• Sonuç bulunamadı

Geleneksel Hayatı BenimsemiĢ Kadınlar

4.2. KĠMLĠK AÇISINDAN KADINLAR

4.2.3 Geleneksel Hayatı BenimsemiĢ Kadınlar

“Kimlik Açısından Kadınları” incelediğimiz ilk bölümün son alt baĢlığı “Geleneksel Hayatı BenimsemiĢ Kadınlar” adını taĢıyor. Bu bölümde sekiz romanda yer alan kadın kahramanları inceleyeceğiz.

Sözde Kızlar romanınınidealist kiĢisi Nadir‟in annesi olarak karĢımıza çıkan Hayriye Hanım, son derece merhametli bir Türk kadınıdır. Anlattığına göre Hayriye Hanım‟ın babası titiz bir adam; annesiyse merhametli ve sıcakkanlıdır. Baba, Hayriye Hanım‟ı sık sık döver. O, her ne kadar, babasından nefret ettiğini düĢünse de babasını kaybettiğine çok üzülür ve ağlar. Romanın kötü karakteri olarak karĢımıza çıkan Siyret‟in hayatını mahvettiği Hatice‟ye Hayriye Hanım son derece üzülür.

Hatice‟nin ölümü annesini âdeta yıkar. Onun: “Kızım, evlâdım… Hatice… Hatice… Yavrum… Meleğim… Hatice… Hatice… Hatice…” (Safa, t.y.a: 187) diye

ettiği feryatlara komĢu kadınlar Ģöyle cevap verir: “Kalk kadın, ağlama, nefesini tüketme, kalk, oldu olacak, Allah‟ın yazdığı bozulmaz, kalk, sana yazık oluyor, Hatice‟nin bu hale geleceğini imamın karısı bana on kere söyledi.” (Safa, t.y.a: 188) KomĢu kadınlara göre Hatice‟yi tangolar öldürür. Hatice, kendi doğup büyüdüğü semti, çevresini, ailesini, hatta adını beğenmemiĢ; daha lüks bir hayat, Ģöhret peĢinde koĢmuĢtur. Bu son ona layıktır. Burada komĢu kadının imamın karısının sözlerini kendi düĢüncesine referans göstermesi bir zamanlar küçük yerleĢim yerlerinde imam ve öğretmenin sözünün geçerliliğini hatırlatıyor. Ġstanbul‟un zengin semtlerinde insanlar yozlaĢmıĢ bir hayat sürerlerken CerrahpaĢa‟da halk hâlâ gelenekçi ve kapalı bir hayat sürer. Bu hayatı kabullenmeyip, kabuğunu kırmaya çalıĢan Hatice baĢarısız olmuĢ ve beğenmediği evinde hayatına son vermiĢtir. Hatice‟nin yanına yakıĢtıramadığı annesi onun ölümüyle yıkılır; ancak yanlarından ayrılmadığı, onlar gibi olmak istediği Nazmiye Hanım, Naciye Hanım, Güzide ve Nevin onun ölümüne üzülmez; hatta kayıtsız kalır. Hatice, ölüm döĢeğinde yaptığı hatanın farkına varır; ancak çok geçtir.

