• Sonuç bulunamadı

FİNANSALLAŞMA, GEÇ KAPİTALİSTLEŞMİŞ ÜLKELER VE HANEHALKI

Geçtiğimiz otuz kırk yılın dünya kapitalist sisteminde finansın rolünün giderek arttığı ve bu alanda önemli değişikliklerin yaşandığı bir döneme karşılık geldiğini belirtmiştik. Son yıllarda giderek önem kazanan finansallaşma yazını, bu süreçte finansal alanda yaşanan gelişmeleri ve bu gelişmelerin sermaye birikimiyle bağlantılı olarak dünya ekonomisi açısından ne anlam ifade ettiğini kavramak için önemli imkânlar sunmaktadır. Finansallaşma

54

kavramına dair pek çok farklı yaklaşım olduğundan, kavramın net bir tanımlamasını yapmak zor olsa da, ilgili yazında sıkça atıf yapılan Epstein (2005)’ın tanımını kullanacak olursak, finansallaşmanın temelde finansal piyasaların, işlemlerin ve kurumların ulusal ve uluslararası alanlarda artan hâkimiyetini ifade ettiği söylenebilir. Bu genel tanımı belirtmekle birlikte, bu çalışma finansallaşma kavramını sadece finansın artan rolüne atfen değil aynı zamanda ele alınan ülkenin sermaye birikim sürecinde yaşanan gelişmelere ve bu gelişmelerin finansal alandaki yansımalarına atfen kullanmanın daha tutarlı bir çerçeve sunacağı görüşünü benimsemektedir.

Bu bölüm finansallaşma yazınındaki belli temel çalışmaları gözden geçirip, kavramın nasıl ortaya çıktığına dair bir çerçeve sunduktan sonra, bu kitabın esas konusu olan finansın günlük yaşamın bir parçası haline gelmesinin finansallaşma yazınından faydalanılarak nasıl değerlendirilebileceğini tartışmaktadır. Finansın bireylerin hayatlarında giderek daha önemli bir rol oynaması farklı çalışmalar kapsamında ele alınmış olsa da, bu çalışmalar genellikle Anglo-Amerikan ve Avrupa ülke deneyimlerine yoğunlaşmıştır. Bunun önemli bir nedeni, finansallaşma kavramının daha çok Marksist iktisatçılar tarafından kapitalist sistemdeki dönüşümü analiz etmek için kullanılıyor olmasıdır. Çalışmanın bu bölümünde finansallaşma kavramının geç kapitalistleşmiş ülke deneyimlerini anlamak için de kullanılabileceği vurgulanmaktadır. Elbette bunu yaparken bu ülkelerin yapısal özgünlükleri nedeniyle finansal sistemlerinin şekillenmesinde farklı etmenlerin rol oynadığı göz önüne alınmalıdır. Bu bağlamda, geç kapitalistleşmiş ülkelerin finansallaşmasını değerlendirirken bu ülkelerin son yıllarda dünya ekonomisiyle artan ve derinleşen bütünleşmeleri ve bu sürecin hangi yollardan gerçekleştiği finansallaşma deneyimleri anlamak açısından son derece önemlidir.

Geç kapitalistleşmiş ülkelerde finansallaşmasında, 1980’lerin başında yaşanan borç krizlerini takiben gerçekleşen finansal serbestleşme, kamu borç piyasalarının gelişmesi ve sermaye piyasaları üzerindeki kontrollerin kaldırılması önemli rol oynamıştır. 1989 sonrası süreçte, bu ülkelerdeki bankalar ve diğer finansal kurumlar, ulusal ve uluslararası piyasalardan aldıkları fonları devletin bütçe açıklarını finanse etmek üzere kullanarak yüksek kazançlar sağlamış ve böylelikle iktisadi güçlerini arttırmışlardır. Geç kapitalistleşmiş ülkelerde bankaların finansal sistemdeki hâkimiyetlerini korudukları 2000’li yıllarda tüketici kredilerinin hızla artması, bu ülkelerin finansallaşma serüvenlerine yeni ve önemli bir boyut kazandırmıştır. Bu bölüm geç kapitalistleşmiş ülkelerde tüketici kredileri ve hanehalkı borçlanmasındaki artış ve bu artışın arz ve talep yönlü nedenleri üzerinde durmaktadır.

