• Sonuç bulunamadı

Günümüzdeki Durum

Yalçýn Kaya

baniyet-ül fil Ýslâm" (Ýslâm'da ruhbanlýk yoktur) hadisine dayandýðý söylenir. Erkek olan her Müslüman birey namaz kýldýrýr, ezan okur, kurban kesebilir ve de ölü yýkayabilir. Müftülük ve Þeyh-ül-Ýslâmlýk gibi unvanlar ve görevler Ýslâm'ýn baþlangýcýnda deðil 10. yüzyýldan sonra ortaya çýkmýþtýr.

Bu unvanlar din ve dünya iþlerinin ayrýl-mazlýðýndan doðmuþtur. Ýslâm'da Halife baþlangýçtan beri bir unvan olarak vardýr. Halife bütün Müslümanlar üzerinde hem dünyevî hem de manevî güce sahip olan kimsedir. Þeyh-ül-Ýslâm ise Halifenin manevî erkinin temsilcisi olarak iþ görür.

Tüm Ýslâm tarihi boyunca ayaktakýmýnýn isyana kalkýþmasýndan sorumlu olan, ulema adý verilen kesimin baðnaz tutumu,

sergilediði küstahça gurur, açgözlülük, düþük saðduyu düzeyi ve hoþgörüsüzlük, Ýran, Hindistan, Orta Asya ve Türkiye'de her düzeydeki þair ve yazar tarafýndan alay konusu edilmiþtir.

Aþaðýdaki dizeler Kazak Abdal adlý halk ozanýnýn aðzýndan toplumun medreseli ule-maya bakýþ açýsýný dile getirmektedir:

Ormanda büyüyen insan azmaný Çarþýda pazarda insan beðenmez Medrese kaçkýný softa bozgunu Selam vermeye derviþ beðenmez Alemi ta'n eder yanýna varsan Seni yanýltýr bir mesele sorsan Bir cim çýkmaz eðer karnýný yarsan Câmiye gelir de erkân beðenmez.

Bu konu ile ilgili olarak þunu da ekleye-lim Anadolu Türk köylüsü bu tip din adamlarýyla ilgili olarak pek çok atasözü ve deyim yaratmýþtýr. Örnekler verirsek:

" Evi baca, köyü hoca yýkar " Ölü evinde yaþ, imam evinde aþ, Ýslâm'da bir ruhban sýnýfýnýn olma-masýnýn, politik ve ekonomik alanda sis-tematik bir organizasyon zayýflýðýna yol açmýþ olabileceði zaman zaman öne sürülmüþtür. Dinsel otorite boþluðunun bi-limsel ve teknolojik geliþmeler üzerinde ne denli etkili olabileceði tartýþma konusudur. Gene de kimi araþtýrmacýlar Batý dünyasýn-daki bilimsel geliþmelere uzun yýllar set çeken Kilise'nin bir süre sonra bilimsel geliþmelerin destekçisi olduðundan yola çýkarak; Ýslâm'daki otorite boþluðunun bilimsel geliþmelerdeki olumsuzluða neden olduðunu öne sürerler.

Bana kalýrsa Batý dünyasýndaki Kilise örgütünün benzeri olan ve bilimi

destekleyen bir Ýslâmî din sýnýfýnýn varlýðý halinde Ýslâm ülkelerinde bilimsel geliþ-menin yaþanabileceðini öne sürmek utopik bir hayalcilikten öte bir þey deðildir. Çünkü Ýslâm ahiret yaþamý kadar -belki de daha çok- dünyevî yaþamý da yönetmek üzere ortaya çýkmýþ bir dindir.

Kilise benzeri bir din adamlarý örgütü olmamasýna raðmen Ýslâm dünyasýnda zaman zaman Batý dünyasýndaki aforoz silâhýnýn tekfir adý altýnda eyleme konul-duðu tarihsel bir gerçektir. Tekfir silâhýyla öldürülen, ya da en azýndan halkýn gözünde deðerleri sýfýra indirilen, saray desteðinden yoksun býrakýlan bilim adamlarý ve filo-zoflarýn sayýsý yüzleri geçer. Ýslâm'da

27

örgütlü bir din adamý sýnýfý olmamasýna karþýn tüm bu geliþmeler yaþanmýþtýr. Ýslâm dininde bir ruhban sýnýfýnýn olmayýþý bir bakýma böyle tekfir olaylarýnýn hiç olma-masýný gerektirmekteydi oysa uygulama hiç de düþündüðümüz gibi olmamýþtýr.

