• Sonuç bulunamadı

Gelişen Sol ve Türkiye İşçi Partisi (TİP)

1. YAKIN DÖNEM SİYASİ, SOSYAL VE EKONOMİK

1.6. Gelişen Sol ve Türkiye İşçi Partisi (TİP)

Gelişen sanayi ve kentleşmenin bir sonucu olarak teknoloji eskiye oranla daha kolay ulaşılabilir hâle geldi. Kent ve kasabalar dışında çok az bulunan radyo artık köylerde de birçok eve girmeye başladı. Bu gelişme ülkenin büyük bir bölümünü gelişmelerden hızlı bir şekilde haberdar etme imkânı sağlarken İşçi Partisi gibi küçük partilerin seçmenine ulaşması konusunda önemli bir rol oynadı. Kentlerdeki toplumsal hayata dair bu değişim anayasal hak ve özgürlüklerin de etkisiyle halkın beklentilerini, isteklerini artırdı. 1961 Anayasası’yla halka sunulan haklar yelpazesi genişledi. Anayasa’da devlet, “sosyal devlet” olarak tanımlanıyordu ve işçilere grev gibi birçok yeni hak verilirken üniversitelere de daha çok özgürlük ve özerklik hakkı tanınıyordu. Oluşmaya başlayan bu özgürlük ortamında işçiler ve öğrenciler bilinçlendi (Ahmad, 2009: 161-163).

Bu iki dinamik güçten öğrenciler, zaten DP hükümetinden beri iktidara karşı mücadele veriyorlardı ve aydınlarla ordunun yanında etkin bir güç olmaya aday görünüyorlardı. İşçiler de yürüyüş ve grevlerle toplumsal işbölümündeki yerlerinin bilincine varıyorlar, yönetimde söz ve karar sahibi oldukları sendika birlikleri kurarak toplum hayatının her alanında etkili olmaya çalışıyorlardı (Özdemir, 2000: 259).

İşçileri siyasi arenada temsil eden en önemli kurum Türkiye İşçi Partisi (TİP) idi. TİP sadece işçileri ve onların demokratik hak arayışını temsil etmekle kalmadı, sol düşünceyi parlamentoda temsil eden ilk parti de oldu. 1961’de bir grup sendikacı tarafından kurulan İşçi Partisi o güne kadar tabu sayılan birçok konuyu

kamuoyu gündemine getirdi (Özdemir, 2000: 255). Aydınların ve öğrencilerin de fikirlerini dile getirebildiği elverişli bir platform hâline gelen TİP, o güne kadar süregelen iki partili statükoya bir alternatif oldu. Giderek bir kısır döngünün esiri hâline gelen siyasi ortamda ideolojik siyaseti benimsedi ve vizyonuyla yeni bir yol açtı. Türkiye’de yeni yeni oluşmaya başlayan “sol” düşüncenin yuvası oldu. Fikirlerin kolaylıkla ifade edilemediği dönemin Türkiye’sinde İşçi Partisinin etrafında çeşitli dernekler ve öğrenci kulüpleri kuruldu. O güne kadar bürokrasi ve siyaset dışında hiçbir yerden çıkmayan eleştiri sesleri aydınlar ve öğrencilerden yükselmeye başladı. “Hak” ve “özgürlük” arayan öğrencilerin toplandığı bu dernek ve kulüplerin çatısı altında “Türk solu” palazlanmaya başladı. Yabancı sol kaynakların Türkçeye çevrilmesi ve ucuza satılmasıyla kolay ulaşılabilir hâle gelmesi de sol düşüncenin yayılmasını sağladı (Ahmad, 2009: 166).

Sol düşüncenin yaygınlaşmasıyla öğrenciler arasındaki fikir ayrılıkları daha da belirginleşti. Bu fikir ayrılıkları iktidar ve muhalefet partileri etrafında oluşmuyor, düzen yanlısı (sağ) ve düzen karşıtı (sol) olarak kendini gösteriyordu (Özdemir, 2000: 260).