Ardından borçlanmanın sistematik bir hale gelmesiyle bankalar ve ücretli çalışanlar arasındaki ilişkilerin giderek nasıl derinleştiği değerlendirilmektedir.

55 Finansallaşma Kavramına Genel Bir Bakış

Bu çalışmada finansallaşma yazını üzerine geniş kapsamlı ve detaylı bir analiz yapmak yerine, bu yazının kökenleri üzerinde durulmakta ve bu çalışma kapsamında kavramın nasıl ele alındığı tartışılmaktadır.26 Finansallaşmaya dair ilk analizlere 1970’lerde Magdoff ve Sweezy’nin yaptıkları çalışmalarda rastlandığı söylenebilir. Magdoff ve Sweezy her ne kadar doğrudan finansallaşma terimini kullanmamış olsalar da, o yıllardaki yazılarında içinde bulundukları dönemde hangi nedenlere bağlı olarak finansın giderek hâkimiyetinin arttırdığını değerlendirmişlerdir. Ana argümanları, finansal genişlemenin kökenlerinin,

“tekelci kapitalizm”in yükselişinde aranması gerektiğidir. Yirminci yüzyılın başında Marksist iktisatçıların bir kısmı tarafından sıkça kullanılan “tekelci kapitalizm” kavramıyla kastedilen, kapitalizmin geldiği aşamada rekabetçi ekonominin yerini giderek tekelci firmaların çoğalmasının almakta olduğudur. Baran ve Sweezy 1966 yılında; Marx, Kalecki, Schumpeter, ve Keynes’in çalışmalarından yararlanarak “tekelci kapitalizm” başlıklı bir kitap yayınlamışlardır. Bu kitapta yazarlar, 19. yüzyılda tekelci firmaların gelişmesiyle birlikte Amerikan ekonomisinin bir durağanlaşma dönemine girdiğini öne sürerler. Bu durağanlaşmanın esas sebebi, tekelci firmaların daha çok artı değer üretmeleri ve dolayısıyla yeni yatırım alanları bulmakta zorlanmaya başlamalarıdır. Bu süreçte yatırımların azalmasıyla iktisadi büyüme de yavaşlamıştır. Bu durağanlaşmaya ilk etapta büyük askeri harcamaları ve emlak piyasasına yapılan yatırımları arttırarak ve otomobil üretimini kitleselleştirerek çözüm aranmaya çalışılmıştır. Ne var ki, bu önlemler sadece kısa dönemde bir rahatlama sağladıklarından, ekonomideki yavaşlamanın kökeninde yatan sorunları çözmeye fayda etmemişlerdir. Bu nedenle, ekonomideki durağanlaşma eğilimi 1970’lerde tekrar ortaya çıkmıştır.

26 Finansallaşmayı farklı bakış açılarıyla ele alan pek çok çalışmanın oluşturduğu geniş bir yazın mevcuttur. Bu bölümde bahsi geçenlerden başka, yazındaki belli başlı çalışmalardan bazıları şunlardır: örneğin, Crotty (2005), Stockhammer (2004), Dumenil ve Levy (2004) ve Orhangazi (2008), finansallaşmayı makroekonomik bir açıdan ele almakta ve sürecin sermaye birikimi üzerindeki etkilerini merkez kapitalist ülkeler özelinde incelemektedirler. Bu bağlamda, finansallaşma kavramını finansal yatırımların ve finansal gelirlerin sermaye birikimi üzerine etkisini ortaya koyacak şekilde kullanılmaktadır. Öte yandan, 1990’larda ortaya çıkan, toplumsal muhasebe (social accounting) okulu, finansallaşma döneminde ortaya çıkan değişimleri tanımlamak için kupon havuzu (coupon pool) kapitalizmi kavramını kullanır (Ertürk & Solari, 2007; Froud vd., 2002). Bu yeni kavrama dayalı olarak, bu okul ABD ve İngiltere ekonomilerini inceler ve finansallaşmayı firmalar ve hanehalkları arasında büyük bir kupon hareketi olarak makro, mezo ve mikro bir süreç olarak tanımlar. Boyer (2000) ve Aglietta (2000) finansın hâkimiyetindeki mevcut rejimi hissedar değerinin şirket yönetimi üzerine etkilerine vurgu yaparak değerlendirir. Bir başka grup çalışma finansallaşmanın nasıl günlük hayata nüfus ettiği üzerine odaklanır. Bu bağlamda, Martin (2002) ve Langley (2009) bu süreci bireylerin finansal risklere giderek daha fazla maruz kalmasında yansımasını bulan “günlük hayatın finansallaşması” olarak tarif ederler. Son olarak da, Para ve Finans Üzerine Araştırma grubu finansallaşmayı kapitalizmin son otuz kırk yıldaki yapısal dönüşümüne dayalı olarak inceler. Bu yazın içerisinde özellikle bankacılık sektörü dönüşümü ve artan hanehalkı borçlanmasına vurgu yapan çalışmalar ön plandadır (bkz. Dos Santos, 2009, Ergüneş, 2009; Lapavitsas 2009a, 2009b, 2010).

