• Sonuç bulunamadı

Etiğin Çeviribilimdeki Yeri

BÖLÜM 2: ÇEVİRİ ETİĞİ

2.2. Etiğin Çeviribilimdeki Yeri

Çeviribilim dâhilinde ortaya konulan çeviri etiği bağlamında ortaya konulan çalışmalar, konuları itibarıyla geniş bir yelpazeye sahiptir. Çeviri eğitimindeki etik sorunlardan, sözlü çeviri alanındaki etik sorunlara, televizyon programlarındaki çeviri faaliyetlerinin etik bağlamından (Katan ve Straniero-Sergio, 2001), çeviri eserlerdeki telif meselesindeki etik bağlamına (Basalamah, 2001) ve tıp alanındaki çeviri faaliyetlerdeki etik sorunlara (Kaufert ve LaBine, 2009) kadar çeviri etkinliğinin meydana geldiği birçok alan dâhilinde, çeviri etiği üzerine çalışmalara rastlamak mümkündür.

Çeviri etiğinin çeviribilimdeki yeri, günümüzde etik çerçevede görece geniş ölçüde tartışılan konulardan biridir. Ancak bu tartışma bize, çeviribilimin bağımsız bir bilim dalı haline gelmeden önce, dilbiliminin bir alt alanı dâhilinde ele alındığı ve bu doğrultuda değerlendirildiği dönemi (Bkz. Tosun, 2002) hatırlatmaktadır.

Örneğin Pym, çalışmasında dil ile yapılabilen eylemlerin arasında “çeviri” eylemini de dâhil eder (Pym, 2012: 85). Çünkü çeviri eylemi, başlı başına diğer eylemlerden özellik bakımından ayrılır. Çeviri eylemi örneğin, “ifade etme” eyleminden, işbirliği bağlamında ele alındığında diğer eylemlerden net bir biçimde ayrılır. Dil ile yapılabilecek eylemlerin arasında çeviri eyleminin de dâhil edilmesi ne kadar doğru olur, tartışılır. Bu bağlamda bu görüşe katılmak pek mümkün değildir.

Hiç kimse insanın hem yürüyebildiği hem de koşabildiği aksiyomundan yola çıkarak, her insanın “koşucu” olabileceği savını öne süremez. Çeviri etkinliği de bu bağlamda her ne

kadar profesyonelliğin ötesinde bir etkinlik olsa da, çeviri eyleminin meslek haline gelmiş bir biçimi vardır. Aynı biçimde örneğin yazarlık, ressamlık vb. yaratımcı eylemlerde de aynı durumlar geçerlidir. Telif hakları ile yazarların ya da sanatçıları korunması da bu yüzdendir.

Çeviri, bunun dışında yalnızca “dil” ile bağlantılı düşünülerek içinde faaliyetinin sürdürüldüğü kültür öğesinin dışarıda bırakılması durumunda tanım bakımdan eksik kalır. Çeviri etkinliğinin tanımlamasında belirli bir amaca yönelik “ek-eylem” özelliği dikkate alınmalıdır. Bu anlamda çeviri etkinliğinin kültürlerarası niteliğe sahip bir sektör haline gelmesi de dikkate alınması ve bu sektörde asıl çalışanların, yani çevirmenlerin de gerek hukuki gerekse de etik normlarla korunması ve tanınması gerektiği aşikârdır.

Yine de Pym’in tartışmaya çeviri etiği bağlamında ortaya koyduğu konu ve düşünceler, çeviri etkinliğinin yeniden tanımlanmasını sağlayacak ve çeviribilim dâhilinde gelecek yeni çalışmalara yön verebilecek kadar önemli ve ele alınması gerekli konulardır. O yüzden bu konular, mutlaka çeviribilim alanının araştırma konuları arasında yer almalıdır. Her şeye rağmen yine de mesleki alan dışında gerçekleştirilen, profesyonellik niteliğini içermeyen çeviri etkinlikleri de çeviribilimde ve çeviri etiği bağlamında incelenmeli ve değerlendirilmelidir.

