• Sonuç bulunamadı

KURAMSAL ÇERCEVE

FEMİNİST KURAMLAR

Feminist kuramlar olarak temel feminist teoriler ve İslamcı feminizm kuramsal çerceve içine dahil edilmektedir. Temel feminist kuramlar; Liberal Feminizm (Aydınlanmacı Liberal Feminizm), Sosyalist Feminizm, Radikal Feminizm olarak sınırlandırılmıştır.

İslami feminizm ise yazıları incelenen kadınların tartışmalarına çok benzediği için önemli bulunarak temel teorilere eklenmiştir. Bunların dışında Kültürel feminizm, Varoluşcu feminizm, Postmodern-feminizm, Siyah feminizm, Post-kolonyal Feminizm, Lezbiyen feminizm, Eko-feminizm, son olarak da son dönemde kadın çalışmalarında ortaya çıkan Kesişimsellik yaklaşımı (intersectionality) kuramsal çerceve dışında bırakılmıştır. Kuramsal çerceveden amaç, incelenen yazar kadınların hangi feminizmlere benzediği ve kendilerinin özgünlükleri ortaya çıkarmak olduğundan temel teorileri ve İslami Feminzmi almak kategorize etmek bağlamında uygun bulunmuştur.

Aydınlanmacı Liberal Feminizm

“Tüm kadınlar en erken yaştan itibaren, olmak istedikleri ideal karakter erkeklerinkinin tam zıddıymış gibi bir inançla yetiştirilirler; onlar için ideal, iradeye kendi kendini yönetme gücüne sahip olmak değil, boyun eğmek ve başkalarının denetimine girmektir.” (John Stuart Mill, 2008)

Aydınlanma felsefesi ya da 18. yüzyıl felsefeleri, genel anlamda insanın kendi yaşamını düzenlemesini yeniden gündeme almış, sadece düşüncenin değil, toplumsal yaşamın da esaslı değişimlere uğrayacağı bir süreci düşünsel/felsefi açıdan başlatmıştır. 18. yüzyılın sonlarına doğru, 1789 yılında meydana gelen Fransız Devrimi ve devrimin ardından gerçekleşen modernleşme süreçleri, düşünsel anlamda etkilerini ve kaynaklarını aydınlanma felsefesinde bulmaktadır.

30

Din ya da Tanrı merkezli, yani skolâstik bir çizgiye sahip sosyal yapının ve düzenlemelerin yerini bu süreçte “akıl” merkezli toplumsal düzenlemeler arayışı alır.

Geniş ve de genel anlamıyla “Aydınlanma”, Ortaçağ'da baskın bir biçimde hüküm süren, dogmatik skolâstik hayat görüşüne karşı yeni bir hayat görüşünün ortaya çıkması ve yerleştirilmesi olarak ifade edilir. Bu yüzyıl, yeni bir ideal ile tarih sahnesinde yer alır; bu ideale göre, aklın aydınlattığı kesin doğrulara ve bilginin ilerlemesine dayanan entelektüel bir kültür egemen olmalıdır ve bu kültür sonsuz bir şekilde ilerlemelidir.

Böylece “ilerleme ideali”, insanın gelenekselliğin tutsaklığını atlatarak sürekli bir mutluluk ve özgürlük yolunda olgunlaşacağı fikrine dayandırılır. Aydınlanma felsefesinin kaynağı, Rönesans felsefesi ve özellikle de 17. yüzyıl felsefesinin ortaya koyduğu ilkeler ile aynıdır. Rönesans’tan itibaren düşüncenin tarihsel yaptırımlardan kurtulması, bilgi ve yaşam hakkında akla ve tecrübeye dayanmaya başlaması söz konusudur. 17. yüzyılda bu gelişmeler bir sistem haline getirilip ana ilkelere dönüştürülmeye başlanmış, akılcılığın belirginleştiği bu yüzyılda, aydınlanma felsefesinin düşünsel temellerine bir anlamda zemin hazırlanmıştır. Sekülerleşme – yani dinden bağımsız olma – Aydınlanma felsefesinin ve genel anlamda Aydınlanmacılığın her tür girişiminde esas olmuş olan bir yönelimdir.