56

Magdoff ve Sweezy (1972, 1987)’ye göre Amerikan ekonomisinin büyümesi için gereken araçları finansal genişleme sunmuştur. Yazarlar, Monthly Review dergisinde 1972 yılında yayınlanan bir çalışmalarında, sermaye hareketleri açısından çok önemli bir yer tutan bu genişlemeyi “finansal patlama” olarak adlandırırlar. “[Yeni tasarruf havuzlarının] giderek daha çoğunun sadece finansal kanallara akmasıyla, ekonominin finansal üst yapısı çok genişlemiş ve bu durum her türlü spekülatif faaliyetin benzersiz şekilde artmasına yol açmıştır” (Magdoff ve Sweezy, 1972, s. 13). Böylelikle, kapitalizm finansın egemen faaliyet alanı haline geldiği yeni bir sürece girmiştir. Bu yeni aşamada sermayenin, dolaşım alanına bağımlılığı giderek artmıştır. Yakın zamanda benzer bir analizi Foster ve Magdoff (2008) Monthly Review dergisinde yapmışlardır. Yazarlar bu analizlerinde Marx’ın formülasyonu ile finansallaşmanın şu şekilde tanımlanabileceğini vurgularlar:

Metaların kâr üretimi için merkezi olduğu, “sermayenin genel formülü”nden P(ara)-M(eta)-P¢ (başlangıçtaki para ve artı değer), paranın üretim sistemiyle hiç ilintili olmaksızın daha fazla parayı getirdiği, giderek sadece para sermaye döngüsüne, P-P¢, yönelen bir sisteme geçiş (Foster & Magdoff, 2008, s. 15).

Baran ve Sweezy’nin de önceki çalışmalarında dile getirdikleri gibi Foster ve Magdoff (2008)’a göre de finansallaşma sermaye birikimindeki sorunlardan kaynaklanmıştır.

Kapitalizmin bu yeni aşaması, mega-finansal kurumların rollerinin artmasıyla ve sermayenin giderek artan merkezileşmesiyle şekillenen “tekelci-finans sermaye” kavramıyla tanımlanmıştır (Foster & Magdoff, 2008).27

Brenner (2004, 2006) ve Arrighi (1994) de finansallaşmayı benzer şekilde fakat farklı bir bakış açısıyla değerlendirirler. Benzerlik bu yazarların da finansallaşmayı reel ekonomideki sorunların bir göstergesi olarak görmelerindedir. Brenner (2004) dünya ekonomisinde 1973’ten beri yaşanan durağanlaşmayı tanımlamak için “uzun gerileme” (long downturn) kavramını kullanır. Yazar 1960’larda başlayan ve günümüze kadar süren krizin kaynağı olarak, başta Amerika, Almanya ve Japonya arasında olmak üzere sermayeler arası