Doğulu ve Batılı iki erkek arasında kalan Pervin‟in mücadelesini konu alan Şimşek romanı arka planda Doğulu erkeği temsil eden ve Pervin‟in eĢi olan Müfid‟in de kendisi ve aĢkıyla yaptığı mücadeleyi konu alır. Geleneksel hayatı benimsemiĢ kadınlar olarak göstereceğimiz iki kadınıMüfid‟le yaptıkları görüĢmelerden tanırız. Birincisi Müfid‟in teyzesi ġayeste Hanım. ġayeste Hanım, “mazlum bir kadındır.” (Safa, 1999: 18) Çengelköy‟de oturur. “Aranmadığı vakitler, yaĢadığını belli edecek hiçbir harekette bulunmayan, sesini çıkarmadan köĢesinde oturan ve ziyaretçilerini daima tatlı bir tebessümle karĢılayan bu sakin ve mazlum kadın” (Safa, 1999: 156) yeğeni kendisine gelip karısından boĢanacağını söyleyince çok ĢaĢırır. “Sayfiyedeki sakin hayatı içinde, büyük değiĢiklikleri kolayca hazmetmeye alıĢmamıĢtır.” (Safa, 1999: 157) ġayeste Hanım, Pervin‟i havaî bulur ve ilk günden beri yeğenine uygun görmez; ancak onun aldığı terbiye boĢanmanın doğru olmadığını gösterdiğinden bu evliliğin bitmesini istemez ve bunun için elinden geleni yapar. Müfid ve Pervin‟in evliliğinin doğru olmadığını gören ve bunu dile getiren bir kiĢi daha vardır: Müfid‟in kalfası Naziktar Kalfa. Naziktar Kalfa kendi halinde yaĢayan, fazla bir Ģeye karıĢmayan bir emektardır. Müfid‟in kendisine evde olmayan karısını sorması

üzerine istemeyerek de olsa Pervin‟in Ģahsında zamanın kadınlarının eleĢtirisini yapar. Eskiden kadınlar evden çıkarken gittikleri yeri haber verirlerken artık kadınlar habersiz çekip gidiyorlardır. Naziktar Kalfa eleĢtirilerini Ģöyle sürdürür:

Onlarda sevgi vardı, gönül vardı, fedakârlık vardı: Onlar bir yuva bellemiĢlerdi, onun üstüne titrerlerdi; onlar evlerinin taĢını, toprağını bile severlerdi; hem de haysiyetli, azametli insanlardı; onlar hastaya bakmasını bilirlerdi; karĢılarındakinin içinden geçeni anlarlardı; kabil mi, haddine düĢmüĢ mü ki bir kocalı kadın, eskiden, böyle, geç vakitlere kadar sokakta kalsın, evdekileri merakta bıraksın. Ġnsanın baĢkalarını bu kadar üzmeye gönlü nasıl razı olur? (Safa, 1999: 144)

Naziktar Kalfa, sözlerine Müfid‟in yerinde eski bir erkek olsaydı karısını boĢayacağını da ekler. Yani lafı, bir anlamda, kadınların böyle serbest bir hayat yaĢamasının erkekler yüzünden olduğuna getirir.

Bütün ahlakî kaideleri maddî çıkarları için hiçe sayan Canan‟ın hayatını konu alan Canan romanında Canan‟ın zıttı olarak karĢımıza Bedia karakteri çıkar. Bedia geleneksel bir terbiye alır. Babası, Ferhunde Nine ve emektarları GülĢen Dadı ile Vaniköy‟de yaĢar. Kocası Lami, gönlünü Canan‟a kaptırmıĢ ve evi terk etmiĢtir. Bu durum Bedia‟nın günden güne solmasına neden olur. Lami‟ye göre karısı “medenî bir zevce iĢlerini yapamamaktadır.” (Safa, 2000b: 37) Bedia‟ysa, geleneksel bir bakıĢ açısıyla, eğer bir çocuğu olsa evliliğinin düzeleceğini düĢünür:

Üsküdar Ġskelesi‟nde vapuru dolduran birçok tazelerin, kucaklarında çocukla gelen birçok emzikli annelerin yüzlerine dikkatle bakarak saadetlerine imrendi. KeĢke Ģimdiye kadar bir çocuğu olsaydı… Bir çocuk ne büyük teselli! Bir çocuk onu bu felaketinde ne iyi avutabilir, bir çocuk, belki babasını da aileye daha iyi bağlar, böyle düzensizliklere engel olur, hiçbir geçimsizliğe meydan bırakmazdı. Hakikaten ne iyi Ģey, ne saadet, bir çocuk anası olmak. (Safa,2000b: 14)

Bedia, Lami‟nin kendisini aldattığını bilir; ancak onu affetmeye hazırdır. Aldatılmak ona acı verir, yine de o, büyükannesi ve büyükbabası; annesi ve babası gibi olmak ister. Saadet, kocasıyla bir arada olmaktır onun için:

