• Sonuç bulunamadı

Felsefe Eğitimine Erken Yaşta Başlamak Neden Önemlidir?

2. YÖNTEM

2.3. Felsefe Eğitimine Erken Yaşta Başlamak Neden Önemlidir?

Eğitim sistemimizde felsefe dersleri sadece lise eğitimi sürecinde iki yıl (10 ve 11.

sınıf) yer almaktadır. Bu durumda çocuklar, doğru düşünme ve sorgulama temeline dayanan felsefe eğitimi ile geç tanışmaktadır. Doğru bilginin bu zamana kadar sorgulanmaması ve sadece bilgi aktarımının yapılmış olması geç kalınan felsefe derslerinin istenilen sonucu vermemesine sebep olmaktadır (Kefeli ve Kara, 2008).

Felsefe eğitiminin gençler için yalnızca lise eğitimi sürecinde yer alması ve üniversite sınavları baskısı dolayısıyla etkisiz kalıyor olması başka çözüm arayışları doğurmuştur;

böylelikle ders sınırlarını aşan eğitsel çalışmalar yaparak bu açığın kısmen kapatılması amaçlanmıştır (Direk, 2002).

Droit’ e göre (2014), çocuklar dört-beş yaşına geldiklerinde, metafizik sorular patlak vermeye başlar, bunlar bazen en derin ve en zor olanlarıdır. Bu yaştaki bir çocukla elbette kavramsal çözümlemelere girmek söz konusu değildir. Fakat Droit (2014), bu sorulardan kaçmamak gerektiğini ve yaşı kaç olursa olsun çocuğa düşünme sürecinde eşlik edilmesi gerektiğini vurgulayarak; sadece dört- beş yaşlarındayken bile çocukların olağanüstü

sorgulama derinliğini, yorumlarının şiirsel gücünü göz önünde bulundurmak gerektiğini belirtir. Çocukların sordukları sorulara dikkat ettiğimizde temelinde derin bir bilme ve anlamlandırma isteğinin olduğunu fark ederiz. Aynı zamanda çocuk bunu fayda gözetmeksizin, doğal olarak ister. Nitekim Aristoteles, Politika adlı eserinde bu durumu şu şekilde ifade etmiştir. “Kendilerinden başka bir amaçları olmayan, yalnızca düşünmek ve kurguda bulunmak için yapılan düşünce ve kurgu- bunlar daha etkindir, çünkü kendileri amaçlarıyla birdir.” (Aristoteles, çev.,2014). Matthews (2000) ise, felsefeye kendiliğinden yönelen bu tür çıkışların üç ve yedi yaş arasında sıklıkla gözlenebilen bir şeyken; daha büyük çocuklarda, sekiz- dokuz yaşlarında bile, bunların nadiren dile getirildiğini ifade ederek, şunu iddia eder: “Çocuklar okul hayatına tam olarak uyum sağladıkları anda, sadece ‘faydalı’ sorgulamaların onlardan beklendiğini öğrenirler.

Felsefe böylece arka plana itilir; ya da kişisel olarak yaşanır ve başkalarıyla paylaşılmaz ya da tamamen durağanlaşır.” Matthews’in iddia ettiği bu düşünceden yola çıkarsak; aile ya da okul ortamında sadece kendisinden beklenen şeyler üzerine ve kendisinden beklenen şekilde düşünen bir çocuk merakını tatmin edemeyecek, zamanla soru sormaktan ve öğrenmeyi istemekten vazgeçecektir. Bu nedenle bireydeki öğrenme isteğinin belki de en kritik döneminde onlarla felsefe yapmak, onlara yapılabilecek en büyük iyiliktir.