27 Monthly Review geleneği krizleri işçi sınıfının ihtiyaç ve taleplerini gerçekleştirememesi durumuyla açıklayan eksik tüketim teorisini benimsemektedir. Bu teoriye göre, kapitalizmin temel çelişkisi üretici güçlerinin sınırsız gelişme eğilimi ile ‘nihai tüketicilerin’ tüketim ve talep sınırları arasındaki uyumsuzluktur (Mandel, 1998). Carchedi (2009)’ye göre, eksik tüketim teorilerinin temel kusuru emeğin emilim kapasitesine (absorption capacity of labour) vurgu yapılırken sermayenin emilim kapasitesine (absorption capacity of the capital) vurgu yapmıyor olmalarıdır. Carchedi eğer sermayenin emilim kapasitesi korunabilirse, ücret düşüşlerinin arzın zorunlu olarak kısıtlanmasına sebep olmayabileceğini söylemektedir. Genel olarak bu teoriyi eleştirenler eksik tüketimin krizin ardında yatan temel nedeni açıklayamayacağını; ancak kısmi bir açıklama sunabileceğini vurgulamaktadırlar.

57

rekabete vurgu yapar (Brenner, 2006). 1960’ların ortasında Japon ve Alman ihraçlarından doğan rekabet Amerika’da imalat sektörü piyasasında aşırı kapasite ve aşırı üretime yol açmıştır. Brenner (2006)’e göre, 1967 ve 1973 yılları arasında Amerikan ekonomisinde kârların düşmesinin esas sebebi bu rekabettir. Yani sıkça vurgulandığı gibi maliyetler üzerinde işçilerin artan güçlerinin etkisinden kaynaklanan yukarı yönlü bir baskı değildir.

Brenner (2002), sermaye yatırımı ve kârlılığın genel olarak iktisadi dinamizmin ve özelde üretkenlik artışının temel belirleyenleri olduklarını öne sürer. Bu nedenle, imalat sektörü kârlarındaki belirgin düşüşü ve bunun Amerikan ekonomisindeki genel kârlılık üzerine etkisini küresel krizi tetikleyen ana etmenler olarak görür. Bu süreçte, ücretlerin baskılanması ve yatırımlarda yavaşlama sonucu talep daralmıştır. Talep yönetme politikaları neredeyse yirmi yıldır düşmekte olan kâr oranlarını ancak geçici olarak telafi edebilmiştir. Sistemin devam edebilmesini sağlayan temel gelişme finansal faaliyetler ve beraberinde borçlanmanın çok yüksek oranlarda artmış olmasıdır. Brenner (2009) geniş bir alana yayılan bu durağanlaşmayla baş etmek için Amerikan merkez bankasının başlattığı planı şu şekilde tarif eder:

Bundan sonra hükümet değil, şirketler ve hanehalkları devasa borçlanmalar ve sermaye ve tüketim mallarına yaptıkları harcamalarıyla ekonomiyi ileri götüreceklerdir. Bu durum varlık fiyatlarında rekor seviyedeki artışlar sonucu kâğıt üzerindeki servetlerde görülen tarihi yükselişler ve borçlanma maliyetlerinde düşüşle mümkün olacaktır. Böylelikle şirket ve hanehalklarının özel açıkları kamununkini telafi edecek. Bu sürecin anahtarını, son tahlilde Merkez Bankası tarafından garanti edilen ve varlık piyasalarını canlandırmak için sunulan kesintisiz kredi arzı oluşturacaktır. (s. 2)

Brenner’in analizi literatürde pek çok tartışmayı da beraberinde getirmiştir.28 Bu çalışma açısından önemli olan, Brenner’in analizinde önceki değerlendirmelerde görüldüğü gibi finansal faaliyetlerde görülen artışın reel ekonomide 1970’lerin sonlarından beri yaşanan sorunlara ve durağanlaşmaya atfen açıklanmasıdır.

Finansallaşma yazınına önemli katkı yapan yazarlardan bir diğeri de Arrighi’dir.

Savaş sonrası gelişmelere vurgu yapan Sweezy ve Magdoff’un ya da analizi 1973 sonrasına odaklanan Brenner’in aksine, Arrighi 15. yüzyılda kapitalizmin ortaya çıkmasından

28 Brenner’in çalışmasının değer teorisine dayanan bir eleştirisi için bkz. Fine, Lapavitsas, and Milonakis (1999).

58

başlayarak uzun dönem perspektifli tarihsel bir değerlendirme yapmıştır. Arrighi (1994) finansın artan rolünü Marx’ın sermaye birikimi formülasyonu üzerinden inceler. Bu bağlamda, Marx’ın sermayenin döngüsüne dair formülasyonunun sadece sermaye yatırımının tekil eğilimini incelemek için değil aynı zamanda genel olarak kapitalizmin en erken döneminden bugüne kadarki eğilimini incelemek için de kullanılabileceğini ifade eder.

