• Sonuç bulunamadı

2. TANZĐMAT’IN YENĐ BĐLGĐSĐ VE MĐMARLIK

2.5 Faydalı Bilginin Askeri Bağlamı

On dokuzuncu yüzyılda Batı’yı kuran söylemsel alanda “ulûm ve fünûn” ile ifade bulan yeni bir bilgiye yönelik talep, aynı zamanda “faydalı bilgi”nin değişen toplumsal bağlamıyla ilgilidir. Bu yeni bilgi türünün kaynağı olarak görülen Avrupa’da ise faydalı bilgi üzerine yüzyıllardır var olan geleneksel retorik, 1600’lerden sonra anlam değiştirmeye başlamıştır (Burke, 2001, s.110). Bu yüzyıldan itiberen Francis Bacon’un öncülüğünde kapalı dünyadan sonsuz evrene doğru bir kayma yaşanmış ve bilgiyi üst üste yığma anlayışı ortaya çıkmıştır. Bu durum, geleneğin aktarılması yerine Encyclopedié geleneğiyle oluşan bilginin ve düşünsel yenilik yaratma anlayışının gelişmesine paraleldir (Burke, 2001, s.115). On sekizinci yüzyıla gelindiğinde ise faydalı bilgide vurgu artık bilginin pratik olmasındadır. Buna paralel olarak on sekizinci yüzyılda Fransız Bilimler Akademisi’nin tüzüğünde mühendislik bilgilerinin ve mekanik gibi uygulamalı bilim dallarının saygınlığı artarken akademik olan ve olmayan bilgi de yakınlaşmaktadır. Ancak bütün toplumlarda bilgi üretim mekanizmasının ekonomi ve siyasetle kurduğu ilişki, bilgiye olan talebin yönünü ve içeriğini de belirler. Örneğin on sekizinci yüzyıl Rusya’sında Çar Büyük Petro’nun Avrupa’dan aktarmaya çalıştığı bilginin niteliği, matematik ve denizcilik öğretimi için kurduğu okullardan ve Rusyada basılan ilk kitabın “aritmetik” olması ile belli olur. Bu tür “faydalı” bilgi için icat edilen ve St.Petersburg’daki yeni Bilimler Akademisi’nin adında kullanılan “nauka” kavramı Rusçaya “bilimler” olarak çevrilse de bu terimin özgün çağrışımları akademik değil, askerlik, bahriye, teknik ve ekonomiyle ilgiliydi (Burke, 2001, s.111).

Benzer bir gelişme Osmanlı Devleti’nde de yaşanmıştır. Osmanlı topraklarına Batı dünyasından uygulamaya yönelik bilgi ve teknoloji akışı yüzyıllardır devam etmesine rağmen, on yedinci yüzyıldan itibaren Avrupa’daki bilimsel gelişmelere bağlı olarak bilginin değişen doğası ve oluşan epistemolojik farklılıklar arada süregelen transferi zorlaştırmaya başlamıştır. Bu dönemde teoloji, hukuk, sınırlı bir “akli” bilimler ve tıp eğitimi veren medreselere karşı Avrupa’da olduğu gibi dinin egemenliğindeki üniversitelere karşı bağımsız bilimsel topluluklar ortaya çıkmamıştır.* Bilimsel düşüncedeki kapalılığa rağmen yakın

cevaplar yazmışlardı (Parla, 1993, s.42-3). Parla’ya göre Batı ile Osmanlı dünyası arasındaki epistemolojik farklılıklar, 1880’lerden sonra öncelikle Beşir Fuad ve Recaizade Mahmud Ekrem tarafından farkedilmişti.

*

Medrese dışında bilinen ilk “bilimsel” topluluk Beşiktaş Cemiyyet-i Đlmiyyesi’dir. Şanizade Ataullah Efendi ve Đsmail Ferruh Efendi gibi isimlerin öncülüğünü yaptığı cemiyetin toplantılarında matematik, astronomi, edebiyat ve felsefe konularında tartışmalar yürütülüyor, ayrıca Avrupa kültürüne yakın bir ilgi duyuluyordu. Mardin (2003a, s.235), Yeni Osmanlıların büyük kısmının, Ahmet Vefik Paşa, Münif Paşa gibi önemli isimlerin burada yetiştiğini anlatır. Ancak Osmanlı bağlamında çarpıcı olan bu topluluğun üyelerinin devlet bürokrasisi ile sahip olduğu yakın bağ ve bağlı kaldıkları epistemolojik sınırlardır.

