• Sonuç bulunamadı

Eski Ortadoğu ve Hint Mitolojilerinde Dağ

BÖLÜM 1: 19. YÜZYILA KADAR DAĞ

1.1. Mitolojilerde Dağ

1.1.4. Eski Ortadoğu ve Hint Mitolojilerinde Dağ

Ortadoğu kimi araştırmacılara göre insan ırkının başlangıç noktası, peygamberler diyarı ve yazının icat edildiği coğrafyadır. Kadim bir maziye hâiz olan bu iklimde dağın mitolojik düşünce içindeki yeri diğer toplumlarda olduğu gibi kutsiyet üzerine inşa edilmiştir. Ortadoğu’da hüküm sürmüş toplumlardan Akad, Babil ve Sümer mitolojilerinin motifleri, konusu ve yapısı birbiriyle aynı olmakla birlikte sadece anlatılardaki kahramanların isimleri farklıdır6

. Mitolojilerdeki ve dinî sistemlerdeki birliktelik dağ ile ilgili tasavvurlara da sirayet etmiştir.

Sümer mitolojisinde, evren yaratılmadan önce her taraf su ile kaplıdır. Daha sonra yer ile gök yaratılır, yerle göğün birleşmesinden kozmik dağlar ve Hava Tanrısı Enlil ortaya çıkar. Enlil, annesi Yer Tanrısı Ki ile birleşerek Ninhursag adındaki kozmik dağın kraliçesi ortaya çıkar ve böylelikle evrenin düzenlenmesi başlar. Ay Tanrısı Nanna ve Tanrıça Ningal’dan olma Güneş Tanrısı Utu, “doğu dağı”ndan yükselip “batı dağı”ndan batar (Kramer, 1999: 83-86). Sümer metinlerinde Tanrı Enlil ulu, koruyucu manasında “Koca Dağ”a benzetilir. Ayrıca bu metinlerde dağın yemyeşil olması bolluk ve bereketin timsalidir. Dağın bereket simgesi olduğunu Su Tanrısı Enki’nin ovayı bitkisel ve hayvansal yaşamla doldurup bunun sorumluluğunu da Dağ Kralı Sumugan’a vermesinden de görebiliriz (Kramer, 1999: 115-119). Kentler kuran ve yaşamın devamlılığını sağlayan Enki, gemisine biner ve Eridu’ya varır. Tanrı Enlil, Enki’nin

6

24

kurduğu Eridu şehrini yüceltmek için “Eridu’yu, bir dağ gibi, yeryüzüne yükseltti, / Onu güzel bir yere kurdu.” ifadelerini kullanır. Bu yurt saf ve temiz bir yerdir (Kramer, 1999: 121). Sümer mitolojisini öğrendiğimiz metinlerin yanı sıra yine kendileri tarafından yapılmış dinsel ve mitolojik nitelikli silindirler bu toplumun kozmos algısına ışık tutmaktadır. Bu silindirlerden birinde Tanrı’yı simgeleyen bir tasvir, dağın içinde resmedilir. Buradan anlaşılan dağın zirvesinin Tanrı’nın konumu olduğudur (Kramer, 1999: 70).

Gılgamış Destanı Babil, Sümer ve Akad toplumlarının ortak ürünü gibidir. Destanda bu toplumlardan birer parça bulmak mümkündür. Akadca yazılan Gılgamış Destanı’nın kahramanı Gılgamış, en yakın arkadaşı Enkidu’nun irtihalinden sonra ölümden kurtulmak, daha başka tabirle ölümsüzlüğü aramak için “Ölümsüzler Ülkesi”ni ve ebedî yaşamın sırrını bilen, Tufan’dan kurtulan atasını aramaya koyulur. Bu atanın ismi Sümerlilerde Ziusudra, Babillilerde ise Utnapiştim’dir. Destanın Sümer versiyonunda Gılgamış’ın, atasına ulaşması için yedi dağı, Babil versiyonunda da Maşu dağlarını ve ölüm sularını aşması gerekir. Gılgamış engelleri geçerek Utnapiştim’e ulaşır. Ona tanrıların sırrını vereceğini söyleyen Utnapiştim, kendisi hariç bütün insanlığın yok olduğu Tufan’ı anlatır. Altı gün altı gece süren Tufan sonrasında gemi Nisir dağına oturur (Hooke, 1993: 48-50).

