• Sonuç bulunamadı

FİNANSAL İSTİKRARIN ÖNEMİ VE ÖLÇÜLMESİ

2.1 Finansal İstikrarın Sağlanmasının Önem

2.1.2 Finansal Kriz Türler

Finansal istikrarsızlığın sebep olduğu krizler, literatürde değişik şekillerde sınıflandırılmıştır. Feldstein (1999, s. 6-12), finansal kriz türlerini; cari hesap krizleri, bilanço krizleri, banka mevduatlarına hücum sonucu para krizleri, bulaşma krizleri ve irrasyonel krizler şeklinde tanımlamıştır. Radelet ve Sachs (2000, s. 105-162), çalışmalarında finansal krizleri makroekonomik politikalara bağlı krizler, finansal panikler, finansal piyasalarda varlık fiyatlarının temelsiz artmasından oluşan köpüğün

37

sönümlenmesi, ahlaki bozukluk krizleri ve alacaklılar ile borçlular arasında koordinasyonun sağlanamamasından kaynaklanan düzensiz denemeler olarak sınıflamıştır. IMF (2002, s. 4-7), finansal krizleri; meydana geldikleri sektörlere göre,

dengesizliklerin yapılarına göre ve geri ödeme sıkışıklığının zaman tercihine göre sınıflandırmaya tabi tutmuştur. Reinhart ve Rogoff (2008b, s. 75-76), krizleri; sayısal eşikler ve olaylar tarafından tanımlanan krizler olarak sınıflandırmışlardır.

Yukarıdaki paragrafta izah edilen kriz türleri dışında da; literatürde pek çok kriz türü tanımlanmıştır. Günümüzde finansal kriz türleri yaygın olarak dört başlık altında toplanmaktadır (bkz. Şekil 2.3). Bunlar para krizi, bankacılık krizi, dış borç krizi ve

sistemik finansal krizleridir (IMF, 1998, s. 74-75).

Şekil 2.3 Finansal Krizlerin Türleri

Kaynak: Delice, G. (2003). Finansal Krizler: Teorik ve Tarihsel Bir Perspektif. Erciyes

38

Para krizleri, literatürde döviz krizi olarak da adlandırılır. Özellikle sabit kur rejimi uygulanan ülkelerde kurun sürdürülemeyeceği ve buna bağlı olarak develüasyon beklentisiyle spekülatif ataklara maruz kalınması ve kısa vadeli yabancı portföy yatırımlarının bir ülke ekonomisinden hızla çıkması sonucu o ülke Merkez Bankaları’nın kuru korumak için döviz rezervlerini satmaya başlaması ve buna bağlı olarak faizlerin hızla yükselmesi sonucu meydana gelir (Işık, Duman, & Korkmaz, 2004, s. 45-69).

Frankel ve Roseb (1996, s. 351-366); çalışmalarında, para krizini paranın nominal değerinin %25 değer kaybetmesi, ayrıca değer kaybı oranın en az %10 artması durumu olarak tanımlamışlardır.

Bankacılık krizleri, bankaların yoğun bir şekilde kredi dönüşlerinde sorun yaşaması, batan ve zor duruma düşen firmalar ile birlikte reel sektörün küçülmesi, varlık fiyatlarında dalgalanmalar, bunlara bağlı olarak da bankaların bilançolarının bozulması ve küçülmesi ile birlikte sonuç olarak banakacılık sistemine güvenin azalması neticesinde mevduata hücumun başlaması olarak tanımlanabilir (Parasız, 1999,

s. 53). Mevduata hücüm dışında, bankaların fiili veya potansiyel başarısızlıklarının bankaların yükümlülüklerini askıya alması veya bankalara geniş ölçekli mali destek sağlamak suretiyle hükümetin bunu önlemeye zorlanması sonucuda bankacılık krizleri

meydana gelir (IMF, 2002, s. 4-7). Caprio ve Klingebiel bankacılık krizlerinin ortaya çıkması için aşağıdaki hususların gerçekleşmesi gerektiğini ifade etmişlerdir (aktaran Çoşkun, 2001):

39

 Bankacılık sisteminde geri ödenmeyen krediler toplam kredilerin %15- 20’si civarında veya üstündedir.