Profesyonellik niteliğini taşısın ya da taşımasın, çeviri etkinliği dâhilinde incelenecek etik konular, salt çeviribilim alanından yola çıkarak yapılmamalıdır. Aksi takdirde araştırmacılar, araştırma konularında kullanılacak yöntem ve bakış açısı yerinde olamayacağından, çeviribilim alanında etik anlayışın oluşması için gerekli şartlar irdelenemeyecektir. Bu manada etik, felsefenin temel alanlarından biridir. Çeviribilimin alanlarından biri olarak çeviri etiğinin de bu bakımdan felsefe temelli bir niteliğe sahip olması gerekmektedir. Bu temelde çeviri etiğinin sosyoloji, iletişim bilimi, kültür tarihi, dilbilim gibi farklı alanlarda disiplinlerarası araştırmalara açılması gerekir.

Gerek etiği gerekse çeviri etiğini örneğin Gouanvic’in “Ethos, Ethics and Translation (2001)” adlı çalışmasında önerdiği gibi, felsefe ve çeviribilim dışında biçimlendirmeye çalışmak, felsefe temelli etik kuramlarının ve çeviribilim kuramlarının göz ardı edilmesine yol açar, kanımızca çeviri etiği alanındaki sorular bu şekilde yanıtlanamaz ve sorunlar ilgili etkinlik çerçevesinde çözülmeden varlığını sürdürmeye devam eder.

Klaus Berger, çalışmasının hemen başında bir bilim olarak çevirinin en azından felsefenin bir bölümüyle ilişkilendirilmesi gerektiğini, çünkü felsefenin de insan eylemleri ile ilgili normları mercek altına aldığını ve çevirinin de esasen sorumluluk gerektiren bir insani eylem olduğunu belirtmiştir. Çeviri etkinliğini kendi çeviri anlayışına göre “kültürlerarası bir iletişim” olarak tanımlayan Berger, çeviri etiği ile ilgili on iki maddede topladığı düşüncelerini çalışmasında belirtmiştir. Buna göre bireysel etik, insan yaşamında merkezi önemini kaybetmiş ve bunun yerini politik ve stratejik gibi çeşitli boyutlar almıştır. Çevirinin aynı zamanda barışçıl bir eylem niteliğinde olması gerektiğini, çünkü çeviri etkinliğinde çok yönlü (multilateral) yapıda bir hakkaniyet bulunduğunu, bu hakkaniyet kavramının “sadakat” ile doğrudan bağlantılı olduğunu ve sonuç olarak ortaya “barış etiği” kapsamında bir “çeviri etiği” anlayışı çıktığını vurgulamıştır (Berger, 2013: 7-13). Berger’in çeviri etkinliğini “sorumluluk gerektiren insani bir eylem” biçiminde değerlendirmesi ve çeviri etiğini bu değerlendirme çerçevesinde araması, çeviride etik normlar oluşturabilmek için doğru bir zemin hazırlamasına yol açabilir. Ancak Berger’in yapmış olduğu çeviri etkinliği tanımı, yani çeviriyi “kültürlerarası bir iletişim” olarak görmesi, çeviri eyleminin bu kalıba girmemesi sebebiyle eylemin özelliklerini ortaya koymakta zorluklar çıkarmasına neden olacaktır.

