• Sonuç bulunamadı

Ziya Gökalp’e Göre Sosyolojik Anlamda Millet Olma Bilinci Millet Nedir? Millet Nedir?

Milli kültürün ikinci gayesi millet olma kimliğini topluma kazandırmıĢ olmasıdır. Gökalp‟e göre: “Millet, ne ırki, ne kavmi, ne coğrafi, ne siyasi, ne de iradi bir zümre değildir. Millet dilce, dince, ahlakça ve güzellik duygusu bakımından müĢterek olan, yani aynı terbiyeyi almıĢ, fertlerden mürekkep bulunan bir

108 topluluktur.” Türk köylüsü bunu “dili dilime uyan, dini dinime uyan” diyerek tarif eder. Gerçekten de bir toplum kanca müĢterek olduğu insanlardan daha ziyade dilde ve dinde müĢterek olduğu toplumlarla beraber yaĢamak ister (Akt: Türkdoğan, 1988:

27). Millet olma bilinci bir aidiyetlik fonksiyonunu üstlendiği için her sosyo-kültürel yapının temel amacı olmuĢtur. Millet olma bilinci bir takım ortak değerleri de paylaĢmayı gerektirmektedir.

Türkler Türkiye‟de yaĢayan ve Türkçe konuĢan bir topluluktur. Fakat bu düĢüncenin Türkiye‟de ortaya çıkarılıĢı ve yayılıĢı, ardından Türk halkı tarafından ortak kimliklerinin ve devletleĢmelerinin niteliğinin ifadesi olarak benimseniĢi, modern dönemlerin temel devrimlerinden biri konumuna gelmiĢtir. Aynı zamanda bu, geçmiĢin toplumsal, kültürel ve siyasi gelenekleriyle olan bağlantıların ve kuvvetli bir Ģekilde kopması manasına da gelir.

Türkiye, Türkçe konuĢulan Anadolu‟ya Avrupalıların verdiği isimdir. On birinci yüzyılda Anadolu‟nun Türkler tarafından ele geçirilmesinden beri kullanılır.

11 Ne var ki Türklerin bu ifadesi kendi ülkelerinin resmi adı anlamında kabul ediliĢi ancak 1923 yılından sonradır. Halk ise kendisine daha önceleri Türk demiĢ ve aynı zamanda konuĢtukları dil Türkçe olarak adlandırmıĢlardır. En BaĢlarda ise bu sözcük Türkmen göçmenler için genelde dıĢlayıcı, küçümseyici bir manada, zamanla da Türkçe konuĢan cahil ve görgüsüz Anadolu köylüsü anlamında kullanıldı. Bu anlamda bu ifadenin bir Osmanlı beyefendisi için kullanılması ciddi anlamda hakaret ifadesi sayılırdı. Osmanlı kelimesi bile milliyete değil, Emevi, Abbasi ve Selçuklu gibi, saltanat ifade eden bir mana olarak anlaĢılıyordu Osmanlı Devleti ise geçmiĢin ĢaĢalı Ġslam imparatorluklarını doğrudan takip eden bir varis ve halef olarak anlaĢılıyordu (Lewis, 2009: 4-5). Bu anlamda dil topluma hem bir milli kimlik kazandırıyor hem de insanları bir arada tutan bir beton durumuna geçiyor. Bu yüzden toplumların milli kimliklerinde dil çok önemli konuma sahiptir.

Türk milletini çağdaĢ medeniyetin seviyesine çıkarmak gayesiyle Atatürk‟ün gerçekleĢtirdiği inkılâplarda batıcı düĢüncelerin yanı sıra Gökalp‟ın tesirleri pek bellidir. Ancak, Atatürk Gökalp‟ın fikirlerini daha ileri götürmüĢ ve gerektiğinde geri dönmesini bilmiĢtir. Laiklik

11 Türklerin ele geçirdiği Anadolu topraklarının Türkiye olarak adlandırılmasının ilk örneği 1190‟daki Barbarossa Haçlı Seferi hakkında yazılmıĢ bir vakayinamede yer almaktadır. On üçüncü yüzyıla gelindiğinde ise bu durum Batılı yazarlar arasında çoktan yayılmıĢtır. Bak. Claude Cahen, „Le probleme etnique en Anatolie‟, (Akt: Lewıs, 2009: 3).