siyasal ve askeri ilişkilerden ve daha da önemlisi rekabetten dolayı Avrupa’daki bilimsel ve teknolojik gelişmelerin aktarılmasında ise askeri teknik kurumların çok önemli payı olmuştur. Örneğin Đstanbul Tersanesi doğası gereği yenilikleri sürekli takip etmektedir (Tanyeli, 1993, s.173). Ancak bu transferde ön planda olan faydacılık, bilimsel düşüncenin Osmanlı dünyasındaki etkilerini de sınırlar. On yedinci yüzyıldan itibaren Avrupa’da Vauban’ın (1633- 1707) öncüsü olduğu “bilimsel devrim”∗ yeni askeri teknolojilerin Osmanlı tarafına aktarılmasını zorlaştırmıştır.∗∗ Bu şekilde mühendislik ve mekanik gibi alanlarda ortaya çıkan “faydalı bilgi”ye duyulan ihtiyaç öncelikle askeri alanda yeni okullar kurulmasını sağlamıştır. Bu süreçte askeri alanda uygulamaya yönelik yeni bilgi ve teknolojileri öğretmek üzere 1775’te tersane alanı içinde binası “birkaç odadan ibaret” olan Hendesehane, ardından da Deniz ve Kara Mühendislik okulları açılmıştır (Ergin, 1939; Mehmed Esad, 1986; Beydilli, 1995). Bu alanların Batı ile daha “tehlikesiz” ilişkiler kurulabileceği dışsal teknolojiler olduğu hayal edilse de,∗∗∗ dönemin farklı tanıklıkları yeni açılan bu okullarda yaşanan disiplin sorunlarını ortaya koyarak çok katmanlı bilgi alanı içinde toplumsal dinamiklerden bağımsız kalabileceği düşünülen bu okulların sadece varlıklarıyla düşlenen değişimi sağlayamadığını gösterir.∗∗∗∗

Marshall Sebastien Le Prestre de Vauban, 14. Louis Fransa’sında askeri mimarlıkta büyük bir değişimin öncüsüdür. Vauban geometrinin kendi içinde bitmiş bir bilgi olarak kabul edilmesini ve kale planlarının kavramsal geometrik sistemlere göre tasarlanmasını redderek, coğrafya ve topografik yapı gibi ampirik gerçeklerin ve uygulanabilirlik koşullarının, geometrik kuralları dengelemesi gerektiğini savunur. Aynı zamanda Vauban, var olan istihkam plan şemaları öneren el-kitapları yazım geleneğine de karşı çıkarak, her duruma uygulanabilir evrensel biçimler olduğu savını reddetmiş, deneyimin ve yerin önemini vurgulamıştır (Perez- Gomez, 1983, s.210-3).

∗∗

Bu alanda bir aktarım girişimi olarak Vauban’ın, Traité des Mines’ı “Fenn-i Lağım” adıyla 1793’te, Traité de

l’attaque et de la défense de palaces’ı da, “Usûl-ü Harbiye” adıyla 1794’te Sultan III. Selim’in isteğiyle,

kitaplar yazıldıktan ancak yüz sene sonra Türkçeye tercüme ettirilmişti. Sadece 300’er adet bastırılan bu kitaplar “bazı mahallere, Humbaracı ve Lağımcı Ocaklarına ve bazı devlet ricallerine” verilenlerin dışında hiç satılmamıştır. Kitabı Boğdan ve Eflak Voyvodası oğlu Rum Konstantin Đpsilanti tercüme etmiş, padişaha sunduğu yazma nüshalardaki şekilleri de kendisi çizmiştir. Daha sonra kitabın basım hazırlıklarında ise şekilleri iki Ermeni “sanatkâr” çizmiş ve böylece bu iş “Frenge muhtaç olmadan” çözülmüştü. (Cezar, 1995, s.181-3).

∗∗∗ Bu duruma çarpıcı bir örnek, Sultan II.Mahmud tarafından 1830-31 senesinde Avrupa’ya dönemin sivil

yüksek okulları olan Enderun ve Tıbbiye öğrencilerinden yüz elli tanesinin seçilerek gönderilmesi projesinin “o vaktin ahalisine pek çirkin göründüğünden” değiştirilerek Harbiye Mektebi ve Hendesehane-i Amire’den öğrenci gönderilmesiyle sonuçlanmasıdır (Mahmud Cevad, 2001, s.6).