Aydınlanma çağı, insanlık tarihinde, ilerleme açısından önemli bir yere sahiptir; lakin kadın için, bu, pek de öyle değildir. Aydınlanma çağı, erkeklerin dünyasını aydınlatmıştır, kadınları karanlıktan kurtardığı pek söylenemez. Çünkü günümüzde halen daha büyük itibarlar gören ve bilim dünyasına ve çeşitli disiplinlere önemli katkıları olmuş “aydın”ların düşünceleri ve söylemleri cinsiyetçiliğin pençesinden kurtulamamıştır.

Alman filozofu Ernst Cassirer, Aydınlanmanın akılcı dünya bakışını yeni Stoacı olarak tanımlamıştır. Kadim Stoacı bakış, dünyanın akılcı olarak matematiksel “doğal” hukuka göre işlediğini ileri sürmüştür. Her bir bireyde Tanrı vergisi bir aklî yetenek olduğundan bireyler bu kurallara bir şekilde ulaşmaktadır. Bu yetenekler özgürce, genel temel

31

kanunların ve kuralların önsel olarak var olduğu spesifik durumlardan ötürü ortaya çıkar. Bu da demek oluyor ki; birbirinden kökten tecrit edilmiş ve bağımsızlaştırılmış tüm beyinlerin mekanik olarak aynı yönde çalıştığı öne sürülebilir. Kadın ve erkek fark etmeksizin aklı izleyerek herkes aynı sonuca ulaşabilir. Fakat Newton’un değerler dizisine göre, akla ve mekanizmanın matematiksel ilkelerine uygun olarak işlemeyen şeyler, ikincil, yeterli olmayan, gerçekten uzak ve adlandırılamaz “öteki” olarak kabul edilir. Yani, erkek liberal düşünürlerin bakış açısına göre kadın, işte bu ikinci kategoriye dâhildir. (Donovan, 2010: 18)

Kadının, “aileye ait olduğu” ve “kocasının koruması altında olduğu” fikri, tüm liberal erkek kuramcıların ortak düşüncesiydi. Ne kadar trajikomiktir ki; kuramsal olarak doğal hakların tüm insanlar için olduğu görüşünü savunan John Locke gibi düşünürler dahi böyle düşünmekteydi. (Donovan, 2010: 20) Bu da, erkek düşünürlerin ne kadar özgürlükçü ve eşitlikçi olurlarsa olsun erkek egemen bir dünya gördüklerini ve kadına değer vermediklerini gösterir. Aydınlanmacı liberal feminizm, işte böyle bir çağ ve ortamda var olmuştur.

“Liberal feministler, kadınların erkeklerin yaptığı her şeyi yapabileceklerini savunurlar. Kadınların erkeklerle eşit kabul edilmesi gerçeğinin doğanın değil ataerkil ideolojilerin, ayrımcı toplumsallaştırma uygulamalarının ve rollerin sonucu olduğunu iddia ederler. Başka bir deyişle, kadınlar, doğanın değil kültürün;

biyolojik belirleyicilerden çok toplumsal organizasyonların sonuçlarıydılar ve bundan dolayı değiştirilebilirdiler.”(Grosz, 1990: 336-337)

Steeves’in L. H. (1994: 144) de vurguladığı gibi, liberal teorinin “rasyonel zihinsel gelişimin en yüksek insan ideali olduğunu ve devletin bu amacı ve bununla ilintili amaçları izleme konusunda hekese eşit fırsatlar yaratılmasını güvence altına alacak şekilde edimde bulunması gerektiğini” vurguladığını söylemek mümkündür. Bu nedenle liberal feministlerin çoğu kadınların entelektüel gelişimini ve mesleki başarı fırsatlarını geliştirecek yasalar oluşturmaya ya da varolanları değiştirmeye çabalarlar. Erken dönem

32

liberaller, eşit oy ve mülkiyet hakkı için çalışmışlardı. Günümüzde ise liberaller, eşit ücret ve istihdam sorunu gibi konular için çalışmaktadır.