Çocuklarla felsefe eğitimine erken yaşta başlamayı gerektiren bir diğer neden de, çocukluk döneminde öğrenilenlerin sonraki yaşantılara aktarımında önemli olmasıdır. Bu yaşantıların çocukların kişilik gelişimini önemli ölçüde etkilediği düşüncesi eğitim psikologları tarafından sık sık dile getirilmektedir. Bireyin sosyal ve fiziksel çevresi içinde tutarlı olarak gösterdiği kişilik özelliklerinin oluşumunu betimleyen kişilik gelişimi üzerinde çalışan psikologların bu konudaki görüşleri arasında farklılıklar bulunmakla birlikte, kişiliğin bireyin doğuştan gelen özellikleriyle çevresel etmenlerin etkileşimine bağlı olarak şekillendiği bilinmektedir (Can, 2016; Miller 2017). Erickson, her bir gelişim döneminde bireyin başa çıkması gereken yeni bir karmaşa ile yüz yüze geldiğini ileri sürerek, bunların başarıyla atlatılabilmesinin birey için o döneme özgü temel gelişim görevi olduğunu belirtmiştir (Can, 2014; Miller 2017). Herhangi bir dönemde karşılaşılan karmaşanın başarılı bir biçimde atlatılabilmesi için de daha önceki dönemlerdeki karmaşaların çözümlenmiş olmasını gerektirmektedir. Buna bağlı olarak, erken yaş dönemindeki bireyin doğru şartlar ve uyaranlar dâhilinde eğitilmesinin onların

kişilik gelişimine önemli ölçüde katkıda bulunacağını söyleyebiliriz. Özellikle de eleştirel düşünme, akıl yürütme, sorgulama temeline dayanan bir felsefe eğitimi ile bireylerin küçük yaşlarda doğru düşünerek, çıkarımlarda bulunmasının yolu açılabilir. Nitekim J.J.

Rousseau’ya göre, küçükken öğrenilenlerin yerine başkasını koymak çok güçtür (Rousseau, 2008).

Felsefenin şüphe ile başladığı görüşü Descartes’ten bu yana vurgulanmaktadır.

Descartes, Yöntem Üzerine Konuşma adlı eserinde düşünmenin açık ilkelerini aşama aşama saptamaya çalışırken yöntemsel bir kuşku ile yola çıkar. Yargılarımızı belirleyen şeyin kesin bilgiden ziyade, alışkanlıklar ve karşılaştığımız örneklerden oluştuğunu dile getiren Descartes, gerçekleri keşfetmenin yolu olarak dört kural ileri sürer; bunlar kesin olarak doğru olduğunu bilmediğimiz hiçbir şeyi doğru kabul etmemek, ele aldığımız her bir zorluğu onu daha iyi anlamak için küçük parçalara ayırmak, en basit ve bilinmesi gereken en kolay şeylerden başlayarak en karmaşık şeylere doğru kademeli olarak ilerlemek ve son olarak da her aşamada genel denetlemeler yaparak herhangi bir şeyin unutulmadığından emin olmaktır (Descartes, çev., 2014). Descartes’in vurgulamış olduğu şüphenin, felsefe yapmak için en başa dönüp, okullarda öğretilen doğrulara ya da toplum yargılarına bağlı kalmak yerine, bildiğimizi sandığımız şeyleri yeniden ele almamızın gerekliliğine atıfta bulunduğu söylenebilir. Buna bağlı olarak bir yetişkinin, o zamana kadarki oluşumu (varoluşu) düşünüldüğünde, yaşantılarına bağlı olarak oluşan ön yargılarından kurtulması pek de kolay olmayacaktır. Çocukların ise bu konuda yetişkinlere oranla daha şanslı oldukları söylenebilir. Nitekim Descartes, önyargıların çocukluk döneminde oluştuğunu ve yalnızca felsefe ile bunun üstesinden gelinebileceğini belirtmiştir (Unesco, 2007). Matthews ise (2000), sadece “baştan başlama” nın felsefe yapmaya yeterli olduğunu düşünmenin yanlış olduğunu belirtmiş; fakat “saf” sorularla başlayarak öğrenmeye çalışmanın, felsefi yeteneğin işlenmesi için gerekli bir koşul olduğunu ileri sürmüştür.