Orta Çað Hýristiyan dünyasýnda rast-ladýðýmýz aforoz etme olayýnýn benzeriyle Ýslâmiyet'in altýn çaðlarýnda bile karþýlaþ-mak mümkündür. Ýmam Ali, Ebu Hanife, Ýbn-i Arabî, Ýmam Melik, Ýbn-ür Rüþt, Ýbn-i Sina, Ýbn-i Haytam gibi bilgin ve

Ýmam'larýn tekfir ile suçlandýklarý bilin-mektedir. Tekfir olaylarýnýn içerisinde zaman zaman ölüm cezasý uygulamalarý da karþýmýza çýkar. Hallac-ý Mansur,

Þehabettin Sühreverdi, Molla Kabýz, Nadajlý Sarý Abdurrahman, Hamza Balî, Þeyh Bedrettin gibi Ýslâm bilgin ve düþünürlerini tekfir suçlamasýyla þehit edilenlerin listesine ekleyebiliriz.

Hint asýllý bir din adamý olan Mevlâna Ebul Kelam Azad (1888-1958) þunlarý yazmýþtý:

"Son 1300 yýl boyunca Ýslâm fakihlerinin (hukuk âlimlerinin) kalemleri, çekilmiþ bir kýlýç görevi gördü ve Tanrý'nýn pek çok seçilmiþ kulunun kaný kendi insanlarýný lekeledi... Bu þehadetler Sufîlerle sýnýrlý kalmadý, hür düþünürler ve hattâ töreye uygun düþünce yapýsýna sahip en büyük Müslümanlar bile kurban edildi."

Ulemanýn tekfir silahýný kullanma yönün-deki eðilimi ve yöneticilerin ve genel kamuoyunun onlarý dinlemeleri nedeniyle Sünnî Ýslâm'da ruhanî bir sýnýfýn olup olmamasý artýk önemli deðildi.

Ýslâmî toplumlarda bilimin önünü açabil-menin önemli bir anahtarýnýn din

adamlarýný bu konuda eðitmek ve yön-lendirmek olduðunu öne sürenler de var. Bu iddiada bulunanlarýn yaklaþýmlarý þöyle: Din adamlarýnýn büyük bir bölümü; esas görevi, ibadet edenleri kýrsal alandaki camilere yönlendirmek, nikâh kýymak, ölü-leri defnetmek, camiölü-lerin bakýmýný saðla-mak gibi iþleri yaparak bu iþlerden para kazanan sýradan vaizlerdir.

Bu, geçimini saðladýktan sonra, köktenci giriþimlere pek ilgi duymayan profesyonel bir sýnýftýr ve bu din adamlarý grubu bilim ve teknolojinin ilerlemesini yavaþlatmaya kalkýþmazlar. Kalkýþsalar da baþarýlý olma olasýlýklarý düþüktür.

Diðer Müslüman ülkelerde varlýðýný sürdüren bu sýnýf, bizim ülkemiz için geçerli deðildir, zira Türkiye'de Diyanet Ýþleri Baþkanlýðý'nýn memuru olan her din adamý devletten maaþ alýr ve kendi yoru-muyla bir inanç çerçevesi çizer. Kâh bilime karþý çýkar, kâh onu yüceltir.

Müslüman ülkelerde -Türkiye hariç-yaþayan ulemanýn ikinci kategorisi zarar veren cinstendir. Bunlar, Kur'an'ý yorum-layabileceðini, aforoz fetvasý verebileceðini ve Cuma namazlarýnda, tüm konular (poli-tika, ekonomi, hukuk, eðitim vb.) üzerinde görüþlerini belirtebileceðini iddia eden kimselerdir. Müslüman ülkelerde ulema adý verilerek yüceltilen bu kiþiler bilim karþýtý eylem ve söylemleriyle yöneticiler ve halk üzerinde etkili olabilirler.

