• Sonuç bulunamadı

Literatür de, etik iklim algısı ile hasta güvenliği kültürü arasındaki ilişkiye odaklanmış olan bir çalışmaya diğer bir ifadeyle doğrudan söz konusu ilişkiyi irdeleyen bir çalışmaya rastlanamamıştır. Ancak hem etik iklim ile hem de hasta güvenliği kültürü ile ilişkili olan değişkenleri içeren çalışmalar mevcuttur. Ayrıca araştırmanın temel sorusu (etik iklim algısının hasta güvenliği kültürüne etkisi var mıdır?), bu iki kavramı farklı değişkenlerle sebep-sonuç ilişkisi bakımından inceleyen çalışmalardan esinlenilerek tasarlanmıştır. Bu çalışmalardan aşağıda bahsedilmektedir.

Araştırma sonuçlarının ortaya koyduğu üzere etik iklimin pek çok örgütsel sonuç üzerinde anlamlı etkisi olduğu görülmektedir. Etik iklimin etkili olduğu başlıca alanlar; etik olmayan tutum ve davranışlar (Peterson, 2002), örgütsel bağlılık (Bulut, H., 2012: 73) iş tatmini (Kaplan vd., 2013:12) işten ayrılma niyeti (Örücü ve Özafşarlıoğlu, 2013: 352–353), yönetici ve kuruma karşı duyulan güven (Büte, 2011), örgütsel adalet (Mumcu ve Döven, 2016:129), yıldırma (mobbing) davranışları (Dündar, 2010:153) gibi sıralanabilir.

Etik, insanın günlük hayatında yararlı olacak davranışların keşfidir (Daly ve Mattilla, internet:29.01.2012). Daha geniş bir tanımlamayla etik; “yarar, iyi, kötü, doğru ve yanlış gibi kavramları inceleyen, bireysel ve grupsal davranış ilişkilerinde neyin iyi neyin kötü olduğunu belirleyen ahlaki ilkeler, değerler ve standartlar sistemidir” (Hatcher, 2004:358). Bu bakış açısına göre lider, kendi gücünü artırma yerine, organizasyondaki tüm üyelerin kendi potansiyellerinin farkına varmalarını kolaylaştıracak kültürü oluşturabildiği takdirde, çevredeki fırsatlar daha iyi değerlendirilebilir. Diğer bir ifadeyle, etik ile kültür arasında sebep-sonuç ilişkisinin olduğundan söz edilebilir (O’toole, 2008).

Araştırmanın diğer değişkeni olan hasta güvenliği kültürüne yöneldiğimiz de ise şöyle bir görünümle karşılaşılmaktadır. Türkiye’de sınırlı sayıdaki çalışmalardan, henüz hasta güvenliği kültürü algısının tam olarak yerleşmediği ve yapılandırılmış bir hasta güvenlik sisteminin olmadığı anlaşılmaktadır (Filiz, 2009; Çakır, 2007; Dursun vd., 2010; Tütüncü ve Küçükusta, 2006). Sağlık alanında güvenlik kavramı, diğer sektörlerdeki güvenlik olgusundan çoğu yönleriyle farklılık göstermektedir. En belirgin farklılık, sağlık güvenliği konusunun merkezinde, sağlık kurumlarında hizmet veren personelden ziyade, hizmetten yararlananların yani hastaların olmasıdır. Ayrıca bu alanda çalışanlar ve işin doğasından kaynaklanan temel farklılıklar da bulunmaktadır. Hizmet sağlayanlar; bilgi ve becerilerini uygulayan, içinde bulundukları süreçlere uyum sağlayan ve hizmet sürecinin her aşamasında kendini yargılayan profesyonel kişilerden oluşmaktadır (Tütüncü vd., 2007: 52).

Güvenlik konusu, sağlık kurumlarının süreklilik kazanmaları üzerinde de etkili olmaktadır. Süreklilik kazanmak için hem hizmet verilen bireyleri hem de çalışanları etkileme potansiyeli bulunan problemler önceden fark edilebilmeli ve ortadan kaldırabilmelidir. Bu tür durumlar, hasta güvenliğine gösterilmesi gereken azami özenin yanı sıra etik davranışların daha fazla önem kazanmasına temel oluşturmaktadır. Hizmet

sektöründe bulunan örgütlerin faaliyetleri, toplum önünde oluştuğu için görünürlükleri diğer sektörlere göre daha belirgin olmaktadır. Bu görünürlük ise sağlık hizmetlerinde etik hassasiyetin ve güvenlik kültürünün önemini yukarılara çekmektedir. Sağlık hizmeti sunan örgütlerde çalışanların kendi aralarında ve hastalarla sürekli etkileşim içerisinde olmaları, etik davranışları ve buna bağlı olarak hizmet kalitesini büyük oranda belirlemektedir (Gül, 2006: 66).

