• Sonuç bulunamadı

ESERİN HİLÂFİYÂT BAŞLIĞI ALTINDA ELE ALDIĞI DİĞER KONULAR

“İslâm mezhepleri önce a) fıkhî b) itikadî olmak üzere ikiye ayrılmaktadır. İtikadî mezhepleri de a) Ehl-i Sünnet b) ehl-i bidat diye iki grupta mütalâa edilir. Ehl-i sünnet, a) Selefiyye b) Mâturidiyye c) Eş’ariyye diye üç kola ayrılmaktadır. Âlimler, yukarda zikredilen hadisin gösterdiği sayıya bağlı kalarak ehl-i bidat kollarının 72 fırkadan ibaret olduğunu kabul etmişler, fakat bu fırkaları gruplandırıp ana itikadî mezhepleri tesbit etmekte ihtilafa düşmüşlerdir.

Ana İslâmî fırkaların sayısı konusunda 4 ten 10 a kadar değişik sayılar kabul edilmiştir. Makrîzî (ö. 845/1440) ve Şehristânî’nin (ö. 548/1153)232 birinci derecedeki tasnifine göre büyük fırkaların sayısı 4; İbn Hazm’a (ö. 456/1064)233 göre 5; el-Malatî’ (ö. 377/987),234 İbnü’l-Cevzî (ö. 597/1200)235 ve Şehristânî’nin ikinci derecedeki tasnifine göre 6; Tahir b. Mutahhar el-Makdisî’ye (ö. 355/966) göre 7; Abdulkâhir el-Bağdâdî’ye (ö. 429/1037), Şatıbî (ö. 790/1388)236 ve Seyyid Şerif Cürcânî’ye (816/1413) 237 göre 8;

230 Sırrı Paşa, Milel, s. 81; Haydarizâde İbrahim, a.g.e., s. 81. 231 Sırrı Paşa, Milel, s. 81.

232 Şehristânî, el-Milel, I, 13.

233 Ebu Muhammed Ali b. Hazm el-Endülüsi ez-Zâhiri (ö. 456), Kitabü’l-Fasl Fi’l-Milel ve’l-Ehvâ ve’n-

Nihal, Bağdat Tsz , II, 111.

234 Ebu’l-Hüseyin Muhammed b. Ahmed b. Abdurrahman el-Malatî (ö. 377), Et-Tenbih ve’r-Rad Alâ Ehli’l-

Ehvâ ve’l Bid’, Bağdat 1968, s. 91.

235 Cemalüddin Ebi’l-Ferec Abdurrahman İbni’l-Cevzi el-Bağdâdî (ö. 597), Telbîsü İblis, Beyrut 1983, s. 27. 236 Ebu İshak İbrahim b. Musa b. Muhammed eş-Şâtibî, el-İ’tisam, Beyrut 1295, II, 206.

237 Cürcânî, Şerhu’l-Mevâkıf, s. 620

63

İsferâyînî’ye (ö. 471/1078)238 göre 9 ve Eş’ari (ö. 324/936)239 ile Abdulkâhir el-Cîlânî’ye göre 10 dur.”240

Sırrı Paşa İslâmiyete ait büyük fırkaları sekize ayırmaktadır. Bunlar sırasıyla:

1. Mutezie 2. Şia 3. Havâric 4. Mürcie 5. Neccâriyye 6. Cebriyye 7. Müşebbihe 8. Naciyye’dir.241

Seyfeddin el-Âmidî,242 Adudüddin el-Îcî243 ve Seyyid Şerif Cürcânî’nin de taksimi aynı şekildedir. 244 Sırrı Paşa’nın konuları anlatımı, sıraya koyma biçimi ve tasnifi Şerhu’l-Mevâkıf ile aynıdır.245 Müellif her ne kadar kaynak vermese de iki eser karşılaştırıldığında itikadî fırkaların hepsini bu kitaptan özetleyerek almış olabileceği izlenimine varılabilir.

