• Sonuç bulunamadı

Bilgi, bilgi toplumuna yönelik bir ekonomidir ve servet üretmek için olağanüstü bir işleve sahiptir. Bilim ve teknolojideki başarıların temelleri, telekomünikasyon ağları ve bilgisayarların yardımıyla bilgi merkezli toplumu geliştirmeye yardımcı olmuştur. Entelektütel mülkiyet, marka, patent, reklam, hizmet ve danışmanlık gibi bilgi değerleri küresel ekonominin bir parçasıdır. Entelektüel sermaye, bilgi değerlerini artırmaya ve böylece genel küresel ekonomiyi hızla geliştirmeye yol açar.

Drucker (1993) yeni ekonomiyi ortaya atmış ve bilginin bugün ana kaynak olduğunu iddia etmiştir. Bilgi tabanlı sermaye, yazılım ve veritabanları, örgüt yapısı, telif hakları, ticari markalar, marka değeri, ürün tasarımı, firmaya özgü teknolojik, yönetsel beceriler ve ağlar gibi fiziksel olmayan sermayeye yapılan yatırımlardan üretilir. Örneğin, firmaya özgü beceriler, onları yaymayacak personele aktarılır. Birçok firma, yazılım, patent, veri, tasarım, beceri ve yönetim süreçleri gibi maddi olmayan varlıklara yatırım yapmakta ve bu fiziksel olmayan varlıklar “bilgi tabanlı sermaye” üretmektedir. Bilgiye dayalı sermayeye yapılan yatırım, maddi varlıklara yapılan yatırımdan daha hızlı artmaktadır. Bilgi çağı, bilgiye dayalı bir finansal sistem gerektirir. Sanayileşmiş ülkeler, kendi kendine yeterli olmaktadır ve sermayeye (ekipman ve makineler, tesis ve sermaye araçları) odaklanmaktadır, ancak harcamalarının büyük bir kısmını artık bilgi ve yetkinliğe yönlendirmektedirler, bu da insan ve bilgi teknolojisinin gelişimine yol açmaktadır (Edvinsson, 1997).

Entelektüel sermaye bazı yazarlara göre “sermaye”ye işaret ederken, diğerleri sosyal kolektiflik, entellektüel toplum inşa etme ve örgütsel/profesyonel uygulamalara duyulan ihtiyacı vurgulamışlardır (Nahapiet ve Ghoshal, 1998). Stewart (1997), “entelektüel materyal”in tüm biçimlerinin diğer varlıklar gibi daha fazla zenginlik yaratabileceğini belirtmiştir. Stewart (1997), herhangi bir örgütün insan sermayesi, örgütsel sermaye ve sosyal sermaye açısından entelektüel sermaye’ye sahip olursa değer katmak için olağanüstü bir güç kazanacağını işaret etmiştir. Ancak, birincil inovasyon ve müşteriye özgü kişiselleştirme kaynakları insan sermayesi ve sosyal sermayedir. Entelektüel sermayenin yönleri, bilgiyi ağlar, çalışanlar veya sistemler aracılığıyla farklı şekilde toplar ve dağıtır (Subramaniam ve Youndt, 2005).

Sonuç olarak, maddi olmayan varlıklar, entelektüel sermaye ve bilgi tabanlı sermaye yakından ilişkilidir (Santoso, 2011). Bilgi toplumu, bilginin yaratılması ve yayılmasının finansal büyüme için birincil faktörler olarak ve insanlar için eğitim kaynağı olarak ele almaktadır çünkü bireyleri ve profesyonelleri yetiştirmekte ve rekabeti geliştirmektedir.