Orada, o balkonda, beĢ senedir, her sabah GülĢen Dadı‟nın getirdiği sütlü kahveyi Lami‟yle birlikte içmiĢlerdi. Büyükannesi, büyükbabasıyla evlendikten sonra, otuz sene; orada, annesi, babasıyla evlendikten sonra, yirmi yedi sene hep orada, o balkonda sütlü kahvelerini kocalarıyla birlikte içmiĢlerdi. O iki kadın da, yine böyle, fakat zevceleriyle baĢ baĢa denizin uyanıĢını, sislerin dağılıĢını seyretmiĢler, balıkçı Ģarkılarını dinlemiĢler, fakat hiçbiri Bedia gibi, arada sütlü kahvelerini yalnız baĢına içmeye mahkûm olmamıĢlardı. (Safa, 2000b: 81)

Ġçine düĢtüğü bu durum Bedia‟yı kahretse de bir Ģeyler yapabilecek kudrette değildir. Nitekim kocası kendisini boĢayıp Canan‟la evlenir. Lâmi, Canan‟la Bedia‟yı ilk defa bir davette bir arada görür ve karısı ve Canan arasında bir karĢılaĢtırma yapar:

Bedia‟nın kıyafetinde ihmal var. HoĢ, bu kadın en kalabalık meclislerde bile sadelikten kurtulamamıĢtır. Saçlarıyla meĢgul olmaz, yüzüne hiç pudra sürmez, en solgun günlerinde bile gözlerini sürmesiz, dudaklarını boyasız bırakır, lavanta da kullanmaz. O akĢam da böyle sade, biraz yorgun, biraz sessiz, belki hasta, çünkü yemeklere karĢı bile isteksiz duruyordu. Ama Canan, o vakit yeni yaptırdığı krepdöĢenden, Ģarabî, bulut gibi hafif ve parlak esvabı içinde, kendine mahsus o rüzgârlı kokuyu bırakıyor, saçlarının altın sarısı, yüzünün pembeliği, gözlerinin mavisi, dudaklarının ateĢin kırmızılığıyla baĢı, rengârenk bir ıĢık yığını içinde parlıyordu. Lâmi, daha o gece, birkaç kere yüzünün derisineo iĢleyici mavi bakıĢların değdiğini hissetti ve daha o gece, Bedia‟yla bu kadın arasında büyük bir ayrılığın farkına vardı. (Safa, 2000b: 36)

O geceden sonra Lami, Canan‟ın peĢinden koĢarken Bedia içinden çıkılmaz bir ızdırap girdabına girer. Bedia‟nın kendisine örnek aldığı hanımninesi, seksen üç yaĢındaki Ferhunde Nine, ona yardım etmeye çalıĢır. Kendisinin mesut olmasını sağladığına inandığı “Bahtiyarlık muskasını” Bedia‟ya verir. Söylediğine göre bu muskayı ona, padiĢahın müneccimbaĢısı vermiĢ. Muskanın aynısından Sultan Aziz‟de de varmıĢ. PadiĢah da kendisi de çok güzel, mutlu günler geçirmiĢler. O muskaya öyle inanmıĢ ki onu boynundan çıkarırsa öleceğini sanırmıĢ. Ancak torununun böyle sararıp solmasına gönlü razı olmadığından ve seksen üç yaĢına kadar yaĢadığı mutlu günlerin kendisine yettiğini düĢündüğünden muskayı Bedia‟ya verir. Romanın sonu bize muskanın iĢe yaradığını gösterir. Canan, annesi tarafından öldürülmüĢ, Lami evine geri dönmüĢtür;

GülĢen Dadı, bir tepsi içinde, iki sütlü kahve getiriyordu. Lami ile Bedia‟nın izdivaçlarından beri, üç senenin sabahında karĢılıklı içtikleri sütlü kahve. Aynı tepsi, aynı fincanlar. Kırk seneden fazla, Bedia‟nın hanımninesiyle büyükbabasına, rahmetli annesiyle babasına, orada „Kendi elceğiziyle‟ sütlü kahve getiren ve Boğaziçi sabahlarının tadını ancak böyle hisseden GülĢen Dadı‟nın gözleri yaĢarıyordu. (Safa, 2000b: 229)