Liberal feminist söyleme göre, özgürlük ve eşitlik konusu ile ilgili liberal ilkeler kadınlar için de uygulanmalıdır. Kadın ile erkek arasındaki eşitsizliğin rasyonel argüman yoluyla çözümlenebilecek bir irrasyonel önyargı olduğuna inanmaktadır.

Liberal feministler, kapitalist sistemde fırsat eşitliğinin varolduğuna inanırlar, bu da incelenen her birimi eşit kabul eden geleneksel toplum bilim yöntemlerini kabul etmelerine neden olur. Amerikan Bağımsızlık Bildirisinde ifade edildiği gibi;

“Biz her insanın yaratan tarafından vazgeçilmez haklara –ki bu haklar arasında yaşam, özgürlük ve mutluluğa sahip olma hakları sayılabilir- sahip olarak eşit yaratıldıklarının aşikar olduğunu düşünerek bu gerçekleri kabul ediyoruz”.

Newton’un paradigmasına göre, akla ve mekanizmanın matematiksel ilkelerine uygun olarak işlemeyen şeyler, ikincil, yeterli olmayan, gerçekten uzak ve adlandırılamaz Öteki olarak kabul edilir. Erkek liberal düşünürlerin bakış açısına göre kadın, işte bu ikinci kategoriye girmektedir. O halde Newton’un dünya görüşü, bir tarafta akıl aracılığıyla yönetilen kamusal dünya ve evrenin fiziksel dünyası ile diğer tarafta akıl-dışı olarak nitelendirilen duygusal ilişkilerin, kişisel mizaçların, kader, estetik ile ilgili sorunların, ahlaki yargıların ve kadının yer aldığı marjinal dünya arasında kökten bir ayrım ya da kırılma olduğunu öne sürmektedir. (Donovan, 2010: 18-19)

Liberal erkek kuramcılar tarafından ortaya atılan varsayıma göre, doğal haklara sahip olan kişiler, ailelerin efendileri olan mal sahibi erkeklerdir. Bu önerme 20.yüzyıla kadar yer almıştır. Doğal haklar geleneğinden gelen feminist kuramcılar, kadınların birer vatandaş olarak, erkekler ile aynı temel haklara sahip birer “insan” olduklarını ileri sürmektedir. Temel doğal haklar doktrinini kadınlara uyarlayan en erken girişim Elisabeth Cady Stanton tarafından kaleme alınan 19-20 Temmuz 1848 tarihinde

33

”Declaration of Sentiment” (Duygular Bildirisi) dir. Deklarasyon 100 kadın ve erkek tarafından imzalanmıştır. Açılış cümlesi şöyledir;

“İnsani olayların akışı içinde, insanlık ailesinin bu bölümünün, yeryüzü halkaları arasında, şimdiye kadarkinden farklı, tabiatın ve Tanrının onlara hak tanıdığı bir tavır alması ihtiyaç hasıl olursa, (bu kişilerin) kendilerini böyle bir tavır almaya iten nedenleri açıklamaları, insanoğlunun fikrine duydukları saygının gereğidir.

Bütün erkekler ve kadınlar eşit olarak yaratılmışlardır, yaratıcıları tarafından verilmiş ve vazgeçilemez haklara sahiptirler ki bunların arasında yaşam, özgürlük ve mutluluğun peşinden koşma hakkı vardır, bu hakları korumak için güçlerini yönetilenlerin rızalarından alan hükümetler kurulmuştur- bu hakikatleri aşikar sayıyoruz.”

Duygular Bildirgesi’nin yazarları 15 şikayet sıralarlar. İlk ikisi oy verme hakkının kadınlardan esirgenmesi ve yönetilenlerin kanunlara rıza gösterme hakkıyla ilgilidir.