Diðer Müslüman ülkelerin aksine ulema adýný verebileceðimiz böyle bir din adamý grubu Türkiye Cumhuriyeti'nde yoktur.

Yöneticilerin iþlerine gelmeyen bir konuda "bu konularý ulemaya sormak gerekir" dedikleri ulema olsa olsa Diyanet Ýþleri Baþkanlýðý'nýn kadrolu personelinin bir bölümü ya da Ýlâhiyat Fakültelerinin öðre-tim görevlileridir. Üstelik kimi ilâhiyatçý öðretim görevlileri, kendilerine atfedilen "ulema" sýfatýna pek de sýcak bakmazlar. Kimi durumlarda yöneticilerle ters düþtük-leri için sabahýn kör saatdüþtük-lerinde evdüþtük-leri polis marifetiyle basýlýr, çalýþmalarýna el konur.

Elbette bu "aydýn" ilahiyatçýlarýn yanýnda unvanlarý doçent, profesör olan üniversite mollasý diyebileceðimiz bazý kiþilerin var-lýðý da bir gerçektir.

Tarih boyunca Ýslâm ülkelerinde yaþanan tekfir olaylarý göz önüne alýnýnca, Sünni Ýslâm'da ruhanî bir sýnýf olmadýðý iddi-asýnýn önemi kalmýyor. Bu bakýmdan þunu açýklýkla ifade etmek gerekir ki, Ýslâm, insanlýðýn büyük dinleri arasýnda en kötü talihe sahip olanýdýr. Ýslâm ülkelerinin birçoðunda neredeyse kör cahil sayýlabile-cek kiþilerden oluþan bir sýnýf, diðer göksel dinlere göre daha hoþgörülü olan dinleri konusunda temel bilgilere bile sahip ol-maksýzýn ruhanî sýnýf statüsünü kendilerine mâl etmeyi alýþkanlýk haline getirmiþtir.

Hýristiyan toplumlarýndaki Engizisyon infazlarýyla gelen sistematik baský ve zulüm ile benzer bir sindirmeden sorumlu olan, bu sýnýftýr. Bu durumdan kurtulmak için öngörülebilecek tek uzun vadeli çare, bu kiþileri, maneviyatý yüceltmek yerine, genelde siyasal içerikli ahkâm kesmeye yarayan Cuma vaazlarýnda ayrýlýk yaratma güçlerinden mahrum etmektir.

Kutsal Kitap'ýn sekizde birinde bilim ve teknolojiden (tefekkür ve taþkir) söz edildiðini göz önünde bulundurarak, ule-maya, vaazlarýnda neden Müslümanlarý bilim ve teknikle ilgili konular ile uðraþ-malarý için teþvik etmediklerini sormak gerekir. Hýristiyanlýkta dünyevî erk ile manevî erki elinde bulunduran farklý kurum ve kiþiler birbirleriyle çaðlar boyu çekiþmiþler, bu çekiþmeden sonuç olarak insan haklarý ve bu haklarýn güvencesi ile laik toplum kurumlarý ortaya çýkmýþtýr.

Ýslâmiyet'te ise hem dünyevî hem manevî erki elinde bulunduran Halifelerin ve de Þeyh-ül-Ýslâmlarýn varlýðý hiçbir dönemde böyle bir çekiþmeye zemin hazýrlamamýþtýr.

Hýristiyan dünyasýnda din adamlarýnýn ezici baskýsýný asýrlarca sýrtýnda hisseden aydýn kesim, düþüncelerini yazdýðý satýrlar-da dile getirmiþtir. Ünlü yazar Emile Zola bir yapýtýnda þu tümceyi yazar: "Din adamlarýnýn baþýna yeryüzünde son kalan kilisenin en son taþý düþtüðünde, insanlýk en yüksek geliþme noktasýna eriþmiþ ola-caktýr"

Benzer anlam gelecek þu tümceler de büyük önder Atatürk'ten: "Tarihimizi oku-yunuz, dinleyiniz. Göreceksiniz ki milleti esir eden, mahveden, harap eden fenalýklar, hep din kisvesi altýndaki küfür ve mel'a-net'ten gelmiþtir. Onlar (din adamlarý), her türlü hareketi din ile karýþtýrýrlar" (16.Mart.1923 Adana konuþmasý)

Günümüz laik Türkiye'sinde din ule-masýnýn görevini unvanlarý doçent, profesör olan üniversite mollasý diyebileceðimiz kimi kiþilerle, tarikat þeyhleri almýþtýr.

