• Sonuç bulunamadı

B- Risale-i Nur’dan Esmâ Damlaları

6- Esmânın güzellikleri

“... İmanın güzelliği ve hakikatın güzelliği ve nurun hüs-nü ve çiçeğin hüshüs-nü ve ruhun cemâli ve suretin cemâli ve şefkatin güzelliği ve adaletin güzelliği ve merhametin hüs-nü ve hikmetin hüshüs-nü ayrı ayrı oldukları gibi; Cemîl-i Zül-celâlin nihayet derecede güzel olan Esmâ-i Hüsnâ’sının güzellikleri dahi ayrı ayrı olduğundan, mevcudatta bulu-nan hüsünler ayrı ayrı düşmüş.

Eğer Cemîl-i Zülcelâlin esmâsındaki hüsünlerin mev-cudat aynalarında bir cilvesini müşahede etmek istersen,

209 Sözler, 26. Söz, Dördüncü Mebhas.

210 Sözler, 26. Söz, Dördüncü Mebhas.

211 Sözler, 26. Söz, Dördüncü Mebhas.

zeminin yüzünü bir küçük bahçe gibi temâşa edecek bir geniş, hayalî gözle bak. Ve hem bil ki, Rahmâniyet, rahîmi-yet, hakîmirahîmi-yet, âdiliyet gibi tâbirler, Cenâb-ı Hakkın hem isim, hem fiil, hem sıfat, hem şe’nlerine işaret ederler.

İşte, başta insan olarak bütün hayvanatın muntazaman bir perde-i gaybdan gelen erzaklarına bak, Rahmâniyet-i İlâhiyenin cemâlini gör.

Hem bütün yavruların mucizâne iaşelerine ve başları üstünde ve annelerinin sinelerinde asılmış tatlı, sâfi, âb-ı kevser gibi iki tulumbacık süte temâşâ eyle, rahîmiyet-i Rabbâniyenin câzibedar cemâlini gör.

Hem bütün kâinatı envâıyla beraber bir kitab-ı kebîr-i hikmet ve öyle bir kitap ki, her harfi yüz kelime, her keli-mesi yüzer satır, her satırı bin bab, her babı binler küçük kitap hükmüne getiren hakîmiyet-i İlâhiyenin cemâl-i bîmisâline bak, gör.

Hem kâinatı bütün mevcudatıyla mizanı altına alan ve bü-tün ecram-ı ulviye ve süfliyenin muvazenelerini idame ettiren ve güzelliğin en mühim bir esası olan tenasübü veren ve her şeye en güzel vaziyeti verdiren ve her zîhayata hakk-ı hayatı verip ihkak-ı hak eden ve mütecavizleri durduran ve cezalan-dıran bir âdiliyetin haşmetli güzelliğine bak, gör.

Hem insanın geçmiş tarihçe-i hayatını buğday tanesi küçüklüğündeki kuvve-i hâfızasında ve her nebat ve ağa-cın gelecek tarihçe-i hayat-ı saniyesini çekirdeğinde yaz-masına ve her zîhayatın muhafazasına lüzumu bulunan âlât ve cihazata, meselâ arının kanatçıklarına ve zehirli iğ-nesine ve dikenli çiçeklerin süngücüklerine ve çekirdeklerin

sert kabuklarına bak ve hafîziyet ve hâfiziyet-i Rabbâ-niyenin letafetli cemâlini gör.

Hem zemin sofrasında Kerîm-i Mutlak olan Rahmân-ı Rahîmin misafirlerine rahmet tarafından ihzar edilen had-siz taamların ayrı ayrı ve güzel kokularına ve muhtelif, süs-lü renklerine ve mütenevvi, hoş tatlarına ve her zîhayatın zevk ve safâsına yardım eden cihazlara bak, ikram ve ke-rîmiyet-i Rabbâniyenin gayet şirin cemâlini ve gayet tatlı güzelliğini gör.

Hem Fettâh ve Musavvir isimlerinin tecellîleriyle baş-ta insan olarak bütün hayvanatın su katrelerinden açılan pek çok mânidar suretlerine ve bahar çiçeklerinin habbe ve zerreciklerinden açtırılan çok cazibedar simalarına bak, fettâhiyet ve musavviriyet-i İlâhiyenin mucizatlı ce-mâlini gör.

İşte, bu mezkûr misallere kıyasen, Esmâ-i Hüsnâ’nın her-birisinin kendine mahsus öyle kudsî bir cemâli var ki, birtek cilvesi koca bir âlemi ve hadsiz bir nev’i güzelleştiriyor.

Bir tek çiçekte bir ismin cilve-i cemâlini gördüğün gibi, bahar dahi bir çiçektir. Ve Cennet dahi görülmedik bir çiçek-tir. Baharın tamamına bakabilirsen ve Cenneti iman gözüyle görebilirsen bak, gör, cemâl-i sermedînin derece-i haşmetini anla. O güzelliğe karşı iman güzelliğiyle ve ubudiyet cemâliy-le mukabecemâliy-le etsen çok güzel bir mahlûk olursun. Eğer dalâcemâliy-le- dalâle-tin hadsiz çirkinliğiyle ve isyanın menfur kubhuyla mukabele edip karşılasan, en çirkin bir mahlûk olmakla beraber, bütün güzel mevcudatın mânen menfurları olursun.”212

212 Şualar, 4. Şua, Altıncı Mertebe-i Nuriye-i Hasbiye.

