• Sonuç bulunamadı

Eksik Kalan Mimarlık: Fenn-i Mi’mâri

2. TANZĐMAT’IN YENĐ BĐLGĐSĐ VE MĐMARLIK

2.7 Eksik Kalan Mimarlık: Fenn-i Mi’mâri

Kâğıthane’ye vardım, yapılar acâib. Mîrî ebniyesine dikkât olunmuyor. Hasköy Kışlası'nı gördüm. Bütün ahşab, bayâ bir konak gibi yapılıyor. Ben ise Tersâne Kışlası gibi tenbih eylemiştim. Re’is Efendi'ye söyle, Françe'den mühendis mi’mâr ve Ofiçiyal gözetmeğe sa’y eylesün. Mi’mâr celbeylesün, kalelerimiz mühendissizdir, olmaz.

Sultan III.Selim, Đstanbul 28.07.1794 (BOA, HAT, 240/13414) ...ezcümle bizim mi’mârlarımız ve dülger kalfaları fenn-i mi’mârinin dakayıkından bî- haber olmaları cihetiyle Avrupa’dan birkaç mütefennin mi’mîr celb olunduğu halde… [şehirde yapılacak olan kârgir evlerin ]…giderek ehven mesârifle vücûda geleceği ma’lûm ve daha ilerisi içün dahi şimdiden on onbeş kadar müstaidd çocuklar bu tarafa gönderilip de fenn-i mi’mârinin ilmî ve amelîsini lâyıkıyla tahsîl ettikleri halde, sekiz on sene geçtikten sonra Frenk mi’mârlarının maaşları masârifi dahî ber-taraf olacağı aşikâr(dır)...

Mustafa Reşid Paşa, Lonra 1837 (Aktaran; Baysun, 1960) Yaklaşık kırk yıllık bir aralıkla biri sultan, diğeri de öncü ve etkin bir bürokrat olan iki önemli kişinin ağzından çıkan bu ifadeler alt alta geldiklerinde söylemsel bir bütünlük oluşturarak mimarlık içinde “doğru” bilgiye dair iktidarın Batılı mimarda nasıl kurulduğunu sergiler. Batılı bilginin mutlak doğruyu işaret ettiği ve onun da “dışarıda” olduğu düşüncesi sadece bilimi değil, mimarlık gibi köklü tarihselliği olan bir toplumsal pratiğin de doğrusu Batı’dan öğrenilir bir mekanizma olduğu tahayyülünü üretmiştir. Merkezi iktidarın yeni bilgiye yönelik talebinin tüm toplumsal pratikleri yatay olarak keserek yarattığı yeni bağlam, bilgi ve pratik

arasındaki geçirgen ilişkinin yerine aşkınlaştırılan bu yeni bilgi lehine tüm pratiklerin üzerini örten mutlak bir iktidar kurar. Bu durum, toplumsal üretimin üzerinde kurulu olduğu kurumsallaşmış pratikleri radikal bir biçimde değiştirebilecek güçte olmamasına rağmen, doğru bilginin değişen içeriğine bağlı olarak (hala yeterince değişmemiş olan) yerli üretimin merkezi iktidarın gözünde meşruiyet zemininin zedelenmesine yol açmıştır. Bilgisi eski olduğu varsayılan üretimi toptan dönüştürmek mümkün olamadığına göre üretilen hep eksiktir. Bu durum, Batı’dan aktarılacak olan aşkın bilgiyi bir türlü öğrenemeyecek ve hep yetersiz kalacak olan Osmanlı mimarının da bitmeyen öğrencilik sürecini başlatır.

Mimarlık alanında var olan “eski” pratiklerin ve mimari bilginin yetersizliğini kuran söylemsel alan kentin, yapıların ve bunlara dair problemlerin de görünür ve üzerinde konuşulabilir olmasıyla birlikte açılmıştır. Mimarlık üretimi, en büyük işvereni konumundaki devletten kopup özerkleşebilecek güçte olmadığı için yerli pratikleri yetersiz bulan yeni bir resmi söylemin kuruluşunda bunu dile getiren öznelerin sahip oldukları konum oldukça önemlidir. Tanzimat sürecinde sultanın mutlak iktidarının, karmaşık ve genişleyen bir devlet mekanizmasına doğru evrilmesiyle birlikte siyasal iktidar pratikleri de değişime uğrarken, siyasal iktidarın kendisi gibi toplum da merkezi yönetimin gözünde yeni bir görünürlük kazanmaktadır. Bu süreçte toplum ve mekan arasındaki ilişki de farklılaşmaya başlamıştır. Bu durumu “modern” devlet ve yönetim kavramıyla ilişkilendiren Foucault (1998, s.430-1), Avrupa’da on sekizinci yüzyılda başlayan bu süreci yöneticilerin “toplum” kavrayışının fiziksel bir bölge ya da bireylerden oluşan bir topluluktan, kendine ait kuralları ve tepki mekanizmaları olan karmaşık ve bağımsız bir gerçekliğe dönüşmesi olarak tanımlar. Bu süreçte yöneticiler kenti düşünerek, asayiş, hijyen, kollektif (beledi) hizmetler, ya da özel mimarlığın nasıl olacağı konusunda fikirler geliştirmeye başlamıştır. Osmanlı bağlamında da Kırlı’nın (2001, s.276) “kamunun keşfi” olarak adlandırdığı süreçte 1831’de Anadolu ve Rumeli’de erkek nüfusun sayımı yapılması, posta örgütünün kuruluşu ve pasaport uygulamasının başlatılması, 1844’te ordudan bağımsız olarak toplumsal güvenlik ve denetimi sağlamak üzere yeni bir Zabtiye Müşirliği’nin kurulması ve özellikle koleraya karşı başta kentlerde olmak üzere yerleşim alanlarında yeni karantina önlemlerinin alınması, benzer bir değişimi işaret eder. Bunun yanı sıra kent üzerinde düşünmeye ve onu yeniden düzenlemeye girişen yönetim, 1848’de ülke genelinde imar işlerini denetim altına alan Nafia Nezareti’nin kurulmasıyla sadece başkentte değil, ülke çapında mekansal bir denetim sağlamak ve tüm imar işlerini merkezi bir kurum aracılığıyla örgütlemek istemiştir (Akyıldız, 1993, s.40). Mimarlığın kendi içsel dinamiklerinin bir sonucu olmaktan çok yöneticilerin mimarlık üzerinde düşünmesiyle yaşanan bu süreci, Foucault (1998, s.430), “mimarlığın (yeniden)

siyasallaşması” olarak tanımlar.* Farklı bir bağlamda benzer bir durumun yaşandığı Tanzimat döneminde ise içsel dinamiklerin yanı sıra Osmanlı yöneticilerinin mutlak bir modelle karşılaştırmalı olarak görebildiği kentteki problemler kendisini büyük bir sorun olarak dayatırken, çözüm olacak “doğru” mimarlığın kaynağı da dışarıdadır. Bu bürokratların öncülüğünde Batılı bilgiye verilen mutlak doğruluk statüsü, onun doğal sahibi olduğu düşünülen Avrupalı mimarı da Osmanlı mimarlarının sahip olmadığı bir ayrıcalığın sahibi yapacaktır.

Yukarıda Londra’dan yazdığı bir mektuptan alınan ifadenin yazarı olan Mustafa Reşid Paşa Tanzimat döneminde genişleyen bürokratik örgüt içinde etkin bir siyasi kişiliktir. Reşid Paşa, Tanzimat’ın ilanının hemen öncesinde Đstanbul’a gelerek Hariciye Nazırı olmadan önce 1830’ların ortalarında Paris, Viyana ve Londra’da diplomatik görevlerde bulunmuştur. Bu süreçte öncelikle siyasal gözlemler yapan Paşa Đstanbul’a yazdığı mektuplardan birini fiziksel bir yapı olarak gözlemlediği kente dair fikirlerine ayırmıştır. Yukarıda alıntılanan mektuptaki kent hakkındaki sözleri şöyle devam ediyor:

Dersaadet’te vesâir memâlik-i mahrûsede aralık aralık harîk zuhûr ettikçe Avrupa’da gazatelerin ta’rizâtı (taşlaması) eksik olmayup halka dahî türlü şeyler söylemekte “yâni ahşab ebniyeyi bayağı yanmak ve kendünizi müflîs etmek içün bunca akçeler sarfıyla inşâ ve istihzâr ediyorsunuz. Acabâ memleketinizde taş yok mudur ve tuğla i’mâlini ve kârgir ebniye inşâsını bile bilenler bulunmaz mı” yollu kelâmlar ile ehl-i islâmı tahmik etmekte olduklarından Dersaadet’in vasatında (ortasında) vâkı’ pek mûteber yerler olduğundan kavâid-i hendesiyye üzere sokaklar bırakılarak ve bâzı iktizâ’ eden yerleri mümkün mertebe tesviye olunarak tarz-ı nevîn ve resm-i dil-nişîn evler ve dükkânlar inşâsına dâir yapılacak yerlerin numûnesi şeklinde olmak ve herkesi şevk-ü hevese getirmek için ibtidâ oradan başlansa münâsib şey olacağı derkâr ise de bunun tanzîm ve tersîmi fenn-i hendese ve mi’mâride kemâl-i meleke ve ma’lûmâta mütevakkıf olacağından bâzı evler ve dükkânlar Avrupa’da cereyan eden tarz-ı cedîde göre yapılmak ve bırakılacak sokaklar sonra medd-ü ilâve kabul edecek sûrette hesab olunmak îcab edeceğinden Avrupa’dan bir iki nefer mütefennin mühendis ve mi’mâr celbi lâzım(dır) (Aktaran; Baysun, 1960).

*

Kuşkusuz mimarlık tarih boyunca her zaman siyasal olmuş bir toplumsal pratikler bütünüdür. Foucault (1998, s.430) on sekizinci yüzyıl sonunda Avrupa’da yaşandığını ileri sürdüğü kırılmayı ise mimarlığın toplumların yönetimine dair bir teknoloji olarak düşünülmeye başlanması olarak açıklar. Buna örnek olarak da dönemin polis raporlarında kente ve mimarlığa dair bilgilerin artışını gösterir.

Mustaf Reşid Paşa, Avrupa’dan getirtilecek olan “mütefennin” mimarların da birden fazla ailenin bir arada yaşadığı apartman tarzı konutlarıyla ehl-i Đslam için “pek cesîm ve tenâsübsüz” bulduğu Fransa yerine, tek ailelik evlerde yaşayan Đngiltere’den getirtilmesini uygun bulduğunu yazmıştır. Bu yolla “…memâlik-i mahrûsenin ve ahâlisinin ma’mûriyyetini ve hüsn-i nizâm ve nümâyişini mûcib olacak böyle bir eser-i hayrın fi’le gelmesi ve bu cihetle dahi Avrupaluların nazar-ı dikkat ve tahsînleri(nin) celb olunması”nı arzuladığını ifade etmektedir. Paşa’nın mektubunda ve başka birçok metinde yer aldığı gibi Osmanlı başkentinde problemlerin görünürlük kazanmış olması, siyasal iktidarın kente ve topluma yönelik bakışında bir farklılaşmayı öngörse de,bu sorunların varlığı, çoğunlukla Batılı göze görünür oluşlarının yarattığı rahatsızlıkla birlikte dile getirilmiştir. Esasen bütün bir on dokuzuncu yüzyıl, devam eden süreçte kitlesel bir patoloji yaratacak kadar etkili bir Batılı gözün içselleştirilmesi serüveni olarak da tanımlanabilecek olan bu problemle ilgilidir.* Diğer taraftan Osmanlı kentlerine yöneltilen Batılı bakışa dair Đstanbul’a gelen Avrupalıların yapıları nasıl gördüğü konusunda da birçok örnek bulunur. Örneğin 1786’da bir Đngiliz yazar Đstanbul’da gördüğü yapıları tasvir ederken “...bu memlekette evleri, malzemesine önem vermeyerek bir tiyatro dekoru kadar ömürsüz yapıyorlar” ifadesini kullanmıştır (Aktaran Cezar, 1971, s.14). 1839’da Sultan II.Mahmud tarafından Đstanbul’un haritasını çıkarmak ve bir ulaşım şeması hazırlamak üzere görevlendirilen Alman mühendis Helmut Van Moltke de gözlediği yapıları “Đstanbul evleri hep tahtadan; hatta padişahın büyük sarayları bile aslında geniş tahta barakalardan başka şeyler değil” diye tanımladıktan sonra evlerin de sarayların da ne kadar hızlı inşa edildiklerinden hayretle bahseder (Moltke, 1999, s.95).∗∗ Reşid Paşa da mektubunda Batılı gözün yıllardır gördüğü “gerçeğin” alaycı bir şekilde yüzüne vurulmasından rahatsız olduğunu yazmıştır. Buna karşılık, Đstanbul’da büyük yıkımlar yaratan yangınlar yüzyıllardır üzerinde konuşulan ve görünür olan bir problemdir. Hatta kentte yapılacak yapılar için yangından korunmak üzere yapı malzemesi olarak ahşap kullanılmasının yasaklanmasına dair ilk ferman 1696 tarihlidir (Yerasimos, 2006, s.370). Ancak Reşid Paşa’nın da vurguladığı gibi Avrupa gazetelerinde bu yangın haberlerinin yer

*

Ahıska (2003, 2005), psikanalitik teoriden faydalanarak Türk milli kimliğinin zamansal/mekansal tahayyülünde Batı’nın nasıl rol oynadığını tartıştığı Garbiyatçılık kuramı içinde içselleştirilmiş Batılı gözün, yani Batı’nın onu nasıl gördüğüne dair düşüncesinin kendine bakışının da içinde olduğunu ileri sürer. Mardin (2003b) Tanzimat’tan bugüne modernliğimizi saptayan durumun Batı’nın bize bakışından yola çıkarak kendimize yönelttiğimiz bakışla belirlendiğini iddia etmiştir. Nilüfer Göle (1998, s.68) ise bu durumu yine psikanalitik terminolojiden faydalanarak “içselleştirilmiş süper-ego” kavramıyla tartışmaktadır.

∗∗ Moltke’nin hazırladığı plan kaybolmuş, ancak Osman Nuri Ergin projenin detaylarını anlatan 1839 tarihli bir

almasıyla sorunun yeniden görünür olmasının yarattığı yeni baskı yüzünden, bu ve diğer kentsel sorunlara çözüm bulunmasının aciliyeti artmaktadır.

Diğer taraftan toplum ve mekan arasında değişen ilişkiye paralel olarak devletin mimarlık alanındaki etkinliği de önemli bir dönüşüme uğramaktadır. 1800’lerin ilk çeyreği aynı zamanda saraya bağlı bir uzman örgütü olan Hassa Mimarlar Ocağı’nın bu niteliğini kaybederek başta Dolmabahçe’deki gibi yeni saray projeleri olmak üzere kamusal yapı üretiminin özel sektörde güç kazanan ve kalfalıktan yükselen yeni yapı ustası/mimar grubunun eline geçtiği bir dönemdir. Dönemi içinde “ebniye kalfası” olarak adlandırılan bu grup, inşaat ve taahhüt işleri yürüten taşçı, dülger ve neccar kalfalarının zaman içinde bu uzmanlık alanlarının hepsinde tecrübe kazanarak oluşturduğu Osmanlı toplumundaki erken müteahhit örneğidir (Şenyurt, 2006, s.21). 1831’de ise yavaş yavaş etkinliği azalarak işlevini kaybetmiş olan Hassa Mimarlar Ocağı tamamen ortadan kaldırılmış ve yerine kurulan Ebniye- i Hassa Müdürlüğü’nün yaptığı işin niteliği, devletin Đstanbul’da götürü usulüyle projeleri özel sektöre ihale ettiği yapı üretim mekanizmasının denetimi, taşradaki resmi projelerin yürütülmesi ve kentsel mekanı da kapsayan diğer beledi hizmetlerle tanımlı hale gelmiştir. Devletin mimarlık örgütü önemli yapıların tasarımından uzaklaştırılıp denetime doğru kayarken mimarlık ortamında da bireyselleşen ve hatta Balyan ailesi gibi markalaşan kalfa ailelerin arasında da ciddi bir rekabet yaşanmaya başlamıştır.∗ Bu süreçte “hassa mimarı” konumu da maaşlı bir devlet görevi olmaktan çıkarak, rekabetin arttığı özel yapı üretim sektöründe ayrıcalık sağlayan bir sıfata dönüşür. Aynı dönemde hareketlenen inşaat piyasası Avrupa’dan mimarları da Đstanbul’a çekmektedir.∗∗ Đstanbul’a gelen birçok mimar arasında yaptıkları işler ve sahip oldukları ilişkiler sayesinde görünür olan Gaspare Fossati ve William Smith gibi başka devletler için iş yapmaya gelen mimarlar, saraydan büyük ilgi görerek önemli işler almaya başlamış ve bu mimarlar sultanla ve diğer üst düzey bürokratlarla görüşerek projelerini tartışabilmek gibi önemli ayrıcalıklara da sahip olmuştur.∗∗∗

On dokuzuncu yüzyıl içinde dört kuşak boyunca hassa mimarlığı yapan ve Dolmabahçe ve Beylerbeyi Sarayı gibi çok çeşitli ve prestijli projeler alan Balyan ailesi mimarları 1840’lı yıllardan itibaren eğitim için Paris’e gitmeye başlamıştır. Aile üyeleri ve eserleri hakkında; Tuğlacı, 1993; Batur, 1994.

∗∗

Çeşitli dönemlerde Türkiye’ye gelen ve çalışan Avrupalı mimarlar üzerinde yapılmış farklı çalışmalar bulunmaktadır. Bunlar arasında bir katalog niteliğinde hazırlanmış olan; Nasır, 1991.

∗∗∗ Sultan Abdülmecid’in yanısıra Reşid Paşa gibi önemli bürokratların da her iki mimarla görüşmeler yaptığına

dair JC’da haberler yer almaktadır. Ancak o dönemde sahibi Đngiliz olan gazete, “Đngiltere saray mimarı” sıfatıyla bahsettiği mimar Smith ve yaptığı projelerle ilgili haberlere mimar Fossati’den çok daha fazla yer verir. Buna karşılık yerli mimarlar ve projeler aynı gazetede bu tür bir gündem yaratmazlar. Smith’in yöneticilerle kurduğu yakın ilişkiye dair bir örnek gazetenin 24 Kasım 1848 tarihli haberidir; “Ahmet Fethi Paşa, Tophâne’de

Đstanbul’daki önemli devlet yapıları özel mimarların eline geçerken devletin kendi mimarlık örgütü de ülke çapında bürokrasi, eğitim, güvenlik, sağlık gibi yeni işlevlerle genişleyen devlet mekanizmasına bağlı olarak ortaya çıkan yeni yapı ihtiyacına cevap vermek zorundadır. Aynı zamanda yapı üretim mekanizmasının denetimi de bu kurumun görevleri arasındadır. Bu süreçte yapı üretiminde artan talebe ve rekabete karşılık mimarın eğitimi önemli bir tartışma konusu haline gelmiştir. Yüzyıl başından itibaren “teorik” konularda eğitim almak üzere Mühendishane’ye gönderilen ve daha önce ele alındığı gibi bu eğitim konusunda kolay ikna edilemeyen mimarların 1834 yılına geldiğinde hala yeterli eğitim alamadığı tartışılmaktadır. Dönemin Ebniye Müdürü Abdülhalim Efendi, kurumunda resmi görevli olarak çalışan otuz mimardan yirmisinin “fenn-i mi’mâriden âciz” olduklarından şikayet ederek, “ebniye-i mîrîyye günbegün kesb-i tekessür etmekte olduğundan” bu duruma bir çözüm aradığı bir layiha kaleme almıştır.∗ Çarpıcı bir biçimde aynı metin, içeriğindeki olumsuz yargıların resmi söylem içinde yer almasından çekinmeden devletin resmi gazetesi

TV’nin 17 Şevval 1249 (27.02.1834) tarihli sayısında da yayınlanmıştır. Abdülhalim Efendi,

bu metinde öncelikle on dokuzuncu yüzyıla ait mimarlık terminolojisinde bir kalıp olarak kullanıma giren “fenn-i mi’mâri”nin tanımını yapar; “Ma’lûm buyrulduğu üzere fenn-i mi’mâri şu beş şeyden mürekkebdir. Birincisi resm ve imlâ, ikincisi hendese, üçüncüsü ilm-i hesab, dördüncüsü ilm-i mesâha, beşincisi ebniyede müsta’mel eşkâlin eşyâ ve kereste ve levâzımât-ı sâirenin cins ve çapına vukûftan ibârettir.” Bu tanımda Abdülhalim Bey yüzyıllardır mimarlığa dair var olan terminolojiyi kullanmıştır. Burada öne çıkan kaygı ise Mühendishane’de yetişen mimar/mühendislerin bilgi ve uygulamadaki yetersizliklerine karşı önlem almak üzere onlara verilecek olan eğitime, “fenn-i mi’mâri” adı altında sistematik ve bütüncül bir kavrayış geliştirilmesidir. Abdülhalim Efendi bu eğitimi dört aşamalı olarak tasarlamış ve öğrencilere “sarf ve nahv ta’lîmi (Arapça dil bilgisi), ilm-i hesab ve mesâha ve hendese ve resm ihrâcını” Hendesehane’de öğretilmesini uygun görürken, bunların aynı zamanda Ebniye Müdürlüğü’nde görevlendirilerek Đstanbul’da ve taşrada uygulamaya yönelik konularda tecrübe sahibi olmaları gerektiğini yazmıştır. Abdülhalim Bey’in mimarın eğitimi için önerdiği bu sistem on yedinci yüzyılda Risâle-i Mi’mâriyye yazarı Cafer Efendi’nin

Vezîr-i a’zam Reşid Paşa, Bahriye Nâzırı Rıza Paşa, Meclis-i Vâlâ Reisi Mehmet Paşa, Harbiye Nâzırı Rıfat Paşa, Nâfıa Müdürü, saray hekimi Abdullah Efendi ve Đngiltere saray mimarı Mr. Smith’in katıldığı bir öğlen yemeği verdi. Yemeğin ardından misafirler ata binerek Galatasaray’a geçtiler ve son Pera yangınından sonra yıkıldığı için Mr. Smith tarafından planlanan yeni yapının inşaatını incelediler...”

Aynı zamanda arşivde de yer alan bu resmi belgeyi aktaran; Mehmed Esad, 1986, s.43. Cezar, (1971, s.62), bu

layihaya dayanarak Abdülhalim Bey’in yeni bir mimarlık okulu kurulmasını önerdiğini iddia etmiştir. Ancak bu tasarı özerk bir okul kurma girişimi değil, Mühendishane’de verilmekte olan eğitimi “düzeltme” amacını taşır.

