• Sonuç bulunamadı

Etik, Ahlak ve Ahlak-Etik Ayrımı

BÖLÜM 1: BİR FELSEFE DİSİPLİNİ OLARAK ETİK

1.2. Etik, Ahlak ve Ahlak-Etik Ayrımı

“Etik” sözcüğü Yunanca “ethos” sözcüğünden, “moral” sözcüğü ise Latince “mos” sözcüğünden gelmektedir. Dilimizde “moral” sözcüğü yerine kullanılan “ahlak” sözcüğü, Arapça “hulk” sözcüğünden türetilmiştir. “Etik” ve “moral/ahlak” sözcükleri genel olarak gelenek, görenek ve alışkanlıklardan kaynaklanan davranışları tanımlamakta kullanılır, sözcüklerin temelinde anlam farkı bulunmamaktadır (Tepe, 1998: 10; Bkz. Welsen, 1999: 10). Bu anlamda “etik”, geleneğin öngördüğü davranış biçimini gösterirken, “ahlak” sözcüğü bireyin toplumsal gelenek olarak etiğin etkisiyle bu davranışları sergilemesi olarak düşünülebilir. Bu sözcükler gündelik yaşamda ya da örneğin meslek etiği gibi farklı toplumsal çalışma gruplarındaki davranış biçimlerinin incelendiği farklı alanlarda anlam bakımından aynıymış gibi kullanılmaktadır. Hatta zaman zaman yaşanan bir sorunun betimlenmesi, “etik” adı altında yapıldığı görülmektedir. Ancak felsefe alanında ele alındığında bu iki sözcük bilinçli olarak birbirinden ayrılır ve farklı olguları ifade ederek ilgili bağlamda kullanılır.

Ahlak kavramı Özlem’e göre “bir kişinin, bir grubun, bir halkın, bir toplumsal sınıfın, bir ulusun, bir kültür çevresinin vd. belli bir tarihsel dönemde yaşamına giren ve eylemlerini yönlendiren inanç, değer, norm, buyruk, yasak ve tasarımlar topluluğu ve ağıdır” (Özlem, 2004: 17).

Rehfus’un Felsefe Sözlüğü’nde ahlak, bir toplumda örf ve adetleri oluşturan her şeydir. Kavram, bir yandan o toplumdaki insanların belirli gruplarının davranışlarına özgü kalıplar içerir. Diğer yandan da toplum içindeki bir insandan beklenen tutum ve davranışlarını içerir. Tanıma göre ahlakta genelleme eğilimi bulunur (Rehfus, 2003: 473). Diğer taraftan Craig’in Felsefe Ansiklopedisi’ne göre ahlak; duygu ve eylemlerle ilgili normatif düşüncelerin alanı içine giren belirli bir etki alanıdır (Craig, 2010: 1208). Kant’tan destek alarak ahlakın tanımını yapan Comte-Sponville’e göre ahlak, “yerine getirmekle yükümlü olduğumuz görevlerimizin toplamıdır. Başka bir deyişle, karşılığında elde edebileceğimiz ya da elde etmeyi umduğumuz tüm ödüllerden ve sakınmak istediğimiz tüm cezalardan bağımsız olarak kendi kendimize dayattığımız yükümlülüklerin ve yasakların tümüdür. Bir vicdana koşulsuz olarak kendini dayatan ve o vicdanın değerini belirleyen şeylerin tümüdür” (Comte-Sponville, 2012: 54-55). Nuttall’a göre de ahlak, “doğru yaşamanın bir yoludur ve hayatın en zorlu olduğu zamanlarda ahlak, en çok ihtiyaç duyulan şeydir” (Nuttall, 1997: 199).

Yukarıdaki çeşitli felsefecilerin tanımlamalarından yola çıkılarak ahlak kavramının genel hatlarını oluşturmak mümkündür. Ahlak, belirli tarihsel bir dönemde etkisini gösteren, yani evrensel olmaktan çok, dönemsel özellikler taşıyan, oluşturulduğu topluma özgü olduğu için diğer toplumların ahlak normlarından farklı olabilen; normatif bir yapısı olduğu için ve davranışları “iyi”, “kötü”, “doğru”, “yanlış” vb. şekilde kategorize eden normatif bütünsel bir yapıdır. Bu nedenden ötürü önce insanı, sonra genelleme yaparak toplumdaki diğer insanları normlarda belirtildiği üzere davranışta bulunmaya yönlendirir, yani insanda oluşturduğu vicdanın kamu vicdanına dönmesini sağlamaya çalışır.