Mısır mitolojisinde de evren yaratılmadan önce her yer su ile kaplıdır. Bu ilksel denizin içinden bir tepenin yükselmesiyle yaşam ortaya çıkar. Eski Mısır kentlerinden ve güneş temelli inancın merkezlerinden Heliopolis’teki Kum Tepesi bu ilksel tepeyle bağdaştırılmış hatta firavunun Güneş Tanrısı Ra ile buluşmak için tırmandığı kozmik bir dağ hâlini almıştır (Eliade, 2003: 114-115). Ayrıca Mısır’ın güney sınırı Nubia’da bulunan Gebel Barkal dağı, Tanrı Amon’un evi olarak görülen kutsal bir dağdır. Desteksiz ve kıvrımlı zirvesi Yukarı Mısır’ın beyaz taş giymiş kobra (uraeus) ikonuna benzer. Nubialılar, Mısır inanışının etkisiyle büyülü ve kutsal saydığı bu dağın çevresine piramitler yapmışlardır (Remler, 2000: 70). Yükseltisi fazla olmayan bir coğrafyaya sahip olan Eski Mısır’da tanrıların yeryüzündeki temsilcisi olduğuna inanılan firavun için inşa edilmiş olan piramitler yapay bir dağa benzer. Eski Mısır dilinde de “Firavun” sözcüğü dağ anlamını karşılar. Piramitler firavunların iktidar

25

sembolüyle beraber, öldükten sonra bedenlerinin gökyüzündeki tanrıların yanına daha hızlı bir şekilde çıkmalarını sağlayacak simgedir (Ersoy, 2000: 280).

Dağların yeryüzünün merkezi olduğu inancına Hint mitolojisinde de rastlarız. İndra’nın hükmettiği ve tanrıların buluşma yeri olan, cennet olarak tasavvur edilen Svarga’nın bulunduğu yer Meru Dağı, dünyanın orta noktasıdır ve Kutup Yıldızı’nın ışığı onun üzerinden gelir. Himalaya’nın kuzey dağları da Meru ile aynı sembolik değere sahiptir. Bunların yanı sıra Sumeru, Hemadri, Ratnasanu, Karnikacala, Amaradri ve Deva-parvata da tanrıların dağları arasında yer almaktadır. Ayrıca dağın merkez simgeciliği Hint kraliyet kentlerini de şekillendirir. Kendini yeryüzünün ilahı olarak gören kralın makamı ve kenti; ulaşılması zor, etrafı korunaklı ve her yeri/şeyi üstten gören bir mekân olmalıdır. Bunun modeli de dağlardır (Dowson, 2000: 216).

1.1.4.1. Dağın Mitolojik Simgesi: Tapınaklar

Dağ kutsiyetinin somut ifadesini tapınak mimarilerinde görmek mümkündür. Tezde yer vermiş olduğumuz mitolojilerin kozmos tasavvurlarında dağlar ilk yaratımlardandır. Gök, tanrı/tanrıların bulunduğu uçsuz bucaksız âlem; yer, kulların yaşadığı kapalı bir mekândır. Dağlar ise gökyüzü, yeryüzü ve yeraltı; diğer bir tabirle yaratıcı ile yaratılan arasındaki köprüdür.

İnsanoğlunun yerleşik düzene geçmesi ve bulunduğu mekânı şekillendirmesi gelişi güzel olmamıştır. Özellikle şehirler ve tapınaklar mitolojik tasavvurlarla yoğrulmuş kozmos algısının tezahürlerinden doğar. Çünkü “(…) bir mekân örgütlenirken, tanrıların örnek eseri tekrarlanmış olma[lıdır].” (Eliade, 1991: 13). Bundan dolayı arkaik toplumlarda yeni meskûn topraklar tanrıların yarattığı evren modeline karşılık geldiğinden, gökyüzündeki tanrılar âlemi yeryüzündeki beşerî yerleşimin arketipi durumundadır (Eliade, 1991: 21). Söz gelişi; insan şehirlerin, kalelerin tepelere inşa edilmesinin nedeni pragmatik olarak savunulmasındaki kolaylık, iktidar göstergesi olarak görülse de bunun bilinçaltındaki sebebi inançsal temayüller ve merkez simgeciliğidir. Lakin bu inançsal temayüller ve merkez simgeciliğinin yeniden üretim yoluyla yerleşik düzen içerisine sirayet ettiği en somut mekân tapınaklardır. Dağ

26

zirvelerinin tanrıların ikametgâhı olması ve kozmik alanlar arasında geçişi sağladığı düşüncesi, tapınakların dağ şeklinde inşa edilmesine sebep olmuştur. Babil ve Sümerlerin7

ziggurat tapınakları, Cava’ların Barabudur tapınağı bu simgeciliğin yansımasıdır. “Kozmik dağın tapınakla özdeş olduğunu gösteren Nippur’daki tapınak ve kutsal kulelerin adlarına varıncaya kadar böyledir: ‘Dağ Evi’, ‘Bütün Ülkelerin Dağ Evi’, ‘Fırtınalar Dağı’, ‘Kararlar (kehanetler) Evi’, ‘Mezarlar Evi’, ‘Gök ile Yeryüzünün Bağı’, vb.” (Eliade, 2002: 26).