Mccall (2017), erken yaş dönemindeki bireylerin felsefe yapabileceğine ilişkin düşünce ve örneklerini aktardığı Düşünmeyi Dönüştürmek eserinde aynı zamanda bu düşüncenin nasıl ortaya çıktığını da okuyucuyla paylaşmaktadır. IAPC, kuruluşundan itibaren ilk on yıl içerisinde 10 yaş ve üzerindeki çocuklara yönelik P4C eğitim programını uygulamıştır. Fakat öğretmenleri derse kaydederken yanlışlıkla birinci, ikinci ve üçüncü sınıf öğretmenlerinin de kaydedilip, ücretlerinin önceden ödenmesi erken

yaştaki çocuklarla hatta okuma yazma bilmeyen çocuklarla felsefe yapma konusunu gündeme getirmiştir. Bunun üzerine öğrencilerin kaydını silmektense, “diyalog yöntemi”

denenmesine ve öğretmenin sesli okuduğu basit metinlerden hareket edilmesine karar verilmiştir. Mümkün olduğunca her şey basit tutulmuştur. 1984 yılında birinci sınıf öğrencileri ile felsefe yapmanın pratikte mümkün olup olmadığına yönelik ‘deney’ e başlanır. Kısa bir süre sonra çocukların akıl yürütme yapısını takip etme becerileri uygulayanları da şaşırtır. İlk başta çocuklar kendi fikirlerini ifade etmekten ve savunmaktan endişe duymuş olsalar da, anlamakta zorlanmamışlardır. Programın uygulayıcılarından olan Mccall (2017), yaşadığı deneyimi şu sözlerle dile getirmektedir:

Küçük çocuklarla bu yeni yöntemi kullanmanın bazı şaşırtıcı sonuçları vardı. İlki, felsefi diyaloğa katılmalarını sağladığımızda doksan dakikaya kadar oturabiliyorlardı! Kimse bunu beklemiyordu. 5 yaş çocukları için oturma ve konsantre olma süresine dair en iyimser tahmin on beş dakikaydı. Memnuniyet verici başka bir sürpriz 5 yaşındaki çocukların akıl yürütme yapısını kolaylıkla öğrenmesiydi. Daha sonraları bu felsefi sorgulama yöntemine katılan yetişkinler akıl yürütme yapısına hakim olmayı küçük çocukların yaptığına nazaran daha zor buldular.

Çocukların erken yaşlarda felsefe ile tanışması öncelikle onların merak ettikleri sorulara akılcı bir şekilde cevap bulmalarını sağlayacaktır. Çocuklarla felsefe programının benimsediği diyalog yöntemiyle çocuklar, hem kendi duygu ve düşüncelerini rahatça ifade edecek hem de gruptaki diğer bireyleri sabırla dinlemeyi öğrenecektir. Karşı olduğu fikirlerle mücadele etmeyi, akla yakın bulduğu fikirleri ise desteklemeyi erken yaşlarda öğreneceklerdir. İçinde bulunduğumuz dönemin çocukların erken yaşta felsefe ile tanışmasını daha önemli kılar nitelikte olduğunu söyleyebiliriz.

Teknoloji aracılığıyla sunulan çizgi dizi ve filmler, oyunlar çocukların hayatının merkezine kontrolsüz bir biçimde yerleşmiş durumdadır. Bireyin en çok merak ettiği ve soru sorduğu erken yaş döneminde yanlış uyaranlarla karşılaşması, zihinlerinin bu doğrultuda şekillenmesine neden olacaktır. Direk’ in (2016), “ örülmüş duvarları yıkmak zordur. Duvarlar örülmeden çocuklarımızı korumak gerek. Özgür eğitimin temeli felsefi düşüncedir” fikri bunu destekler niteliktedir.