109 konusunda Gökalp, ġeyhülislam‟ın siyasi yetkilerden arındırılmıĢ bir

ruhani reis olmasını istiyordu. Atatürk bu makamı kaldırarak BaĢbakana bağlı Diyanet ĠĢleri Bakanlığı kurmuĢtur. Dil inkılâbında tasfiyeciliği denemiĢ; fakat aĢırı gittiğini anlayınca daha ılımlı bir yaklaĢımı benimsemiĢtir. Tarih konusunda Gökalp, Türk tarihini Hunlarla baĢlattığı halde, Atatürk Sümerler ve Hititler‟i de Türklüğe dâhil etmiĢtir. (Kuran, 1994: 96)

Gökalp, milleti bir topluluğun millet haline gelmesinin en son mertebesi olarak kabul etmektedir. Ona göre, sosyal zümreler: ailevi Zümreler, siyasi Zümreler, mesleki Zümreler olmak üzere üç kategoriye ayrılır. Bunlar arasında ise en mühim olanı siyasi zümredir. Çünkü siyasi bir zümre tek baĢına hayatını sürdüren, bağımsız veya yarı bağımsız bir topluluktur. Ailevi zümreler ise bu heyetlerin parçaları, kısımları değerindedir. Kısacası siyasi zümreler birer sosyal uzviyettir; ailevi zümreler bu uzviyetin hücreleri, mesleki zümreler organları gibidir. Asıl olan siyasi zümredir (Türkdoğan, 1988: 28). Toplumsal yapıyı oluĢturan birçok yapı vardır.

Bunların içinde, siyasi, ekonomik, pek çok sosyal zümreleri sayabiliriz.

Türkçülük, siyasal bir parti değildir; bir bilim, felsefe, sanat okuludur;

baĢka bir deyiĢle, bir kültür çabası ve yenileĢme yoludur. Bundan dolayıdır ki, Türkçülük Ģimdiye kadar bir parti biçiminde siyasal mücadele alanına atılmadı; bundan sonra da kuĢkusuz atılmayacaktır.

Bununla birlikte Türkçülük, siyasal ülkülere büsbütün ilgisiz da kalamaz; çünkü Türk kültürünün, baĢka ülkülerle birlikte, siyasal ülküleri de vardır; örneğin Türkçülük, hiçbir zaman klerikalizmle, teokrasiyle, baskıcı yönetim anlayıĢıyla uzlaĢamaz Türkçülük, çağdaĢ bir akımdır ve ancak çağdaĢ nitelikteki akımlarla ve ülkülerle bağdaĢabilir. ĠĢte bundan dolayıdır ki, bu gün Türkçülük, Halk Fırkası‟nın yardımcısıdır. Halk Fırkası, egemenliği ulusa, yani Türk halkına verdi; devletimize Türkiye ve halkımıza Türk ulusu” adlarını bağıĢladı (Gökalp, 2004: 235).

Görülüyor ki, Gökalp‟e göre millet, tarihi ve sosyolojik bir olgu olarak, toplulukların evrimi sonucu ortaya çıkmıĢ evrensel bir süreçtir. Bu anlamda, Weber‟e göre de: Millet (nation) kavramı teĢkilatlı topluluklar için kullanılan bir ifadedir. Bu sözcük, baĢlangıçta Orta Çağlar‟ın sonlarına doğru papalığın üniversalizmine karĢı ortaya atılan konsüller tepkinin temelinde, önemli ölçüde, ülkelerindeki arpalıkların ayrılmasını ve Roma üzerinden yabancıların iĢgaline uğramasına tepki gösteren entelektüellerin çıkarını yansıtır. Bu anlamda, nation adında ilk defa üniversitelerde ve kilisenin reform konsüllerinde denk gelmesi tabi idi. Ama o döneme baktığımızda bunun milli dille bir bağlantısı yoktu; bu ifade Gökalp‟in de belirttiği üzere tümüyle

110 modern bir kavramdır. Gökalp‟de olduğu gibi Weber için de her yerde milliyet duygusunun Ģekillenmesinde en temel müspet temeli oluĢturan kültürel unsurlardan, dil en baĢta gelmektedir. Dilin en temel faydası ise, devlet, toplum ve kültürün demokrasileĢmesiyle beraber kaçınılmaz biçimde artıĢ göstermektedir. Ortak dil, toplumlar için, feodal ve burjuva kökenli mülk sahibi tabakalar için olduğundan daha belirleyici ve ekonomik önem arz etmektedir (Türkdoğan, 1988: 30). Gördüğümüz kadarıyla millet olma bilinci Weber‟in de ifadesiyle teĢkilatlı olmayı gerektirir.

Günümüzde de gördüğümüz gibi millet sadece soyut olarak zihnimizde kalan Ģey değildir. Kurumlarıyla sosyo- kültürel yapısıyla bir bütünlük arz etmektedir. Millet olma ġuuru Gökalp‟inde ifade ettiği gibi evrimsel bir süreçten geçerek ortak duyguları paylaĢan bir yapıdır.