A. MU’TEZİLE

İslâmiyet’e ait büyük fırkalardan birincisi Mu’tezile’dir.246

“Mu’tezile diye Vâsıl b. Ata’nın (ö. 131/748) ashabına denir ki, usul-ü îtikâdiyette ilk olarak ayrılık kaidelerini tesis eden bunlardır. Vâsıl, eşrefi tabiinden olan Hasan Basri (ö. 110/728)247 hazretlerinin öğrencisiydi.

Bir gün Hasan Basri hazretleri güzel âdetleri üzere mescidi şerifte ders okutmakla meşgul iken dışardan bir adam gelip (Ey dinde kendisine tabi olunan! zamanımızda bir güruh çıktı ki büyük günah işleyenleri küfürle itham ederler. Diğer bir cemaat dahi ortaya çıktı ki, “Küfür ile tâat, nafi (yararlı) olmadığı gibi iman ile mâsiyet dahi zararlı değildir” derler. Bu hususta bizim nasıl itikat etmemiz lazımdır?) diye sordu.

Hasan Basri biraz düşünüp gevezeye cevap vermeden adı geçen Vâsıl b. Ata “Ben büyük günah sahibi ne mutlak Mümindir, nede mutlak Kafirdir, derim. O kişi küfür ile iman arasında bir yerdedir” dedi.

Bundan sonra Vâsıl b. Ata, Hasan Basri’nin meclisteki dersinden kalkıp mescidin sütunlarından birine arka vererek Hz. Hasan Basri’nin cemaatinden ayrılarak başına

238 İsferâyînî, et-Tabsîr, s. 11.

239 Eş’ari, Makâlâtü’l-İslâmiyyin, I, 65.

240 Bekir Topaloğlu, Kelam İlmi Giriş, İstanbul 1996, s. 165, 166. 241 Sırrı Paşa, Milel, s. 81.

242 Seyfeddin el-Âmidî,“Ebkâru’l-Efkâr fî Usûli’d-dîn”, tahk. Ahmed Ferid el-Mezîdi, Beyrut 2003, III, 344. 243 Adudüddin el-Îcî, el-Mevâkıf fî İlmi’l-Kelam, Kahire Tsz., s. 414.

244 Cürcânî, Şerhu’l-Mevâkıf, s. 620.

245 Misal için bkz. Cürcânî, Şerhu’l-Mevâkıf, s. 620; Sırrı Paşa, Milel, s. 81, 82. 246 Tarihçesi için bkz. H. S. Nyberg, “Mu’tezile”, İA, İstanbul 1960, VIII, 756.

247 Görüşleri ve tercüme-i hali için bkz. Süleyman Uludağ, “Hasan-ı Basri”, DİA, İstanbul 1997, XVI, 291.

64

toplananlarla beraber şu batıl sözü kabul ettiler. Dediler ki: Mümin, övülmüş bir isimdir. Fasık ise övülmeye layık değildir. Binaenaleyh fasık Mümin değildir. Şu kadar ki şehadetini ikrarı ve kendisinde diğer hayırlı amellerin var olması yönüyle Kafir de değildir. Tövbe etmeden vefat ederse ebedi olarak Cehennem’de kalır. Çünkü ahiret ehli’nden biri cennetlik ve diğeri Cehenneme mensup olarak yalnız iki fırkaya ayrılmıştır. Bir üçüncü fırka yoktur. Fakat Fasık’ın mertebesi Kafirlerin mertebesi üstünde olacağından buna nisbetle azapları hafif olur.” Bunun üzerine Hasan Basri hazretleri (Vâsıl bizden ayrıldı) dedi. İşte o günden itibaren Vâsıl ile ona tabi olanlara Mu’tezile denildi.”248

Diğer bir görüşe göre bunlara Mu’tezile isminin verilmesi çok eskilere dayanmaktadır. Hulefây-i Râşidînden Hz. Ali zamanında başlayıp devam eden iç anlaşmazlıklarda hiçbir tarafı tutmayan, iç savaşlara katılmayan “tarafsız bir zümre” vardır ki bunlara tâ o zamandan itibaren “Mu’tezile (tarafsızlar)” denilmiştir. İşte söz konusu edilen kelam mezhebinin mensupları kendilerini o zevatın halefleri kabul etmişler ve Mu’tezile adını bir övgü ifadesi olarak kendileri almışlardır.249

“Mu’tezile’ye inananlar kaderi inkar ederler. Küfür, şer, zulüm ve diğer günahları Allah’ın takdiriyle değildir. Kul fiilinin hâlıkıdır derler. Onun için Kaderiye adını da aldılar.