Soldaki en eski parti Türkiye Komünist Partisi (TKP) idi. Yaklaşık 50 yıldır yasaklanmış olmasına rağmen küçük ama sadık bir taraftar kitlesine sahipti. Fakat katı ve tutucu politikalarının yanında ilgisini sadece ve ısrarla işçi sınıfına yönelttiği için de sol siyasetle ilgilenenler üzerindeki etkisini kaybediyordu. Soldaki asıl parti ise İşçi Partisiydi. Partinin asıl hedef kitlesi işçiler iken öğrenciler ve aydınlar üzerinde de hatırı sayılır bir etkiye sahip olmuştu. (Zürcher, 2008: 368).

Tüm dünyada olduğu gibi Türkiye de 1960’larda, öğrencilerden ve aydınlardan oluşan yeni bir solun gelişimine sahne oluyordu. Fakat Türkiye’deki bu gelişim, özellikle önemli bir hâl almıştı. Çünkü 1961 İhtilali’nde DP’nin devrilmesi ve yeni anayasanın oluşturulması konusunda büyük bir rol oynayan üniversiteler, bu rolün doğal bir sonucu olarak kendilerini, Kemalizm’in yukarıdan aşağıya devrim kavramına da uygun olarak, toplumun yeni mimarları olarak görmeye başladılar. Bu görüş doğrultusunda büyük üniversitelerde fikir kulüpleri kurulmaya başlandı. Bu konuda özellikle Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi çok ünlü ve etkiliydi. İşçi Partili profesörlerden Sadun Aren’in yönlendirmesiyle, TİP’li öğrencilerin hâkim

olduğu kulüp daha sonra diğer kulüpler üzerinde etkili olarak bütün kulüpleri kapsayan Fikir Kulüpleri Federasyonu adıyla kuruldu. Oldukça geniş bir öğrenci kitlesi, İşçi Partisine bağlı öğrenciler tarafından oluşturulan Fikir Kulüpleri Federasyonu (FKF) ve diğer öğrenci dernekleri ile siyasallaştı. Sol ideoloji içinde etkin bir rol oynamaya başlayan “Millî Demokratik Devrim” taraftarları, 1968’de FKF’nin yönetimini ele geçirdi ve bu federasyonu “Dev-Genç” diye bilinen “Devrimci Gençlik” örgütüne dönüştürdü (Zürcher, 2008: 369-370). Ajitasyonun yeterli olmadığını düşünen Dev-Genç taraftarları devrime sadece “silahlı propaganda” ile yani terörist saldırılarla ve silahlı gerilla mücadelesiyle ulaşılabilecekleri kararına vardılar (Zürcher, 2008: 370).

Bu arada dünyanın dört bir tarafında Amerika aleyhtarı ve antikapitalist kitle hareketleri, gösteriler ve eylemler gerçekleşiyordu. Alevlenen gençlik hareketleriyle ve öğrenci eylemleriyle daha çok destek bulan solcu Türk gençleri de özellikle büyük kentlerde antiemperyalist, anti-Amerikancı gösteriler ve eylemler yapmaya başladılar. Aydınlar ve öğrenciler arasında oluşmaya başlayan bu Amerikan karşıtlığı hatta düşmanlığı ülkeyi kabaca ikiye bölmüştü: Amerikan karşıtı solcular ve Amerikan yanlısı sağcılar. Sol ideolojinin yaygın ve kabul görür hâle gelmesi ve hatırı sayılır bir taraftar kitlesine ulaşması “sağ” kesimi endişelendirmeye yetmişti. Solu kendisi ve ülkenin selameti için bir tehdit olarak gören sağ ile çareyi dinî siyasette bulan ve İslam’ı “komünizmin panzehiri” olarak gören dindar kesim “komünizmle mücadele” faaliyetlerine başladı. Böylece sağcılar da solcularla yani komünistlerle mücadele için çeşitli sağcı dernekler kurarak örgütlendi (Ahmad, 2009: 169-170).