29

Köktenci hareketler, önemli Müslüman ülkelerde, entelektüel tartýþmalara egemen olmaya baþlarken, yenilikçi Müslüman hareketler giderek kültürel ve ideolojik üstünlüðünü yitirmektedir. Bazý Ýslâm ülkelerinde son 50 yýldýr getirilmek iste-nilen modern ve laik eðitim sistemleri giderek çöküntüye uðramakta, bilerek ve isteyerek bu eðitim sistemlerinin altý oyul-makta, içi boþaltýlmaktadýr. Günümüz Tür-kiye'sinde bu olguyu daha iyi izlemekteyiz.

Köktenci kesim, giderek Müslümanlarýn kaderini yönlendirme görevini üstlenmiþtir, ama çare olarak sunduklarý, Müslümanlarý Orta Çað karanlýðýna davet etmekten baþka bir þey deðildir. Batý emperyalizminin yad-sýnmasý, körü körüne geçmiþe dönüþü haklý göstermek için bir bahane; bilim ve akýl-cýlýðýn isterik bir þekilde yadsýnmasý haline dönüþmüþtür. Bir anlamda günümüz toplumlarýnýn bir kesiminin (elbette Müslüman kesimin) akýlcý ve bilimsel düþünce süreçleriyle temasý kesik durum-dadýr, bu da kendiliðinden, öteki kesimin eline kudretin anahtarýný vermek demektir.

Ýslâm dünyasýnda yapýlacak bilimsel reformlarýn, bir anda gerçekleþtirilmesi de olanaklý deðildir. Tüm Ýslâm toplumlarýna birer tane Atatürk vermek olasý deðil.

Bir defa yeniden yapýlanma (reform) ya da çaðdaþlaþma ile batýlýlaþma olgularýný ayýrt etmek gerek. Çaðdaþ olabilmek için Batýlý olmak ya da yenilik ile gelenek arasýnda bir ikilem yaratmak gerekmez. Çaðdaþ insan manevî deðerleri yadsýyan insan deðildir, ama geçmiþten çok geleceðe yöneliktir, yeni düþüncelere ve deneyim-lere, modern kurumlarýn varlýðýna açýktýr,

alýnyazýsý yerine aklý ve öngörüyü kabul eder, planlama ve organizasyonu, denetimi yadsýmaz.

Bir toplumda çaðdaþlaþmayý gerçek-leþtirmek, çaðdaþ tutumlarýn geliþmesini teþvik etmek için Batý ürünlerini tüketmeye yönelik bir açgözlük geliþtirmeye de gerek yoktur. Yabancý tüketim modellerini taklit etmek, kesinlikle akýlcý bir ahlâkýn geliþmesine yardýmcý olmaz. Unutmamak gerekir ki modern toplumda bilim ile yeni-lik el ele yürürler ve bilim, insanýn akýl-cýlýðýnýn en üst düzeyde yansýmasýdýr.

Þunun altýný bir kez daha çizmek gerekir ki, kesinlikle bilim Batý dünyasýnýn silah, uçak, televizyon vs. gibi teknolojik ürünleri demek deðildir. Gerçekten de bilimin övülmesi ve sindirilmesi, ayný zamanda, akýlcý modern ve eþitlikçi bir eðitim sistemi geliþtirmeden olanaklý deðildir. Eðitime kaynak yatýrýmý yapmak gereklidir ancak daha da önemlisi eðitimin içeriðidir.

Çaðdaþ bir toplumda, eðitimin son hede-fi, aklýn gücüne inanan ve örgütlü bir toplumun iþleyiþinde eleþtirel düþünce ile donanmýþ bireyler yaratmaktýr.

Bir diðer önemli konu ise bilim ile din arasýnda bir çekiþme olmadýðýný, bilimin dinin yerini almak, manevî bir ilkeler siste-mi oluþturmak gibi bir iddiasý olmadýðýný sýk sýk vurgulamaktýr. Bilimin beklentisi, dinin bireylerin vicdanlarýnda kendine yer bulmasý gerektiðidir.