Fahri Âlem (s.a.v.) Efendimiz ise kendi ümmetinden böyle bir fırkanın zuhur edeceğini nübüvvet nuruyla keşfetmiş olduğundan (Kaderiyye bu ümmetin Mecusisidir)250 buyurmuşlardı. Binaenaleyh Ehl-i itizal kendilerine bu ismi veren Ehl-i Sünnete (Kader, hayır ve şer Allah’tandır) diyenler, yani kaderi ispat edip hayrında şerrinde yaratıcısı Allah olduğuna inananlar. Kaderiyye diye adlandırılmaya daha evladır. Zira kaderi ispat edenler kadere nispet olunmaya, inkar edenlerden daha müstehak ve daha münâsiptirler dediler.

Halbu ki kaderi ispat edip “hayır ve şer hep Allah’ın takdiriyledir” diyenlere Kaderiyye namı hiç yakışık almaz. Çünkü zikredilen hadis de Kaderiyye ismini alanların iki yaratıcı ispatı hususunda Mecusiyye ile ortak olmalarını iktiza eder.

Kaderi ispat edip “hayır ve şer, Allah’ın takdiriyledir” diyen Ehl-i Sünnet ile Mecusi arasında ise hiçbir yönüyle ortaklık ve benzerlik yoktur. Hadis-i şerif’te zikredilen Kaderiyye adının bunlara verilmesi sahih olabilsin.

Fakat kaderi inkar edenler “Kul fiilinin yaratıcısıdır, küfür, zulüm, şer ve diğer günahlar beşerin takdiriyle değildir” diyerek suçların ve şerlerin yaratılması ve icadını kula

248 Sırrı Paşa, Milel, s. 81-83. 249 Bekir Topaloğlu, a.g.e., s. 169. 250 Ebu Davud, Sünne, 16.

65

isnat ettikleri cihetle iki yaratıcının ispatı hususunda bunların Mecusilere benzemeleri çok açıktır.

Bir de şeriat sahibi ve her hakikate sahip olan Efendimiz, Kaderiyye hakkında “Onlar kader konusunda Allah’ın düşmanıdırlar”251 buyurmuştur. “Hayır ve şer, bütün işler, Allah’ın takdiriyledir” diyenlere düşmanlık beslemek mümkün değildir. Hadis-i şerifte açıklanan husumet ancak Cenâb-ı Hakk’ın murat etmediği ve belki kerih gördüğü şeyleri kendileri icada kadir olduklarına inananlara sezadır.

Mu’tezile’nin “Kullar hakkında daha iyiye müraat (elde etme, koruma), itâat edene hayır ile ceza ve mükafat, Allah Teâla üzerine vaciptir” diye inanıp bunu (adalet) ve eskiler birçok defa ispatından sakınarak Allah’ın zatı ile kaim olan hakiki kadim sıfatları inkar ile hepsini mücerret ahkam-ı zihniye olarak ispat edip ve Zât-ı Bâriden başka kadim yoktur deyip bunu dahi (Tevhit) diye isimlendirdikleri yönüyle kendi kendilerine (Ashab-ı adil ve tevhit) adını verdiler. (Kıdem) özellikle vasfullah olup bu vasıfta gerek zat ve gerek sıfattan bir sıfat, Müşarek (katılma, dahi etme, ortak olma) olamaz. Sıfat, zat üzerine zait değildir. Allah’ın kelamı mahluk ve muhdestir (sonradan meydana gelmiştir). Harfler ve seslerden oluşmuştur. Bâr-i Teâla ahirette gözlerle görülmeyecektir, husün’de kubuh’de aklîdir. Yâni ikisi de akılla bilinebilir. İlahi fiillerde hikmet, daha iyiye müraat (elde etme, koruma), itâat edene ve tövbe edene mükafat vermektir. Büyük günah işleyenlere ceza vermek Allah üzerine vaciptir dediler.252

