• Sonuç bulunamadı

Güdüleme Kipliği

2. EMİR KİPLİĞİ VE İŞARETLEYİCİLERİ

3.3. Anlamsal ve Edimsel İşlevler

3.3.1. Kök Kiplik ve “Emir Kipi”

3.3.1.3. Güdüleme Kipliği

Psikoloji, eğitim, yönetim gibi alanlarda sıkça değinilen bir terim olan güdüleme, Yöntembilim Terimleri Sözlüğünde, “bir iş ve eyleme kalkışma ya da katılmayı ya da bir işlemde başarılı olmayı kolaylaştırıcı öğeler yoluyla sağlanan eğilim kazandırıcı, ödüllendirici, özendirici ve yönlendirici çaba” olarak tanımlanırken, Başaran (1992;

Barlı-Özen 2008: 438) tarafından, “işgöreni bir işi yapmaya dışarıdan gelen bir etkiyle istekli kılmak, işgöreni beklenen nitelikte ve nicelikte işini yapması için etkilemek”

olarak tarif edilmiştir. Güdüleme kipliği, “güdüleme” kavramının sahip olduğu nüveye ek olarak daha geniş bir bakış açısıyla birini teselli etmek veya rahatlatmak gibi anlamları da içeren bir kiplik olarak belirlenebilir.

Teselli

İnsan ilişkileri, birçok duygu paylaşımını da beraberinde getirir. Teselli, bunlardan biridir. Tesellide, olması istenmeyen ama olmuş bir durum sonrası oluşan heyecan, acı, üzüntü vb. duyguları alıcıya iyi yönleri göstererek gidermeye çalışma söz konusudur.

Karşılıklı münasebetlerin oluşturduğu kipliklerde sıkça görev alan “emir kipi”nin teselli anlamına hizmet etmesi de şaşırtıcı değildir.

(96) “Bekleyecekti bizi değil mi?” diye sordum arabayı merdivenin önüne yanaştıran Ali’ye. “Saat on bire geliyor.”

“Bekler herhalde Başkomiserim.” Sesi umutsuz çıkmıştı. “Gerçi Ercan denen o herife, on buçukta geliriz, demiştim ama…”

Sadece ben değil, o da uykusuna yenik düşmüş, tıpkı başkomiseri gibi sabahleyin saatin alarmını duymamıştı. ...O yüzden kendini suçlu hissediyordu. “Dert etme Ali” diye teselli etmeye çalıştım.

Beklemeyecek olsalardı nerde kaldınız diye ararlardı. Ercan’ın bizimle bozuşmayı göze alacağını sanmıyorum (İH, 345 ).”

151

(97) (Sinemada) Müdüriyet kapısının arkasındaki adam üzgün. Elleri iki yanda. “Yok. Bulamadık oğlum. Ama üzülme. Sinema temizlenirken çıkar belki. Çıkmazsa da ben alırım saati sana. Ağlama artık. Söz, ben alacağım sana saati. Gel benim yanıma..."

Ağlayacak gibi duruyor adam da. Elinden geleni yaptı oysa o. Belki o kısacık arada, çocuğun sinemadan ilk çıkışında, onunla birlikte çıkıp gitti saati çalan. Ya da ışıkçılardan biri, saati buldu da çaktırmadan atıverdi cebine...Nasıl gidecek (çocuk) eve, hangi yüzle? (ÇÇ, 42-43)

Rahatlatma

Rahatlatma, muhatabın endişelenilen veya olmasından korkulan bir durumun olmadığı veya olmayacağı konusunda ikna edilmesi, güdülenmesi veya bir konuda endişelerinin giderilmesi olarak açıklanabilecek bir anlamın terimi olarak düşünülebilir. Rahatlatmayı benzer bir anlam nüvesine sahip olduğu teselliden ayıran nokta, korkulan, endişelenilen durumun veya kötü olayın gerçekleşmemiş olmasıdır.

(98) (Şeyh Cemaleddin:)

-Söylediklerimin hepsini yazabilirsiniz, dedi. Sadece Abdülhamit’e yarı deli dediğimi yazmayın. Bu kafesten uçup gitme fırsatını tümüyle yitirmek istemiyorum. Üstelik yazarsan da yalan olur, çünkü adam tam deli. Üstüne üstlük tehlikeli bir cani, hastalıklı ve kendini müneccimin ellerine terk etmiş.

-Hiç kaygılanmayın. Bunların hiçbirini yazacak değilim… İtiraf edeyim ki ben gazeteci değilim (S, 153).

(99) (Benan, yanında çalıştığı Mimar Engin’in ne kadar yakışıklı olduğunu yeni tanıştığı bir kadına söyler ve kadın Engin’in karısı çıkar.)

-(Benan), Umarım söylediklerimi kafasına takmaz.

