• Sonuç bulunamadı

Güzellik bilimi olan Estetik, güzellik konusunda, felsefi olarak ilk çözümleri dile getiren düşünür yine Platon’dur ve ona göre “güzellik bir İdea”dır.

Estetik, güzellik kavramını açıklamada geliştirilen felsefe dalının bir ilgi alanıdır. Bugün estetik bilimciler genel eğitimle sanatın en ilgili olduğu alanları, sanatı tartışırken kullandığımız sözcükleri, sanatı tanımlamak ve yargılamak için uygun yollarla ilgili teoriler, sanatta doğanın karşılığı, sanatta yaratıcılık ve sanatın toplumdaki rolü gibi konulara eğilmektedirler (Chapman, 1994:3).

Güzelliğin, kimi zaman genel olmamakla birlikte ince bir gerçekçi betimleme ve duygusal imgeleri kapsadığı vurgulanır. Öğretmenler öğrencilerine estetik bağlamında bu tip sınırlamalar getirmemelidirler. Çünkü bu yaklaşım öğrencilerin kendi kültürel varlıklarına ilişkin zenginlikleri incelemelerini önleyeceği gibi, öteki kültürleri de özümsemelerini engeller.

Sanatta dört unsur vardır. Bunlar; sanatçı, eser, izleyici ve bu üçünü kapsayan toplum. Birbirine bağlı bu unsurlar sanat eleştirisinin yargı evresinde aşağıdaki kuramlardan faydalanmaktadır; ƒ Yansıtmacı Kuram ƒ Anlatımcı Kuram ƒ Biçimci Kuram ƒ İşlevsel Kuram ƒ Kuramsalcı Kuram

Estetik kuramlar, sanat eleştirisinin yargılama basamağıyla da ilişkili olduğu için bu kuramları kısaca açıklamakta fayda vardır.

2.4.1. Yansıtmacı Kuram

Bu kurama göre dünyanın aslına sadık kalınarak yansıtılması gerektiğine inanılır. Görülen şeylerin taklidi anlamına gelen “yansıtma” terimiyle ifade edilmektedir. Yansıtmacı kurama göre “sanatçı”, gerçekliği taklit eden kimsedir. Bu taklit ne kadar başarılıysa, sanat eseri de o kadar değerli olacaktır. Yansıtmacı kuram doğalcı bir sanat anlayışına dayanmaktadır. Sanatçılar, özü veya ideali değil, görünüşler ya da duyular dünyasını olduğu gibi yansıtmaya çalışır. Sanat yapıtları, natürmortlar (ölü doğa), manzaralar ve portreleri içerir. Sanatçılar yansıtmacı sanat yapıtlarını, gerçekçi olması ile değerlendirme eğilimindedirler (Moran, 1988: 27)

2.4.2. Anlatımcı Kuram

Bu kurama göre sanatçı artık doğayı taklit etmekten ziyade, sanatçının iç dünyasıyla ilgilenir. Dış dünyadan çok, sanatçının duyguları daha fazla önem kazanmaktadır. Sanat, duyguların anlatımıdır yaklaşımı, 19. yy. romantizm hareketiyle baslar. Sanat eserinde doğa, dış dünya, dış gerçeklik anlatılmış olsa bile, bu anlatımda sanatçının duyguları ile değişime uğramış farklı bir dünya, farklı bir gerçeklik vardır. Önemli olan dış dünyanın ve gerçekliğinin yansıması değil, sanatçının dış dünya karsısında oluşan duygularının yansımasıdır (Geiger, 1985).

Sanatçının duygusal yasamı ile doğrudan ilgili olan dışavurumculuk, bir sanat eserinin duygusal ya da simgesel özelliğine değer veren bir kuramdır. Sözgelimi, bir tabloyu seyredenler, gördükleri canlı renklerden ya da çizgilerin kullanımından etkilenirler ve bu duygularla esere yaklaşırlar. Bu kurama ilişkin üç değişik görüş vardır: Sanatçı, duygusal yoğunluğunu eser aracılığıyla seyirciye aktarır. Sanatçının gizli duyguları, eser aracılığıyla ortaya çıkar. İçgörü sahibi seyirci duyguların dışavurumunu sanatçı ile özdeşleşir.