“Bütün Mu’tezile fırkalarının umumiyetle ittifak ettiği noktalar beş esas halinde de özetlenebilir. a) Tevhid, b) Adl, c) Va’d ve vaid, d) Menzile beyne’l-menzileteyn, e) Emr-i bi’l-maruf ve nehy-i ani’l-münker.

a) Tevhid: Onlara göre Allah’ın sıfatları vardır. Ancak bu sıfatlar onun zâtından ayrı düşünülebilen şeyler olmayıp zatında mündemiçtir. Binaenaleyh Cenâb-ı Hak için “âlim, semi’, bâsir’dir” denilebilir, fakat “onun ilim, sem’, basar... sıfatı vardır” denilemez.

b) Adl: Cenâb-ı Hak âdildir, kullarına asla zulmetmez. Binaenaleyh kullar, kendi fiillerini Allah tarafından kendilerine verilen hür ve müstakil irade ile yaparlar. Bu fiillerin meydana gelmesinde ilâhi bir müdahale söz konusu değildir. Ayrıca kul için hayırlı ve elverişli olanı yaratmak Allah’a vâciptir.

c) Va’d ve vaid: Cenâb-ı Hak, büyük günahı, tövbe olmaksızın hiçbir şekilde affetmez. Bu günah ebedi olarak cehennemde kalmayı gerektirir.

251 Bu söz, anılan lafızlarla ana hadis kitaplarında geçmemektedir. Bkz. Mustafa Öz, İslâm Mezhepleri (el- Milel ve’n-Nihal Tercümesi), İstanbul 2005, s. 57.

252 Sırrı Paşa, Milel, s. 83-85.

66

d) Menzile beyne’l-menzileteyn: Büyük günah işleyen Mümin imandan çıkar, çünkü amel imandan bir cüz’dür. Fakat küfre girmez, zira kendisinde bulunan kelime-i şehâdet ve benzeri iyilikler buna manidir. O halde iman ile küfür arasında bir yerde, iki menzile arasında bir menzilede bulunur.

e) Emr-i bi’l-maruf ve nehy-i ani’l-münker: İyiliği yaptırmaya ve kötülüğü önlemeye çalışmak bütün Müslümanlara farzdır.”253

Mu’tezile’yi Şehristânî 12,254 Bağdâdî,255 İsferâyînî,256 Âmidi,257 Adudüddin el- Îcî258 ve Cürcânî259 ise 20 fırkaya taksim eder.

Müellif de işte bütün Mu’tezile’yi, adı geçen meselelerde söz ve fikir birliği içerisinde birleştirdikten sonra bazı meselelerde de ihtilaf edenleri 20 fırkaya taksim eder.

1. Vâsıliyye

Yirmi fırkadan birincisi- Ebu Huzeyfe Vâsıl b. Ata’ya (ö. 131/748)260 mensup olan

Vâsıliyye fırkasıdır. Bunlar yukarda da açıklandığı üzere “Allah’ın sıfatlarını inkar edip Zat-ı Bâri’den başka kadim yoktur. Cenâb-ı Hak hakimdir, âdildir. Binaenaleyh şerlerin ve günahların ona izafeti imkansızdır. Cenâb-ı Hakk’ın kullarına emrettiği ve üzerlerine hüküm eylediği şeyin hilafını (zıddını) irade edipte sonra onun üzerine onlara ceza vermesi caiz değildir. Binaenaleyh hayır ve şerrin, iman ve küfrün, tâat ve mâsiyetin faili yoktur. Sebep budur ki herkes fiiline göre ceza görür. Fakat bu fiillerin cümlesine kulu muktedir kılan Cenâb-ı Haktır. Küfür ile iman arasında bir yer vardır. Ashab-ı Cemel’den, Ashab-ı Sıffinden, Hz. Osman ile katillerinden iki fırkadan birisi olduğu gibi hatalıdır ve Hz. Osman (hâşâ) Mümin de değildir, Kafir de değildir. Kendisinin cehennemde ebedi kalması caizdir ve Cemel vakasından sonra Ali, Talha ve Zübeyr’in bir tutam ot hakkında bile şehâdetleri mütelâınîn (lanetleşen karı koca) şehâdetleri gibi makbul değildir” dediler.261

253 Muhammed Ebu Zehra, Mezhepler Tarihi, s. 137-140; Bekir Topaloğlu, a.g.e., s. 174-176. 254 Şehristânî, el-Milel, I, 46-85.