Kutsal Kur'an'da bildirilen ilim sözcüðü ile bilim sözcüklerinin eþdeðer olup olmadýðý tartýþmasý bile bir kenara býrakýl-malýdýr. Unutmayalým ki bu tartýþmalar tam

bir kavram kargaþasý yaratmaktan baþka bir yarar saðlamaz. Daha 16. yüzyýlda yaþamýþ bir Arap bilgini, ilim için tam 316 çeþit tanýmlama ortaya koymuþtu. Gene unutma-mak gerekir ki bilim ve teknoloji sadece Batýlý uluslarýn tekelinde deðil evrenseldir. Uluslar arasýndaki eþitsizlikler Tanrý'nýn bir takdiri yani kader deðildir, dünyanýn her yanýndaki insanlar, temelde eþit haklara sahiptirler, ya da öyle olmalýdýrlar. Hiç aklýmýzdan çýkmasýn ki: "Herhangi bir inanç sistemi, yandaþlarýnýn baþarýlarýyla ya da baþarýsýzlýklarýyla yargýlanamadýðý gibi yüceltilemez de."

Ýslâmiyet ve bilim konusunu tarihsel açý-dan incelerken bilimin Orta Çað Müslüman toplumunca veya tüm Ýslâm kurumlarýnca kabul edilip edilmediðini de araþtýrmalýyýz. Bu araþtýrmayý yaparken öncelikle

günümüz modern bilimi ile o çaðlarýn bilim anlayýþý arasýndaki farklara dikkat etmemiz gerekir. Günümüz bilimini yaratan çevreler modern toplumun önemli kurum-larýný yaratmakta sonra da o kurumlar tara-fýndan yeniden yaratýlmaktadýr. Eþ deyiþle bilim ile toplum kurumlarý arasýnda diyalektik bir iliþki söz konusudur. Günümüz uygarlýklarý büyük ölçüde bilim ile tanýmlanmaktadýr. Oysaki Orta Çað ve öncesinde durum böyle deðildir. Elbette bilimin itici güçlerinden bir tanesi olan merak, öðrenme tutkusu günümüzde olduðu kadar o çaðlarda da geçerliydi.

Bilim tarihini incelerken tüm antik bilim-lerde rastladýðýmýz önemli bir özelliði de vurgulamalýyýz: O çaðlarda bilim ile teknik henüz iç içe yaþamaya baþlamamýþlardý. O çaðlarda da bilimsel buluþlarýn yarattýðý teknik, yaþam koþullarýnda bazý önemli

deðiþiklikler yapmýþtý ama bu deðiþiklikler günümüzdeki kadar belirgin olmamýþtý.

O çaðýn bilimi büyük ölçüde kitaplardan bilgi edinmeyi ve tartýþmayý kapsýyordu; pratik yararý olacak araþtýrma giriþimlerine ve deneylere seyrek baþvuruluyordu. Teknolojinin bilimin bir uygulamasý olarak ortaya çýkýþý 19'uncu yüzyýldadýr. 17-18'inci yüzyýllarda, çoðu icat ve deneysel buluþlar, teorik geliþmenin önünde gerçek-leþti, önce pratikte sýnandý, teorisi ardýndan geldi. Örneðin önce buharlý makine geldi termodinamik onu izledi. Ýslâm bilimi ve laik öðrenim, Altýn Çað denilen o dönemde ne yazýk ki Müslüman toplumun üst tabakasý ile sýnýrlý, son derece kapalý bir konumda kaldý.

Altýn Çað biliminin özelliklerini sýrala-maya giriþirsek:

" Bilimin olasý uygulamalarý, zamanýn teknolojisi üzerinde önemli bir iz býrak-mayacak kadar azdýr. Bilim ne ekonomik önem taþýyan kurumlarý yarattý ne de ekonomik bir geliþime katkýda bulundu. Bu nedenle onu halka götürmeye gerek yoktu.

" Bilimsel çalýþmalarda Saray koru-macýlýðý önemli bir yer tutuyordu. Bilginlerin esas görevinin yöneticileri memnun etmek olduðu bir dönemde sýradan insanlardan kazanýlacak pek bir þey yoktu.