TİP aydınlara ve öğrencilere ev sahipliği yaparken temsil ettiği asıl kitle olan işçiler de parti çatısı altında birleşmişti. İşverenlerle, daha iyi çalışma şartları ve daha yüksek ücret talep eden işçiler arasında bir mücadele başlamıştı. Sermaye sınıfına ve statükoya yakın durduğu ve işçilerin haklarını savunmadığı gerekçesiyle bir grup sendikacı, Türk-İş Sendikasından ayrılarak Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu (DİSK)’nu kurdu. DİSK, ekonomi odaklı Türk-İş Sendikasının aksine siyasal eylemi benimsiyordu. DİSK’e bağlı işçiler bu görüş doğrultusunda gösteriler düzenlemeye ve eylemler yapmaya başladılar. Bozulan ekonomi, artan

işsizlik, karşılanmayan ihtiyaçlar, işçileri ve öğrencileri sokaklara döktü. Çekoslavakya’nın işgali gibi hadiselere verilen tepkiler ve Fransa’daki öğrenci olayları gibi dünyadaki gelişmeler de gençlere emsal teşkil etti (Ahmad, 2009: 173- 174).

Öğrenci hareketleri başlangıçta eğitim sistemine tepki olarak gelişmişti ve özellikle ana muhalefet partisi CHP tarafından hoşgörü ile karşılandı. Dünyadaki ve Türkiye’deki politik gelişmelerin etkisiyle, eğitim ve üniversite alanı dışında Türkiye’nin tam bağımsızlığı ve ekonomi politikası gibi daha genel mücadele alanlarına kaydı. Seçim yasasında yapılan değişiklikle TİP’e parlamento yolunun büyük ölçüde kapatılması ve TİP’in siyasi düzlemden uzaklaştırılmaya çalışılması, partiyi daha en başından beri ‘parlamentoculuk’ yapmakla eleştiren farklı parti içi grupların öne çıkmasına sebep olmuş ve bu grupları ‘parlamento dışı muhalefet’ anlayışını savunmakta haklı göstermiştir. Bu parlamento dışı muhalefet düşüncesinden öğrenciler de büyük oranda etkilendi. 1970’e gelindiğinde öğrenci hareketlerinin ve sosyalist hareketin ideolojik ve fiilî önderliği, devrimi amaçlayan ve bu amaç için örgüt kurarak silahlı mücadeleyi savunan Marksist-Leninist grupların eline geçti (Özdemir, 2000: 260).

TİP parlamenter çözümleri savunan, yasal yollarla mücadele veren bir parti görünümündeydi. Bir önceki seçimlerde 14 olan sandalye sayısının, değişen seçim yasasıyla 2’ye düşmesi parti tarafından statükonun bir oyunu ve parlamenter yolların kesilmesi olarak algılandı. Demokratik yollardan mücadelenin yetersiz olduğunu düşünen bazı partililer iktidarın ancak kendilerine yardım edecek subaylar yolluyla elde edilebileceğini öne sürdüler. “Milli Demokratik Devrim”i destekleyen bu grup, Türkiye’nin sorunlarının çözümüne giden yolu Maoizm’de ya da Latin Amerika tarzı şehir gerillacılığında görüyordu. Sol, demokratik ve yasal çözüme inanmaya devam ederek parlamenter mücadeleyi sürdüren TİP ile tercihini şiddetten ve silahlı mücadeleden yana kullanan “Milli Demokratik Devrim” taraftarları arasında bölündü. Seçim yasasını değiştirerek İşçi Partisinin demokratik yollarını kapatan Hükümet, siyasal sendikacılık yapan DİSK’in de önünü kapatmak için Türk-İş lehine bir yasa çıkarmaya karar verdi. Çıkacak olan bu yasa bir iş yerinde çalışanların en az üçte birini temsil edemeyen sendikaların faaliyetini yasaklıyordu. Yasaya tepki

göstermek isteyen işçiler 15-16 Haziran 1970’te çok büyük bir gösteri ile Marmara Bölgesi’ni felç etmeyi başardılar. Göstericiler ancak askerî güç kullanılarak dağıtılabildi. Bu olay rejim tarafından bir “devrim provası” olarak görüldü (Ahmad, 2009: 174).