Etik iklim ve hasta güvenliği kavramlarının yeni bir yaklaşım kazanmasına yol açan bir başka gelişme ise toplumsal değişmelerin, sağlık kurumlarında çalışanların mutlak egemenliğine dayanan düzeni değiştirmesidir. Buna bağlı olarak, hasta ve yakınları tıbbi konular hakkında giderek çok daha fazla bilinçli ve sorgulayıcı olmuşlardır. Böylece, hasta haklarının her geçen gün önem kazanması ve kapsamca genişlemesi, öte yandan sağlık çalışanlarının yapmış oldukları hatalardan dolayı baskı ve suçlamaların artması, sağlık alanında güvensizliğe ve huzursuzluğa neden olmaktadır. Buna bağlı olarak sorunlara çözüm üretmek için etik değerlerle oluşturulan bu iklim hasta güvenliğini sağladığından bu konuya olan ilgiyi artırmaktadır (Yıldırım, G., 2008: 7).

Sağlık hizmetleri ile ilgili artan teknolojik ve farmakolojik gelişmeler hasta ve hastalıklarla ilgili sonuçlarda sağlık personelinin ahlaki ve etik problemlerle daha çok karşılaşmasına yol açmıştır. Schluter ve arkadaşlarına göre (2008; akt.: Dündar, 2010: 66-67) sağlık çalışanlarının etik iklim yönünden aşağıdaki kavramlara önem vermesi gerekmektedir:

a. Etik duyarlılık: Sağlık hizmeti veren personelin hastalar hakkında sözel olan

ve olmayan ipuçlarının ve davranışlarının farkına varması gerekmektedir. Bireylerin etnik kökenin, cinsiyetinin, duygusal değerlerinin, kültürünün, dininin, yetiştirilme tarzının, eğitim durumunun ve yaşının etik duyarlılığı üzerinde etkisi bulunmaktadır.

b. Etik endişe: Kötü ya da zayıf bir etik iklimde ahlaki yönden birtakım

sorunlar meydana gelebilmektedir. Birey psikolojik dengesizlik ve olumsuz düşünceler içindeyken, ahlaki bir karar verdiğinde oluşan sonucun ahlaki bir davranış oluşturması mümkün değildir. Hastaların düşünce ve zihni keskinliğinde artma, dengesiz personel- hasta oranları, hasta ve sağlık çalışanının kültürel değerlerinin ters düşmesi ve sürekli gelişen teknoloji sağlık çalışanlarının çokça karşılaştıkları etik sıkıntılara örnek olarak verilmektedir.

c. Tepkisel stres: Endişe veya negatif düşüncelerle meydana gelen bu durum,

verilecek kararlarla ilgili başka alternatiflerin gözden kaçmasına yol açarak çeşitli hatalara sebep olmaktadır. Etik kalıntılar; etik sıkıntının son hali olan, bireylerin yapması gerekenin bilincinde olmasına etki ederek suçluluk ve yetersizlik duygularının hissedilmesine yol açar.

d. Etik sorumluluk: Etik sıkıntı ile alakalı olan bu durum etik endişelerle aynı

alanda yer almaktadır. Etik anlamda doğru olan uygulamaların yerine getirilmesi konusunda yaşanan yetersizlikleri engellemek amaçlanmaktadır.

e. Değer çatışmaları: Etik karar verme ve etik yönden endişeler duyulmasına

sebep olan durumlar arasındadır. Çoğu zaman zor çözümler bulunan bir durumdur ve kişilerde fikir karmaşasına neden olmaktadır.

Etik ilkelerin kurumun çalışanları tarafından anlaşılma biçimini ve etiğin kurumdaki yaşamın niteliğine etkisi anlamına gelen etik iklim (Mert, 2017), örgütün içinden ve dışından kaynaklanan sorunların çözümünde belirli kurallar getirerek örgüt içi davranış kültürünü de tanımlamaktadır (Kara, 2006). Hart’a (2005) göre örgüt kültürünün unsurlarından olan etik iklimin sağlık kurumları için büyük önem taşıdığı açıktır. Özellikle etik uygulamaları içeren hasta bakım sorunlarının çözümünde kullanılabilecek yöntemlerin belirlenmesine yardımcı olan etik iklim uygulamaları güç, güven ve rol esnekliği sağlamaktadır. Sağlık alanındaki etik konularda yaşanan artışlar, sağlık çalışanlarının hasta ile ilgili uygulamalardaki etik boyuta bakış açılarının değişmesinden ve gerek yazılı gerekse görsel basının bu konuya ilgi duymasından daha fazla ilgi çekmektedir (Hart 2005; akt.: Sonakın, 2010: 38).