Daha sonraki birçoğu ise evlilik sözleşmesinin adaletsizliği ile ilgilidir:

“Eğer evliyse erkek kadını kanunlar önünde, vatandaşlığı sona ermiş gibi gösterir.

Kadının mülkü üzerindeki tüm hakları ve hatta kazandığı parayı bile alır… Evlilik anlaşmasında, kadın kocasına karşı itaatkar olacağı üzerine söz vermeye zorlanır.

Erkek, kadının efendisi olmaktadır – kanun erkeğe kadının özgürlüğünü elinden alma ve onu cezalandırma hakkını vermektedir.”

Son birkaç şikayet, kadınların siyasi hakları konusunda değil, fakat toplumsal önyargılar üzerinedir: kurucular bunların da kadına boyun eğdirmeye yaradığını belirtmektedirler.

Kadın, “kazanç getiren iş”lerden uzak tutulmakta ve yaptığı iş karşılığında erkek ile eşit ücret alamamaktadır. Teoloji, tıp ve hukuk gibi mesleklerden dışlanmaktadırlar. Bütün üniversitelerin kapıları onlara kapalıdır. Kilisede liderlik mevkilerine gelmesine izin verilmemektedir. Namus konusundaki çifte standart, kadınları kamusal olarak ayıp sayılan davranışlar konusunda mahkum ederken, aynı davranışlardan (özellikle cinsel suçlardan) erkekleri muaf tutmaktadır. Kadın muhtaç ve düşkün bir yaşam sürmeye mecbur bırakılmakta, özsaygısı ile birlikte özgüveni de sistematik olarak zayıflamaktadır.

34

Aydınlanmacı Liberal Feministlerin temel düşünceleri;

1- Akla İnanç; Akıl ve tanrı neredeyse eş anlamlıdır. Birey aklı içinde tanrısal bir kıvılcım barındırır; bu kişinin vicdanıdır. Frances Wright ve Sarah Grimke gibi feministler, gerçeğin en güvenilir kaynağının herhangi bir yerleşik kurum ve gelenek değil, bireysel vicdan olduğunun göz önünde tutulması gerektiğini belirtirler.

2- Kadının ve erkeğin ruhları ile akılcı yeteneklerinin aynı olduğu inancı: Başka bir deyişle kadınların ve erkeklerin ontolojik olarak benzer oldukları inancının ifadesidir.

3- Toplumsal değişme ve toplumun dönüşümüne etki etmenin en iyi yolunun eğitim –özellikle eleştirel düşünebilmek için eğitilmek- olduğuna inanç: Varolan kültürel ve geleneksel algıların kadın lehine eğitim yoluyla düzeltilebileceğine ilişkin düşüncenin tanımlanmasıdır.

4- Bireyin diğer bireylerden ayrı olarak gerçeği arayan akılcı ve bağımsız bir aktör olarak hareket eden ve haysiyeti bağımsızlığına bağlı olan yalnız bir varlık olduğu görüşü: Bireyselleşme, kadının birey olduğu fikrinin de doğduğu yerdir.

5- Aydınlanma kuramcıları, doğal haklar doktorinine bağlı kalmışlardır: Önemli birçok kuramcı kendilerini siyasi haklarla ilgili taleplerle sınırlandırmamakla birlikte 19.yüzyıl kadın hareketi esas olarak bu talepler özellikle oy verme hakkı talebi üzerine oturmuştur.

Feminist akımlarla ilgili kaynaklar, ilk akım olarak Aydınlanmacı liberal feminizmle başlarlar; çünkü hem kronolojik olarak diğer yaklaşımlardan önce gelir hem de feminizmle ilgili tüm diğer yaklaşımlar, öncelikle Aydınlanmacı liberal feminist tezlerle bir hesaplaşmaya girme ihtiyacı hissederler. Bu da, tüm tartışmalarda Aydınlanmacı liberal feminizme öncelikli bir yer kazandırmaktadır. Kadının kamusal alanda yer almasına olanak sağlanmamasını ve özel alan ile sınırlı kalmasını reddederek, bir birey olarak kendini geliştirecek güce sahip olması gerektiğini savunan ve destekleyen Aydınlanmacı liberal feminizm, 18. yüzyılın son demlerinde, ortaya çıkmıştır.