255 Bağdâdî, el-Fark, s. 114. 256 İsferâyînî, et-Tabsîr, s. 40. 257 Âmidi, Ebkâru’l-Efkâr, III, 345.

258 Adudüddin el-Îcî, el-Mevâkıf fî İlmi’l-Kelam, s. 415-418. 259 Cürcânî, Şerhu’l-Mevâkıf, s. 620.

260 Görüşleri ve tercüme-i hali için bkz. Neşet Çağatay, “Vâsıl”, İA, İstanbul 1986, XIII, 219. 261 Sırrı Paşa, Milel, s. 85, 86.

67

2. Amriyye

İkincisi- Amr b. Ubeyd (ö. 144/761)262 adlı kişiye mensup olan Amriyye fırkasıdır. Bunlarında mezhepteki usulleri Vâsıliyye fırkasının usulleriyle aynıdır. Vâsıliyye fırkası Hz. Osman ile Hz. Ali olaylarında iki fırkadan sadece birisini fıskla suçlamışlardır. Bunlar ise ikisini de birleştirerek, genelleyerek dalâletlerini katmerleştirdiler. Adı geçen Amr, hadisleri rivayet edenlerden züht ile bilinen ve vasıflanan bir zat olup ayrılık esaslarında Vâsıl b. Ata’ya tabidir.263

3. Huzeyliyye

“Üçüncüsü- Ebu’l-Hüzeyl b. Hamdan el-Allaf’a (ö. 235/849-50)264 mensup olan Huzeyliyye fırkasıdır.

Huzeyl, Mu’tezile’nin ulusu ve tarikatlarının sözcüsü, açıklayıcısı ve reisiydi. İtizali Osman b. Halid et-Tavîl’den, O’da Vâsıl b. Ata’dan almıştır.

Bunlar diğer ehl-i itizal’den aşağıdaki meselelerle ayrılmışlar ve tek kalmışlardır. 1. Allah’ın takdir ettiği her şey yok olur. {Bu söz, Cehmiyye fırkasına yakındır. Çünkü (Cehm) Cennet ve Cehennem’in sonunda yok olacağına inanmıştı.}

2. Gerek Ehl-i Cennet’in ve gerek Ehl-i Cehennem’in hareketleri mecbûridir. Seçmeyle değildir. Mahluktur. Zira dünyadaki gibi kendi güçleriyle olsaydı, Cennet ve Cehennemde de mükellef olmaları lazım gelirdi. Halbuki ahiret’te teklif (yükümlülükler) yoktur.

3. Cennet ve Cehennem Ehli’nin de hareketleri sonunda kesilecek, son bulacaktır. Şöyle ki: Hareketleri son bularak ve kendilerine bir baygınlık arız olarak her iki grupta öyle humûd (düşme, zayıflama) ve daima sükûn içinde kalacaktır ve o sükûn daim içinde de yine Ehl-i Cennet- mütelezziz (lezzet içinde), Ehl-i Cehennem- müteellim (elem içinde) olacaktır. {Ebu’l-Huzeyl, Hudus-ü alem meselesinde de başlangıcı olmayan havadis ile sonu bulunmayan havadis arasında fark olmadığını iltizam ederek “Ben harekât-ı ğayr-ı metenahiyyenin (sonu olmayan hareketler) vücuduna da inanmıyorum. Harekât-ı mevcude elbette bir nihayet ve sükuna müntehi olur” dedi. Harekâtın ile sonsuz devam ve sürmesine

262 Görüşleri ve tercüme-i hali için bkz. Avni İlhan, “Amr b. Ubeyd”, DİA, İstanbul 1991, III, 93. 263 Sırrı Paşa, Milel, s. 86, 87.