Örgüt kültürünün odak noktasında değerler ve inançlar yer almaktadır. Genellikle yazılı olarak ifade edilmeyen değerler, tüm çalışanlara ortak bir yön vermekte ve onların günlük davranışlarına rehberlik etmektedir. Bununla birlikte değerler ve inançlar; örgütün felsefesini, ideolojisini, etik kodlarını, genel amaçlarını, ideallerini, standartlarını yansıtarak örgütsel yaşamda çeşitli şekillerde kendilerini göstermektedir (Awbrey, 2005:1-21). Bu ifadelerden hareketle, etik kodların ya da etik iklimin örgüt kültürünün bileşenlerinden biri olduğu ifade edilebilir. Diğer bir ifadeyle etik, örgüt kültürünün belirleyicilerinden olarak kabul edilebilir.

Örgüt kültürünün etkililiğini ve sürekliliğini gösteren faktörler arasında örgüt yöneticilerinin ve çalışanlarının karar alma sürecine ilişkin davranışları yer almaktadır. Karar; iki veya daha çok uygun alternatif arasından bir seçimdir. Karar verme ise,

amaçlara ulaşmak için alternatiflerin belirlenmesi, geliştirilmesi, analiz edilmesi ve bunlar arasından en iyi olanın seçilmesidir. Kişinin davranışlarına yön verecek kararlarını etik olarak incelemesi ona yol gösterecektir (Kıral, 2015: 73-89). Söz konusu incelemenin esası ise etik kodlara/ilkelere dayanmaktadır. Etik kodların/ilkelerin işlevsellik kazanması ise örgüt kültürü ile etkileşimde olmasına yani örgüt kültürünün bir parçası haline gelmesine bağlıdır. Kurumsal kültürün bir parçası halini alan etik ilkeler/kodlar, kurumsal dürüstlüğü ve hesap verebilirliği geliştirmektedir (Bektaş ve Köseoğlu, 2007: 94-115). Bu bulgular temel alınarak düşünüldüğünde, sağlık çalışanlarının, hizmet sunarken karar verme eylemini de sergiledikleri göz önüne gelmektedir. Karar alma eyleminin örgüt kültürünün yansımalarından olduğu hatırlandığında ise kararları etik ilkelerin şekillendirdiği, dolayısıyla etik ilkelerin örgüt kültürü ve yansımaları üzerinde belirleyici etkiye sahip olduğu kabul edilmelidir. Etik uygulamalar sayesinde dürüstlük ve hesap verebilirliğin görünür kılındığı bulgusu da etik iklimin hasta güvenliği kültürü (açık iletişim, hata raporlama, tartışma vb. açısından) üzerinde etkisine dair işaret olarak düşünülmelidir.

Hasta güvenliği kültürünün sağlanması, oluşan hataların engellenmesi ve düzeltilmesi için önemli bir etkendir. Klasik yaklaşımda, bireyler, yaptıkları hatalardan dolayı sorguya çekileceklerini düşünürler ve cezalandırma korkusu yaşarlar ve bu sebeple de hatalarını saklamaya çalışırlar. Bu durumun en büyük zararı, insanların yapılan hatalardan ders almaması ayrıca bu tür hataları yapmaya devam etmeleridir. Bu yaklaşımda kişiler, gerçekleşen hatalar yüzünden devamlı suçluluk psikolojisine sürüklenecektir. Dolayısıyla bireyler hatalarıyla yüzleşemese de bu hataları yapmaya devem edeceklerdir. Oysa hatalardan açık olarak bahsedilmeli temel sorunlara ulaşılarak yeni hataların önüne geçilmelidir. Bu tür yaklaşımda hatalardan bireyler kendine pay çıkaracaktır. Hataların temel sebebinin sistem mi insan mı olduğu sorusu araştırılarak hatalar en aza indirilmeye çalışılmalıdır (Ovalı, 2010: 40). Etik iklim ortamının sağlandığı örgütlerde, bireyler baskı altında kalmadan kendi vicdani duygularına dayanarak hareket ederler. Bu duruma, örgütün oluşturduğu etik ilkelerinde katkısı da eklendiğinde hasta güvenliği kültürünün sağlanacağına inanılmaktadır.