2.4.3. Biçimci Kuram

Bu kuramda sanat eserinin kendisini incelemek, sanatçı toplum ve izleyiciden daha ön planda tutulmaktadır. Sanat eserinde içerikten çok biçime ve biçimselliğe ağırlık verir. Bu kuramda, Kübizm ya da gerçeküstücülüğün, nesnelerin biçimlerini bozmaları, biçimin daha kesin ve daha nesnel olarak ortaya çıkmasına yol açtı. Sanatta önemli olanın, sanat elemanlarının ve bu elemanlarının oluşturduğu düzenin olduğunu savunurlar. Seyredenler, bu düzenlemeyi konu ya da temadan daha çok önemserler. Bu kurama göre sanat, değeri kendinde var olan, pratik amacı olmayan, kendine yeterli bir nesnedir. Sanat eseri yalnızca bir beğeni sorunu değil, aynı zamanda algılama ve görme sorunudur. Sanatçı, bir anlamda işlevsel olmayan biçimlerle, formlarla uğraşır. Biçimci sanatçıların çoğu, aynı zamanda kuramsal olarak sanatsal görüş ve yaklaşımlarını ortaya koymuşlardır. Bir estetik kuram olarak biçimci kuramın önde gelen temsilcileri Clive Bell ve Roger Fry olmuştur. İleri sürdükleri görüşlerine göre sanatın özü, kendisi dışında bir şeyle ilişkisinde değil, bizzat kendi elemanları arasında sağlanan düzendedir. Çizgi, renk, değer ya da biçimler birer nesne gibi bir görev üstlenerek mecazi bir ifadeye, kavramsal ve soyut sanata ulaşırlar (Geiger, 1985)

2.4.4. İşlevsel Kuram

Bu kuramda ise, bir sanat eserini eğitici, dinsel, toplumsal ve politik bir görüş ya da mesajı aktarmada başarılı olup olmamasına göre yargılar. Onlar için sanat eserinin kendisinden çok onun sonuçtaki etkisi, bir şeye hizmet etmesi önemlidir.

Bir reklâm afişinde de bu düşünce rahatlıkla görülebilir afişlerdeki mesaj ve kelimeler bir bütün olarak yer alır, mesaj komik veya güzel olabilir fakat bu özellikler ürünün adını unutturacak bir nitelikte değildir. (Feldman, 1987)

2.4.5. Kuramsalcı Kuram

Bir yapıtı sanat olarak değerlendiren ya da kararlaştıran kuruma dikkati çeken bir tanımdır. En basit anlamda bir kurum, kurumsallaşmış kuramın uygulama alanıdır. Bir cami, bir müze, bir şirket ve bir devlet dairesi bir kurumdur. Bu kurumlar hangi sanatın kurum için iyi olduğuna karar verirler. Her kuruluş, ortak düşünceleri paylaşan insanların ayrı bir sanat dünyasıdır. Bu kuram, bir sanat yapıtının nasıl önemli olduğunu açıklar (Kırışoğlu; Stokrocki1997).

2.5. Eleştiri

Eleştiri (tenkit): Bir şeye kıymet biçme, o şeyi kıymetlendirme demektir. Aslı Yunanca "Kritikos" kelimesinden gelen "Critic" (hükmetme) karşılığı olarak dilimizde kullandığımız "tenkit" kelimesi "nakd" kökünden türemiştir. "Nakd", bir şeyi satın alırken verilen akçe, kıymet ölçüsüdür ve tenkit, o şeyi kıymetlendirme anlamını taşır (Tansel: 192). Eleştiri; “değerlendirme, yargılama ve ayırt etme anlamlarını dile getiren Grekçe “Kritike” (Hançerlioğlu,1989: 81) deyiminden türetilmiştir.