264 Görüşleri ve tercüme-i hali için bkz. Metin Yurdagür, “Ebü’l-Hüzeyl el-Allaf”, DİA, İstanbul 1994, X, 330.

68

lazım gelen fesad, sükun daima lazım gelmez zan etmiş te şu batıl sözü onun için irtikap eylemiştir. Bu sebepten dolayıdır ki Mu’tezile Ebu’l-Huzeyli “Cehmi’l-âhira” diye isimlendirmiş, Ebu’l-Huzeyl’e “Kaderi’l-evveli Cehmi’l-Âhira” dahi denilmiştir.}

4. Allah Teâla bir ilim ile bilmektedir ki o ilim kendi zatıdır. Bir kudret ile Kadir’dir ki, o kudret kendi zatıdır. Bir hayat ile Hayy’dır ki, o hayat kendi zatıdır. {Bu görüşü “Cenâb-ı Hak bütün yönlerden birdir. Onda asla artma yoktur. Sıfat ve zatı birdir. Sıfat, zatıyla kaim değildir. Sülup ve izafete racidir” diyen felsefe kelamından iktibas etmiştir.}

5. Bir iradey-i hâdise ile dilemektedir ki, onun mahalli yoktur. {Bu makaleyi en önce ortaya çıkaran Allaf’tır. Allaf, hicretin 135. senesinde vefat etmiştir. Ebu Yakup eş- Şahhâm onun ashabındandı.}

6. Cenâb-ı Hakk’ın bazı kelamı için mekan, düşünülemez. (Kün) gibi. Zira eşyanın yaratılması (Kün) kelimesiyle vaki olduğundan bunun için mekan, düşünülemez.

Bazı kelamı dahi (Mekan) dadır. Emir, nehiy, istihbar gibi.

7. İradey-i Bâri muradın gayrıdır (dilediğinden başkadır). Zira İradey-i Bâri bir şeyi yaratmaktan ibarettir. Bir şeyi yaratmak ise o şeye muğayirdir (tersdir, uymaz). Yâni yaratma ve icat, mahluk (yaratılmış) ve mevcuda (var olanlara) terstir. Zira yaratma ve icat, kendi için mekan, düşünülmeyen söz’dür ki, o’da (Kün) emridir.

8. Ümur-u ğaibe’de huccet, kaim olmaz, ancak yirmi kişinin haberiyle kaim olur ki onların biri veya çoğunluğu Cennet ehlinden ola.

9. Yeryüzü ehlullah’tan boş kalmaz ve onlar masumdurlar. Yalan söylemezler ve büyük günahlardan bir şey işlemezler. Binaenaleyh şeriatta huccet onların sözleridir. Tevatür değildir. Zira evliyaullah olmayan ve içlerinde hiç değilse bir masum bulunmayan cemaatten kizb ve yalanın süduru caizdir.”265

4. Nazzâmiyye

“Dördüncüsü- İbrahim b. Seyyar b. Hâni en-Nazzâm’a (ö. 231/845)266 mensup olan Nazzâmiyye fırkasıdır. Nazzâm şeytan-ı kaderiyyedendir. Felsefe kitaplarını okuyarak onların sözlerini Mu’tezile’nin sözlerine katmış, usul-ü itizalde arkadaşlarından aşağıdaki meseleler ile ayrılmış ve tek kalmıştır.

265 Sırrı Paşa, Milel, s. 87-89.

266 Görüşleri ve tercüme-i hali için bkz. H. S. Nyberg, “Nazzâm”, İA, İstanbul 1960, IX, 148.

69

1. Cenâb-ı Hak dünyada kullarına iyi olmayan şeyi işletmekte ve ahirette Ehl-i Cennet ve Cehennem’in sevap ve günahını çoğaltıp eksiltmeye kadir değildir. {Güya Cenâb-ı Hakk’ın şerleri ve günahları tamamıyla yasaklaması ancak şerler ve günahlara kudretini selb ile olur diye düşündüler. Zavallılar bilemediler ki yağmurdan kaçarken doluya tutuldular.}

2. Hakikatte irade sıfatıyla sıfatlanmamıştır. Kendi fiil-i ilahiyesini dilemesi ilm-i şerifine uygun olarak onun yaratıcısı olmasından ve kulun fiilini dilemesi o fiilin emredicisi bulunmasından ibarettir.