Etik iklim ile hasta güvenliği kültürü ilişkisini açıklamada yukarıda paylaşılanların yanı sıra farklı bir bakış açısıyla da konuya yaklaşmanın mümkün olabileceği düşünülmektedir. Bu farklı bakış açısı ise söz konusu değişkenler arası ilişkinin “sosyal mübadele” ve “kırık pencereler” teorilerinin sunduğu bakış açılarıyla

da yorumlanabileceğidir. “Sosyal mübadele teorisi” örgütsel davranış alanına ait bir teori iken; “kırık pencereler teorisi” sosyoloji alanına ait bir teoridir.

Kişiler arası ilişkilerin temel nedenlerini açıklamada yararlanılan sosyal mübadele teorisinin temel iddiası, bireylerin kendi beklentileri doğrultusunda yaptıkları fayda-maliyet ya da ödül-bedel analizlerinin sonucunda rasyonel seçimler yaptıkları yönündedir. Kişiler arası ilişkiler, gönüllülük esasına dayanan birtakım sosyal yükümlülüklerin yerine getirilmesi şeklinde ortaya çıkmaktadır. İlişkilerin sürdürülebilmesi ise başarı duygusunu hissetmeye, istenen bir uyarana maruz kalmaya ve mevcut durumdan memnun olmaya bağlıdır. Bu bağlamda, sosyal davranışların ve kişiler arası ilişkilerin bir tür değiş-tokuş eylemi olduğu söylenebilir. Bu değiş-tokuş ekonomik (bedel karşılığı alış-veriş vb.) olabileceği gibi sosyal da (güven, iyilik, şükran vb.) olabilir. Bu teori çalışma yaşamına uyarlandığında, örgütün sağladığı ekonomik ve sosyal faydalara karşılık olarak, çalışanların da davranışlar geliştirdikleri bildirilmektedir. Bu davranışlar ise daha fazla özen ve gayret, bağlılık, özdeşleşme, işe ve kuruma karşı olumlu tutum, işini iyi yapma çabası, örgüte ve yöneticiye güven ve iş tatmini gibi kavramlar üzerinden kendini göstermektedir (Ateş, 2017:150-153).

Değiş-tokuş yani mübadele, karşılıklı faydalı olarak algılandığı sürece ilişkiler de sürecek, aksi durumlarda ise ilişkiler sona erecek veya mecrasından çıkabilecektir. İlişkilerin sürmesi, gelecek beklentilerinin canlı olmasına da bağlıdır. Tarafların birbirlerine yaptıkları katkılar, gelecek beklentilerine erişme açısından yukarıda sayılmış olan tutum ve davranışların geliştirilmesine temel oluşturacaktır. Çalışanların geliştirmeleri beklenen bu davranışlar, kendilerini iş yerlerinde güvende/emniyette hissetmeleri, işletmelerini iyi tanımalarına imkân verilmesi, işleriyle ilgili umutlarının uzun vadeli olması şeklinde karşılıklara ulaşabilmeleriyle de ilişkilidir. Gelecek beklentilerinin bu ve benzeri şekillerde karşılanıyor olması halinde, çalışanların işletmelerine sağlayacakları katkının artmasının, iş performanslarının yükselmesinin ve işin standartlara uygun halde yürütülmesinin önü açılacaktır (Türköz, 2016:273-279).

Sosyal mübadele teorisi’ne ilişkin açıklamalar ışığında etik iklim ile hasta güvenliği kültürü arasındaki ilişki şöyle açıklanabilir: Sağlık kuruluşları, etik ilkelerini net olarak belirler, bunların uygulanmasına tepe yönetim liderlik eder ve etik ilkelerine uygun davranmayı ödüllendirirse çalışanların da bu ortamın gerektirdiği etik davranışları sergileyeceği açıktır. Aynı şekilde, etik ilkelerin kültürün bir parçası olduğu hatırlandığında, hasta güvenliği kültürü için de benzer ifadelerin kullanılması

mümkündür. Etik ilkeler, hasta güvenliği kültürünün oluşmasına katkıda bulunacaktır. Tepe yönetim buna hassasiyetle yaklaşacak ve hasta güvenliğinin korunmasına yönelik ödül mekanizmaları geliştirecek olursa, çalışanların da hasta güvenliği kültürünü özümsemeleri kolaylaşacaktır.