Aile mefhumuna önem veren ve geleneksel bir hayat süren kadınlardan biri de yine Canan romanında Canan‟ın annesidir. Kadın bir gün gebe kalır. Buna kocası çok sevinir; ancak çocuğun kız olması baba tarafından sorun yaratır. Adam hem karısına eziyet eder hem de küçük kızı (Canan‟ı, o zamanki adıyla Hatice‟yi) esircilere satar. Kadın ne kadar ağlayıp sızlasa da her seferinde dayakla karĢılaĢır ve bir türlü kızına ulaĢamaz. Yıllar sonra kocası ölünce ne yapar eder kızını bulur. Kucaklanmayı bekleyen kadın, kızının hakaretlerine maruz kalır. Canan annesini tavan arasına kapatır. Türkçe de bilmeyen bu kadın kızının yanında olabilmek pahasına sesini çıkarmaz; ancak evde olup bitenleri sessizce takip eder. Bir süre sonra kızının damadını farklı erkeklerle aldattığını gören kadın, kızını öldürür.

Matmazel Noraliya‟nın Koltuğu romanında hizmetçi tipiyle karĢımıza çıkan Fatma, baĢından, bazıları hurafe olan, birçok olay geçmiĢ, batıl inançları olan bir kadındır. Fatma Tatvanlıdır. On dört yaĢında annesi onu dört altına Van‟a giden bir adama satar. Aslında onun hikâyesi on yaĢında baĢlar. Nemrut‟un kırk devesinin taĢ kesildiğine inanılan tepede develerden biri canlanır ve Fatma‟yı kovalar. Bayılır, ağzı kilitlenir. Hocalar okurlar. Bir süre sonra önce babası ölür, ardından annesi baĢkasına sevdalanarak kızı satar. Kızı satın alan Ali Fatı ismindeki kiĢi, kızı Gönyük‟e götürür, on beĢ yaĢına kadar kızı kullanır. Fatma bir gün “Kelkebir mahallesinde Hızır çeĢmesinin önünde” babasını görür. Oracıkta bayılır. Anlattığına göre babası kızın kulağına “Ġstanbul‟a kaç.” (Safa, 2006a: 45) diye fısıldar. Kız da Ġstanbul‟a gelir. Burada tanıdıkları vasıtasıyla bir köĢke hizmetçi olarak girer. Sevdalandığı Ģoför Hüseyin‟i de burada tanır. Evlenme hazırlıkları yaparlarken birlikte geçirdikleri bir trafik kazasında Hüseyin ölür. Hüseyin‟in sevdiğine söylediği son söz “Fatma, ölürsem de buluĢacağız seninle.” (Safa, 2006a: 48) olur. Bu sözden sonra Fatma Hüseyin‟i beklemeye baĢlar. Çünkü Hüseyin söz verdiyse gelecektir. Bir gece

hizmetçilik ettiği evin hanımı telaĢla Fatma‟ya seslenir. Odada kasketli bir adam vardır. Kadın adamın üstünden kapıyı kilitler ve bekçiye koĢar. Fatma, kapının deliğinden bakınca adamın Hüseyin olduğunu görür ve bayılır. Hanım, bekçi, polis hepsi toplaĢıp kapıyı açarlar; ama kimse yoktur. Hüseyin‟in kendisini ziyaret ettiğini düĢünen Fatma bu avuntuyla yaĢayıp gider.

