• Sonuç bulunamadı

Işık; hava, su, toprak gibi yaşamı sağlayan öğelerdendir. Doğadaki canlıların büyümesi, gelişmesi ve yaşamlarına devam edebilmesi için ışık gerekir. Işık yaşam için gerekli olduğu kadar görsel algılama için de, gereklidir. Görsel algılama sayesinde kişi mekana ve zamana uyum sağlar. Çevremizdeki her nesneden ışık yansır, fakat her birinden farklı yoğunluk, içerik ve renkte yansıyan ışık, algının oluşumunu sağlar. Karanlık ve aydınlık alanlar oluşur. Nesnelerden yansıyan ışıklar farklı renkler verir. Bu şekilde ışık bir atmosfer, ortam sağlar. Kişi de bu ortama göre hareket eder. Yapılar bu ortamlarda farklı şekillerde fark edilir ve algılanır (Kılıç, 1994, s. 23).

Kişilerin farklı ışık ortamlarında nasıl bir algı yakaladıklarını yorumlayabilmek için ışığın özelliklerini tanımlamak gerekir. Işığın tanımı ve özellikleri sayesinde ölçülebilen kişi algısı, o ortamda ve zamanda kişi psikolojisine , kişisel özelliklere bakılarak yorumlanabilir. O nedenle ışık ve algı ilişkisi için ışığın şu özelliklerini bilmek gerekir: ışık, nesnenin plastik özelliklerini belirtir; ışık, nesne üzerindeki detayları vurgulayan estetik bir öğedir; ışık nesnenin, rengi ve özelliğini belirgin hale getirir, (renk, ışık sayesinde algılanır.); ışık sayesinde nesnenin yapısal özellikleri görülür; algılanabilme, ışıklılık derecesi ile ilintilidir; doğru algının yakalanabilmesi için iyi bir aydınlatma ve ışık kontrolü ile gerekli bir aydınlık, gölgelik düzenlenmelidir (Parramon, 1997, s.12).

Işık, ilkçağ ve ortaçağdan beri üzerinde çalışılan bir konudur. Birçok sanatçı bu konu üzerinde çalışmıştır. Örneğin; Leonardo da Vinci (1452 – 1519) ışığı daha iyi vurgulamak için bir yöntem geliştirmiştir. Çizdiği figürlerin dış hatlarını arkadaki fon ile kaynaştırıp ışıklı kısımları net, kesin ve doğru biçimde, gölgeli kısımları ise

21

bulanık, belirsiz ve hafif deformasyona uğramış olarak çizmiştir. Sonuçta, Vinci gerçekçi ve sanat değeri yüksek bir resim ortaya çıkarmıştır (Parramon, 1997, s. 12).

Resim sanatı ışığın iyi ve doğru kullanımına dayanır. Işık sayesinde istenilen vurgu verilir ve algı yönlendirilir. O nedenle ışıkla ilgili çalışmalar resim sanatıyla doğar ve gelişir. Sanattaki ışık kullanım yöntemleri, bugün tarihi eser algısı için aydınlatma tasarımında kullanılan prensiplerin temelidir. İyi bir aydınlatma tasarımı kurgulayabilmek için ilkçağdan itibaren resimde ışık kullanım yöntemlerine bakılıp, ünlü ressamların tabloları bu açıdan incelenmelidir.

16. yy. sonlarında Rönesans döneminde resimde ışık ve atmosferi dengeleyerek doğal bir ortama yerleştirme prensibi ön plana geçmiştir. 17.yy.’da ise koyu gölge tekniği ağır basmıştır. Yüzyıllar boyu çeşitli akımlarla resim sanatında ışığın farklı kullanımları görülmüştür. Çünkü dönemlere göre algılatılmak istenen etki değişmiştir. Örneğin; Caravaggio’nun koyu gölge tekniğinde aydınlık – karanlık ve karanlık vurgulanmaya başlanmıştır. Bu teknik bir gölge oyununa benzer. Aydınlık kadar karanlığın da bir etkisi ve ifadesi vardır. Bu iki zıt ancak birbiri ile ilişkili olgu sayesinde farklı fantastik nitelikler elde edilebilir. Işık ve gölge kontrastı, sanki objeler ve figürler önce tamamen karanlık bir odaya kapatılmış ve sonra birdenbire mumlarla yandan aydınlatılmış gibi güçlüdür. Yaratılan etki son derece dramatiktir, dinsel gizemlerin ve birçok etkinin ifadesi için idealdir (Parramon, 1997, s. 13).

Işık ve gölge üç boyut üzerine düşürüldüğünde resimden daha farklı hacimsel ifadelere olanak verir. Mimari eğilimler, ifadeler, planlar bu sayede okunabilir hale gelir. Kütle, kütlenin detayları, kütlenin kapladığı boşluk farklı şekillerde aydınlık ve karanlık etkisi ile ortaya çıkarılır ve kişi kütleyi ortaya çıkarıldığı kadarı ile algılar.

