• Sonuç bulunamadı

Şirketler değişim rüzgârlarının daha hızlı estiği rekabetçi iş ortamında başarılı olma mücadelesi ile yaşamaya çalışmaktadır. Bu süreçte atılan inovasyon hamlelerinin şirketlerin başarısındaki yeri göze çarpmaktadır. Nedenli eylem teorisi bireylerin rasyonel varlıklar olduğunu ve her zaman niyet ettikleri biçimde davrandıklarını varsaymaktadır (Hoewe ve Sherrick, 2015). Nedenli eylem teorisine göre bir bireyin davranışı onu gerçekleştirmeye yönelik niyeti ile tanımlanmaktadır. Niyet davranışa karşı tutum ile öznel normun bir fonksiyonudur ve davranışın tek öncülü olarak düşünülmektedir. Niyet bir davranışı gerçekleştirmeye hazır olmanın bilişsel bir açıklamasıdır (Houran ve Lange, 2013). Nedenli eylem teorisi (reasoned action theory) bir şirketin inovasyona yönelme kararında açıklayıcı olabilir. Yenilikçilik

çok boyutlu bir kavram olarak inovatif olma niyetini içermektedir. Bunun yanısıra inovasyon niyeti doğru bir altyapı ile desteklenmelidir (Dobni, 2008). Bir şirket için inovasyonu gerçekleştirmesinde etkili olan çok sayıda faktör olacaktır. Şirketin pazarlama stratejisi, çalışanlarının yetenekleri, finansal yapısı, teknolojik kapasitesi, Ar-Ge yatırımları, şirket büyüklüğü, yönetim yaklaşımı, örgütsel yapısı, faaliyette bulunduğu sektör, yeniliğe bakışı, geçmiş inovasyon deneyimleri, inovasyon faaliyetlerinin sürekliliği, tedarikçilerle olan ilişkiler, çalışanların iş tatmin düzeyleri ve içinde bulunduğu pazardaki rekabet düzeyi gibi çok sayıda faktör şirketin inovasyon kararlarında etkili olabilir. Bir sistemin inovasyon gücü kaynakların toplanmasına (müşteriler, tedarikçiler, bilgi sağlayıcılar, aracılar, özel ve kamu kuruluşları, vb.) bağlı olmaktadır (Erdem, Gül ve Gül, 2013). Kaynak temelli teori (resource based theory) rekabetçi avantaj ile kullanılan kaynaklar ve yetenekler arasında bir ilişki olduğunu öne sürmektedir (Shan, Luo, Zhou ve Wei, 2019). Diğer yandan inovasyon yönlü olmak ile şirket performansı arasında anlamlı ve pozitif yönlü bir ilişki söz konusudur (Erdem, Gül ve Gül, 2013). Performans ve rekabet bağlamında ele alındığında örgütsel başarının bir ayağı olarak başarılı inovasyon kaynak temelli teori açısından kaynakların kullanımına atfedilebilir. Bir şirketin yaşaması ve büyümesi büyük ölçüde yeni kaynakları nasıl yarattığına, var olanları nasıl geliştirdiğine ve temel yeteneklerini nasıl koruduğuna bağlıdır (Ray, Muhanna ve Barney, 2005; Yang, 2008). Şirketler fiziksel ve finansal yapıdaki kaynakların yanı sıra maddi olmayan kaynaklarını da keşfetmeye ve geliştirmeye yönelmektedir ki bu kaynaklar entelektüel sermaye olarak karşımıza çıkmaktadır (Özdemir, 2017). Rekabetçi avantaj için maddi olmayan kaynakların yaratılması ve korunması entelektüel sermaye ile kaynak temelli teori arasındaki bağlantıyı göstermektedir. Entelektüel sermayeye ilişkin kabul edilen ortak görüş entelektüel sermayenin kaynak olarak kabul edilmesidir. Entelektüel sermayenin farklı türleri maddi olmayan kaynakların farklı türlerini temsil etmektedir (Navas‐Lopez, Alama‐Salazar, Martin‐de‐Castro ve Lopez‐Saez, 2006).

İnovasyon ile ilgili kaynakların neler olduğunun incelenmesi çok sayıda araştırmaya konu olmuştur. İnsan kaynakları açısından en dikkat çeken ise insan sermayesidir (İpek, 2018). İnsan sermayesinin bilgi, beceri ve yeteneği şirketlerin inovasyon hamleleri için önemli bir kaynak olarak değerlendirilebilir. Amaç birliği ile birarada