35

Aydınlanmacı liberal feminizmi, 19. yüzyılda teorileştiren feminist düşünürlerin isimleriyse şöyledir: (Sevim, 2005: 55)

• Marry Wollstonecraft (1759-1797)

• Frances Wright (1795-1852)

• Sarah Grimke (1792-1873)

• Sojourner Truth (1795-1883)

• Elisabeth Candy Stanton (1815-1902)

• Susan B. Antony (1820-1906)

• Harriet Taylor (1807-1858)

• J. Stuart Mill (1806-1873)

Aydınlanmacı liberal feminizm liberalizmden de beslendiği için, bu alt akımın temel argümanlarını kabaca anlamak anlamlı olacaktır. Liberalizm; liberal düşünce, özgürlük, sınırlandırılmış bir devlet, bireycilik, özgürlük taraftarı bir akımdır. Liberalizmin özünü

“bireysel (doğal) haklar kuramı” ile “adalet” oluşturur. Doğal haklar doktrini’nin açıklaması kısaca şöyledir:

“İnsanoğlunun kendi iradesiyle (faculty of choice / free will) koyduğu, akli ve rûhî melekeleri ile oluşturduğu kurallar bütünü ve hukuk sistemi olan Pozitif Hukuk’tan farklı olarak, insanoğlunun yaratılışından gelen ve (sadece) insan olduğundan dolayı edinilen, belirli doğal haklar bütününden oluşan ve doğal hukuk sistemini temellendiren öğreti ve kurallar bütününe Doğal Hukuk (Jus Naturale [Platon] Jus Gentium [Saint Thomas]) denilmektedir. Bu haliyle Doğal Hukuk (the Natural Law), hukuki ilkelerin doğada var olan veya var olduğu kabul edilen düzenlere ve sistemlere göre belirlendiği bir hukuk sistemi ve felsefesidir. Modern anlamda, insan hakları düşüncesinin doğmasına kaynaklık eden Doğal Hukuk’ta İnsan, pozitif hukuk da olduğu gibi hukuku icat eden değil, sahip olduğu, yaratılışından gelen melekeleri ile onu keşfedendir. (Özlem, 2003)

John Locke ile başlayan liberal düşünce, temelde insanı hak sahibi bir özne yani bir birey olarak ele alır ve değerlendirir. Bu değerlendirmenin sonucu olarak da bireyin doğuştan getirdiği sadece ama sadece insan olması nedeniyle sahip olduğu, dokunulmaz ve devredilmez haklarla donatılmış bir özel alanın her türlü dış kuvvete karşı güvence

36

altına alınmak istenmesidir. Liberalizmin serbestliğe verdiği bu temel önem, her bireyin bu serbestlik alanına sahip olmak bakımından diğerleriyle eşit olduğu anlamında bir eşitlik anlayışıyla bütünleşmiştir. Liberalizme göre, bu bakımdan insanlar arasında her hangi bir ayrım yapılamaz. (Köker, 1998: 57-58) Ayrıca liberalizm, devleti bireylerin temel hak ve özgürlüklerini güvence altına alan bir kurumsallaşma olarak anlamaktadır.

(Köker, 1998: 62) Fakat Aydınlanmacı Liberal Feminizmin doğduğu ve de hüküm sürdüğü yıllarda, Fransız Devrimi ve Amerikan Bağımsızlık Bildirisi nihayetinde özgürlük ve eşitlik gibi kavramların sıkça telaffuzu geçmesine rağmen devletler, kadınlara oy hakkı vermiyordu. Bu da, bir bakıma kadınların “vatandaş” olarak kabul edilmemesi demektir.

