• Sonuç bulunamadı

Endişe, Kaygı ve Korkunun İlk Kıvılcımları

BÖLÜM 3: TANZİMAT DÖNEMİ İKİNCİ NESLİNDE ENDİŞE/ ETİK VAROLUŞ ALANINDAN ESTETİK VAROLUŞ ALANINA ETİK VAROLUŞ ALANINDAN ESTETİK VAROLUŞ ALANINA

3.1. Bütün Kaçışların Endişeye Çıkması

3.1.1. Endişe, Kaygı ve Korkunun İlk Kıvılcımları

Ekrem’in daha çok eski şiir geleneğine bağlı olarak kaleme aldığı Nağme-i Seher adlı kitabında endişe, kaygı ve korku da bu geleneğe göre varlık göstermektedir. Bu açıdan endişe kelimesinin bu kitapta genellikle düşünce manasında kullanıldığı görülür. Aslında bu kitabı bir geçiş dönemi eseri olarak değerlendirmek de mümkündür (Parlatır, 1997: 7). Nitekim Nağme-i Seher’de eski şiir geleneğini kıran özellikler de vardır. Gerçek tabiatın şiire girmeye başlaması (Aktaş, 1996: 48) ve tasavvufi mevzuların yanında ferdî tahassüslerin de işlenmesi (Tanpınar, 2001: 479) bunlardan bazılarıdır. Özellikle ferdî tahassüslerin bulunduğu bölümlerde endişenin de karşımıza çıktığı görülmektedir.

Nağme-i Seher’de endişe kelimesinin geçtiği ilk şiir “Sitâyîş” başlığını taşımaktadır.

Burada Abdülaziz’i öven şair, yine onun büyüklüğünü göstermek için şöyle demektedir: “Nice takdîr olunsun pâye-i eyvân-ı iclâli

K’olur endîşesi hayret fezâ-yı akl-i insânı Değil her şâha âsân mazhariyyet bu tecellîye

Ana mahsûstur bu mertebe dârât-ı sultânî” (Ekrem, 1997: 19)

Onun büyüklük köşkünün rütbesinin kıymeti nasıl bilinebilir? Büyüklüğü insan aklının endişesini hayretler içerisinde bırakmaktadır. Görüldüğü gibi endişe kelimesi burada

düşünce manasında kullanılmıştır.

Bu başlık altında değerlendirilen şiirler için şu kitaptan faydalanılmıştır: Rcaî-Zade M. Ekrem, Bütün Eserleri II, Haz. İsmail Parlatır, Nurullah Çetin, Hakan Sazyek, 1. b., MEB Yay., İstanbul 1997, 477 s.

117

Başka bir “Sitâyîş” şiirinde de yine padişahı öven şair, onun yüceliğini hakkıyla göstermenin mümkün olmadığını söyledikten sonra, Divan şairlerinin de yaptığı gibi kendi şiirini övmeye başlar ve şöyle der:

“Aceb pâkize- gû bir şâ’ir-i vahy-âzmâyım kim Yazılsa levha-i hurşîde şi’r-i pâkim ahrâdır

Dem-â-dem âlem-i endîşede mi’râc eder tab’ım Ney-i hâmem tasavvurda Bürâk-ı bâd-peymâdır

Olur kim görse hevl-i fitnesinden haşre dek medhûş Devât-ı çeh- nişânım tâs-ı sihr-i İbn-i Sînâ’dır Dilim bir Sûmnât-ı büt-perestân-ı tahayyüldür Ki tab’ım Meryem agûşunda endîşem Mesîhâ’dır Bununçün birinin kârı me’âbidden tenezzühtür

Anınçün dîgerinin âdeti ma’nâyı ihyâdır” (Ekrem, 1997: 28)

Burada geçen her iki endişe kelimesi de düşünce manasında kullanılmıştır. “Âlem-i endîşe” tamlaması, düşünceler, fikirler âlemi demektir. Şair, şiirlerinin düşünce âleminde sürekli yükseldiğini, kaleminin Burak gibi bu yükselmesine vesile olduğunu söylemektedir. Burada endişe kelimesini “söz” anlamında almak da mümkündür. Çünkü şairin maksadı söz âlemindeki ustalığını göstermektir. Bu yüzden şiirlerini peygamber sözüne benzetmiştir.

