• Sonuç bulunamadı

2. Göç ve basamakları: Sanayileşme ve ticaretin gelişmesiyle birlikte, kentsel bağlamda meydana gelen hızlı ekonomik büyüme, kenti çevreleyen yakın yerlerdeki

2.1.8. Göçte Kadın ve Aile

Göç literatüründe yapılan genel araştırmalar bağlamında kadın ve erkeğin göçteki konumuna bakılacak olursa büyük oranda erkek odaklı çalışmalar karşımıza çıkmaktadır. Özellikle ataerkil toplumlarda dış göç konusu ele alındığında, erkeğin belirleyiciliği önemli rol oynamaktadır. “Kadının göç deneyimi bir eş, anne ya da evlenme çağındaki bir genç kız olarak aile içi konumu ile ilişkilendirilmiştir (Abadan Unat, 1977; 2002: 147).”

Çalışmamızda erkek özne, kadın ise edilgen konumdadır. Kadının, erkeğe eklemlenmiş şekilde temsil edildiği görülür. Kadın kendi kararlarını almaktan yoksun, erkeğin peşinden koşulsuz giden ve göç konusunda herhangi bir yargıda bulunamayan edilgen yapıdadır.

“Göç süreci tüm bireyler için travmatik olsa da kadın üzerinde toplumsal cinsiyet eşitsizliğinden kaynaklanan sosyal ve psikolojik sorunların da eklendiği daha derin izler bırakır (Berger, 1974:64).” Kadınların göç sürecinde görünür hale gelmesi 20. Yüzyılın sonlarına doğru başlamıştır. Kadınların erkeklerden farklı deneyimleri olabileceği düşüncesi, 1970’lerden itibaren artan yoksulluk, gelir dağılımındaki adaletsizlik, az gelişmiş ülkelerde yaşanan çatışmalar gibi küresel ölçekte uygulanan neoliberal politikalar sonucunda ortaya çıkan göçmen kadın sayısındaki artıştır. “1960’ların ortasından itibaren ekonomik nedenlerle gelişmiş ülkelere göç eden kadın sayısı hızla artmış, 2000’li yıllara gelindiğinde Avrupa ve Kuzey Amerika’ya göç eden nüfusun yaklaşık yarısı kadınlardan oluşur hale gelmiştir (Sam, 2006: 408; IOM, World Migration Report- Facts And Figures, 2015: 65).”

53

1960’lı yıllarda Türkiye’den yurtdışına yapılan göçleri yakın markaja aldığımızda, göçlerde öncül gücü erkeklerin oluşturduğunu görmekteyiz. Göçmenler başlangıçta yurtdışına belirli ve kısa süreli göç ettiklerini düşünseler de zaman içinde göç dalgası ailelerini de beraberinde katarak büyük çapta yer değiştirmeleri getirmiştir. Başlangıçta kısa süreli, geçici çalışma hayaliyle yapılan göçler yerini kalıcı yerleşmelere bırakmıştır. Burada belirleyici faktör eşinin ardından ailenin geri kalan üyeleriyle, aile kültürünün öneminin bilincindeki kadınların göç etme eğilimidir. Kadının göç etmesi, göç edilen yerdeki kalış süresini uzatan ve düzenli yerleşik hayata geçmeyi sağlayan değişkendir.

Toplumsal rollerin yeniden yapılandığı göç sürecinde kadının konumu ve göçe katılış aşamaları ayrı bir süreç olarak inceleme gerektirmektedir. Cinsiyet kimliğinin göçte önemli bir yeri olduğu yapılan çalışmalarla ortaya konmuştur.

“1960’ların ortasından itibaren ekonomik nedenlerle gelişmiş ülkelere göç eden kadın sayısı hızla artmış, 2000’li yıllara gelindiğinde Avrupa ve Kuzey Amerika’ya göç eden nüfusun yaklaşık yarısı kadınlardan oluşur hale gelmiştir (Sam, 2015: 65).” Özellikle dünya genelinde serbest piyasa ekonomisinin benimsenmesiyle artan yoksulluk, gelişmekte ve az gelişmiş ülkelerde yoksulluğun büyük çapta hissedilmesiyle birlikte göç eden kadın sayısında önemli ölçüde artış yaşanmıştır. “Göç eden nüfusun yaklaşık yarısını kadınlar oluşturmaktadır (IOM, World Migration Report-Facts And Figures, 2015: 65).”

Göçte adaptasyon ve uyum sürecinde özellikle kadına değinilmesi gerekmektedir. Kadın göç sürecinin en temel ögesidir.

“Mevcut çalışmalar göç̧ nedenleri, göç̧ sürecine katılım, bu süreç̧ esnasındaki yasam deneyimleri ve göçün etkileri, göç̧ edenlerin tutumları ve tepkileri açısından kadınlar ve erkekler arasında önemli farklılıklar olduğuna işaret ediyor. “Dolayısıyla” hem mekânsal hem de toplumsal bir değişim içeren göç̧ sürecinde, sosyoekonomik sınıf, kültür, etnik ya da ulusal kimlik kadar cinsiyet kimliği de önemli bir yere sahiptir”

(İlkkaracan, 1999: 305).”