“Her bir zîhayat, meselâ bu süslü çiçek ve şu tatlıcı sinek, öyle mânidar, İlâhî, manzum bir kasideciktir ki, had-siz zîşuurlar onu kemâl-i lezzetle mütalâa ederler. Ve öyle kıymettar bir mucize-i kudrettir ve bir ilânname-i hikmettir ki, Sâniinin san’atını nihayetsiz ehl-i takdire cazibedarâne teşhir eder. Hem kendi san’atını kendisi temâşâ etmek ve kendi cemâl-i fıtratını kendisi müşahede etmek ve kendi cilve-i esmâsının güzelliklerini aynacıklarda kendisi seyret-mek isteyen Fâtır-ı Zülcelâlin nazar-ı şuhuduna görünseyret-mek ve mazhar olmak, gayet yüksek bir netice-i hilkatidir. Hem kâinattaki hadsiz faaliyeti iktiza eden tezahür-ü rububiyete ve tebarüz-ü kemâlât-ı İlâhiyeye (Yirmi Dördüncü Mektupta beyan edildiği gibi) beş vecihle hizmeti dahi, ulvî bir vazife-i fıtratıdır.

Ve böyle faydaları ve neticeleri vermekle beraber, kendi yerinde, bu âlem-i şehadette zîruh ise ruhunu ve hadsiz hafızalarda ve sâir elvâh-ı mahfuzalarda suretini ve hüviye-tini ve tohumlarında ve yumurtacıklarında mahiyehüviye-tinin ka-nunlarını ve bir nevi müstakbel hayatını ve âlem-i gaybda ve daire-i esmâda aynadarlık ettiği kemalleri ve güzellikleri bırakıp, mesrurâne terhis mânâsında bir zâhirî mevt ile bir zeval perdesi altına girer, yalnız dünyevî gözlerden saklanır mahiyetinde gördüm; “Oh, elhamdülillâh” dedim.”213

“… Sonra zeval ve fenâya baktım. Gördüm ki, sinema perdeleri gibi ve güneşe mukabil akan kabarcıklar misilli, lezzet verici bir teceddüd-ü emsaldir, bir tazelenmektir. Ve Esmâ-i Hüsnâ’nın çok hasnâ ve güzel cilvelerini tazelendir-mek için âlem-i gaybdan gelip âlem-i şehadete vazifedâ-râne bir seyerandır, bir cevelândır. Ve cemâl-i rububiyetin

213 Şualar, İkinci Şua, Tevhidin ikinci meyvesi.

hikmettârâne bir tezahüratıdır. Ve mevcudatın hüsn-ü ser-medîye karşı bir aynadarlığıdır, yakînen bildim.”214

“Evet, nihayet derecede hüsün ve cemâlleri bulunan Esmâ-i Hüsnâ’nın güzel cilveleriyle kâinatın herbir nev’i, hattâ herbir ferdi, kabiliyetine göre öyle bir hüsne mazhar olmuşlar ki, Hüccetü’l-İslâm İmam-ı Gazâli demiş: Yani,

“Daire-i imkânda bu mükevvenattan daha bedî, da-ha güzel yoktur.”

İşte, bu muhit ve câzibedar olan hüsün ve bu umumî ve hârikulâde nezafet ve bu müstevlî ve şümullü ve gayet hassas mizan ve bu ihatalı ve her cihetle mucizâne intizam ve insicam, vahdete ve tevhide öyle bir hüccettir, bir alâ-mettir ki, gündüzün ortasındaki ziyanın güneşe işaretinden daha parlaktır.”215

“… Nasıl ki aynalar, şişeler, şeffaf şeyler, hattâ kabarcık-lar güneş ziyasının gizli ve çeşit çeşit cemâlini ve o ziyanın elvân-ı seb’a denilen yedi renginin mütenevvi güzelliklerini gösteriyorlar. Ve teceddüd ve teharrükleriyle ve ayrı ayrı kabiliyetleriyle ve inkisaratlarıyla o cemâli ve o güzellikleri tazelendiriyorlar. Ve inkisaratlarıyla güneşin ve ziyasının ve elvân-ı seb’asının gizli güzelliklerini izhar ediyorlar. Aynen öyle de, Şems-i Ezel ve Ebed olan Cemîl-i Zülcelâlin ce-mâl-i kudsîsine ve nihayetsiz güzel olan Esmâ-i Hüsnâ’sı-nın sermedî güzelliklerine aynadarlık edip cilvelerini taze-lendirmek için bu güzel masnular, bu tatlı mahlûklar ve bu cemalli mevcudât hiç durmayarak gelip gidiyorlar.”216

214 Şualar, İkinci Şua, Tevhidin üçüncü meyvesi.

215 Şualar, İkinci Şua, Tevhidin ikinci alameti.

216 Şualar, 4. Şua, Altıncı Mertebe-i Nuriye-i Hasbiye.