Devam eden beyitlerde ise bu defa şair, dilinin hayaller puthanesinde kendisine tapılan bir put olduğunu, şiirlerindeki fikirlerin, düşüncelerin ise Hz Meryem’in kucağındaki Mesih gibi olduğunu söylemektedir. Bu yüzden endişesi, başka bir deyişle fikirleri, düşünceleri Mesih’in ölüleri diriltmesi gibi, şiirlerindeki manayı ihya etmektedir.

Bununla birlikte burada şairin en güzel şiirleri yazmak konusunda gizli bir kaygı taşıdığını söylemek de mümkündür.

118

Yazılmıştı o günden midhâtın levh-i fu’âd üzre

Bi-hamdi’lillah ki oldum lezzet-i vasfınla şîrîn-kâm Eğerçi mümteni’dir midhât-ı zâtın murâd üzre Bu lutfun duymasaydım ger bi-kavl-i Nef’i-i üstâd

‘Kalırdı haşre dek bâzâr-ı endîşem kesâd üzre’” (Ekrem, 1997: 45)

Bu beyitte Nef’i’den de alıntı yapan şair, endişe kelimesini yine düşünce manasında kullanmıştır. Sunduğu şiiri padişahın beğenmesini bir lütuf olarak gören şair, eğer bu lütuf olmasaydı fikir pazarının kıtlık yerine dönüşeceğini söylemektedir. Burada yine şiirinin beğenilmesi konusunda bir kaygının varlığından da söz edilebilir. Başka bir örnek de şu beyittir:

“Hüsn-i tedbîrde endîşesi bî-misl ü nazîr

Feyz-i te’sîrde tedbîri adîmü’l- akrân” (Ekrem, 1997: 46)

Güzel, uygun hareket etme konusunda onun düşüncesinin eşi benzeri yoktur.

“Târih-i Mansıb” şiirinde de Mütercim Paşa’nın faziletlerini sıralarken yine endişe kelimesini düşünce manasında kullanır. Düşüncesi adalet ve âdeti keremlik olan paşa, kendi devrinin Eflatun’udur.

“Dâd-endîş ü kerem-pîşe Mütercim Pâşâ

Devrde şimdi odur Âsaf-ı Eflâtûn-ray” (Ekrem, 1997: 52)

Son bir örnek olarak Ekrem’in bir gazelinden kendisini övdüğü beyti buraya alıyoruz: “Celâl’in nazmını tanzîr ey Ekrem nice kabil

Meğer endîşeme sûrette efsûndur gönlüm” (Ekrem, 1997: 110)

Recaizde Mahmut Ekrem’in bu kitabında kaygı şiirleri de vardır. Kaygı bu kitapta bazen doğrudan kaygı olarak bazen de endişe kelimesiyle karşımıza çıkmaktadır. Şairin padişahı övdüğü bir şiirinde ondan lütuf beklerken bir kaygı içerisinde olduğu düşünülebilir:

“Kereminde sen gibi bir dâhi görmüş mü aceb devrân Kemîne bahşişin dil-sîr-sâz- ı pîr ü bernâdır

119

Ne kadir şükrünü bu lutfunun îfâya âdem kim Cihân mihnetten âzâde te’ellümden müberrâdır

Sana arz-ı ubûdiyyettir ancak maksadım yoksa Kef-i cûdun hemâre lutf u ihsâna müheyyâdır

Bana hem bundan a’lâ ni’met olmaz kim meserretle

Sühanda tab’-ı şûhum şimdi cüst ü bî- muhâbâdır” (Ekrem, 1997: 28)

Buradaki kaygı sadece maddi bir lütfa mazhar olup olmama konusunda değildir. Ayrıca şiirinin beğenilip beğenilmeyeceği, iltifata layık olup olmayacağı yönünde bir kaygı da vardır. Yukarıda endişe kelimesinin düşünce manasında kullanılmasına bir örnek olarak aldığımız bu şiirin devamındaki beyitlerde bunu açıkça görmek mümkündür.