Engin’in gülen yüzü bir an ciddileşti. Karısının bu konuyu çok fazla kafasına takacağını biliyordu ve nasıl neticeleneceğini de merak ediyordu. İnanarak söylemedi ama “Takmaz, merak etme sen.” diye yanıtladı. (Benan) Umarım, diyerek üzgün tavrını bırakıp tekrar tatlı gülücüğünü takındı (ATE, 96).

(100) Birden ciddileşti Leyla.

-Yani katilin de bir tarihçi olabileceğini mi söylüyorsunuz?

Sesi de, yüzü de gergindi. Kendisini suçladığımı düşünüyordu.

-Sizin meslektaşlarınızdan biri mi? Yok canım, hiç sanmıyorum.

Bence katil, tarihi kullanarak bize mesaj vermek isteyen biri.

Hatırlamaya çalışarak duraksadım.

-Siz de böyle söylemiştiniz değil mi?

Yanlış bir şey söylediğini düşünerek paniğe kapıldı.

-Nasıl…Ne söylemiştim?

-Durun, durun, telaşlanmayın lütfen. Yanlış bir şey söylemediniz.

Onu yatıştırmaya çalışıyormuş gibi görünmeme rağmen, aslında içine düştüğü kararsızlıktan son derece memnundum (İH, 65).

152

Dikkat Çekme

Bu alt kiplik, alıcı veya alıcıların bir konuya, bir şeye ilgilerini, dikkatlerini toplamak amacıyla oluşturulan ifadelerle dile yansır. “Emir kipi” ekleri, bu semantik alanı da kodlamada gayet etkindir.

(101) (Cihan, sevgilisi Ömer Hayyam’a bir sır vermek ister.) Ömer onu durdurdu. Harem dedikodusu dinlemeye niyetli değildi.

-Hükümdarın sırları beni ilgilendirmiyor. Bunları dinleyenin kulakları yakılır.

- Dinle beni. Bu sır ikimizi de ilgilendiriyor, çünkü hayatımızı altüst edebilir (S, 36).

(102) Yine mermer üzerindeki yazıya yaklaştık. Parmağını uzatarak gösterdi: “Şuraya bakın, şuraya bakın. Mustafa Kemal Paşa'nın adının üstüne, adının yazıldığı yere bakın bir.” Baktık. Nasıl da dikkat etmemişiz: Mustafa Kemal, sözcüklerinin üstü delik delikti (İZ, 343).

(103) Uruz Koca dağa gitti. Ona (Tepegöz’e) dedi ki :

-Bana kulak ver, sözlerimi iyi duy. Can çıkmazsa, derler, çıkmaz huy.

Ama kıyma insanlara, öldürme. Yaslı anaların bağrını deldirme. Seni biz beslemeye karar verdik Onun için yola düşüp, bu dağa erdik. Söz veriyorum burda işte, namus sözü. Her gün yüz koyunla besleyeceğiz (HH, 209).

Teşvik

Alıcıyı, iyi bir davranış, atak konuda gayretlendirmek, iteklemek veya kötü bir davranışa kışkırtmak, sevketmek, teşvik kipliğinin özünü oluşturan anlamlardır.

Göndericinin heveslendirici veya kışkırtıcı ruh halinin yansıtılmasında, “emir kipi” adı verilen çekim dizisi etkin rol oynar. Aşağıda konuya dair örnekler yer almaktadır:

(104) Sonra onu (Gülsarı’yı) bir kez daha gördü. Bu sefer sırtında yırtık fanilalı, kısacık donlu, altı yedi yaşlarında bir çocuk vardı. Tek başına ata binmenin verdiği gururla sevinçten uçarak oğlancık çıplak ayaklarıyla atın böğürlerini şak şak dövüyordu. Ata ilk kez biniyor olmalı ki onu atların en uysalı olan cılız bir beygire, zavallı Gülsarı’nın sırtına bindirmişlerdi. Çocuk Tanabay’ı görünce böbürlendi:

-Dede bak bana! Çapayev’im145 ben, atla ırmağı geçeceğim.

Tanabay yüreklendirdi çocuğu:

-Hadi, geç, aslanım! Bakıyorum sana (EG, 198-199).

(105) (Pasaport işlemleri çok uzun sürer.)

145 Bir Sovyet kahramanıdır.

153

“Ben vazgeçtim, Avrupa’ya felan gitmek istemiyorum.” dedi Füsun.

Bir sigara yakmıştı, dumanını iyice içine çekti. “Siz gidin, alın pasaportunuzu, benim halim kalmadı.”

“Canım, sık dişini, yüzdük yüzdük sonuna geldik (MM, 515).”

(106) Biz, kesildi, şişti, zannettik. Meğer kuvvetini topluyormuş! Öyle şiddetle ileriye hamle etti ki, tramvayla arasında iki metre mesafe kaldı, kalmadı. Bir hamle daha etse yetişecek. Biz, el çırparak bağırıyoruz:

- Ha gayret. . . Atıl ileri. Yetişiyorsun, ha gayret… (TBC, 119).