Modern resme bakıldığında ise, ressamların parolasının “renk, form, ışık ve gölge kullanımında sınırsız özgürlük” olduğu görülür (Parramon,1997).

Örnek olarak altta İspanyol ressam Goya’nın “İsyancıların Ölümü” isimli tablosu verilmiştir. Goya, formları, renkleri, ışık ve gölgeyle şekillendirip canlandırmak istediği sahnenin algılanmasını sağlamıştır.

Şekil 2.1 İspanyol ressam Goya’nın bir çalışması (İsyancıların Ölümü, (b. t). 2007, www.forumex..net).

Ressam da, mimar gibi ürününün sergilenmesinde yaratmak istediği ifadenin, kompozisyonunun kurgusunu en iyi şekilde sunmaya çalışır. Goya’nın resminde de görüldüğü üzere, önde, arkada olanlar aydınlıkta ve karanlıkta bırakılarak vurgulanmıştır. Sergilenmek istenen sahneye ışık verilmiştir. Arkadaki fon da silik bırakılarak, sahnenin yerle bağlantısı kurulmuştur. Tüm bu prensipler tarihi eserlerin aydınlatılmasında da geçerlidir.

Resimde ve mimaride de gölge konuları ve söz konusu kriterlere göre tasarım, tarihsel süreç içerisinde belirtildiği gibi çok önemli olmuştur. Tarihi eser dış cephe aydınlatması tasarımında da resimdeki, heykeldeki, tıptaki ve güzel sanatların tüm dallarındaki benzer tasarım kriterleri geçerlidir.

Işığın fiziksel ve psikolojik anlamları vardır. Fiziksel olarak ışık algıyı sağlar. Psikolojik olarak da, duygusal anlatımları vardır. Işık sayesinde kompozisyonlar oluşur. Işığın fiziksel ve psikolojik açıdan farklı anlatımlar oluşturmasını sağlayan üç etken vardır: ışığın yönü, miktarı, türü. Işığın yönü ve miktarı ile formlar üç boyutlu gösterilir, yani modle edilir (Modle etme; hacimlendirme, ışıktan, kontrasttan, renkten ve perspektiften yararlanarak resme form vermek, yani onu üç boyutlu

23

göstermektir). Işığın etmenlerine göre, algılanan formlarda, yalnızca görülebilme oluşmaz, kişilerin algısı da ön plana çıkar. Algılatılan kompozisyon kişinin özelliklerine, geçmişine, bilgisine göre değerlendirilir. Fiziksel olarak oluşturulan kompozisyonların psikolojik algısı kişilere, toplumlara özgüdür (Parramon, 1997).

Bir objeye, yapıya ışıkla hacim kazandırırken, farklı ışıklandırma miktarları vardır: zayıf ışık, güçlü ışık, orta ışık. Bu ışıklandırma miktarlarının her biri, modle edilen objenin değişik karakterlere bürünmesine neden olur ve her biri eser ile iletilmek istenen mesajı etkileyen değişik olanaklar sunar (Parramon, 1997, s. 26).

Işığın etkilerinin değişmesini sağlayan faktörlerden biri de, tonunu veren değeridir (valörüdür). Işığın valörü ışığın değeri demektir. Işığın değeri ile hacmini veren de ışığın kontrastıdır (Parramon, 1997, s. 86).

Işık aracılığıyla ışığın tüm faktörleri, gölge sayesinde ise formlar, boyutlar ifade edilir. Kompozisyonlar, kurgular oluşur. Kişiler birikimleri doğrultusunda bu oluşumları algılar ve değerlendirir. Algı, farklılıklara göre şekillenir. Işığın bahsedilen fiziksel ve psikolojik etkileri vardır.

Bir model ışıklandırıldığında, ışık kaynağına göre tam arkasında kalan bölümü en karanlıktır. Işıklandırılan obje, aynı zamanda üzerinde bulunduğu yüzeye de, bir gölge düşürür. Bu, ikinci gölgenin biçimi, düştüğü yüzey ya da yüzeylerin şekillerine göre değişebilir. Bu gölgelerden ilki gerçek gölge, çevresindeki yüzey ya da yüzeylere yansıyan ikinci gölge ise, düşen gölgedir. Işık kaynağı modelin tam üstünde ise, düşen gölge kısa ve küçüktür; yan tarafındaysa gölge çok daha uzun olur. Ayrıca, ışığın türü, ışığın radyal ya da doğrusal gelmesi, paralel gelmesi düşen gölgenin formunu etkiler (Güneş ışığı da, elektrik ışığı da, kuramsal olarak kaynaklarından dışarı doğru radyal çizgiler halinde yayılırlar. Ancak doğal ışık, bize yapay ışıktan çok daha uzaklardan gelir) (Parramon, 1997, s. 21).

Bir modelin algılatılmak istenen yüzünün ön plana çıkarılmasını sağlayan ışıklandırma türleri vardır. Bu türlerle detaylı fiziksel algı sağlanır. Bu ışıklandırma türleri; önden arkadan, yarı arkadan ve tüm arkadan, üstten, aşağıdan ışıklandırmadır.