Tarihsel kapitalizmin gidişatının ana damarı maddi genişleme çağlarının (sermaye birikiminin PM aşaması) finansal yeniden doğuş ve genişleme çağlarıyla (MP’

dönemi) birbirini takip etmesidir. Maddi genişleme aşamalarında para sermaye [P]

artan oranda toplu metayı [M] (metalaşmış emek gücü ve doğanın nimetleri de dâhil olmak üzere) harekete geçirir, finansal genişleme aşamalarında artan oranda para sermaye (P’) kendini metasından özgür bırakır ve birikim finansal işlemlerle ilerler (Marx’ın kısaltmış PP’ formülünde olduğu gibi). Bu iki dönem ya da aşama birlikte tam bir sistemik döngüsel birikimi oluşturur (Arrighi, 1994, s. 6)

Arrighi (1994)’ye göre, finansal faaliyetler artmış ve finansal sistem yeni özellikler sergiliyor olsa da, finansın bu artan rolü ya da hâkimiyeti mevcut döneme özgü değildir.

Finansal genişleme, 15. yüzyıldan beri kapitalist ekonomilerde rekabetin yoğunlaşmasına cevaben her hegemonik gücün (Cenova, Hollanda, Britanya ve Amerika) düşüşü esnasında yaşanmıştır. Dolayısıyla, finansal genişleme kapitalizmin döngüsel doğasına içkin bir şeydir.

Arrighi (1994)’ye göre, son döngü (Amerika’nın hegemon olduğu dönemdeki birikim döngüsü) geç 19. yüzyılda başlamıştır. Bugün finansallaşma diye adlandırılan süreç bu döngünün 1973’te başlayan finansal aşamasıdır. Bu son genişleme önceki finansal aşamalardan oldukça farklıdır. Bunun esas sebebi finansal alanda kuralsızlaştırmaların ve serbestleşmelerin giderek artmasıyla birlikte bu finansal genişlemenin çok daha geniş ölçekli hale gelip, tüm dünyayı kapsamış olmasıdır. Farklılıkların altını çizmesine rağmen, Arrighi (2005) finansallaşmanın ve daha önceki finansal genişlemelerin kapitalizm tarihinin sürekliliğini temsil ettiklerini ekler. Her finansal genişleme aslında reel ekonomin durağanlaşmasını izleyen bir sürece tekabül etmektedir.

Finansallaşmaya dair yukarıda bahsedilen tüm bu çalışmaların ortak noktası geç kapitalizmin yeni dinamiklerindense aslında durağanlaşmasına vurgu yapmalarıdır. Üretken sektörlerde yatırım olanaklarının eksikliğinden kaynaklı sorunların analizi finansallaşmanın anlaşılabilmesi için son derece önemlidir. Fakat bunu yaparken, reel ekonomi ve finans arasındaki diyalektik ilişkiyi göz ardı etmemek de, tutarlı bir analiz sunabilmek için son

59

derece önemlidir. Her ne kadar finansal genişlemeye reel sektördeki dönüşümler yol açmış olsa da, finansal alandaki yeniliğin de üretim sisteminin yeniden yapılanmasını ve bu sürecin uluslararası sermaye alanına yayılmasını kolaylaştırdığı bir gerçektir (Albo vd., 2010, s. 33).

Marksist analizde, finans basitçe üretim üzerine konumlandırılmış bir olgu değildir. Reel birikim, finansın ilkelerini belirlese de sonuçta sermaye birikimi ve finans arasında karşılıklı bir nedensellik ilişkisi olduğu gözden kaçırılmamalıdır (Lapavitsas, 2010).