“Sol” ideolojik ve fiilî olarak böyle şekillenmişken “sağ” da ana akımın temsilcisi olan AP ve bazı önemli yönleriyle AP’den ayrılan iki yan akımdan oluşur hâle geldi. Bu yan akımlardan biri Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) diğeri de Milli Nizam Partisi (MNP) idi. Sürgün olarak gönderildiği yurtdışından dönen Albay Alparslan Türkeş, başarısız bir parti kurma girişiminden sonra, 14’lerin 10’uyla birlikte CKMP’ye katıldı. Kısa bir süre sonra genel başkan seçilerek eski lider kadrosunu ihraç ettikten sonra, hiyerarşik bakımdan daha sağlam örgütlenmiş bir parti hâline getirdi. Partinin ideolojisini “9 Işık” adlı bir kitapla ortaya koydu. Teoride 30’ların Kemalizm’inden pek de farklı görünmeyen bu ideoloji, pratikte komünizm düşmanlığına ve şiddete yönelik bir milliyetçiliğe dönüşüyordu. Dönüşümünü tamamlayan Partinin adı da 1969’da değişti ve “Milliyetçi Hareket Partisi” oldu. Partinin gençlik örgütleri de oldukça meşhurdu. Resmî adı “Ülkü Ocakları” olan bu gençlik kollarına mensup gençler kendilerini Bozkurtlar olarak adlandırıyordu. Özel kamplarda âdeta asker gibi eğitim gören ve misyonları solla hesaplaşmak olan gençler, Aralık 1968’de solcu öğrencileri, öğretmenleri, yazarları, kitapçıları ve sonunda siyasetçileri yıldırma harekâtını uygulamaya başladılar (Zürcher, 2008: 371-372).

İdeolojisinde milliyetçiliğin yanında İslam’a da yer açan MHP’nin yanında İslam’ı ideolojisinin merkezine koyan bir sağ parti daha kuruluyordu. 1969’da küçük esnafın sorunlarını dile getirerek Odalar Birliği Başkanı seçilen Prof. Dr. Necmettin Erbakan, Demirel’i ve kendisinin de mensubu bulunduğu AP’yi Masonların ve Siyonistlerin kuklası olmakla suçladı. Erbakan, Partinin İslam’a sırt çevirdiğini iddia ederken söylemlerine dinî bir hava hâkim olmuştu. AP’den ayrılan Erbakan, 1969 seçimlerinde Konya’dan bağımsız milletvekili seçilerek meclise girdi. Bir yıl sonra da Milli Nizam Partisi (MNP)’ni kurdu. MNP sonraki yıllarda sağdaki dinî kanadı temsil eden ana parti oldu. Milliyetçilik ve din gibi iki güçlü eğilimi temsil etmelerine rağmen MHP ve MNP, sağdaki merkez parti olmaktan uzaktılar. Tek

başlarına AP’nin yerini alamazlardı fakat AP’den ayrılan Demokratik Parti ve AP içindeki diğer muhaliflerle birlikte Demirel’e karşı ciddi bir tehdit oluşturuyorlardı (Zürcher, 2008: 371-372).

Türkiye 1970’lere statükonun temsilcileri AP ve CHP’nin yanında, sağda MHP ve MNP; solda da TİP gibi, hepsi aynı isimle olmasa da, temsil ettikleri hareketle Türk siyasetinde uzun yıllar var olacak bir siyasî yelpaze ile giriyordu.

Benzer Belgeler