Önden ışıklandırma: ‘ışık modelin önünden geldiği için gölgeler arkada kalır. Çok az bir hacim ve derinlik duygusu oluşturur. Objeler temel olarak, renkleriyle ortaya çıkarlar. Yanal yönden ışıklandırmada ise, ışık kaynağı modelin önünde, yaklaşık 45º bir açı çizecek şekilde bulunur. Böylece ona mükemmel bir hacim ve derinlik kazandırır. Bu, bir modelin formunu, görünüşünü ve fizyonomisini göstermede en çok kullanılan ışıklandırma şeklidir’ (Parramon, 1997, s. 24).

Yandan Işıklandırma: “Işık modelin bir yanından gelir ve öteki yanını gölgede bırakır. Hacim ve derinliği, düşen gölgeler ortaya çıkarır. Bu çok sık kullanılmayan bir ışıklandırma türüdür” (Parramon, 1997, s. 25).

Yarı arkadan ve tam arkadan ışıklandırma: ‘Her iki durumda da ışık modele arkadan gelir ve sanatçının gördüğü planları gölgede bırakır. Modelin dış hatlarının çevresinde karakteristik bir ışık halesi oluşur. Arkadan gelen ışık hacmi azaltır, ancak derinliğe olumsuz etki yapmaz. Derinlik, araya giren atmosfer sayesinde başka hiçbir ışıklandırma türünde olmadığı kadar vurgulanır’ (Parramon, 1997, s. 25).

Üstten Işıklandırma: “Bu ışıklandırmada uzun gölgeler oluşur. Bu, hacim duygusunu arttırırken, modelin hatlarının keskinliğini azaltır. Üstten ışıklandırma pek sık kullanılmaz” (Parramon, 1997, s. 25).

Aşağıdan Işıklandırma: “Bu ışıklandırma türü de uzun gölgeler yaratır ve bunlar fantastik, gerçek üstü hacimler oluştururlar. Alttan ışıklandırma yalnızca çok özel efektler gerektiği zaman kullanılır” (Parramon, 1997, s. 25).

Işığın yönlendirilmesi ve etkisi, yapı-çevre ilişkisinden ayrı düşünülemez. Yapılar bir çevre içinde yer alır. Tek bir yapının, modelin aydınlatması yapılırken, çevresi de ele alınmak zorundadır. O nedenle bu çalışmanın genelinde hem tek yapının, sokak - çarşı gibi aksların, hem de şehrin, bölgenin, ülkenin aydınlatmasına değinilmiştir. Çünkü çevrenin aydınlık-karanlık oranına göre düzenlenmeyen bir aydınlatma, ışık kirliliğine neden olabilir. Işık kirliliği problemi de, aydınlatma prensiplerini olumsuz etkileyen bir faktör olarak bu çalışmada incelenmiştir.

Tasarım kriterlerine göre projelendirilerek yapılan aydınlatma, hedeflenen fiziksel ve psikolojik algıyı sağlar. Ancak kontrolsüz olan ışık istenen ve beklenen algıyı

25

sağlamaz. Hem görsel verimlilik, hem ekonomi açısından ışık kirliliği olumsuz sonuçlar yaratılmasına neden olur. O nedenle yapılacak aydınlatmada yerin, çevrenin, ortamın aydınlık, ışıklılık derecesi, ışıklılık türü çok önemlidir.

Işık hedeflenen yerin dışına taşarsa istenmeyen bir etki olabilir ya da başka ışıklarla çakışabilir. Bu durumda bahsedilen ışık kirliliği oluşur. Yer, yön, miktar, yüzey ilişkisi doğru incelenmelidir. Gereksiz bir aydınlatma çevreyi kirlettiği gibi ekonomik açıdan da kayıplara neden olur. Ekolojik denge zarar görür.

Işığın hem tasarım, hem çevresel etmenler açısından kontrollü olması oldukça önemlidir. Fiziksel ve psikolojik olarak sağlanmak istenen etkiler için ortam koşullarının uygunluğunun sağlanması önceliklidir.

Her çevrenin, sokağın, yapının bir karakteri, kimliği vardır. Geceleri kontrollü ve tasarlanmış ışık ile bu yapılar, çevreler ortaya çıkarılır. Kişi bu kompozisyonları bütünü ve özeli ile algılar. Işık kirliliğine neden olunmadan sergilenen kurgu, kişinin de özelliklerine, birikimine göre algılanır. Bu sayede geceleri özellikle tarihi çevrelerde kontrollü ışıkla aydınlatılan yapılar, sokaklar oluşur ve ışığın faktörleri ile fiziksel, psikolojik, mimari anlatımlar ortaya koyulur. Kent kimliği; ışık, ışığın etmenleri ve kontrollü kullanımı konularının bilgi birikimi ile bu çalışma ortaya konmuştur.