∗∗∗∗ 1781-86 yılları arasında Đstanbul’da bulunan Avrupalı seyyah Toderini’nin “Academié” olarak bahsettiği iki

odalı Mühendishane’nin odalarından biri talebelerin toplanıp ders gördüğü sınıftır ve yazarın ziyareti sırasında burada sadece dokuz öğrenci vardır. Burada konuştuğu yaşlı bir Cezayirli ona talebe sayısının elliden fazla olduğunu ve bunların çoğunun kaptanların ve yüksek rütbeli devlet adamlarının çocukları olduğunu söylemiştir ( Kaçar, 1998, s.88). Benzer bir tasviri 1828’de Türkiye’ye gelen Đngiliz seyyah Mac Farlane de Deniz Mühendishanesi için yapar (Ergin, 1939, s.269). Mustafa Kaçar’ın iddia ettiği gibi bu anlatılanların “oryantalist” bir tavır içerdiği hesaba katılsa bile, yine kendi makalesinden yer verdiği, 1786 yılında derslere olan ilginin azalması üzerine tedbir olarak öğrencilere maaş bağlanmış olduğu bilgisi bu tasviri doğrular niteliktedir (Kaçar,

Aynı zamanda askeri alanda Avrupa’dan yeni bilgi ve teknikleri sürekli olarak öğrenmek zorunda kalan Osmanlı Devleti, kurduğu yeni eğitim kurumlarında Avrupalı teknik adamlardan da faydalanmıştır. Buna karşılık Osmanlı yöneticileri, askeri alanda Avrupa’dan alacakları profesyonel yardımın da sınırlarını geleneksel düşünce sistemine sadık kalarak belirlemişlerdi (Levy, 1971b, s.23). 1830’lu yıllarda Mısır’da Mehmet Ali Paşa’nın orduda ve eğitimde başlatmış olduğu kapsamlı reform girişiminde yüksek ücretlerle çalıştırılan yabancı uzmanlardan farklı olarak Osmanlılar, uzmanlara önerdikleri düşük ücretler nedeniyle buna razı olacak “önemsiz” kişilerle çalışıyorlardı (Levy, 1971b, s.23). Ayrıca bu okullarda çalışmaya gelen yabancı uzmanlar daha çok uygulamalı alanlarda faaliyet gösterirken, teorik dersler yerli hocalar tarafından verilmekteydi. Bu durum yukarıda ele alındığı gibi aktarılacak olan bilginin teorik ve pratik niteliklerine ya da bu bilginin taşıyıcısına yönelik ayrımların yapılmasını engelleyen Batılı bilgi için geliştirilen aşkıncı tavırla da yakından ilgilidir. Sonuçta bazı istisnalar dışında düşük rütbeli Avrupalı askerlerden uzman ve eğitmen statüsünde faydalanmayı seçen Osmanlı ordusunda alınan bu yardımın etkisi de sınırlı olmuştur. 1828-9 Rus Savaşı’nda alınan büyük yenilginin ardından orduyu sıkı bir disiplin ve denetim altına alma girişiminin uzantısı olarak 1834’te kurulan Mekteb-i Ulûm-u Harbiye, Maçka kışlasında yeterli kitap, alet ve eğitmen olmadan açılmıştı (Levy, 1971b, s.33).∗ Burada verilen eğitim, resmi gazete TV’de yayınlanan ders programından farklı olarak döneme ait birinci elden tanıklıklara göre ulemanın da görev aldığı temel bir okuma-yazma, aritmetik, Arapça ve askeri taktikleri içermektedir (Levy, 1971b, s.34). Ayrıca sadece yönetici elit ve eski askeri sınıfın çocukları arasından seçilen öğrencilere yüksek ücretler bağlanmıştı (Kuyaş, 1999, s.264). Sonuç olarak yakından ilişkili olduğu Osmanlı yöneticileri arasındaki gruplaşma ve iktidar mücadelelerine paralel olarak toplumsal olaylardan bağımsız düşünülemeyecek olan yeni askeri kurumlar bir çeşit siyaset arenası olarak işlemeye devam etmiştir.

Bu süreçte askeri eğitimde alınan faydacı tavır mimarlık pratiklerini ve bilgisini de yakından ilgilendirir. Öncelikle kale ve diğer istihkâm yapılarının tasarım ve inşası gibi konularda doğrusunu öğrenmek üzere Batılı uzmanlara başvurulan mimarlık bilgisinin, askeri

1998, s.96).

Maçka’da hastane olarak inşa edilmiş olan yapının yeni bir askeri okula dönüştürüleceği haberini veren Journal de Constantinople (bundan sonra JC, 120, 06.09.1844), bu okul için sıkı bir askeri disipline dayalı mühendislik

teknolojilerle kesiştiği alanlarda değiştiğine tanık olan yöneticiler* yeni bir kararla Hassa Mimarlar Ocağı’na bağlı mimarların da 1801 yılından itibaren Mühendishane’de “teorik” eğitim almasına karar vermiştir. Buna bağlı olarak bu süreçte mimarlık, sistematik bir eğitim gerektiren bir bilgi alanı olarak inşa edilmek istenir. Bu süreci tartışabilmek için bundan sonraki bölümde öncelikle Osmanlı mimarlığının işleyişini sağlayan kurumlara ve mimarlık bilgisine yönelik kavramlar genel bir tarihsel çerçeve içinde ele alınacaktır.