Çalışmanın değişkenleri arasındaki ilişkinin kırık pencereler teorisi üzerinden okunmasına gelince, etik iklim ile hasta güvenliği kültürü arasındaki ilişkiye ait dayanakların bulunduğu düşünülmektedir. Kırık pencereler teorisi, sosyologların suç olgusunu açıklamada kullandıkları teorilerdendir. Zimbardo’nun (1969) yaptığı deneylerle ortaya çıkmıştır. Söz konusu deneylerin birinde plakasız bir araç varoş sayılabilecek bir yerde bırakılır. Aynı zamanda benzer bir araç da merkez sayılabilecek, eğitim ve gelir düzeyleri yüksek insanların yaşadığı bir yerde bırakılır. Terk edilmiş görünen ilk araç dakikalar içerisinde yağmalanır. İkinci araca ise bir hafta boyunca dokunan olmaz. Bir hafta sonra araştırmacı, balyozla aracın camlarından birini kırar. Çok geçmeden yoldan geçenler eşlik etmeye başlarlar ve dakikalar içerisinde bu araç da yağmaya uğrar. Aynı deney, sahipsiz görünen binalarda da tekrarlanır. Pencerelerinde kırıklar olan bina kısa sürede yağmalanır ve evsizlerin mekânı olur. Pencerelerinde kırıklar olmayan diğer bina ise araştırmacılar tarafından birkaç penceresi kırıldıktan sonra aynı akıbete uğrar. Bu deneylerin sonunda, kırık pencereler teorisinin ana görüşü, “korumasız bırakılan ortamların, eşyaların ve insanların, diğerleri için eğlence ve yağma aracı olabilecekleri” yönünde olmuştur. İlk pencerenin kırılmasına göz yumulması ve önlem alınmaması, küçük görünen bir gelişmenin oldukça büyük suç kaynağı olmasına yol açılması anlamına da gelmektedir. Bu nedenledir ki, davranış kuralları açıkça belirlenen, güvenlik önlemleri yeterince alınan ve yine yeterince denetlenen ortamlarda suç unsurlarının oluşmasının engellenmesi mümkün görünmektedir (Altuntop, 2015:231-245).

Kırık camlar teorisi, kontrolsüzlük, denetimsizlik, sahipsizlik, bakımsızlık ve ilgisizlik hissi uyandıran yerlerin suç üretebileceğini ve bu tür yerlere karşı önlemlerin alınması gerektiğini ortaya koymaktadır. Bu bağlamda, şehirlerde sıkça görülebilen aydınlatması yetersiz cadde ve sokakların, onarılmayan metruk binaların, kontrolsüz araç park alanlarının ve fiziksel güvenliği yeterince alınmamış iş yerlerinin suça davetiye çıkarabildiğini ve potansiyel suçluları cesaretlendirebildiğini söylemek mümkündür (Doğan ve Sevinç, 2011: 27-53). Kırık pencereler teorisi, düzen halindeki kamuya açık kentsel ortamlarda düzenin sürdürülmesi, daha ciddi suçların ve

vandalizmin oluşmasını önlemek amacıyla izlenmesi anlamına da gelir. Amaç; düzende bozulan küçük şeylerin tekrar düzenli olacak şekilde değiştirilerek, düzenin sağlanmaya devam edilmesidir. Toplumsal yaşamdan veya çalışma yaşamında yola çıkıldığında teorinin izdüşümünün şöyle olabileceği kabul edilebilir. Örneğin; bir toplantıda alınan kararın uygulanmaması ya da herhangi bir hataya karşı bir kereden bir şey olmaz tavrının takınılması, daha sonra yapılacak toplantıların ciddiyetinin sorgulanmasına ve hataların da önemsenmemesi yoluyla sayılarının ciddi biçimde artmasına yol açacaktır (Kırık Camlar Teorisi, İnternet: 02.10.2017). Bu bağlamda kırık pencereler teorisi, suçla mücadele etmenin en iyi yolunun, suçtan önce gelen ve suça zemin hazırlayabilecek düzensizliklerle mücadele etmek olduğunu öne sürmektedir (Beşe, 2006:1-24).

Sağlık hizmetlerinin de yukarıda açıklanan görüşler çerçevesinde değerlendirilmesi mümkün görünmektedir. Şöyle ki; suç işleyip pencereleri kıranların” yerine “hasta güvenliğini tehdit eden her türlü unsurlar ve tıbbi hatalar” konulduğunda (Kayral, internet:02.10.2017) hasta güvenliğinin sürekliliğinin sağlanması için kırık pencereler teorisinin öne sürdüğü ilkelerin uygulanabilirliği gerçekçi görünmektedir. Buna göre etik ihlallerini ve hasta güvenliğini zedeleyecek olaylarla önceden mücadele edilmesi ve fırsat verilmemesi halinde, etik iklimin de hasta güvenliğinin de zarar görmesi pek kolay olmayacaktır. Etik iklim, hasta güvenliğinin/hasta güvenliği kültürünün belirleyicileri arasındaki yerini koruyacaktır.

İKİNCİ BÖLÜM

2. YÖNTEM