“Tenkid” sözcüğü Tanzimatla birlikte yazın dünyasına girmiştir. Tanzimat’a kadar Osmanlı tenkit yerine şerh yapmıştır. Şarih: Şerh eden, açıklayan kullanılmıştır. Münekkit yoktur. Tenkid Arapça bir sözcük olup “Ne-ka-de” sözcüğünden türemiştir. Ne-ka-de fiili bir şeyin iyisini kötüsünden ayırmak, yılan sokmak gibi anlamlar taşımaktadır. “Minkad” gaga, kuşun burnu demektir. “İn-te-ka- de” ise kusurunu gösterip ayıplamak manası taşımaktadır. “Münkkid” ise bu son fiilden türemiştir. Eleştiri de “tenkid” sözcüğünün karşılığı olarak dilimize yerleşmiştir. Tanzimat edipleri ‘critique’ kavramı için ‘muhakeme’ ve ‘muaheze’ sözcüklerini kullanmışlardır. “Muaheze ise birinin davranışlarını beğenmeyerek çıkışma, azarlama anlamındadır (Uçan, 2003: 220).

Yücel, eleştirinin tanımını şu şekilde yapmaktadır: “Eleştiri her zaman bir yapıt üzerine kurulmuştur. Yazı üstüne yazı veya söylem üstüne söylem biçiminde tanımlanabilir. Eleştiri bir üst dildir. Bir dili betimlemek ve çözümlemek amacıyla, yine o dilin öğeleriyle ama özel bir terim ve tanıtım dizgesiyle oluşturulan bir üstdildir” (Yücel, 1991: 114).

Ersoy’a göre eleştiri, bir sanat yapıtı karşısında iki öznenin karşı karşıya gelmesidir. Bu karşılaşmada eleştirmen kendi çağına göre oluşturduğu kendi dilini kullanır. Bir çağın ve bir kişiliğin bakışını yansıtır. Sanat eleştirisi sanat yapıtını, kültür alanları içindeki yerini, insan açısından işlevi ve onları araştıran sanat felsefesi, güzelin ve güzel sanatların doğasını, yapısını, işleyişini inceleyen estetik ölçütlere dayalı katı mantıksal değerlendirmenin yanı sıra yapıtın eleştirmende uyandırdığı izleyiciye iletmeyi amaçlayan öznel yorumlamalara değin çok farklı yaklaşımları da dile getirebilir (Ersoy, 1994: 46).

İpşiroğlu’na göre eleştiri yapıtla kurulan dolaysız iletişimdir. İnsan ilişkilerinde olduğu gibi sanat yapıtına da önyargısız yaklaşmak gerekmektedir. Alışkanlıklar, değerlendirmeler, önyargılar yapıtı sevip sevmeyeceğimizi belirleyebilir. Bu sebeple yapıtı değerlendirirken tamamen arınmak gerekir. Dolaysız iletişim eleştiri yazmanın temel koşulu olduğu kadar öznel izlenimleri de içerisinde barındırır. Kaynağı dolaysız iletişimde bulunan ilk izlenimin ardından anlam sürecinden geçirilen yapıta ilişkin değerlendirme ortaya çıkar (İpşiroğlu, 1992: 11- 12).

Edebiyat ve sanat alanında düşünüldüğünde ise eleştiri, kesinlikle övgü ve yergiden arınık, kendine özgü yasaları ve türleri bulunan bir yazın türü, bir yazın sanatı, hatta bir disiplin olarak değerlendirilen eleştiri, günlük konuşmalarda, genel olarak, yergi ya da övgü veya her ikisini de içeren bir yargı aracı gibi ele alınır.

Eleştiri, en genel tanımlaması ile eski ya da yeni edebiyat ve sanat eserlerini inceleme, açıklama, onları değerlendirerek yargılama uğraşısıdır. Bir başka deyişle, doğruya götürecek gerçeği ortaya koymak amacı ile yapılan yargılayıcı inceleme ya

da tartışmadır. O halde bu eleştirinin, günlük dilde konuşulandan ayrı bir eleştiri olarak düşünülmesi gerekir.