Buradan hareketle bu çalışma, son dönemde yaşanan finansal genişlemenin ancak kapitalizmin içinden geçtiği pek çok dönüşümün çok boyutlu bir analizi ile mümkün olabileceğini öne sürmektedir. Bu anlamda finansallaşma literatüründen, sadece bu sürecin kökenine ışık tutmak için değil aynı zamanda finansal ve finans-dışı alanlarda yaşanan ve birbirini etkileyen dönüşümleri de incelemek için yararlanılmaktadır.

Geç Kapitalistleşmiş Ülkelerde Finansallaşma

Finansallaşma erken kapitalistleşmiş ülkelerde yapısal bir dönüşüm olarak ortaya çıkmış olsa da, zamanla geç kapitalistleşmiş ülke ekonomilerini de etkisi almış ve böylelikle küresel bir boyut kazanmıştır. Bu ülkelerin içsel dinamiklerine bağlı olarak 1980 sonrası dünya ekonomisiyle artan bütünleşmeleri, finansallaşma süreçlerinin şekillenmesinde de önemli rol oynamıştır.

Kamu Borç Piyasalarının Gelişmesi

Devlet iç borç piyasalarının gelişmesi geç kapitalistleşmiş ülke ekonomilerinin finansallaşmalarının önemli bir ayağını oluşturur. Bu piyasalar, 1980’lerin başında Latin Amerika’da yaşanan borç krizine yönelik çözüm sürecinde gelişmişlerdir. Dolayısıyla, öncelikle borç krizinin bir değerlendirmesiyle başlamak konunun daha iyi anlaşılmasına yardımcı olacaktır. Bretton Woods sistemi altında, uluslararası borç piyasaları, çoğunlukla güney yarım küredeki belli ülkelere yönlenen resmi ve çift taraflı kredilerin hâkimiyeti altındaydı (Soederberg, 2005). 1970’lerde yaşanan iki petrol krizi ve Euro-dolar piyasasının büyümesi, geç kapitalistleşmiş ülkelerin uluslararası sermaye piyasalarına girişlerini teşvik etti.29 Ne var ki petrol krizleri, aynı zamanda sanayileşmiş ülkelerde durgunluğa da neden

29 “Euro-dolar piyasası 1960’larda ABD’nin sermaye çıkışlarını kısıtlama çalışmalarının bir sonucu olarak ortaya çıkmıştır. ABD’nin ulus ötesi şirketleri, deniz aşırı işlemlerini giderek bu neredeyse hiç düzenlenmemiş ve büyümekte olan piyasa üzerinden finanse etmeye başladılar. Hem likit hem de düzenlenmemiş olan ve giderek büyüyen bu deniz aşırı piyasa, yabancı yatırımcıların ABD açıklarını finanse etmeleri için önemli bir

60

oldu. İç talebin durgun olduğu ve Amerikan bankalarının iç pazarda pay kaybettiği bir dönemde yurt dışına borç vermek Amerikan bankaları için oldukça cazip hale geldi (Mahmud, 2010). 1970’ler boyunca, OPEC fazlaları dolar cinsinden sendikasyon kredileri şeklinde Asya, Orta Doğu, Afrika ve özellikle Latin Amerika ülkelerinde yeniden çevrime sokuldu (Vasudevan, 2009a). Bir başka deyişle, ABD’deki fazla sermaye geç kapitalistleşmiş ülkelerde bir kredi patlamasını fonladı (Mahmud, 2010). 1978-1979 dolar krizi sonrasında büyüyen enflasyonist baskıların sonucunda, ABD Merkez Bankası başkanı Paul Volcker’in nihai kararıyla, dolarda istikrar sağlayabilmek için sıkı para politikası uygulandı ve bu süreçte faiz daha önce görülmemiş seviyelere tırmandı. Faizlerdeki ciddi artış, artık borçlarını çeviremez hale gelmiş olan geç kapitalistleşmiş ülkelerde krizi hızlandırdı.30 1982 yılında Meksika’nın iflası borç vermelerin aniden kesilmesine neden oldu.