 Bankacılık sisteminin yeniden yapılandırılmasının maliyeti GSYH %3- 5’ine ulaşmıştır.

Para ve bankacılık krizlerinin birbirini etkilemesi sonucu bir arada yaşanan, ikiz krizler adını verdiğimiz krizler meydana gelir. İkiz krizlerin yaşanmasında finansal liberalleşme etkili omaktadır. Banka krizi para krizini veya para krizi banka krizini tetikleyebilir. Ancak banka krizininin para krizinin öncüsü olduğu buna mukabil para krizinin de banka krizini daha derinleştirdiği yönünde bulgular vardır (Kaminsky &

Reinhart, 1999, s. 473).

Dış Borç Krizi, bir ülkenin kamu ve özel kesiminin dış borç yükümlülüklerini

yerine getirememesi ve bunu beyanı ile başlar (Çalışkan, 2003, s. 226). Her ne kadar yukarıda ki tanıma özel kesim ilave edilse de genellikle dış borç krizinde resmi borçlar söz konusu olmaktadır (Turgut, 2007, s. 38). Ancak günümüzde gelişen finansal piyasalar ve ticari ilişkiler nedeniyle özel kesim geniş anlamda dış borçlanma imkanlarına kavuşmuş ve Türkiye örneğinde olduğu gibi bazı ülkelerde özel kesimin dış

borcu kamu kesimini geçebilmektedir. Bu durumdaki ülkelerde özel kesimin dış borçlarını ödeyememesi durumunda kamu kesiminin duyarsız kalması beklenemez ve dış ülke özel kesim alacaklılarının, kendi hükümetlerini borçlarının tahsili için devreye sokmaları kaçınılmazdır.

40

Sistemik finansal krizler yukarıda açıklanan para ve bankacılık krizlerini de içerecek şekilde finansal sistemin asli fonksiyonlarını ( kredi tahsisi, varlık değerlemesi, ödemeler vb. ) yerine getirmesini önleyen ve kesintiye uğratan şoklar ile tanımlanmaktadır (Marshall, 1998, s. 13). Sistemik finansal krizin yayılması, başlangıçta bir veya birkaç bankadan başlayıp finansal sistemin geri kalanına sirayet edebileceği gibi, eğer sistemik risk yeterince şiddetli ise tüm finansal sistemin istikrarını

bir anda tehlikeye sokabilecek şekilde olabilir (Chant, Lai, Illing, & Daniel, 2003, s. 8). Sistemik finansal krizler finansal sitemin asli görevlerini yerine getirememesi ve buna bağlı olarak sisteme duyulan güvenin ortadan kalması nedeniyle reel ekonomiyi de

etkileyerek makroekonomik göstergelerin olumsuz etkilenmesine neden olmaktadır (Darıcı, 2012, s. 31-32).

Fianansal krizlerin birbirinden tamamen bağımsız olarak gelişmediği ve finansal

sistemin entegrasyonunun boyutuna göre krizlerin birbirlerinin sebeb ve sonucu olabileceği bu güne kadar yaşanan krizlerde görülmüştür (Delice, 2003, s. 57-81)

(Turgut, 2007, s. 35-46). Krizlerin birbirleri üzerindeki etki mekanizması Şekil 2.3’de de gözükmektedir. Finansal krizler incelendiğinde hepsinin ortak noktasının sürdürülemez dengesizlikler ve varlık fiyatlarında aşırı oynaklıklar olduğu söylenebilir (Sevim, 2012,

41 2.1.3 Finansal Kriz Modelleri

Finansal krizler, sonuçları itibari ile olumsuz sosyoekonomik etkilere sahiptir. Sonraki krizleri gerçekleşmeden önlemek, gerçekleşse bile olumsuz etkilerini en aza indirmek veya tamamıyla ortadan kaldırmak için finansal krizleri açıklamaya yönelik

teorik modeller tarihsel süreç içersinde geliştirilmiştir. Bunlar:

Birinci nesil kriz modelleri, özellikle 1980’li yıllarda Meksika ve Latin Amerika’da yaşanan para krizlerinin nedenlerini açıklamak üzere Krugman (1979) tarafından ortaya konmuş; Flood ve Gerber ( 1984, s.1-3) tarafından da geliştirilmiştir.