Temel hak ve özgürlük gibi kavramlara istinaden ortaya çıkan Aydınlanmacı Liberal Feminizmin, yaklaşık üç yüz yıllık bir geçmişi vardır. 18. yüzyılda kadın ve erkeğin doğal olarak eşit haklara sahip olması gereğini savunmuş, 19. yüzyılda yasalar önünde eşitlik, mülkiyet hakkı, oy kullanma hakkı istençleriyle mücadelesini devam ettirmiştir.

Biraz önce de bahsi geçtiği üzere, bu haklar olmazsa, kadınlar ne “vatandaş” ne de

“birey” olarak görülmektedir. Ayrıca, Doğal Haklar Doktrini’ne de aykırı bir durum mevzubahistir. Tarih sürecinde yerleşik hayata geçiş ile belirginleşen kamusal ve özel alan ayrımında özel alana “hapsedilen” ve Sanayi Devriminden sonra sayısı artan sanayilerde istihdam edilen eşlerinden kopup evlerinde atıl ve bağımlı hale gelen kadınlar, eşit hak ve iş için çabalarına devam etmiş, yavaş yavaş düşük ücretlerle istihdam edilmeye başlamışlardır. Ancak bu süreçte siyasal haklara sahip olunmadan ve karar alma mekanizmalarında yer almadan hiçbir şeye sahip olamayacaklarını anlayan feministler, 20.yüzyılın ortalarına kadar süren “medeni haklar” mücadelesini başlatmışlar ve dünyanın pek çok ülkesinde, bu doğrultuda medeni yasanın değişmesinde başarılı olmuşlardır.

Kadının kamusal alanda yer almasına olanak verilmemesini ve özel alan ile sınırlı kalmasını reddederek, bir birey olarak kendini geliştirecek (gizil) güce sahip olması gerektiğini savunan ve destekleyen Aydınlanmacı liberal feminist teorinin klasik

37

savunucusu olarak, İngiliz yazar Mary Wollstonecraft kabul edilmektedir. Zira Mary Wollstonecraft’ın 3 Ocak 1792’de tamamlamış olduğu A Vindication of the Rights of Woman (Kadın Haklarının Savunusu / Kadın Haklarının Gerekçelendirilmesi) adlı eseri, kendisinden önce birkaç feminist metin yazılmış olmasına rağmen feminist teori tarihindeki ilk önemli çalışma olarak kabul edilmektedir. Kadın Haklarının Gerekçelendirilmesi, daha sonraları, feminist düşünce için başat eser olmuştur.

Wollstonecraft’ın eserinden dört ay önce, yani Fransız Devriminin erken safhalarında, Eylül 1791 tarihinde Paris’te, Olympe de Gouges Les Droits de la Femme (Kadın Hakları) adlı bir el broşürü yayınlamıştır ve maalesef, Fransız devriminin ruhuna aykırı olarak Gouges hakkında giyotinle idam kararı verilmiştir. 18. yüzyıl öncesinde yazılan birkaç feminist kitapçık ise, şunlardır: (Donovan, 2010: 15-16)

• Christine de Pisan, L'epistre au Dieu d'Amours (1399)

• Christine de Pisan, L’Epistre sur le Roman de la Rose (1400)

• Jane Anger, Her Protection for Women (1589)

• Marie de Gournay, L’Egalité des Hommes et des Femmes (1604)

• Anna van Schurman, De Ingenii Muliebris ad Doctrinam et Meliores Litteras Aptitudeni (1641)

• Poulain de la Barre, De L’Egalité des Deux Sexes (1673)

• Bathsua Makin, An Essay to Revive the Ancient Education of Gentlewomen (1673)

• Mary Astell, A Serious Proposal to Ladies for the Advancement of their True and Greatest Interest (1694)

Mary Wollstonecraft’a göre, mademki erkekler ve kadınlar aynı ahlaki ve düşünsel öze sahipler, o zaman bu aynı ahlaki ve düşünsel öz gereği de aynı zihinsel ve tinsel eğitimi eşit bir şekilde almalıdırlar. Fakat gelin görün ki; teoride ve uygulamada maalesef eşit bir durum söz konusu değildir. Bu tezad ile temel Aydınlanmacı Liberal Feminist duruş ortaya koyulmaktadır: akıl, - cinsiyet fark etmeksizin – her insanda aynıdır. Mary Wollstonecraft’ın Kadın Haklarının Gerekçelendirilmesi aslı eseri – feminist teorinin bir ilk olarak kabul edilen eseri – de en özünde bu noktaya dayanır.