Ahlak sözcüğü “nedir?” sorusuna yanıt vererek açıklandığı gibi, “nedir?” sorusunun yanına “ne değildir?” sorusu da eklenerek sözcüğün daha iyi anlaşılması sağlanabilir. Bazı felsefeciler bu yolu tercih etmişler ya da sözcüğün tanımlamasına doğrudan “ne değildir?” sorusu ile başlamışlardır.

Frankena, ahlakı özellikle insanların istekleri bağlamında tanımlayarak ahlakın bir sağduyu olmadığını, insanların isteklerini yerine getirmede önceliklerin ahlaki davranışlar olmadığını vurgular. Yani ahlak bir sağduyu değildir, insanların istekleri ahlaki bakış açısı için ayırıcı bir özellik olamaz, herhangi bir güç tarafından oluşturulamaz, değiştirilemez ya da yaptırım uygulayamaz (Frankena, 2007: 25). Comte-Sponville, ahlakın kültürel değerler içerisinde kendiliğinden oluşumunu ve yaptırım gücünün zayıflığını ön plana çıkarır. Yaptırım gücü zayıf olduğu için, adaleti sağlamaya yetmez. Ahlak kurumsal yapıların işi değildir, çünkü doğrudan insanın kendisinden kaynaklanan ve kendi menfaatlerine hizmet eden davranışları ile bu davranışların muhatabı diğer bir kişi arasındaki eylemlerin kültürel bağlamda değerlendirilmesidir (Comte-Sponville, 2012: 114).

Nuttall’ın ahlak anlayışına göre, örneğin hukuk normları gibi toplumdaki insanların tümü için geçerli sayılabilecek somut ahlaki değerler bulunmaz. Aynı toplumu oluşturan insanların bağlı bulundukları gruplarda aynı somut ahlaki değerlere rastlanmaz (Nuttall, 1997: 45).

Ahlak sözcüğünde olduğu gibi etik sözcüğü de çeşitli felsefeciler tarafından zaman zaman farklı yönleri ön plana çıkarılarak tanımlanmıştır. Frankena etiği, “ahlakla (morality), ahlaka ilişkin sorun ve yargılarla ya da ahlaki (moral) sorun ve yargılarla ilgili felsefe dalıdır” biçiminde tanımlar (Frankena, 2007: 22).

Nuttall, “ahlak felsefesi ya da etik, ahlakı konu edinen felsefe dalıdır. Kullandığımız ahlak terimlerini ve ahlaki yargılarımızın statüsünü analiz eden etik, takındığımız ahlaki tutumlarımız ardında yatan yargılarımızı ele alır” şeklinde ifade eder (Nuttall, 1997: 15). Billington, etik kavramını “Doğru ve yanlış davranışın ne olduğu, hangi insan özelliklerinin desteklenmeyi ve geliştirilmeyi en çok hak ettiği ve hangi ahlaki ve toplumsal önceliklerin gözetilmesi gerektiği hakkında kararlar alınmalıdır. Bütün bunların incelenmesine etik ya da ahlak felsefesi diyoruz” şeklinde tanımlar (Billington, 1997: 39).

Özlem için etik, “ahlaklar çokluğu içerisinde karşımıza çıkan bu temel kavramlar üzerine bir yeniden irdeleme, çözümleme, eleştirme ve bu kavramların anlamlarını yeniden

belirleme, çeşitli ahlakları, ahlak tiplerini gösterme, bunların özelliklerini, benzerlik ve farklılıklarını ortaya koyma girişimidir” (Özlem, 2004: 207).

Craig’in Felsefe Ansiklopedisi’nde etik kavramı, etik sözcüğünün üç farklı perspektifi verilerek açıklanmıştır. Etik öncelikle “insanlardan oluşan belirli grupların yaşam biçimi

doğrultusunda oluşturulan, o grubun gelenek, görenek ve değerlerini içeren sisteme etik adı verilir” şeklinde tanımlanmıştır. İkinci olarak etiğin sistemin bir parçasıyla ilişki

kurularak etik kavramı temellendirilerek açıklanmaya çalışılmıştır. Bu doğrultuda “etik

kavramı sistemin, yani içerisinde doğru, yanlış, suç, utanç gibi kavramları içeren moralite’nin özel bir parçasına bağlantısını açıklamak için kullanılır.” Son olarak etik

kavramı bir ahlak sistemi içerisinde güncel ahlaki prensiplerle bağlantı kurularak açıklanır (Craig, 2010: 411).