Bir Akşamdı romanında da karĢımıza hizmetçi olarak Emine çıkar. Emine kocasını savaĢta tifüs hastalığından kaybetmiĢtir. Kızı Halide de yine hastalanarak ölür. Kapı kapı dolaĢarak çalıĢıp ekmeğini kazanacak bir ev arar. Sonunda Kâmil Bey‟in evine gelir. Bu eve gelene kadar çalıĢtığı evlerde sıkıntılar çeken Emine, Kâmil Bey‟in yanında insanca muamele görür. Kâmil Bey‟e kaçan Meliha bir gün Emine‟ye evlenmeyi düĢünüp düĢünmediğini sorar; ancak Emine kocasının ve kızının yasını hala içinde taĢıdığını ve kimseyle bir daha evlenemeyeceğini, tek derdinin karnını doyurmak olduğunu ifade eder.

Yalnızız romanında geleneklere bağlı kadın karakter Mefharet‟tir. Mefharet‟in bir kızı bir de oğlu var. Sekiz yıl önce kocasını kaybetmiĢ, çocuklarının, özellikle kızının, zarar görmemesi için bir daha evlenmemiĢ. Çocukları ve erkek kardeĢleriyle birlikte yaĢar. Kızı Selmin hamile olduğunu iddia eder. Bunun üzerine Mefharet fenalık geçirir. Çünkü kızı evli değildir, üstelik de dört aydır niĢanlısıyla ayrıdır. Mefharet‟in aklına ilk gelen Ģey kızının dayısından hamile olduğudur. Bu fikir kardeĢi Samim‟in serbest ve marjinal görüĢlerinden doğar. Diğer kardeĢi Besim ile bunu paylaĢtığında Besim bunu, neredeyse, olağan karĢılar ve birlikte bu olayı araĢtırmaya giriĢirler. Besim‟e göre bir kız istediği kiĢiyle iliĢki yaĢayabilir ve Selmin bunda geç bile kalmıĢtır. Mefharet‟se buna karĢı çıkar. Ona göre namus her Ģeyden önemlidir ve bu yaĢananlara çevrenin yapacağı yorumlar çok çirkin olacaktır. Besim buna da Ģöyle cevap verir:

Ġstanbul‟da hele bu züppe köyde herkes büyük bir mesele değildir. Bir Orta Anadolu köyünde herkes kızcağızın baĢına bela kesilir. Zavallıyı babasına bile vurdururlar. Bir Macar köyünde kızın oturduğu evin kapısına zift sürülür ve baĢına lanet yağdırılır. Zavallıcığa Vilma Bonki‟nin „Seher Vaktinde‟ki vicdan azabı çektirilir. Fakat burada herkes, meseleyi tulumba tatlısıyla sade kahve

arasında konuĢur, bebeğin sarıĢın mı, esmer mi olacağını ve kime benzeyeceğini sorarlar, geçer gider. (Safa, t.y.d: 18)

Mefharet Hanım, iki kardeĢinin aksine ailesinden aldığı terbiyeyi korumaktadır. Kızının baĢına gelenleri duyunca kızına çok kızar: “(…) benim annem de babam da Arnavut‟tu. Yanya‟da annem ablamı birgün boğuyordu. AnlatmıĢımdır kaç kere. Ben kurtardım elinden. O zaman böyle ağır bir mesele de yoktu. Tahrirat kâtibiyle seviĢiyor diye bir dedikodu çıkmıĢtı. Biz böyle terbiye aldık.” (Safa, t.y.d: 49)

Geleneksel hayat yaĢayan kadınlar, Peyami Safa‟nın incelediğimiz romanlarında karĢımıza çok çıkmaz. Safa‟nın kadınları genellikle kimlik arayıĢı içindedirler. Genç kızların kimlik arayıĢları hem yaĢlarından hem de değiĢen toplum yapısından kaynaklanmaktadır. Sonunda geleneksel olan ile modern olanı sentezleyebilenler mutlu olurken bocalamaya devam edenler mutsuz bir sona doğru sürüklenirler. Geleneksel hayat yaĢayan kadınlar romanlarda yer alan tiplerdir ve hemen hemen hepsi birbirlerine benzerler. Çok fazla tanıtılmayan bu kadınların hepsi toplumu önemseyen, eĢine ve çocuklarına bağlı kadınlardır.