Bu açıdan bakıldığında kültür, hepimizin karĢı karĢıya geldiği ve hepimizin içinden geçtiği oldukça karmaĢık bir evrendir. Kültür, insanların doğal miras olarak edindikleri Ģeyleri aĢtıkları noktada baĢlar diyebiliriz. Bu yüzden doğal dünyanın tarım, hayvancılık, bahçıvanlık aracılığıyla ekilip biçilmesi, kültürün temel yapısını oluĢturur. Ġnsanın bir Ģey oluĢturma ve inĢa etme yeteneği ile gösterge sisteminin bütün Ģekillerini kapsayacak Ģekilde en geniĢ ifade de alınan dili kullanma yeteneğidir.

Babil Kulesi„ne dair Yahudi efsanesinin Gillian Rose tarafından kullanılması, bu anlamda bu anlattıklarımıza sanırım daha da sağlam temele oturtacaktır. Babil‟de Ġnsanlar bir kule inĢa ederek gökyüzüne ulaĢmayı hedeflediler. Bu acıdan kule aracılığıyla tanrıya daha yakın olacaklarını hesaplamıĢlardır. Tanrı sadece Kule‟yi yok etmedi, fakat ikinci bir teĢebbüsü önlemek amacıyla farklı farklı dilleri mecbur kılarak iletiĢimi engelledi. Bu açıdan topluluk farklı kültürlerin çatıĢması, iktidar, hukuk, ahlak ve bilgi dâhil kültürel araĢtırmaların kilit noktaları üzerine bir yorum olarak görülür. Bu konulardan birkaç tanesinin temel hatları ortaya konabilir.

Rose‟un argümanı, Babil‟in sadece bir mimari yapısın değil, fakat aynı zamanda bir Ģehrin inĢasını da temsil etmektedir. Bu açıdan baktığımızda Ģehir, kritik öneme sahip su kanallarına benzer; fakat ovalarda farklı kültürler gelenekler, bir araya gelir.

ġehirde insanlar belki de ilk defa kendilerine ait bir kültürün varlığından haberdar olurlar (Edgar ve Sedgwick, 2007: 101). Bu yüzden bir görüĢü herkes benimseyecektir bir kaide yoktur. Bir toplumda tartıĢmasız doğru kabul ettiği hususları öyle kabul etmeyen birileri mutlaka vardır. Babil kulesinin inĢasında

111 yaĢanan hadiseler toplumsal bütünlüğü anlamamız açısından dilin ne kadar önemli yer edindiğini anlamak için çok güzel bir örnek teĢkil etmektedir. Bu yüzden dil toplumu ayırdığı gibi aynı zamanda birleĢtiren bir yapıya da sahiptir. Dilsiz bir millet düĢünülemez en uçsuz bucaksız yerde yaĢayan bir kabile kendi iletiĢimini sağlamak için mutlaka dile baĢvurmuĢtur. Dil insanlar arasında dayanıĢmayı sağlayan en temel araçtır. Aynı zamanda kültürü tanımlamak ve baĢka toplumlara kendi kültürümüzü anlatmak için dil en temel düzeyde yer edinmektedir.

Namık Kemal‟in milliyetçilik görüĢünü açıklamak için öncelikle onun tarih görüĢünü açıklığa kavuĢturmak gerekmektedir. Namık Kemal Ġslam büyüklerini milli bir kahraman sayar. 1871‟de yayınladığı Evrak-i Perişan adlı eserinde Selahaddin Eyubi, Emir Nevruz, Fatih Sultan Mehmed ve Yavuz Selim‟i Osmanlı toplumunun kurucuları olarak kabul etmiĢtir. Bu bağlamda Selahattin Eyyubi haçlılarla savaĢmıĢ bir Ġslam padiĢahı iken, Emir Nevruz da puta inan Ġlhanlı Moğollar karĢı Ġslamı savunmuĢtur. Bu yüzden Namık Kemal‟e göre, Fatih Osmanlı toplumunun temellerini atmak, Yavuz da hilafeti Osmanlı padiĢahlığına katmıĢ olmakla bu Ģana layıktır. Osmanlı milliyetçiliğinin temel esaslarını Osmanlı hanedanında ve Osmanlı vatanında arar. Bunlar Osmanlı milletini birleĢtirici temel unsur olarak görür. Bu yüzden ona göre devletin idare tarzı meĢrutiyet‟tir. Ġslami MeĢveret müessesi bakımından milletin seçtiği temsilciler aracılığıyla kendi kendini yönetme hakkı vardır. Ama padiĢahın saltanat hukuku da korunmalıdır. Bu anlamda Namık Kemal‟e göre vatanseverlik ise, Osmanlı bütünlüğünü sağlayacak manevi bir kuvvettir. O yüzden “vatan” Osmanlı topraklarında bir kimsenin doğup büyüdüğü Ģehir, köy ve ya bölge demektir (Kuran, 1997: 246). Namık Kemal bu görüĢleriyle Ġslam topluma belli hizmetleriyle tanınmıĢ padiĢahları o milletin kurucuları olarak tanımlamıĢtır.

Ona göre vatanseverlik o toprak parçası üzerinde yaĢamak demektir.