Ayrıca Berger’in çeviri etiği anlayışının “barış etiği” kapsamında olmasının temelinde, aynı zamanda kendisinin de uğraş alanı olan ve çalışmasında da irdelenen kutsal metin çevirilerinin olduğu anlaşılmaktadır. Henüz çeviri tanımından oluşan zorluğu aşmadan kutsal metin çevirileri ve ve bu metinlerin amaçları üzerinden çeviri etiği oluşturma çabasından, Berger’i kutsal metinlerin temel amacı olan “barış” olgusunu çeviri alanına taşımasının sebep olduğu anlaşılmaktadır. Böylelikle barış amaçlı bir çeviri etiği anlayışı meydana gelmiştir. Kutsal metinler çerçevesinde çeviri etkinliğinin temel amacının, bu metinlerin yaygınlaştırılması suretiyle, çeviri etiğinde tek bir olgu üzerinden norm oluşturma çabası yetersiz kalır. Çünkü çeviri hiçbir zaman sadece çeviri değildir. Bu bağlamda çeviri eylemi kültürlerarasında farklı birçok amaca hizmet edebilen, “iletişim” dışında da ele alınması gereken ek bir eylemdir.

Berger’in ya da onun temsil ettiği çeviri anlayışının, günümüz çeviri uygulamalarında büyük faydaları, özellikle sözlü çeviri bağlamında -iletişimin bazı özelliklerinden doğrudan faydalanıldığı düşünülürse- açıkça görülebilecektir. Bu çeviri anlayışı,

günümüzde de yeri geldiğinde ve kaynak metin “amacına” göre uygun olduğunda, zaten işlevsel bir niteliktedir. Ancak -ne kadar iyi niyetli olursa olsun- çeviri eyleminin “ek eylem” özelliği dikkate alınmadan çeviri etiğinde norm oluşturma çabası, ihtiyaçları karşılama hususunda yetersiz kalacaktır.

Pym’in de çalışmasında belirttiği gibi etik, çeviribilimde özellikle 90’lı yıllardan sonra kendisine yer bulmaya başlamıştır (Ayrıca Bkz. Mikkelson, 2000: 49). 90’lı yılların öncesinde -biraz da o dönemlerde hüküm süren çeviri anlayışı sebebiyle- etik olgusunun, çeviribilim alanındaki çoğu kesimlerce sevimsiz bir olgu olarak görüldüğünü belirten Pym, yine de etiğin çeviribilimde gittikçe önem kazanmasının sebeplerinden bir tanesinin, esasen sosyal bağlamda tüm davranış ve eylemlerin etik değerlendirmelerinin doğal olarak gelişmesinden kaynaklandığını savunur. Yani sosyal bir eğilimin bir parçası olan etik, insan öznesinin kimliği ile ilgili her türlü konuyu kapsar, spesifik kültürel bölgelerde pratiklere bağlıdır ve koşulsal belirleyicileri vardır. Çünkü insan, eylemde bulunduğunda “nasıl” davranılması gerektiği hususunda ikileme düşer ve etik sorununu bağlı bulunduğu toplumun kültürel uygulamalarına ve değerlerine aykırı gelmeyecek biçimde çözer. Örneğin günümüz ekonomik anlayışı olan küresel ekonomide, bu anlayışın karşısına hemen çevresel ve insan hakları düzenlemeleri ortaya çıkar. Toplumsal koşullar, toplumların etik anlayışını belirler. Böylelikle –aynı zamanda sosyal bir eğilimin doğal bir parçası olan- “etik gereksinimler”, çeviribilim alanı dahilinde de kendini göstermeye başlamıştır (Pym, 2001: 129-130, 137).

Pym’in savunduğu bu düşüncelerden yola çıkıldığında, toplumsal bağlamda her eylemin etik bir yanının doğal olarak var olması gereği ortaya çıkar. Çeviri etiği de, bu anlamda genel etik kuramı ve diğer mesleklerin etik normları bağlamında değerlendirilebilir. Etik kuramlarından bağımsız bir çeviri etiğinden söz edilemez. Çeviri etiğinin oluşumu, genel etik normlarından yola çıkılarak, diğer mesleklerin etik normlarıyla benzer bir normlaşmayla mümkün olabilir. Böyle bir norm oluşumu için çeviribilimin genel etikten yola çıkarak özel etiğini buna göre oluşturması doğal bir bilimsel serüvendir. Toplumdaki her kurumsal yapıda olduğu gibi, çeviri alanında da etik normların oluşmuş olması, çeviri mesleğinin toplumsal kabulü anlamına gelir.