1982 borç krizi sonrasında, ticari bankalar, IMF ve diğer çok uluslu aktörler riskli olan ülkelere yeni krediler sağladılar. Amaç bu ülkelerin borç seviyelerini azaltabilecek kapasiteye gelebilmeleri için onlara gerekli zamanı tanımaktı. Ne var ki, yaşanan kriz bir nakit darlığına değil bu ülkelerin iflasına işaret etmekteydi (Pauly, 2003). Dolayısıyla borçların geri ödenmesi için zaman tanınması krizi çözmede etkili olmadı. 1982 yılında Meksika’nın iflası daha pek çok ülkenin iflasını izleyen bir sürecin başlangıcı oldu.

Meksika’yı daha sonra Brezilya, Arjantin, Venezüella ve Filipinler izledi (Vasudevan, 2009a). Geç kapitalistleşmiş ülkelerin borçlarını ödeyemeyeceklerinin açık hale gelmesinin ardından, 1985 yılında yeni bir plan hayata geçirildi. 1985’te uygulamaya konan Baker Planı, kamu teşebbüslerinin özelleştirilmesi, doğrudan yapancı yatırımların teşvik edilmesi ve yerel işletmelere yapılan sübvansiyonlara son verilmesi gibi piyasa yanlı reformlara bağlı olarak geç kapitalistleşmiş ülkelere yeni krediler verilmesini öngörmekteydi (Soederberg, 2005). Ne var ki Baker Planı, ne geç kapitalistleşmiş ülkelerin borç sorunlarını çözmede ne de piyasa reformlarının uygulamaya koyulması için motivasyon sağlamada başarıya ulaştı.

1989 yılında Brady Planı ile geç kapitalistleşmiş ülkelerin dış borçlarını ödemeleri için yeni bir strateji öngörmekteydi. Daha önceki planların başarısızlığı, kredi sağlayan özel kurumlar ve borçlu ülkeler arasında bir antlaşma sağlanarak borçların yeni bir ödeme planına

araç haline geldi. 1970’lerde, OPEC ülkelerinin dolar endeksli fazlaları da bu piyasa üzerinden yeniden dolaşıma sokulunca, piyasa tam teşekküllü bir sermaye piyasası olacak şekilde büyüdü” (Vasudevan, 2009b, s.

484).

30 Anaakım yaklaşımlarda sıkça borç krizinin esas nedeninin ithal ikameci kalkınma stratejisini olduğu öne sürülür. Fakat şu bir gerçektir ki; Latin Amerika, Orta Doğu, Kuzey Afrika ve hatta bazı Sahra altı Afrika ülkeleri ithal ikameci sanayi stratejisine dayalı politikalar sayesinde iktisadi büyüme açısından fevkalade ilerleme kaydetmişlerdir. Rodrik (1998)’e göre, borç krizlerinin ithal ikameci sanayi politikalarıyla hemen hemen hiç ilgisi yoktur. Bu krizin ardındaki esas sebep dış şoklara karşın uygun maliye, para ve döviz kuru politikalarının uygulanmamış olmasıdır.

61

bağlanmasının işe yaramadığını açığa çıkarmıştı. Yeni planda borçların azaltılması için pazarlık yapılması hedeflenmekteydi. Borç indirimlerinin bir kısmı uluslararası finansal kuruluşlardan alınacak kredilerle fonlanacak, geri kalanıysa dış borç yatırım takasıyla (debt-equity swap) yani temerrüde düşmüş kredilerin Brady tahvillerine dönüştürülmesiyle yeniden yapılandırılacaktı.31 Ünal, Demirgüç-Kunt, ve Leung (1993) planın nasıl işlediğini anlatmak amacıyla Meksika finans paketinin içeriğine dair kısa bir açıklama sunmaktadır:

bağlanmasının işe yaramadığını açığa çıkarmıştı. Yeni planda borçların azaltılması için pazarlık yapılması hedeflenmekteydi. Borç indirimlerinin bir kısmı uluslararası finansal kuruluşlardan alınacak kredilerle fonlanacak, geri kalanıysa dış borç yatırım takasıyla (debt-equity swap) yani temerrüde düşmüş kredilerin Brady tahvillerine dönüştürülmesiyle yeniden yapılandırılacaktı.31 Ünal, Demirgüç-Kunt, ve Leung (1993) planın nasıl işlediğini anlatmak amacıyla Meksika finans paketinin içeriğine dair kısa bir açıklama sunmaktadır: