• Sonuç bulunamadı

FAḪRUDDÎN-İ ‘İRÂḲÎ DÎVÂNI’NDA GEÇEN DİNÎ UNSURLAR

medrese eğitim müfredatında verilen ilmî eserleri okuyup 17 yaşında Hemedân’ın Şehristan medresesinde müderrislik yapan Faḫruddîn-i ‘İrâḳî, Dîvân’ında, bazı dinî kavramları gerçek manasında bazılarını ise dönemin gerçek dindarlıktan uzak riyâ ile karışmış dindarlığını tenkit etmek maksadıyla farklı manalarda ele almıştır.

Şiirlerinin bir kısmını kalenderî tarzda kaleme alan Faḫruddîn-i ‘İrâḳî, bazıdinî kavramlarıriyâkârlık ile eşdeğer ve olumsuz bir manada değerlendirmiştir. Dîvân’ın bütünü değerlendirildiğinde ve bu bütün içerisinde yer alan dinî kavramların sayısı ve şâir tarafından nasıl ele alındığı incelendiğinde şâirin aşağıdaki beyitte işaret ettiği üzere pek fazla dinî kavrama yer vermediği daha çok tasavvufî ve özellikle de aşk konularına yöneldiği görülmektedir.

تسا عمش و دهاش و یم ماج اب همه مراک ( متفرگ راک نینچ رهب نید و لد کرت

G 3579 )

Benim işim hep şarap kadehi, güzel ve mum ile. Gönlü ve dinî, bu iş için terk ettim.

ریگ نیرب دلخ هر وت یوقت و هبوت اب متفرگ ران هر هقوشعم و یم اب نم

( G 3577 )

Tövbe ve takvâ ile sen yüce cennetin yolunu tut. Ben mey ve maşûk ile nâr yolunu tuttum.

2. 1. ALLAH

Arapçadaki “ilah” kelimesinden türetildiği düşünülen137 Allah ismi, cemâl ve celâl sahibi, âşıkların maksudu, gönül evinin en yüce misafiri, varlığın yegâne kaynağı ve birliğinde hiçbir şüphe bulunmayan zatın adıdır. Âriflerin dizelerinde bazen kendi özel adlarıyla bazen de teşbih unsurlarıyla kendisinden en fazla söz edilen odur. İnsanın doğumundan ölümüne kadar bin bir tecrübeler ile kat ettiği hayat yolunun hâkimi ve onu kemâle erdiren aşk macerasının sahibidir. Akla gelebilecek bütün özelliklerinde kendisine eş olabilecek hiçbir kudret bulunmamaktadır. Ne merhamette kimse onun kadar merhametli olabilir ne de cömertlikte kimse onun

137Bekir Topaloğlu, “Allah”,DİA, C. 2, İstanbul, 1989, s. 471.

89

kadar ikram sahibi olabilir. Onu tam olarak tarif etmeye yeryüzündeki hiçbir belîğinbelâgati yetmez. Onu ondan daha güzel de hiç kimse tarif edemez. Kesintisiz övgülere layık olan, kulun kendisinden gelip en sonunda tekrar kendisine döneceği ve hiçbir şeye muhtaç olmayan odur.

ٌمیدق ٌفصو هل مسا ّلكب للاجلا لها هب هظحلای

( )K 13

Her bir ismi ile Onun kadim bir vasfı vardır. Celâl sahipleri o kadim vasıfla Onu bilir.

Allah’ın isimleri ile tasavvufun önemli bir kavramı ve konusu olan Allah’ı tanımak ve bilmek anlamına gelen “marifet” arasında önemli bir bağlantı bulunmaktadır. Allah’ın güzel isimleri anlamına gelen Esmâ-i Hüsnâ ile sâlikler Allah’ı Allah ile bilmek için çabalamışlardır.138Mutasavvıf bir şâir olan ‘İrâḳî de Allah’ın her bir isminin ardında onun kadim bir vasfının bulunduğunu dile getirmiş ve celâl sahibi âriflerin Allah’ı ancak Allah’ın kadim olan bu vasıfları ile yani Allah’ı, onun kendi isimleri ile bileceğini açıklamıştır.

هتخوس ییارچ و نوچ نمرخ تسدق رون هتخادنا نایب و مهو رس تفصو رجنخ

( )K 48

Mukaddes nûrun “nasıl ve neden” hasadını yaktı. Sıfatının hançeri vehim ve beyanın kellesini düşürdü.

Allah’ın anlatılması konusuna değinen Faḫruddîn-i ‘İrâḳî, âlemin onun nûruyla aydınlandığını ve bu apaçık nûrun şüpheli akıllardaki “neden” ve “nasıl”

sorularını yok ettiğini ifade etmektedir. Allah’ın kâinatta kesintisiz bir biçimde tecelli eden sıfatlarının karşısında vehme yer kalmadığını lakin kendisinin de bu durumu ifade edebilecek beyan gücüne sahip olmadığını dile getirmiştir. Aşağıdaki beyitte ise Allah’ın isimlerinin zikredilmesi ile gönüllerin tatmin olacağını Hz. İsâ’nın Allah zikri ile ölüyü Allah’ın izniyle dirilttiğini ifade etmiştir. Ölüyü diriltip şevke getiren isim elbette ölmüş gönülleri de diriltme kudretine sahiptir.

حیسم تمان هدرب ب

ر بل روگ هدش لاح و دجو و روش رد هدرم

( K 284 )

Mesih, mezara senin adını söyledi. Ölü, şevk ile vecde geldi.

138 Sadreddin Konevî, Esmâ-i Hüsnâ Şerhi, (çev.), Ekrem Demirli, Kapı Yayınları, İstanbul, 2014, s.

12.

90

Her şeyi en iyi bilen Allah, kendi ismini de en iyi açıklayandır. Kur’ân-ı Kerîm’den İhlâs suresi incelendiğinde Allah’ın kendisi hakkında verdiği bilgi bizzat kendi sözü olduğu için önemli ve bu konuda önceliklidir. De ki: “O Allah bir tektir.”

Allah her şeyden müstağni ve ama her şey O’na muhtaçtır. O doğurmamış ve doğmamıştır. Hiçbir şey ona denk değildir.139Allah zat yönünden mutlak tektir. İsim ve sıfatlarının varlıklarda tecelli etmesi yönünden ise bir bütündür. İbn-i ‘Arabî Allah’ı tanımak konusunda tenzih ve teşbih arasında bir yolu takip ederek genel bir sonuca varılabileceğini izah etmektedir. Bu görüşe göre Allah’ı tümüyle tenzih eden bir anlayış aslında Allah’ı sınırlandırmak anlamına gelir ve kişi bu şekilde Allah’ı bilemez. Tek başına teşbih anlayışı da Allah’ın bilinmesine engel teşkil etmektedir.

Allah’ı bilme ve tanıma konusunda hem teşbihi hem de tenzihi bir arada gerçekleştirenler Allah’ı sınırlı da olsa tanıma ve bilme imkânına sahip olabilirler.

Çünkü Allah, Kur’ân-ı Kerîm’in Şûrâ suresinin 11. âyetinde, “Onun benzeri yoktur.”

ifadesiyle kendisini tenzih edip, “O işiten ve görendir” ifadesiyle de kendisini teşbih etmektedir. Böylece Allah kendi kendisini tanıtırken hem teşbihi hem de tenzihi gerçekleştirmektedir.140İnsan işitme kabiliyetine sahiptir Allah’ın işitmesi veya görmesi insanın işitme ve görmesi üzerinden idrak edilebilir. Ama Allah’ın işitip görmesi aynı zamanda tam olarak teşbihi yapılamayan benzersiz bir işitme ve de görmedir. En gelişmiş teknolojiyle bile Allahın görmesi gibi yeryüzünde, yerin altında, denizlerde, göklerde, zerreden gökyüzündeki bütün mahlûkata kadar varlığın tümünü aynı anda görebilmek veya duyabilmek insan için mümkün değildir. Bütün mahlûkatın ses ve görüntüsünü bir anda insana sunabilecek bir teknolojinin imkânsızlığı bir tarafa hiçbir insanda bütün bu sesleri veya görüntüyü kendisine sunulsa dahi bunları algılayabilecek bir yapı da bulunmamaktadır. Bu sebeple insan aciz Allah ise her şeye kadirdir.

لع ره ار وا تاذ دنادن وا ملع هب زج می

ریصب ره ار وا یور دنیبن وا رون هب زج

( )K 78

Hiçbir bilgin onun zatını, onun ilmi olmadan bilemez. Onun nûru olmadan kimse onun yüzünü göremez.

139 İhlâs sûresi, 1-4. âyetler.

140 İbnü’l-Arabî, Fusûsu’l-Hikem, (çev.), Ekrem Demirli, Kabalcı Yayıncılık, İstanbul, 2016, s. 62-63-64.

91

Faḫruddîn-i ‘İrâḳî Allah’ın zatının bilinemez olduğunu ve Allah’ın nûrunun da gerçek manada görülemeyeceğini ifade etmiştir. “Onun ilmi olmadan” ve “onun nûru olmadan” ifadelerindeki şarta bağlanan durum normal halde bir imkânsızlığı dile getirmektedir. Çünkü onun ilmi ile bilmek demek onun izni ve rızası ile onun belirlediği ölçüde veya düzeyde bilmek demektir ve bu mümkün olmayanı mümkün kılar. Normal şartlarda sâlik için bilinebilecek olan, Allah’ın isim ve sıfatlarıdır, onun zatı değildir. Onun zatı ile ilgili bilgi tümüyle Allah’ın kendi kudretinde gizlidir. Allah’ın zatının bilinememesi ve nûrunun görülememesi aynı zamanda insanın kapasitesi ile ilgili bir durumdur. Çünkü insanAllah’ın zatını tam olarak anlayıp idrak edebilecek bir durumda olmadığı gibi dünyadaki yaratılış özellikleri dikkate alındığında birçok kabiliyeti Allah’ın nûrunu kaldıracak bir düzeyde değildir.

ناكم يف دجوی سیل ،ىلاعت لاخ هنم ناكم دجوی ملو

ىلعا وهو ًاتحتو ًاقوف لاع ىلاعلااو لفاسلااب طیحم

ءيش لك نم هتاذ بیرق لاصّتاو ب ّرقتلا ىنعم لاب

( K 14,16-17 )

Yüceler yücesi bir mekânda değildir. Hiçbir mekân da ondan hâli değildir.

Gökte ve yerde yükseldi ve o en yücedir. (O) yerleri ve gökleri kuşatandır.

Zâtı her şeye yakındır, yakınlık ve birleşme manası olmaksızın.

Zatın kelime anlamı, bir varlığın kendisi ve o varlığın diğerlerinden farklı olan özellikleri demektir. Tasavvufa göre de zat, kendi varlığının kaynağı olan demektir.141Sözlük anlamlarından da anlaşılacağı üzere zattan kasıt Allah’ın zatıdır.

El-Vahid ve el-Ahad isimleri de Allah’ın zatını ifade eden isimlerdir.142 Eşi ve benzeri olmamak sıfatlarıyla bilinen Allah’ın zâtı müşahede edilemez. Ancak onun sıfatları üzerinden eserleri ve hükmü anlaşılabilir.143 ‘İrâḳî Allah’ın zatı ile ilgili olarak onun yüceliğine dikkat çekmiş ve onu “yüceler yücesi” olarak tanımlamıştır.

Allah’ın zatına herhangi bir mekân tayin etmekten kaçınmakla birlikte onun kuşatıcılığına vurgu yaparak var olan hiçbir mekânın ondan habersiz var olamayacağını dile getirmiştir.

141 Süleyman Uludağ, Tasavvuf Terimleri Sözlüğü, Kabalcı, İstanbul, 2012, s. 390.

142 Suad el-Hakîm, İbnü’l Arabî Sözlüğü, (çev.), Ekrem Demirli, Alfa, İstanbul, 2017, s. 568-569.

143 İskender Pala, Ansiklopedik Divan Şiiri Sözlüğü, Kapı Yayınları, İstanbul, 2015, s. 488.

92

هتخادنا نادواج تزع شرف تللاج یا هتخادنا ناکف نک رب یشبات ترون سکع

( )K 33

Ey ululuğu, izzet halısını ebedî olarak yaymış olan! Nûrunun yansıması kûn feyekûn’a bir ışıltı vermiş.

Onun celâlinin tecelli etmesine karşı hiçbir varlık direnemez. Onuncelâli kâinat içerisinde tecelli ettiğinde bazen çok büyük yıkım gerçekleşir ve kâinat mahvolur. Aşağıdaki beyitte şâir ‘Ad kavmini işaret ederek Allah’ın celâlinin helak etme yönüne dikkat çekmiştir. ‘Ad kavminin helak edici rüzgâra karşı çaresizliğini dile getiren şâir, Allah’ın celâlinin ne kadar şiddetli sonuçlar doğuracağını beyan

Celâlinin tecellisiyle kâinat mahvolur. Şiddetli rüzgârın korkusuna karşı kim durabilir?

Faḫruddîn-i ‘İrâḳî, Allah’ın isimleri arasında özellikle Cemâl ve Celâl isimlerinin arsındaki ilişkiye değinerek bu isimlerin yeryüzündeki birbiri ile bağlantılı tecellilerine işaret etmiştir. Şâirin tanımına göre Allah’ın cemâli, kâinatı onun celâlinin şiddetinden muhafaza etmektedir. Bir başka deyişle Allah’ın celâlinin varlığı kahredecek etkisi onun cemâlinin nûru ile engellenmektedir. Aynı şekilde onun cemâlinin de yüce nûru, varlığı yakacak kadar heybetli bir vaziyetteyken o yakıcı nûra perde olan onun celâlidir.

ناهج همه ،شلامج عاعش یتسین رگ

Onun cemâlinin ışığı olmasa, bütün cihan çaresizce celâlinin kahrına uğrardı.

Onun celâli, cemâlinin nûruna perde olmasaydı, âlem, onun cemâlinin parlaklığından yanardı.

Ezelde Cemâl ve Celâlini gösterdiğinde bil ki o vardı sadece o, şu ve bunun hiçbiri yoktu.

Allah’ın isim ve sıfatlarının ezeli olma yönüne dikkat çekilerek onun Cemâl ve Celâlinin ezelde zuhuru ile ondan başka hiçbir varlığın bulunmadığı ifade

93

edilmiştir. Allah, bizatihi zaman mefhumunun sahibi olmakla birlikte öncelerin öncesi olarak Evvel konumundadır. Kişinin Allah dışında var bildiği veya var olarak isimlendirilen hiçbir şey yoktu.

ارچ و نوچ و هچ زا اربم شسدق تحاس ریهظ و نوع تلآ ز هزنم وا عنص فطل

( )K 83

Onun temiz dergâhı ne, neden ve nerede (sorularından) beridir. Onun yaratış lütfu yardım ve destek vesilesinden münezzehtir.

Yoktan var eden Allah, gerçekleştirdiği yaratmada herhangi bir güçten ve aletten yardım ve destek istemekten münezzehtir. O, yaratırken kimsenin yardımına ihtiyaç duymayan dilediğini dilediği biçimde ve en güzel şekilde yaratandır.

2. 2. PEYGAMBERLER

Peygamber kelimesi Farsça kökenli olup haber getiren insanları Allah’a davet eden elçi anlamında kullanılmaktadır.144Kur’ân ve hadislerde peygamber kavramına karşılık, nebî, resûl ve mürsel kelimeleri geçmektedir. Dinî bir ıstılah olarak peygamber, Allah’ın hükümlerini ve öğütlerini kullarına ulaştırması ve tebliğ etmesi için seçtiği elçi anlamına gelmektedir.145Allah, yeryüzüne gönderdiği ilk insan ile birlikte insanoğlunun yaşamını şekillendirmesi için katından bazı hükümler ve öğütler göndermiştir. İnsanlık tarihi boyunca insanlar Allah’ın koyduğu hudutları aşıp onun gönderdiklerini tahrif ettikçe Allah, insanları uyarması, onları Hakk’a davet etmesi, cennet ile müjdeleyip cehennem ile korkutması için elçiler göndermiştir. İnsanoğluna kendi cinsinden yani melek değil de insan olan elçiler gönderen Allah, bazen bu elçileri bir diğer elçi ile desteklemiş146 bazılarına kitap indirmiş ve insanların onlara imân etmesi için peygamberlerine çeşitli mucizeler de bahşetmiştir. Faḫruddîn-i ‘İrâḳî’nin şiirlerinde Hz. Muhammed sav. hariç diğer peygamberler ile ilgili pek fazla bilgi verilmemiştir.

144Hasan Enverî, Ferheng-i Rûz-i Suḫen, İntişârât-i Suḫen, Tahran, 1393hş., s. 271.

145 Yusuf Şevki Yavuz, “Peygamber”, DİA, C. 34, İstanbul, 2007, s. 257-258.

146 Yâsin sûresi 14. âyet: “Hani biz onlara iki peygamber göndermiştik, fakat onlar ikisini de yalanlamışlardı. Biz de (onları) üçüncü bir peygamberle destekledik.”

94 2. 2. 1. Hz. Muhammed (sav.)

İslâm peygamberi Hz. Muhammed sav., Allah’ın yeryüzündeki kullarının hidâyeti için gönderdiği son elçidir. Ondan sonra başka bir elçi gelmeyecek ve kıyamete kadar bütün insanlar, onun getirdiği İslâm dinini yaşayıp insanlığı bu dine davet etmekle mesul olacaklar. Faḫruddîn-i ‘İrâḳî birçok kasidesinde Allah tarafından yeryüzündeki kulların İslâm’a daveti için gönderilmiş olan son peygamber Hz. Muhammed sav.’den bahsetmiş ve onu çokça övmüştür. Şüphesiz o, marifet derecesi en yüksek olan kul ve Allah’ı en iyi bilen insandır. Şâir, Allah’ın dilediği kişiyi vahye muhatap olarak seçtiğini ve dalalet ehlinin irşadı için de Hz. Muhammed sav.’in seçildiğini ifade etmiştir. Peygamber sav.’in hidâyet ve nûr rehberi olduğunu ve Allah’ın onun mücadelesini âyetlerle desteklediğini beyan eden şâir, onun nebilerin en tatlısı, gelmiş geçmiş olanların kurtarıcısı olarak tasvir etmektedir.

Peygamber sav.’in cemâline de değinen şâir, onun Hak tecellisi ile güzelleştiğini ve Hak tarafından güzellik nûrları ile süslenmiş olduğunu işaret etmiştir.

دمح ءاولب ًادّمحم صخو لامكلاب ت ّوبنلا هاطعاو

ًارونو ًىده باتكلا هاتآو لاوم تایأب هّدیاو

لسر )متخو( ءایبنلاا ىّلحم لاولااو رخاولال جنمو

ًاریس شرعلا يّطخت ٌمدق هل ىلا ریطت ٌممه هل

لاعملا

دبعب ىرسأ يّذلا ناحبسو لاصولا مرح ىلإ ىصقلأا نم

ىّلجّتلا راثآب ه لّمجف لامجلا راوناب هلّحكو

( K 26-31 )

Hamd sancağı ile Muhammed’i has kıldı. Tastamam nübüvveti ona verdi.

Hidâyet ve nûr olması için kitabı ona verdi. Peş peşe âyetlerle onu destekledi.

Nebilerin en tatlısı ve resullerin sonuncusu, gelmiş geçmişlerin kurtarıcısı.

Arşı yürüyerek geçen ayağı vardır. Yükseklere uçan himmeti vardır.

Kulu gece Aksa’dan kavuşma haremine yürüten Allah, tecellinin izleriyle onu güzelleştirdi. Güzellik nûrlarıyla onu sürmeledi (donattı).

Hz. Muhammed sav. Allah’ın âlemi muhatap alma sebebidir. Allah, onun için âleme “ol” emrini vermiş ve onun tertemiz gönlünün hatırı için Âdem’i affetmiştir.

95

Beyitte geçen “نخس” yani “söz” den kasıt “kûn/ol” emridir. “Uyarıcı gönül”

ifadesinden kastedilen de Hz. Muhammed sav.’dir. Peygamberin uyarma ve müjdeleme vazifeleri bulunduğu için şâir beyitte onun “uyarıcı olma” sıfatını

(O) Mustafa’nın yüzü hürmetine âleme söz söyledi. Uyarıcının pak gönlü hürmetine Âdem’e nazar etti.

Hz. Mûsâ’nın Tûr-i Sîna’da bir delil olarak Rabbinden dileyip şâhid olduğu tecelli, onun nûrunun ateşinden sadece bir cezbe hükmündedir. O, peygamberlerin imamı Allah’ın en çok değer verdiği kuludur. Onun yüzünden akan bir damla su ile Hızır’ın ve daha binlerce evliyanın kalp gözü açılmıştır. İnsanları irşad eden veliler ve âriflerin hepsi onun sünnetinden aldıkları ilim ve bereket ile çabalarında muvaffak olmaktadırlar.

Onun nûrunun ateşinden bir cezbe Mûsâ’ya delil oldu. Onun yüzünden bir damla su ile Hızır’ın kalp gözü açıldı.

Onun rahmet pınarına bütün âlemler muhtaç olduğu gibi Âdem ve bir bütün olarak Âdemoğulları da muhtaçtır. Ekinin ve neslin ifsat edildiği yeryüzünde, zulmün son bulması için inananların ona benzemeye çalışması onun gibi hareket etmeye çabalaması ve onun merhamet nazarıyla kâinata ve yaratılmışlara bakmayı başarması gerekmektedir. Onun fazileti o kadar yücedir ki bu fazilet kapısının önünde yeryüzünün en büyük hükümdarı olan Süleymân bile Selman gibi kimsesiz ve fakirdir. Fazilet Allah’ındır. Mülk Allah’ındır. Ve şüphesiz bütün âlemlerin gerçek hükümranlığı Allah’a aittir. Allah’ın kendi kudretiyle desteklediğini kimse yenemez. Allah’ın kendi muhafazasına aldığına kimse zarar veremez. Allah’ın fazilet bahşettiği peygamber sav.’in makamının yanında, yeryüzünde Allah’ın izniyle en muazzam hükümdarlığa sahip olan Hz. Süleymân’ın hükümdarlığı bile küçük kalır.

شتمحر طاسب رب رقتفم ملاع وچ مدآ

ریقف ناملس نوچ زین نامیلس شلضف رد رب (

)K 87

Rahmetinin diyarında Âdem de âlem gibi muhtaçtır. Faziletinin kapısında Süleymân da Selman gibi fakirdir.

96

Hz. Muhammed sav. peygamberlerin sonuncusu olmakla birlikte derece bakımından en yüksek makama sahiptir. Mahşer gününde Allah’ın yeryüzünde kullarını uyarmak ile görevlendirdiği nebilerin hepsi saf halinde dizildikleri vakit onlara öncülük yapacak olan Hz. Muhammed sav.’dir. Şâir onu, hakikatin sultanı, şâhların şâhı olarak tasvir etmiştir. Bu tasvir ile Hz. Muhammed sav.’in hakikati en iyi idrak etmiş insan olduğu da ifade edilmektedir.

رع زور

Kıyamet günü peygamberler saf halinde onun önünde dizilmişlerdir. İşte sana hakikat sultanı! İşte sanaşâhlar şâhı!

O, Hak yolunun en yüce rehberi, yüceler yücesi Mevlâ’ya ulaşmak için zorlu yollara serilmiş halı misali yolu kolaylaştıran bir önderdir. Hak yolunun düşmanları için de Allah tarafından desteklenmiş bir ok gibi kahredicidir. O, Allah dostları için cennetin sekiz tabakasına ulaşmanın yolu ve rehberi, cehennemin elem veren azabıyla kâfirleri uyaran kutlu uyarıcıdır. Yaşamı gösterişten ve maddî zenginlikten uzak bir biçimde fakirlik içerisinde geçirdi. İnsanların hidâyeti müşriklerin imâna gelmesi için ayı ikiye ayırmak gibi mucizeleri Allah’ın izniyle gösterdi. Açlık ve zorluk zamanında ashabının iki katı çile çekti. Herkes karnına açlıktan bir taş bağlarken o elinde ne varsa ihtiyaç sahiplerine dağıtıp karnına iki taş bağladı. Onu methetmek için kelimeler yetersiz söz ustası şâirler aciz kalır. Onun rahmet kapısına sığınmaktan başka çare bulunmamaktadır.

شناصاخ رهب

Seçkinler için gökyüzüne halı serdi. Hasımları için de gök yayından ok çekti.

Sekiz bostanı dostları için nimetlerle doldurmuş. Sekiz zindanı da düşmanları için inlemelerle doldurmuş.

97

Bu dünyada yemek sofrasında biraz yiyecek görmedi. Mutfağının tandırında iki tane mayasız ekmek vardı.

Mübarek parmaklarıyla birini ikiye böldü, o hamurdan kendisi yemedi bir âlemin yiyeceğini verdi.

Bunların hepsi onun için fakat o her iki saraydan bağımsız has sarayda her zaman biriyle bir tahtta.

Sûbbuh olan Allah’ın yarattığı Ahmed’i methetmekte aciz kaldım. Kuddûs-u Ekber’in kapısına dönüp ona sığındım.

Faḫruddîn-i ‘İrâḳî’nin aşağıdaki beyit üzerinden ifade ettiğine göre nasıl ki Müslüman olmanın kelime-i şehâdet gibi bir şartı varsa ve bu kelimenin başında Allah’tan gayrı ilahlar inkâr edilip kelimenin diğer yarısında da Hz. Muhammed sav.

son peygamber olarak tasdik ediliyorsa aynı şekilde Allah’a ulaşma iddiasında olan kişi, Hakk’ın aşkını talep eden kişi, gönlünde Hakk’ın sevgilisi olan Hz.

Muhammed’in sav. aşkını taşımalıdır. Sevgiliyi sevenler onun sevip övdüğünü de sevmekle mükelleftir. Onu kendinden çok sevmeyenler Hakk’ın dergâhından sürülür bir ömrü taat ve ibâdetle geçirseler dahi amelleri yüzlerine çarpılıp geri çevrilir.

Peygamber sav. bütün insanlığın en yüce rehberidir. Onun yolundan yani onun sünnetinden ayrılan hiçbir iddia sahibinin iddiasına itibar edilmez. Onun sünnetinin dışında bir mürşit veya mürit olamaz. Onun rehberliğinden mahrum olanların perdeleri aşması ve perdelerin ardında olan sırlardan haberdar olmaları mümkün değildir.

یب یلد رد یباین قح یتسود شیتسود

دننز اجکی همه قح رهم و وا رهم رهم

تسود ار وا هک ره هدنار درادن دوخ زا رت

تسا یا دننزاو شیور هب تعاط ناهج کی دراد هچ رو

شیوریپ یب دنک ییانیب یوعد وا هک ره نانیب هار

مشچ رد کاخ بنینچ

ین دننز ا

( K 326, 328,329 )

Onu sevmeyen gönülde Hakk’ın sevgisini bulamazsın. Onun ve Hakk’ın merhamet mührü hep aynı yere isabet eder.

Onu kendinden çok sevmeyenler sürülüp kovulmuştur. Dünya kadar taati olsa da hepsi yüzüne çarpılır.

98

Onun rehberliği olmadan her kim ki keskin görüşlü olduğunu iddia ederse. Keskin görüşlü olanların yolu böylesinin gözlerine toprak çalar.

2. 2. 2 Hz. Âdem

İlk yaratılan insan, insanoğlunun atası ve Allah’ın yeryüzündeki ilk halifesi olan Hz. Âdem, aynı zamanda ilk peygamberdir. Yaratılış bakımından bir babaya sahip olmadığı için diğer insanlardan farklı olarak Hz. İsâ gibi yaratılmıştır.

هتفای ناج نخس نآز ملاع ود هتفگ نخس کی ریزو ملاع رد هتشگ مدآ هب هدرک رظن کی

( )K 84

Bir söz söyledi, her iki cihan o söz ile can buldu. Âdem’e bir nazar etti, Âdem âleme emîr oldu.

İnsanların atası Hz. Âdem, Allah’ın kendisine bahşettiği inâyetle meleklerden üstün bir dereceye çıkarılmış ve âleme emîr (halife) olmak gibi üstün bir vazifeye layık olmuştur. Burada önemli olan nokta Hz. Âdem’in diğer mahlûklardan üstün olmasının aslında tek sebebi Allah’ın onu ve onun neslini seçmesidir. Âdem’e değer katan husus Allah’ın nazarı yani takdiridir.

نوگرگید نسح هنییآ ره رد یم

مدره وا لامج دیامن

اوح توسک هب دیآرب هگ ( مدآ تروص هب دیآرب هگ

T 2809-10 )

Onun cemâli her an her aynada değişik bir güzellikle görünür. Bazen Havva kisvesinde bazen de Âdem suretinde.

Yukarıdaki beyitte Faḫruddîn-i ‘İrâḳî, sevgilinin cemâlinin her mekânda ve zamanda birbirinden farklı güzelliklerle tecelli ettiğini ve bu tecellinin bazen Hz.

Havva, bazen de Hz. Âdem suretindemüşahede edildiğini ifade etmiştir.

2. 2. 3. Hz. İbrâhîm

Hz. İbrâhîm, put yapıp tamir eden ve Nemrut’a itaat eden Azer’in147 oğlu, Nemrut tarafından ateşe atılmış fakat Hakk’ın inâyetiyle ateşin kendisi için gül bahçesine döndüğü peygamberdir. Hz. İbrâhîm daha çok ateşe atılması ve oğlu

147 En’am suresi 74. Ayet: “Hani İbrahim, babası Azer'e (şöyle) demişti: "Sen putları ilahlar mı ediniyorsun? Doğrusu, ben seni ve kavmini apaçık bir sapıklık içinde görüyorum.”

99

İsmail’i kurban etmesi yönleri ile bilinmektedir. Nemrut’u çok basit bir dil148 ile Allah’a davet eden İbrâhîm, Nemrut’un inkârında ısrarcı olmasının sonucunda ateşe atılmak ile cezalandırılmıştır. Teslimiyet yönüyle çoğu kez örnek gösterilen Hz.

İbrâhîm’in ateşe atılma kıssasında Hz. İbrâhîm, karşısındaki devasa ateşin heybetine karşı Allah’a sığınmış ve son noktaya kadar teslimiyetinden ödün vermeyip sabrettiğinden dolayı Allah’ın yardımına ve nimetlerine müstahak olmuştur.

Faḫruddîn-i ‘İrâḳî’nin aşağıda verilen beytinde de ateşe atılma kıssası ile ele alınan

Faḫruddîn-i ‘İrâḳî’nin aşağıda verilen beytinde de ateşe atılma kıssası ile ele alınan