3. İnsan, hakikatte Ruh’tan ibaret olup beden, ruhun aleti ve kalbidir. {Nazzâm bu sözü Felsefe’den almıştır. Şu kadar ki Nazzâm, bu meselede ilahi hükümlere değil, tabiî Felsefe’ye meyledip “Ruh bir cismi latiftir ki gül suyunun güle, yağın süd’e karıştığı gibi bedene karışmış bulunmaktadır” dedi.}

4. Renkler, tatlar, kokular ve bunların benzerleri arazlar cisimdir. {Nazzâm bu meselede Hişam b. el-Hakem’e tabi olmuştur. Hişam, kâh arazların cisimler ve kâh cisimlerin araz olduklarına hükmederdi.}

5. Cevher, birleşmiş araz’dan toplanmış ve bileşiktir.

6. Tam mahiyette ilim; cahilliğin bileşiğidir. İman; küfrün aynısıdır. {Bu makaleyi de Felsefe’den almıştır.}

7. Cenâb-ı Hak, mahlukatı bu âna kadar bulundukları durum üzere bir defada yarattı. Öne geçirerek ve sona bırakarak bu türden ortaya çıkmaktadır. Hudus ve vücutta değildir. {Bu makale dahi Felsefe kelamından alınmıştır.}

8. Nazm-ı Kur’an (hâşâ) mucize değildir. Mucize olan geçmiş olaylar ve geleceğe dair bir takım gizli şeylerden haber vermesidir. Hak Teâla eğer onları terk etseydi, Kur’an’nın (hâşâ) benzerini ve belki ondan daha fasih olanını getirmeye muktedir olurlardı. {Bu söz Allah’ın Kelamını tekzip demek olduğundan Allah bizi korusun küfür ve dalalettir. Zira Cenâb-ı Hak “De ki: Andolsun insanlar ve cinler bu Kur’an’ın bir benzerini getirmek üzere toplansalar ve birbirlerine de destek olsalar, yine onun benzerini getiremezler”267 buyurmaktadır.}

9. Haber verenlerin sayısı sayılamayacak kadar bile olsa tevatürün yalan söylemesi muhtemeldir.

10. İcma ile kıyas şeriatta huccet olamaz. Huccet masum imamın sözüdür.

267 İsrâ 17/88.

70

11. Müslümanların imamı hakkında nassın sübutu vaciptir ve Rasül-i Ekrem Efendimizden Hz. Ali’nin imameti hakkında nas, sabit oldu. Fakat o nassı Hz. Ömer sakladı. {Bu da yalan ve iftiradır. İmamet-i Ali hakkında böyle açık bir nas olsaydı, Hz. Ali onunla ihticac ederdi.}

12. Bir kimse zekat nisabından az olan 199 dirhem gümüş, yahut dört deve çalarsa, veya bu oranda başkasına zulüm ve haksızlık ile hıyanet ederse fıska nisbet olunmaz.”268

5. Esvâriyye

Beşincisi- Esvâr269 adlı şahsa mensup olan Esvâriyye fırkasıdır. Bunlar Nazzâmiyye’ye muvafakat edip yalnız birkaç meselede onlardan ayrılmışlardır. Dediler ki: Cenâb-ı Hak yokluğuyla haber verdi ki, yahut ademini (yokluğunu) bildiği şeye kadir değildir. Lakin insan ona kadirdir. Zira insanın kudreti aynı seviye üzerinin zıddına uygundur. Mademki insan birin zıddına kadirdir, diğerinin zıddına da kadir olur.270

6. İskâfiyye

Altıncısı- “Ebu Ca’fer el-İskâf’a (ö. 240/854) mensup olan İskâfiyye fırkasıdır. Bunlar dediler ki: Cenâb-ı Hak akıllılara zulüm etmeye kadir değildir. Fakat çocuklara ve delilere zulüm edebilir. {Cenâb-ı Hak zulümden münezzehtir buna şu âyet delildir: “Rabbin kullarına asla zulmedici değildir.”271}”272

7. Ca’feriyye

Yedincisi- “Ca’fer b. Mübeşşir (ö. 234/848-49)273 ve Ca’fer b. Harb (ö. 236/850- 51)”274 adlı kişilere mensup olan Ca’feriyye fırkasıdır.