bulunan takımların ve örgütlerin sahip olunan bilgiyi sonuca dönüştürme becerisinde bireysel düzeydeki destek ile birlikte geçişken bellek yapılarının önemi dikkat çekmektedir (Kaya, 2013). Geçişken bellek teorisine göre bir geçişken bilgi sistemi kolektif bir bilgi işleme sistemidir (Tsai, Joe, Chen, Lin, Ma ve Du, 2016). Grubun bilişselliği ile ilgili olarak geçişken bellek teorisi bireylerin hafıza sistemleri arasındaki ilişkiye odaklanmaktadır. Teoriye göre süregelen ilişki içinde olan bireyler farklı temel ilgi alanlarındaki bilginin kodlanması, depolanması ve erişimi ile ilgili uzmanlaşmış bir işbölümü geliştirmektedir (Hollingshead, 1998). Bir geçişken bellek sistemi bireylerin sahip olduğu ilgi alanı bilgisidir ve bir grup içerisinde kimin neyi bildiğinin anlaşıldığı bir paylaşımdır. Geçişken bellek sisteminin gelişimi uzmanlığın tanınması, bilgiye erişim ve bilgi edinme mekanizmalarına bağlıdır. Geçişken bellek teorisine göre bireyler bilgiyi depolama ve işleme sorumluluğunu almamakta bunun yerine uzman olarak algıladıkları kim ise ondan bilgiyi edinmektedir (Huang, Barbour, Su ve Contractor, 2013). Geçişken bellek sistemi performans üzerinde doğrudan etkilidir (Hollingshead, 1998). Geçişken bellek Ar-Ge yetenekleri üzerinde önemli bir etkiye sahiptir (Kaya, 2013). Dolayısıyla geçişken bellek teorisi insan sermayesinin sahip olduğu kazanımların inovasyona dönüşümünde açıklayıcı olabilir.

İnsan sermayesi, kazanılan bilgi, beceri, yetenek ve deneyimlerin toplamından oluşan sosyal bir servettir. Sosyal sermaye ise bir toplumdaki bireylerarası ilişkiler, ağlar, bağlar, iletişim, yardımlaşma ve dayanışma, değerler ve güven gibi unsurların toplamından oluşan sosyal bir servettir. İnsan sermayesi ve sosyal sermaye birbirlerinin ayrılmaz parçası ve tamamlayıcısıdırlar (Aktan, Tunç ve Yay, 2017). Sosyal sermayenin kuramsal çerçevesi sosyal ağ teorisini temel alarak gelişmiştir. Sosyal ağ teorileri genel olarak Granovetter’in Zayıf Bağların Gücü Kuramı, Burt’un Yapısal Bosluk Kuramı, Coleman’ın Sosyal Kapalılık Kuramı ve Lin’in Sosyal Kaynaklar Kuramı olarak ele alınabilir (Özdemir, 2008). Ağlar bilgi ve fikirlerin akışı ile teknoloji ve inovasyonun yayılımı arasındaki karşılıklı bağlılığı anlamaya yardımcı olmaktadır (Steen, Macaulay ve Katelle, 2011). Granovetter’in ağ bağlarını ele alarak sosyal ağ teorisine katkısı zayıf bir bağın ağ aktörü için güçlü bir bağa göre daha yeni bilgi oluşturacağı yönündedir. Ağ bağları açısından incelendiğinde şirketler arasında Ar-Ge ağ bağları şirketlerin inovasyon performanslarını

geliştirmektedir (Bertrand-Cloodt, Hagedoorn ve Kranenburg, 2011). Diğer yandan ekonomik kalkınma açısından değerlendirildiğinde bölgeler öncelikle yeterli düzeyde inovatif aktörlere (şirketler, araştırma enstitüleri, kamu aracı kurumları, vb.) sahip olduklarında ve ikinci olarak da bu aktörler arasında yoğun ağlar olduğunda ekonomik açıdan başarılı olmaktadır (Yokura, Matsubara ve Sternberg, 2013). Farklı sosyal ağlar inovasyonu etkilemekte ve inovasyonun farklı biçimlerde yayılımına yol açmaktadır (Kong ve Bi, 2014).

İnovasyon yönetiminde kritik bir başarı faktörü de stratejidir. İnovatif kültüre sahip şirketlerin inovasyon yönetim sürecinde başarılı olmaları için inovasyon stratejileri ile örgütsel yapıları arasında uyum sağlamaları gerekmektedir (Ecevit Satı ve Işık, 2011). Strateji ve örgütsel yapı arasındaki uyumsuzluk şirketin amaçlarına etkin biçimde ulaşmasına engel olacaktır. Strateji-yapı uyumu ile ilgili olarak literatürde Chandler’in (1962) yaygın kabul gören “yapının stratejiyi izlediği” görüşü ile birlikte strateji ve örgüt yapısının uyumlaştırılması önemli bir tartışma konusu olmuştur (Efil ve Çubukcu, 2018). Buradan hareketle örgütsel yapı inovasyon oluşumunda belirleyici olabilir. Nitekim literatürde yapısal sermayenin yeni fikirlerin oluşum sürecini ve inovasyon yönetimini açıklayıcı rolü vurgulanmaktadır (Aramburu, Saenz ve Blanco, 2015).