Krugman (1979, s. 312) sabit kur rejimi uygulamalarında, kura karşı spekülatif ataklar nedeniyle döviz rezervlerinin yavaş yavaş eriyerek ödemeler dengesi krizine dönüşmesi

olarak bu krizleri açıklamış ve yatırımcıların kârlarını maksimize etme davranışının doğal bir sonucu olarak görmüştür. Flood ve Gerber (1984, s. 12) ise sabit kur sisteminin dalgalı bir sistemi etkileyebilen tam olarak aynı tip dinamik dengesizlik sorunu ile karşı karşıya olduğunu göstermişlerdir. Sonuç olarak; birinci nesil kriz modelleri, sabit kur rejimi ile uygulanan makroekonomik politikar arasındaki uyumsuzlukla karakterize edilmiştir.

İkinci nesil kriz modelleri, Avrupa Para Sistemi’nin ERM’inde yaşanan kriz

(1992-93) sonrasında bu krizi birinci nesil kriz modellerinin açıklamada yetersiz kalması sonucu ortaya çıkmıştır (Çakmak, 2007, s. 86). Bu krizleri açıklamaya yönelik en etkili model Obstfeld’in yaptığı çalışmalarda ortaya konmuştur (Obstfeld, 1986), (Obstfeld,

42

1994), (Obstfeld, 1996). Buna göre sabit veya yarı sabit kur rejimi uygulayan bir ülkede temel veriler elverişli ve spekülatif atak olmasa bile döviz kurunun düşmesi üzerine artan nominal faizler nedeniyle mahalli ekonomik birimlerin hükümetin devalüasyon yapacağı beklentisi veya diğer yatırımcıların bir kriz beklentisi olduğuna inanmaları

finansal krize neden olabilir. Yükselen nominal faizler, ülkeyi ekonomik durgunluğa sürükleyerek istihdam ve GSYH üzerinde olumsuz etkilere neden olabilir. İkinci nesil kriz modelleri spekülatif atak riski karşısında hükümetlerin makroekonomik politikalarını değiştirerek döviz kuru taahhüdünden kurtulmak suretiyle istihdam ve GSYH üzerinde olumlu etkiler elde edilebileceğini ortaya koymuştur. Meksika finansal

krizi ( 1994-95 ) ve sonrası krizlerde olaylar bu şekilde gerçekleşmemiş ve spekülatif atak altında döviz kurunun çöküşünü reel sektörde ciddi bir daralma izlemiştir

(Krugman, 2010, s. 7). Ayrıca bu krizler, bölgesel olarak hızla yayılış veya birkaç ülkede eş-anlı ortaya çıkmıştır. Bu nedenle bahsi geçen krizleri açıklamak için üçüncü nesil kriz modelleri geliştirilmiştir.

Üçüncü nesil kriz modelleri, yukarıda izah edilen nedenden dolayı yayılma/bulaşma etkisi modeli olarak da adlandırılırlar. Finansın küreselleşmesi ve buna bağlı olarak finansal liberalizasyon nedeniyle bir ülkede meydana gelen olumsuz finansal koşulların çeşitli şekillerde diğer ülkeleri de etkileyerek finansal krizlere neden olabileceğini belirtmiştik. Bu etkiler ortak bir nedene bağlı olabilir, gelişmekte olan bir ülkedeki krizin diğer gelişmekte olan ülkelerin makroekonomik temellerini etkilemesi şeklinde olabilir veya bir ülkedeki krizin diğer bir ülkeye makroekonomik temelleri olmadan sıçraması şeklinde olabilir (Masson, 1998, s. 4-5). Özellikle finansal liberalizasyon sürecine hazırlıksız giren ülkelerin, bankacılık ve finans sektörü

43

üzerindeki zayıf düzenleme ve denetim mekanizmasının, bunları zamanla kırılgan hale getirmesi, hükümetlerin banka ve şirket zararlarına açık veya gizli bir şekilde devlet

garantisi vermesi ve buna bağlı olarak ahlaki tehlikenin bir bakıma teşvik edilmesi, bankaların ve şirketleri bilançolarındaki para vade uyumsuzluğu gibi sorunlar üçüncü nesil krizlerin karakteristiğini oluşturur (Yay, 2001, s. 1242).