Bunlar İskâfiyye fırkasına muvafakatle beraber fırkalarının lideri İbn Mübeşşir’e tabi olarak dediler ki: Fasık ümmet içinde Zındıklar ve Mecusilerden daha şerli ve daha beter

268 Sırrı Paşa, Milel, s. 89-92.

269 Bu kişi Mu’tezile’nin önde gelen âlimlerindendir. İsmi “Ali el-Esvâri (ö. 240/854)”dir. Geniş bilgi için bkz. Mustafa Öz, “Ali el-Esvâri”, DİA, İstanbul 1989, II, 391.

270 Sırrı Paşa, Milel, s. 92. 271 Fussılet, 41/46. 272 Sırrı Paşa, Milel, s. 93.

273 Görüşleri ve tercüme-i hali için bkz. Emrullah Yüksel, “Ca’fer b. Mübeşşir”, DİA, İstanbul 1992, VI, 553. 274 Görüşleri ve tercüme-i hali için bkz. Cihat Tunç, “Ca’fer b. Harb”, DİA, İstanbul 1992, VI, 549.

71

kimseler vardır. İçki cezası üzerine icma ümmet hatadır. Zira şer’i cezalarda geçerli olan nas’dır ve bir buğday tanesinin de çalanı fasık ve imandan ayrılmıştır.275

8. Bişriyye

Sekizincisi- “Bişr b. Mu’temir (ö. 210/825)”276 adlı kimseye mensup olan Bişriyye fırkasıdır.

“Bişr, Mu’tezile’nin faziletli imamlarındandı. Tevlid (doğma) sözünü ortaya çıkaran budur. Diğer Mu’tezile fırkalarından aşağıdaki meselelerle ayrılmıştır.

1. Renkler, tatlar ve kokular ve diğer bunlara benzer arazların sebepleri başkasının fiilinden olursa, bu arazların fiili başkasından doğması suretiyle hasıl olması caizdir. Kudret ve İstitâat, insan bedeninin ve azalarının felaketlerden sıhhat ve selametidir.

2. Cenâb-ı Hak büluğa ermemiş çocuklara azap etmeye kadirdir. Eğer ona azap etse zâlim olur. Lakin Bâr-i Teâla hakkında böyle demek güzel değildir. Belki vacip olan budur ki eğer Hak Teâla hazretleri o çocuğa azap ederse demek ki o çocuk, büluğa erseydi, azabı hak edecek kötü amallerde bulunacakmış da onun için Allah onu azaplandırdı deriz.”277

9. Muzdâriyye / Murdâriyye

Dokuzuncusu- Ebu Musa İsa b. Sabih/Sübeyh el-Muzdâr’a (ö. 226/841) mensup olan Muzdâriyye fırkasıdır.

Cürcânî de aynı ismi vermiştir.278

Bu fırkadan Bağdâdî,279 Şehristânî280 ve İsferâyînî281 Murdariyye diye bahsetmiş ve bu şekilde isimlendirmişlerdir.

“Muzdâr, kelimesi iftial babından ismi meful olup ziyaretten türemiştir, alınmıştır. Ebu Musa, Bişr’in öğrencisiydi. İlmi ondan almıştır. Aşırı derecede ki zühdünden (Râhibü’l-Mu’tezile) adını almıştı. Diğer mezhepdaşlarından aşağıdaki 4 meselede ayrılmıştır.

275 Sırrı Paşa, Milel, s. 93 .

276 Görüşleri ve tercüme-i hali için bkz. Cihad Tunç, “Bişr b. Mu’temir”, DİA, İstanbul 1992, VI, 223.

Benzer Belgeler