" Akýlcý bilimlerin, eðitim kurumlarý olan medreselerden dýþlanmasý bunlarýn yayýl-masý için saðlam bir kurumsal yapý býrak-madý.

31

" Tüm önemli filozoflar (Kindî, Sina, Rüþd dahil) yazýlarýnda cahil halký hor gördüklerini ve de onlardan korktuklarýný belirtirler. Söz konusu düþünürler, halk için baþka, seçilmiþler için baþka bir gerçeðin yararýný savunmuþlardýr. Bu durum nefis-lerinin (özvarlýklarýnýn) korunmasý için hesaplý bir takiyye (ikiyüzlülük) uygula-masý demekti.

Yukarýda sýraladýðýmýz savlara dayana-rak, aydýn soylularýn çok önemli desteðine sahip olan ve çoðunluðun dýþlandýðý bili-min, bilginlerin bireysel giriþimlerinden ibaret olduðu sonucuna varabiliriz. Ýlerdeki bölümlerde ayrýntýlarýna gireceðimiz bir baþka konu da Ýslâm'da bilimin gerileyi-þinin nedenlerini araþtýrmak olacaktýr.

Bazý araþtýrmacýlar Moðol istilasý sonun-da Baðsonun-dat'ýn düþmesi ile Hülâgü Han'ýn emriyle oradaki 36 kitap evinin elyazmasý kitaplarýnýn Dicle'yi siyaha boyayacak kadar nehre atýldýðýný öne sürerek gerile-meyi bu istilaya baðlarlar. Bu iddia pek fazla ciddiye alýnmaz. Hülâgu'nun birçok bilgini koruduðu tarihsel bir gerçektir. Astronom Nasüriddin Tusi'yi sarayýnda aðýrladýðý, Azerbeycan'ýn Maraga kentinde bir gözlemevi kurdurarak baþýna Tusi'yi getirdiði bilinir. Ýran tarihçisi Muhammed Cüyani, Hülâgü ordularýnýn Ýsmailiye tarikatýnýn merkezi olan Alamut kalesine yaptýðý sefere katýlmýþ ve de kalede bulu-nan birçok bilimsel eser bu kiþinin çabalarý ve Hülâgü'nün müdahalesi ile yakýlmaktan kurtulmuþtur.

Granada, Hýristiyanlarýn eline geçince, bilgi ve kültür düþmaný olan Kardinal Juan

Ximenez, 1499 yýlýnda "Bab-ür-Remle" adlý meydanda 80 bin Arapça kitabý yak-týrdýðý söylenir. Kimi tarihçiler bu sayýnýn milyona yakýn olduðunu öne sürerler. Ýberya'daki Müslüman kentlerin birer birer Hýristiyanlarýn eline geçmesi sonucu kitap-lýklar talan edildi. Kurtuba kütüphanesinde-ki binlerce el yazmasý eser, Quadalquivir nehrine boca edildi.

Bu tür kýyýmlarýn Ýslâm'da bilimin gerile-yerek sönmesine neden olduðu öne

sürülürse de bu iddialar doyurucu olmaktan uzaktýr.

Ýslâm biliminin Batý dünyasýna etkisi konusuna da deðinelim. Kültür tarihçileri bilim ve felsefenin Batý dünyasýna Ýspanya kanalýyla girdiði konusunda ýsrarlýdýrlar. Gerçekten de dönemin Ýspanya'sýnda bilim ve felsefe özellikle Tuleytule, Kurtuba kentlerinde yoðunlaþmýþ kurulan medrese-lerde Helenceden Arapçaya sonra da Latinceye çevrilen eserler Avrupa'yý etkilemeye baþlamýþtýr.