Bilgi tabanlı bir toplumda entelektüel sermayeyi etkin bir şekilde yönetmek için odak noktası, doğru ve gerekli maddi olmayan varlıklara yöneltilmelidir (Parpandel, 2013). İnovasyon bilgi ekonomisi için bir büyüme ve itici güç olarak hareket eder, buna kaçınılmaz olarak maddi olmayan girdiler/çıktılar eşlik eder. Morand ve Manceau (2009) bazı temel fikirler bazında geniş bir vizyon sunmuştur:

 İnovasyon, içerikler, yaklaşımlar ve sonuçlar arasındaki entegrasyonun bir sonucu olduğu için tesadüfen gerçekleşemez. Bu nedenle, şirketlerin uzun vadeli inovasyon kapasitesini teşvik etmek önemlidir.

 İnovasyonun ekonomik etkisi gözardı edilmemelidir. Uygulamadan önce kullanım analizleri teknolojik yenilikler için bile benimsenmeden yapılmalıdır.

 Araştırma başarılı olduğunda, inovasyona asimile edilemeyen bir buluş oluşturur, bu nedenle, şirketler pazarlama, tasarım ve yaratıcılık dahil olmak üzere fonksiyonel unsurlarda inovatif olmak için müdahale etmelidir.

Ürün inovasyonundaki çıktılar, modlara ve yeni kullanımlara bağlıdır. Kodlanmış bilgiler (prosedürler, haritalama, depolar, vb.) inovatif sürecin temeli olarak işlev görür. Örgütler, faaliyetlerinde tedarikçiler, müşteriler, danışmanlar, uzmanlar gibi sosyal sermayeye dikkat ederler (Walliser ve Mignon, 2015). Son birkaç yılda, çoğu araştırmacı Ar-Ge harcamaları ve inovasyon arasındaki nedensel ilişkilere olan inancını dile getirmiştir, ancak, entelektüel sermaye-inovasyon ilişkisi, Ar-Ge yatırımlarına odaklanan geleneksel yaklaşımdan çok daha karmaşıktır (Walliser ve Mignon, 2015). Bugün, birçok genel politika, hala, Ar-Ge’nin bir ülkenin GSYİH’sının %3’üne eşit olması gerektiği varsayımına bağımlıdır. Ancak, bu varsayımı kanıtlamak için şimdiye kadar hiçbir kanıt sunulmamıştır. Örneğin, kültür endüstrisi için Ar-Ge’ye daha az yatırım yapılması tavsiye edilir, çünkü bu durumda inovasyon Ar-Ge’ye bağlı değildir.

Bazı araştırmalar, Ar-Ge yatırımlarının artmasının firma düzeyinde işletme inovasyonunu artırabileceğini gösterirken, diğerleri, ikisi arasında herhangi bir kanıt bulunmadığına ve hatta negatif bir ilişki bulunduğuna inanmaktadır. Sonuç olarak, gelecekte Ar-Ge yatırımı sadece bir maliyet olarak düşünülebilir (Zambon ve Monciardini, 2015).

Performans düzeyini yükseltmek ve düşük maliyetle yüksek kaliteli ürünler sunmak için rekabet üstünlüğünü korumak amacıyla, firmalar faaliyetlerinde inovatif olmalı ve paydaşların beklentilerini karşılayacak esnekliğe sahip olmalıdırlar. Ekonomistler, entelektüel sermayenin firmaların değer yaratmalarına ve yenilikçi olmalarına yardımcı olan önemli bir varlık olduğunu ortaya koymuştur. Entelektüel sermaye ve inovasyon, firmanın performansını iyileştiren ve bunu bilgi, çalışanların becerileri, deneyimleri ve yeni tasarlanan görev performansı metodolojileri aracılığıyla gerçekleştiren iki önemli ve hayati kaynaktır. Bu noktada, entelektüel sermaye fikir değerini gösterir ve firmaların uzun süre inovatif kalmasına yardımcı olur.

Entelektüel sermaye bileşenleri ve inovasyon arasındaki ilişkiler, örgütlerde yatırım kararları almak için önemlidir. Bu nedenle, üst düzey yöneticiler, nihai rekabet üstünlüğü için inovasyonu artırmak üzere entelektüel sermayeyi sürdürmeli, korumalı, geliştirmeli ve yönetmelidir (Karchegani, Sofian ve Amin, 2013).