Doğu-İslam dünyasında şerh ve benzeri disiplinler, metin inceleme ve anlama gibi modern eleştiri öncesi yolları oluşturmaktadır. Batı dünyası hermeneutik, filoloji, retorik ve poetika gibi disiplinlerden eleştiriye giden bir yol izleyerek modern eleştiriye ulaşmıştır. On dokuzuncu yüzyıla değin Batı dünyasında da modern eleştiriden söz etmek doğru olmaz. Doğu-İslam dünyası ilk önce tefsir olmak üzere şerhten eleştiriye gelememiş ve günümüzde tefsir ve şerh süreci Doğu-İslam dünyasına özgü bir eleştiri üretememiştir. Türk edebiyatında şerh geleneği bir noktada kesilmiş ve Batı dünyasından critic ödünç alınmıştır. Bununla birlikte Batı dünyasındaki kadar olmasa da belirli bir eleştiri anlayışı oluşmuştur. Melih Cevdet Anday, Batı dünyasındaki kritik kelimesini şu şekilde tarif etmiştir: “İngilizce Crital, eleştirmen; Critique, eleştiri anlamına geliyor; Fransızca Critique, eleştirel, eleştirme, eleştirmen demek. Batı dillerindeki bu sözcükler, Yunanca Kritikos sözcüğünden çıkmadır. Kritikos sözcüğü ilk kez İskenderiyeli üç Yunan bilgini için kullanılmıştır (Ünlü, 1985: 4).

Eleştiri olarak nitelendirilebilecek yazılara Rönesans’ta başlanıldığı görülmektedir. Rönesans İtalya’sında Dante’nin profesyonel yorumcusu Giovanni Boccacio, yazılarında eleştirel bir yaklaşım sergilemiştir. Vassari’nin Rönesans, Yeniden Doğuş (Rinascita) kelimesini ilk kez kullandığını ve eleştirel anlamdaki yazılarıyla İtalya yarımadasının önde gelen bütün sanatçılarının hayat hikâyelerini, Giotto’dan (1267–1337) başlayıp XVI. yüzyıla kadar yazıldığı görülmektedir. Yine aynı yüzyılda yaşayan Petrarca’ın dönemini sorgulayan yazıları, 1855 yılında XVI. yüzyıl Fransa’sını anlatan Jules Michelet ve ondan beş yıl sonra Jakop Bruckhardt’ın İtalya’da Rönesans Kültürü adlı eleştirel eserleri, eleştiri niteliğini taşıyan ilk metinler olarak bilinmektedir (Panofsky, 2005: 11).

2.6. Türkiye’de Eleştiri

Tanzimat dönemi Romantikleri Şinasi, Namık Kemal, Recaizade Ekrem, Abdülhak Hamid; Realistleri Samipaşazade Sezai, Beşir Fuad, Nabizade Nazım, Mizancı Murad’tır.

Serveti Fünun döneminde, Cenap Şahabettin intikad (sahte parayı gerçeğinden ayırmak) anlayışıyla tenkit eder. Halit Ziya, Mehmet Rauf, Nabizade Nazım, Hüseyin Cahit dönemin eleştiricileridir.

Cumhuriyetin ilk yıllarında eleştiri Yahya Kemal ve Ahmet Haşim’le başlar. İsmail Habip Sevük ve Ahmet Hamdi Tanpınar eleştiriyi edebiyat tarihi içinde ele alırlar. Nurullah Ataç, Suut Kemal Yetkin iki öznelci eleştirmendir. Sistematik eleştirmenler Asım Bezirci, Fethi Naci, Hüseyin Cöntürk bağımsız yöntemi geliştirdi. Sabahattin Eyüboğlu ile Vedat Günyol hümanist eleştirmenlerdir.

Çağdaş eleştirmenler Mehmet Kaplan, Tahsin Yücel, Akşit Göktürk, Şara Sayın, Ünsal Oskay, Murat Belge, Orhan Burian, Tahir Alangu, Memet Fuat, Mehmet Doğan, Bedrettin Cömert, Enis Batur, Nihat Sami Banarlı, Cemil Meriç, Kenan Akyüz, Melih Cevdet, Konur Ertop, Orhan Şaik Gökyay, Alpay Kabacalı, Cevdet Kudret, Agah Sırrı, Berna Moran, Rauf Mutluay, Yaşar Nabi, Ahmet Oktay, Atilla Özkırımlı, Nermi Uygur ve Fuat Köprülü.

