde edilen değer kazancının devlete kısmen de olsa geri dönüşünün sağlanabilirliğini sorgulayan ve kazanılan değerlerin ranta dönüştürülmemesi için öneri getirenler de bulunmaktadır.