Almanya’ya göç özelinde kadının göçteki konumunu incelediğimizde ilk olarak göçe üç farklı katılım sürecinin gerçekleştiği görülmektedir. İlk grup, eşleriyle birlikte göçe dahil olmak durumunda olan kadınlardır. İkincil grup; tek başına çalışmaya gelenlerdir. Grupları göçün devam sürecinde izleyen sonradan aile birleşimiyle katılan kadınlar da ikincil gruba dahildir. Çünkü ataerkil bir düzende

“kadınlar ailenin erkek üyelerinin iş bulması, iş yerlerinin değişmesi (tayin) vb. durumlarda onları

54

takip etmek zorunda kalırlar” (İlkkaracan ve İlkkaracan, 1999: 38).” Toplumsal cinsiyet rollerine göre, erkek evin geçimini sağlamakla yükümlü kişidir. İş için yapılan mekânsal değişmelerde erkek ön planda olduğundan ailenin geri kalanı onu takip eder. Aynı zamanda uluslararası hukukta kadının göçmenlik statüsü, eş olarak kocasına göre şekillenmiş ikincil bir durumdur” (Sam, 2006: 409).”

Kadınların büyük bir bölümü hangi koşullarda gelmiş olurlarsa olsunlar bir şekilde çalışma hayatına dahil olmuşlardır. “Başlangıçta fabrikaların zincirlerinde yer alan kadınlar, zamanla serbest meslek mensubu, ev hizmetleri, eğlence kollarında yer almaya başlarlar, hatta bu alanlarda yeni göçmenlere bile başvurulmaktadır. (Abadan Unat, 2002:365)”. Süreç içinde farklı meslek dallarında istihdam edilen kadınlar aile ekonomisinin bir parçası olmaya başlamışlardır. “Dolayısıyla aile içi ilişkilerinde de söz sahibi olmaya başlamış bu da geleneksel aile yapısının da köklü bir değişime uğramasına neden olmuştur (Kartal, 2006: 11).”

Geleneksel ataerkil yapıdan gelen Türk toplumu, göç ve kadının iş hayatına girmesiyle birlikte yavaş yavaş dönüşüme uğramıştır.

“Göç sürecinden önce oldukça katı bir “ataerkil” toplum kuralları aile ilişkilerini düzenlemektedir. Yani, aile reisi erkektir ve ailenin geçimi erkekten sorulur, dışarıya karşı ailenin temsilcisidir. Kadın ise çocukların yetişme ve terbiyesinden sorumlu kişidir. Aynı zamanda yemek yapan ve aile içi/dışı, akrabalar ile olan ilişkileri devam ettirendir” (Engin, Can, Lale, 2003: 23-24).”

Geleneksel ailede evle ilgili rolleri üstlenen kadın hem bu görevlerini devam ettirmiş hem de çalışarak aile ekonomisinde söz sahibi olmuştur. Geride kalan kadınlar için de süreç benzer şekilde ilerlemiştir. Eşlerini çalışmak için gönderen kadınlar evin reisi rolünü üstlenmiştir. Kadın erkek ilişkilerinde de dönüşüm başlatmışlardır. “Göç eden kocalarının ardından kendi topraklarında mücadele etmek zorunda kalan kadınların da ilişkilerin değişmesinde büyük rolü vardır” (Abadan Unat, 2006: 34).

Karmaşanın içinde kadın olmak ve aileyi bir arada tutmak zor koşullarda da olsa kadının görevi olarak görülmüştür. Ailenin olması için kadının düzenleyici ve bütünleştirici bir rol üstlenmesi gerekmektedir ve ataerkil toplumsal normlara sahip yapılarda bu model benimsenmektedir. “Kadınlar göç sürecine toplumsal cinsiyet rolleri gereği üstlendikleri sorumluluklar ile katıldıklarından göçün ve kadın olmanın mağduriyetini bir arada yaşarlar, bu açıdan çifte dezavantajlı ve hassas grupturlar (Sam, 2006: 408).”

“Yapılan çeşitli araştırmalar, ataerkil aile yapısı içerisinde kadınların denetlenmesi gerektiği kuralının kadınların göç yolu ile yeni kazançlar sağlama isteği ile nasıl çatıştığı noktası üzerinde

55

yoğunlaşır (Abadan Unat, 2006: 35).” Hem göçmen olarak çalışmaya giden kadın hem de eşi göç edince çalışmak durumunda kalan kadın profilleri toplumsal ilişki modellerinin değişip, dönüşmesinde büyük pay sahibidirler.

“Ama yine yapılan bu araştırmalara bakıldığında, dış göçün genellikle kadınlara tüketmek üzere yeni olanaklar sağladığını, ancak bunun dışında kadının toplumsal konumunda, başka bir deyişle “özgürleşmesi” bağlamında çok da etkili olmadığıdır (Pessar, 1999: 65).” Değişim konusunda uzun süredir kalıplaşmış kökten gelen ataerkil normların kolayca dönüşemediği ve değişime direndiği gözlenmiştir. Kadın her ne kadar çalışma hayatına dahil olsa da erkek egemen anlayışın ve gelenekselliğin devam ettiricisi olmaya devam etmiştir.