Dünya edebiyatında Boielau, A. France, Türk edebiyatında ise Mehmet Kaplan, Nurullah Ataç, Cemil Meriç ve Hüseyin Cahit yalçın eleştiri türünün önemli temsilcileridir. Edebiyatımızdaki ilk eleştiri Namık Kemal’in Tahrib-i Harabat’ıdır (Saraç, 1971)

Türkiye’de plastik sanatlar alanında ilk eleştirilere Milli Mecmua, İkdam Gazetesi, Meş’ale Dergisi, Hayat Dergisi gibi, çoğunlukla sanat ve fikir dergilerinde rastlanır. Bu yayınlardaki eleştirilerin hemen hemen tümü edebiyatçıların plastik sanatlar üzerine yaptığı eleştirileri içerir. Ahmet Muhip Dranas gibi. Suut Kemal Yetkin’in 1930’lu yılların sonlarında yayınladığı ve kısa ömürlü olan Güzel Sanatlar

Mecmuası, İsmail Hakkı Baltacıoğlu’nun yayınladığı Yeni Adam, Varlık ve Ağaç Dergileri, II. Dünya Savaşı yıllarında ressamların da eleştiri yazdığı dergilerdir.

Türkiye’de resim eleştirisinin tarihsel sürecine bakıldığında 1950’li yıllarda eleştirinin kuramsal anlamda yapıldığı görülmektedir. Türkiye’de plastik sanatlar alanında ilk eleştirilere Milli Mecmua, İkdam Gazetesi, Meş’ale, Hayat Dergisi gibi dergilerde rastlanmaktadır. Suut Kemal Yetkin’in 1930’lu yıllarda yayınladığı Güzel Sanatlar Mecmuası, İsmail Hakkı Baltacıoğlu’nun yayınladığı Yeni Adam, Varlık ve Ağaç dergileri, II. Dünya Savaşı yıllarında ressamların da eleştiri yazdığı dergilerdir. Bunların dışındakiler genellikle edebiyatçıların plastik sanatlar üzerine yazdıkları yazıları oluşturmaktadır. 1953 yılında Nurullah Berk’in çabaları ile ilk Türk Sanat Tenkidçileri Cemiyeti kurulmuştur. Dergilerde yapılan sanat eleştirisi ile sanat eserleri sorgulanmaya başlanmıştır.

1950’li yıllarda özellikle Forum Dergisi, sürekli köşe ayırmak suretiyle Ulus gazetesi, eleştirinin bir meslek olarak gelişmesinde katkıları küçümsenmeyecek yayın organları olarak özellikle belirtilmelidir (Erdinç 1990, 55–59).

Eleştirinin kendisinin bir yazın türü olmasından ötürü edebiyat alanına giriyor olsa da bilimsel anlamda bir doküman niteliği de taşımaktadır. 1970’lerden sonra plastik sanatlar üzerine yapılan eleştiriler iki grupta toplanabilir. Birincisi, resimle uğraşanların yaptıkları eleştiriler, ikincisi ise daha çok dostluk ya da düşmanlık adına kaleme alanmış izlenimi yaratan bir diğer ressama ilişkin eleştirilerdir. 1980’lerden sonra sayıları artan sanat ve fikir dergilerinde, tirajı yüksek gazetelerde tanıtma amacıyla yapılan fakat daha çok övgüye dayanan ressam eleştirmenlerin yazıları yer almaktadır. 1990’lı ve 2000’li yıllarda Türk resmi kurumlaşma sürecine girmiştir. Kitle iletişim araçlarının her geçen gün artması ve insanların kolayca bilgiye ulaşabilmeleri, sanat dergilerinin albenili bir dış görüntüye sahip olması, sanat galerilerinin nitelik ve nicelik yönünden gelişmesi resim eleştirisini de farklı boyuta taşımıştır (Koyuncu, 2003: 505-508).

Benzer Belgeler