Arapça öðrenen ve onlar gibi giyinen birçok Avrupalý öðrenci medreselere giderek bilim ve felsefe eðitimi görürler. Aralarýnda daha sonra Papalýk tacýný giye-rek, II.Sylvester adýný alacak olan Gerbert d'Aurillac da vardýr. Gerbert, Araplarýn geliþtirdiði bir hesap tahtasý olan abaküsün kullanýlmasýný öðrenmiþti. Bir baþka öðren-ci Ýngiliz Barth'lý Adelard (1090-1150) ken-dini Müslüman bir öðrenci gibi gösterip Kurtuba medresesindeki dersleri izler, ülke-sine dönüþte doðal sorular (Natural ques-tions) adý altýnda Ýslâm biliminin geniþ bir özetini yayýnlar. Yýllarca Ýspanya'da

kaldýk-tan sonra Londra'ya dönen bir baþka Ýngiliz, Chesterli Robert öðrendiði simyayý Batý dünyasýna tanýtýr. Adelard'ýn Ýspanya'-dan getirdiði Arapça yazýlmýþ Euclides geometrisi Helence asýl kopyasý 1533'de bulunana dek Batý Avrupa üniversitelerinde ders kitabý olarak okutulur. Cremona'lý Gerard (1114-1187) Toledo'ya gidip Arapça öðrendikten sonra, Arap kaynaklarýndan Latinceye 92 kitap çevirir. Kurtubalý Ebül Kasým Zehravi'nin (Batý dünyasý adýný Abulcasis bilir) týp ile ilgili Et-Tasrif adlý kitabýnýn da bu çeviriler arasýnda olduðunu söyleyelim.

Ýslâm biliminin Batý'ya en büyük armaðaný ise Arap sayý sistemi olur. Avrupalýlar 13. yüzyýldan sonra kullanýþsýz Roma rakamlarý yerine kullanýlýþlý Arap rakamlarýný benimserler. Matematiðin bu andan baþlayarak geliþmesi dehþetli þekilde hýzlanýr. Kurtuba'lý astronom Arzachel, Kepler kuramýný andýran varsayýmýný, geze-genlerin Güneþ çevresinde çizdikleri yörüngenin elips þeklinde oluþunu ileri sürer.

Arap dünyasý bilim dýþýnda felsefe olarak da Batý dünyasýný etkiler. Doðu dünyasýnda Aristo'nun adý hace-i evvel(ilk öðretmen) iken Fârâbî'nin adý da hace-i sani (ikinci öðretmen) olur.

Fârâbî'nin Kitab-ül-musiki adlý eseri Avrupa müzik kuramlarýna, Medinet-il-Fâdýla adlý ütopik toplum modelini açýk-layan kitabý ise Campanella, Thomas Morus adlý filozoflara esin kaynaðý olur. Ýbni Sina'nýn (Batýda Avicenna diye bilinir) Kanun adlý kitabý Avrupa'da yýllarca ders

kitabý olarak okutulur. Tüm 13. Yüzyýl boyunca Oxford, Paris. Padua üniver-sitelerinde Ýbn ür Rüþt felsefesi okutulur.

Ýslâm uygarlýklarýnýn Altýn Çað denilen dönemdeki baþarýlarýný sýralamayý kýsa keserek günümüzde Ýslâm ülkelerinde bilim ve teknolojiyi geliþtirmek için neler yapýlabileceðini özetleyelim:

(1) Eðitilecek bilim adamý ve teknoloji uzmanlarýnýn sayýsý, kendilerine "eleþtirici" bir nitelik kazandýracak, hatýrý sayýlýr bir düzeye çýkarýlmalý ve kendi yöntemleriyle çalýþabilecek, araþtýrma ve geliþme toplu-luklarý oluþturmalarý devlet tarafýndan teþvik edilmelidirler.

(2) En azýndan, uygulamalý bilim adamý ve yüksek teknoloji uzmanlarýna bir þeyler öðretecek ve baþvuru kaynaðý oluþturabile-cek, temel bilim adamlarýna þiddetle ihtiyaç vardýr.

(3) Bugünkü koþullarda, uygulamalý bilim dallarý ile yüksek teknolojinin para makinesi olduðu kesinlikle anýmsanmalýdýr. Bu gerçek, Ýslâm toplumlarýnda bir kez açýklýkla ortaya konuldu mu, gerek yöneti-ciler gerekse ulemanýn, bilim adamlarý ve teknoloji uzmanlarýnýn iþine müdahale et-meye þimdiki kadar hevesleri kalmayacak-týr.

(4) Bilim adamlarý veya kadýnlarý,

Benzer Belgeler