Bu tapınaklar kutsal dağların küçültülmüş maketi gibidir. Yerleşik hayata geçilmesiyle birlikte ibadet mekânı dağlar yerini daha küçültülmüş daha fonksiyonel dağ benzeri tapınaklara bırakır. Yükseklikleri yüz metreyi bulan, yukarı çıkıldıkça darlaşan; Güneş, Satürn, Jüpiter, Merkür, Venüs, Mars ve Ay’ı temsil eden yedi kattan oluşan zigguratlar tanrıların yeryüzüne inmesine ve ölülerin göğe çıkmasına temsilen inşa edilmiştir (Ersoy, 2000: 87). Eliade, ziggurat’ın kozmos’u temsil ettiğini, zirvesinin de merkezi temsil ettiğini söyler. Ona göre, kral ziggurat’ın tepesine çıkarak evrenin merkezine ulaşır böylelikle tanrısal bir nitelik kazanır (Eliade, 2002: 29). Ayrıca Eliade, Mezopotamya’daki bu tapınak anlayışının bir benzerinin Kudüs Tapınağı’na da uygulandığını belirterek tapınağın inşa edildiği kayalığın “Dünya’nın göbek çukuru”nu temsil ettiğini söyler (Eliade, 1991: 20).

Sonuç olarak mitolojilerde dağlar mekânlar üstü bir konuma sahiptir ve kozmosun ritmi ve ahenginin oluştuğu merkezdir. Yani:

“(…) hareketin Bir ve Tek’ten, kesrete doğru, içten dışa doğru, tecelli etmeyenden tecelli edene, öncesiz ve sonrasız olandan gelip geçici olana doğru fışkırıp yayıldığı, birlik ve tekliğe ulaşma amacına yönelik olan, her türlü geri dönüş ve asla yöneliş tarzının, madde ile temasa geçmeden önce olduğu gibi, bir araya gelip biri bütün oluşturduğu ODAK’tır.” (Ersoy, 2000: 80).

7

Sümerliler ilk olarak dağlık bölgede yerleşim kurmuş bir süre sonra Dicle-Fırat deltasına göçmüşlerdir. S.H. Hooke, Sümer tapınaklarının (ziggurat) göğe yükselen dağ biçimindeki mimarisini onların önceki yerleşim bölgesinden getirdiklerini ifade eder. Ayrıca bkz: Hooke, age, s. 23-24.

27

Yeri kucaklayan eteği ve göğe değen, bulutlarla kaplı zirvesi ile tanrı/tanrıların makamı, evren bileşenlerinin geçiş noktası ve yaratımın ilk merhalelerinden biri olduğu düşüncesiyle kutsiyet atfedilen dağlar, aslında birçok tabiat unsurunu da içinde barındırır. İlksel dönemlerin yaygın inanç şekli olan paganizmde bu önemli bir etken olsa gerek. Çünkü paganizmde tabiat öğelerinin her biri bir anlama karşılık gelmektedir. Bu bakımdan dağlar yüksekliğiyle, mukavemetiyle; simsiyah bulutlara, bembeyaz karlara, çeşit çeşit ağaçlara ev sahipliği yapmasıyla; Güneş’in doğuşunun iptidai ve batışının nihayet noktası olmasıyla, su kaynaklarını doğurmasıyla, sığınak olan mağaralarıyla tabiatın unsurlarını barındırır. Bu elemanların yanı sıra su, ağaç, gök gibi inançsal simgeleri elinde tutan insanüstü ikon olan nesnenin ardındaki bilinmezlik dağın kutsanma nedenlerinden biri olabilir. Dağların tapınak olarak görülmesi yahut tapınakların dağlara benzetilmesi belirttiğimiz sebeplerin yanı sıra her türlü insanî vasıflardan münezzeh, ulaşılamaz ilâha giden meşakkatli yolu ve zirveye yaklaştıkça arınmanın derecesini temsil eder.