Kutschera, “Etiğin Temelleri” adlı kitabının hemen başında etik sözcüğünü “normatif bir disiplin”, ya da başka bir deyişle “ahlaki yönden doğru eylemin teorisi” şeklinde tanımlamış ve kitabının devamında görüşlerini bu tanımı temel alarak açıklamıştır (Kutschera, 1982: 8).

Reiner’e göre ise etik sözcüğünden bugünkü kullanımıyla yaklaşık olarak ahlaklılık bilimi (Wissenschaft von der Sittlichkeit) anlaşılır. Ahlaklılık sözcüğünden ise “iyi” ve “kötü” ya da bununla bağlantılı olan eylemlerimizin genel normlarını araştırma konusu yapan yaşam alanı kastedilir. Bu normlar, içinde bulunduğumuz yaşam alanında “ahlaki istemler” şeklinde karşımıza çıkarlar. Etik bir eylemin oluşmasında geçerli olan prensiplerin bilimidir ve “pratik felsefe”nin (praktischer Philosophie) içinde yer alır (Reiner, 1964: 15).

Sözcüklerin temelinde anlam farkı olmamasına ile birlikte tarihsel süreç içerisinde “etik” sözcüğü, felsefenin temel bir disiplini olarak anlam kazanmıştır. Etik, insanların toplum içerisinde nasıl davranış sergilemeleri gerektiğini söyleyen ya da normlar koyan bir etkinlik değildir; insanların toplum içerisinde birbirleri ile yaşadıkları ilişkiler sonucu sergiledikleri davranışlarda ortaya çıkan etik sorunlarda doğru ya da yanlış olduğu gerekçelendirilebilir bilgiler ortaya koyan ya da koyması da beklenen bir felsefe disiplinidir (Tepe, 1998: 12).

Yukarıda adı geçen farklı felsefecilerin tanımlamalarından yola çıkılarak “etik” kavramının genel hatlarını oluşturmak mümkündür. Etik bir toplum ya da belirli özellikleri olan bir grup içindeki insanın davranışlarının ahlaki sonuçlarını ve ortaya çıkan sorunları inceleyen, bu davranışların arka planını tespit ederek çözümleyen, irdeleyen, birleştiren ve bu davranışları yeniden belirleyen, doğru ve yanlış olarak değerlendirilen davranışların geliştirilmesini araştıran, böylelikle insan ve toplum önceliklerinin belirlenerek gözetilmesini sağlayan, konusu kısaca “ahlak” olan temel bir felsefe disiplinidir.

Temel bir felsefe disiplini ve bir sistem olarak etik, kural koyucu bir disiplin değildir; insanın davranışlarını “doğru” ya da “yanlış” gibi değerlendirmelerle sınıflandırmaz, tam tersine insan davranışlarının “doğru” ya da “yanlış” olarak değerlendirilebilmesi için gereken kriterleri oluşturur ve betimler. Etik, insanın davranışlarıyla asıl rolü oynadığı toplumsal eylemin/eylemlerin amaçlarını, eylemler bütününün oluşum şartlarını ve prensipleri ile eylemlerin oluşum sürecinde gerekli/geçerli toplumsal sistemleri ve çerçeveyi yansıtır.

Etik, farklı yönlerinden ele alınarak bazı yazar/felsefeci ya da diğer meslek gruplarına ait farklı kişiler tarafından da tanımlanmıştır. Örneğin Hazlitt’e göre etik, “başta başkalarına dayattığımız, sonra da -uyumun gereğinin, kendi örneğimizin öneminin ve “peki sen?” karşılığının gücünün farkında olarak- kendimiz için de kabul ettiğimiz bir uzlaşmadır”; “Etiğin “toplumun” “insana” dayattığı kurallardan oluştuğunu düşünmek bir çelişkidir. Etik, insanlar olarak bizim birbirimizi etkilemeye çalıştığımız kurallardan oluşmuştur. Hatta etik, tek tek insanların diğer bütün insanları, yani “toplumu”, en azından kendi davranışlarıyla etkileyeceğini düşünerek davranması biçiminde de algılanabilir” (Hazlitt, 2006: 126, 267). Öte yandan Comte-Sponville’e göre ahlak görev duygusuyla yaptıklarımızken, etik sevgiyle yaptıklarımızdır (Comte-Sponville, 2012: 57). Koslovski’ye göre ise “etik, bilim ve tekniğin, bilgilerinin doğası gereği, açık bırakmaları gereken güdüleme boşluğunu kapatmaya girişir” (Koslovski, 2000: 40).