Etik normları, toplumu farklı türden yaptırımlarla biçimlendiren ve onu aşırılıklardan koruyan normlardır. Örneğin hukuki ya da dini gibi topluma ait normların yeterli

olmadığı durumlarda etik normlar, o normların boşluklarını tamamlar. “Nasıl” davranması gerektiği konusunda ikilimde kalan insana yol gösterici özellikleri vardır. Etik değerlendirmeler hem bireyin eyleme geçmeden önce ikilemleri çözmek adına başvurduğu eylemlerdir. Ama aynı zamanda hem eylem sonrasında “muhakeme” ve “savunma” amacıyla kullandığı hem de üçüncü kişi ya da kurumlar tarafından eylemi gerçekleştirenin mercek altına alındığı çok boyutlu niteliğe sahip değerlendirme süreçleridir. Pym’in belirttiği küresel ekonomilerde de aynı durum söz konusudur. Eğer bir “süreç” söz konusuysa, bu sürecin içerisindeki her türlü eylemin etik yanının da değerlendirilmesi gereği kendiliğinden ortaya çıkar. Bu bağlamda öncelikle toplumsal koşullar belirlenir, karşılaştırma yoluyla diğer uygulamalara bakılarak etik ikilemlere çözüm aranır.

Çeviri süreçlerini de bu bağlamda değerlendirmek gerekmektedir. Çeviri etkinliği ve dâhilinde ve sonucunda gelen çeviri eylemi, kültürlerarası sorumluluk gerektiren ve toplumsal yanı açıkça görülebilen bir eylemdir. Eylemin etik yanının olması ve etik normlarla değerlendirilmesi gerekir. Ancak bu değerlendirmelerde çeviri etkinliği sürecinde birbiri içerisine giren ve mesleki açıdan çok farklı alanları içerisinde barındıran eylemlerin bulunduğu, bu yüzden de çeviri etkinliğinin nihai eylemi olan çeviri eyleminin katılması gerektiği ve ortaya çıkan üründe etkinlik sürecinde farklı yapıların “etik normlara uymayan” eylemlerin sonuçları, çeviri eyleminin sorumlusuna yüklenmemelidir. Çünkü çeviri etkinliği sürecine sadece çevirmen değil, işbirliği ile birlikte diğer katılımcılar da dâhil olur.

Tüm bu açılardan çeviri eylemlerinin etik açıdan değerlendirilmeleri, eylemin bir parçasını oluşturur. Çeviri alanını içerisini girecek bu etik yönelim “çeviri etkinliğinin sürdürülmesini engelleyen” ve zaman kaybına yol açan bir yönelim olarak görülmemelidir. Bu yönelim olumsuz eleştirilerin tersine çevrilemezlik sorununu getirmez, tam tersine böyle bir sorunun ortadan kalkmasına yardımcı olur; bu bağlamda yol göstericidir.

Ayrıca günümüzdeki standartlaşmaların daha çok teknik açılardan gerçekleştiği, etik normların bu standartlaşmalar içerisinde kaybolduğu konusu eleştirilebilir. Ancak bu en azından günümüzde toplumlararası standartlaşmaya gidilme çabaları engellememelidir. Örneğin Almanya ile Türkiye arasında yapılan anlaşmalar çerçevesinde, Almanya’da

boşanan eşlerin Türkiye’de nüfus kayıtlarının değişmesi için gerekli bürokratik işlemler, yalnızca bu boşanmanın ilgili Türk mahkemelerince tanınmasıyla (tenfiz) mümkündür. Bu manada var olan boşanmayı belgeleyen evrakın belli bir formda olması ve her iki formun standartlara uygun olması, her iki ülkenin mahkemelerinin işlerini kolaylaştıracaktır. Bu tür standartlaşmalar, yalnızca teknik açıdan işlevleri olsa bile, işlemlerin çok daha hızlı gerçekleştirilmesine yardımcı olabilmektedir.