38

19. yüzyıl Amerikan kadın hakları hareketinin önemli iki lideri Elisabeth Cady Stanton ve Susan B. Anthony, öncelleri Mary Wollstonecraft tarafından belirtilen Aydınlanma Teorisini geliştirmiştir. Cinsler arasında fark olmadığını belirten Stanton, dolayısıyla her iki cinsin de eşit haklar hak ettiklerini savunmuştur. Stanton’un temel liberal tezi, birey olan kadınların öncelikle erkek cinsi olmak üzere bir başkasına muhtaç olmadan, kendi ayakları üzerinde durabilmeleri, kendi yaşamlarını kazanabilmeleri için birtakım haklara sahip olmaları gerektiğidir. Susan B. Anthony ise, kimi önermelerinde doğal haklar doktrini üzerinde ayrıntılı olarak durmuştur.

Wollstonecraft’a ek olarak, J. Stuart Mill ve liberal feminizmin ilk düşünürleri olarak kabul edilen diğer yazarlar insanları diğer canlı varlıklardan farklı kılan en temel ve belirgin özelliğin akıl olduğunu ve sahip olunan potansiyel zihinsel kapasite açısından da insanlar arasında bir farkın olmadığını, bu yüzden de birbirinden farklı kadın ve erkek doğasından ziyade insan doğasından bahsetmenin daha uygun olacağını savunmakla iş başlamışlardır.

Sarah Grimke’ye göre ise ne aklın ne de zihinsel gücün bir cinsiyeti vardır. Toplumsal cinsiyet normları ve bu normlardan gelişen toplumsal cinsiyet rolleri gibi ayrımlar, yine erkeklerin alanı – kamusal alan – ve kadınların alanı – özel alan – hakkındaki fikirler keyfîdir.

Aydınlanmacı liberal feministlerin, kadınla erkeğin ruhunun ve zihinsel yeteneklerinin aynı olduğunu belirtmeleri, bir başka şekilde şöyle ifade edilebilir: Kadınlar ve erkekler ontolojik olarak bir farklılık göstermezler. Buna ek olarak da kadının hak ettiği yeri alması için toplumsal değişmenin şart olduğunu ve bu toplumsal değişmeye giden yolun en etkili yolunun da eğitimden geçtiğini belirtirler. Çünkü ait oldukları çağda, çoğu varlıklı ailelerin mensubu olan pek az kadın eğitim hakkına sahip olabiliyordu.

39

Kadınlara verilen eğitim de erkeklerinki ile aynı değildi. Kadınlara verilen eğitim, daha çok “nitelikli bir ev hanımı” yetiştirmeye yönelikti. Türkiye’deki kız olgunlaşma okullarının çıkış mantığı da buna benzemektedir. Yani, akıl ve eleştirel düşünmeyi geliştiren bir eğitim değildi. Oysaki nitelikli bir eğitim, özellikle de eleştirel düşünebilmek için gereklidir. Bu “nitelikli” eğitim de erkeklere tanınan eğitimdir.

Tarihsel olarak kadının zihinsel kapasitesini erkekten daha az kullanmasını, birçoklarının ileri sürdüğü gibi “kadının doğal olarak erkekten daha düşük bir zihinsel

Tarihsel olarak kadının zihinsel kapasitesini erkekten daha az kullanmasını, birçoklarının ileri sürdüğü gibi “kadının doğal olarak erkekten daha düşük bir zihinsel

Benzer Belgeler