bahsettiği mimarlık eğitiminden çok da farklı değildir. Buna karşılık Abdülhalim Bey, bu sistem uygulanmadığında olacaklar konusunda uyarır; “hâricden birisi Hendesehâne’ye me’mur buyurulduğunda evvela sınıf-ı râbi’ şâkirdliğine idhâl ile sarf ve nahv ta’lîm ederek ilm-i hesab ve mesâha ve hendese ve resm ihrâcını tahsil eder ise de ebniyeye muktezî olan

kaffe-i eşyânın isim ve hey’et ve keyfiyyetine ve ebniyesine göre lâzım gelen metânet ve resânetini mûcib hâlete ve bir mahall-i mahsûs için tersîm olunan resm-i müstahikk (hakkı olan) ol mevki’de icrâsı ve eşkâl ve evsâkiyye keşif defteri tanzîmi sûretlerine tahsîl-i vukûf

edemeyecek”tir. Bu ifadelerle ima edilen binanın “tasarımı”na yönelik bilgilerin okulda değil, ancak uygulama içinde öğretilebileceğidir. Böylece Abdülhalim Efendi “fenn-i mi’mâri” tanımında Avrupa’daki mimarlık yazınında Vitruvius’un Rönesans döneminde yeniden keşfinden beri problem edilen kullanışlılık, güzellik ve sağlamlık gibi temel kavramlara yer vermezken, metnin akışı içinde hiç bir özel vurgu yapmadan kullandığı tasarıma yönelik ifadeler, bu tür bir kaygının mimarlık bilgisine dair bir tartışmanın içinde yer aldığı önem sırasını da gösterir.* Sonuçta Abdülhalim Bey’in “fenn-i mi’mâri” tanımına dayanarak hazırladığı mimarların eğitimindeki eksikliklere yönelik çözüm önerisi, yeni bir bilgi türüne duyulan ihtiyaçla değil, var olan bilgi alanı ve pratikler içinde aşamalı ve kurallara bağlı olarak işletilecek yeni bir eğitim sisteminin kurulmasıyla açıklanmıştır. Avrupa’da ise Rönesans’tan beri temsiliyet tekniklerinin gelişmesi ve tasarımın sayısallaşmasıyla beraber özerk bilgi alanına sahip bir uzmanlığa dönüşen mimarlık pratikleri üzerine gelişen literatür, mimarlık mesleğine entelektüel boyutu olan yüksek bir sosyal statü kazandırmıştır. Bu literatürden uzak ve farklı bir epistemolojik bağlamda konumlanan mimari pratikler esnek bir üretim ortamda sürdürülüyor olmasına rağmen, Batılı bilgi ile kurulan yeni ilişkilere bağlı olarak yöneticilerin gözünde bilgisi artık “eksik” olan mimarlara da, henüz entelektüel boyutu olmasa da yeni bir bilgi alanı ve sosyal statü inşa etmek gerekecektir.∗∗ Bu durum aynı zamanda hem Avrupa’da gözlemlenen ideal düzenin temsili olarak, hem de değişen iktidar, mekan ve toplum ilişkisine bağlı olarak Osmanlı bürokrat/aydını için kentin fizikselliğinin görünürlük kazanmasıyla da yakından ilişkilidir.

*

Benzer kavramların kullanıldığı bir belgede, Vidin ve Selanik’te yapılacak kışlaların “süs cihetine bakılmayıp metanet ve kullanışlılık gözetilerek” tersim ettirilmiş olan resim ve keşiflerinin mimar ağa tarafından gönderildiği ifadesi kullanılmıştır (HAT, 595/29175, 29.Z.1249/9.05.1834).

∗∗ Osmanlı bağlamına 19. yüzyılın başlarında yazılı olarak ulaşan Batılı mimarlık bilgisi, henüz tercüme

edilemeyecek bir başkalık taşır. Bu doğrultuda bir süre önce mimarların da eğitim aldıkları Mühendishane kütüphanesine 1804 yılında Enderun’dan gönderilen kitaplar arasında bulunan Đtalyan mimar Palladio’ya ait bir kitap “Đngiliz lisânı üzre hâkim Pladyo’nun arşitektür ta’bir olunur ebniyye-i mutlakâ inşâsına dâir kitabı” ifadesiyle kaydedilmiştir (Beydilli, 1995, s.280).

Bu doğrultuda mimarlığın (yeniden) siyasallaşması sürecinde, Mustafa Reşid Paşa gibi bürokratlar ilk kez bu dönemde kendi mimarlarının “fenn-i mi’mârinin dakayıkından bî-