Klasik şiirde şairin, şiirini sunduğu kişiyi övdükten sonra kendisini ve sanatını övmesi bir gelenektir. Ekrem de bu geleneğe göre hareket etmiştir. Ancak gelenek de olsa böylelikle sanatsal açıdan kaygısını da ortaya koymuştur. Şair söz üstadı olmak, en güzel sözü söylemek konusunda bir kaygıya sahiptir. Kendisinin şiirde ve nesirde eşsiz olduğunu söylerken aslında bu kaygısını göstermektedir. Divan şairlerinin çoğunda bu kaygının varlığından söz edilebilir. Buna kaygı dememizin sebebi, en iyisi olma yönündeki bu düşüncenin sonsuz ve sınırsız olanla henüz sınanmamasıdır. Eğer böyle bir sınanma gerçekleşmiş olsaydı ortaya iki sonuç çıkardı: Ya bu dünyada sanatıyla sonsuz ve sınırsız bir varlık olmaya çalışmak-ki, bu mümkün değildir- ya da sonsuz ve sınırsız olanı sanatının kaynağı haline getirerek bu gayeye ulaşmak. Her iki durumda da buna endişe dememiz gerekirdi.

Yukarıda söylediğimiz kaygıya aşağıdaki şiir de başka bir örnek olarak gösterilebilir. Ekrem burada âdeta gerçek şair kimdir sorusuna cevap aramaktadır:

“Odur şâ’ir ki nazma cür’et ettikçe murâd üzre Merâmı bî-tekellüf nakşola levh-i fu’âd üzre

 En iyi olma düşüncesinin sonsuz ve sınırsız olanla sınanmasına ve böylelikle ortaya çıkan endişeye Ahmet Haşim’in “Aks-i Sada” şiiri ya da “Ölmek” şiiri örnek olarak gösterilebilir.

120

Odur şâ’ir ki ta’kîd olmaya nazmında yazdıkça Tecellî eyleye mazmûnu meclâ-yı midâd üzre Odur şâ’ir ki âgaz-ı makâl ettikçe bî-pervâ Ola her kavli âyât ü hadîse istinad üzre ....

Ona şâ’ir denilmez kim geze suk-i belâgatte Metâ’-ı şi’ri bin yıl dûş-ı dellâl-ı mezâd üzre Ona şâ’ir denilmez kim verip terzîk ile zînet Ola bî-hûde kilk-i desti teksîr-i sevâd üzre Ona şâ’ir denilmez kim ola serdî-i tab’ından

Hemân yah-pâre-vârî reşh-i kilki incimâd üzre...” (Ekrem, 1997: 41-42)

Şairin vasıflarını sıraladığı, gerçek şairin kim olduğu sorusuna verdiği cevap ise kendisidir. İşte bu da bir kaygıdır:

“Benim ol şâ’ir-i Îsâ-mü’essir kim gelir nutka Ger i’câz-ı beyânım olsa feyz-efken cemâd üzre Eder ammâ ki misl-i kalıb-ı bî-rûh-ı dem-beste Düşünce tâb-ı fikr-i rûşenim akl-ı cevâd üzre Nigehbânım ki şimdi âlem-i nazma olur tab’ım

Ekalîm-i beyânı ser-te-ser feth ü küşâd üzre...” (Ekrem, 1997: 42-43)

Ekrem kendisinin biricik şair olduğunu söylemektedir. Bu beyitler her ne kadar geleneğe göre söylense de onun bu yöndeki kaygısını ortaya koymaktadır. Eğer şiir âleminde biricikliğini sarsacak bir alametle dahi karşılaşsaydık bunun endişenin bir işareti olabileceğini söyleyebilirdik. Ancak bu şiirde böyle bir şey yoktur.

“Habbezâ mâh-ı mübârek–eser ü ferruh-fâl Ki sa’adetle odur mü’mine ser-nâme-i sâl

121

Habbezâ mâh-ı safâ-perver ü zevk-ayin kim Hâtır u dilde neşâtı ne keder kor ne melâl Mâh-ı mes’ûd-ı celîl şa’şa’a ya’ni Ramazan

Kim olur şekl-i hilâli nice bin ni’mete dâl” (Ekrem, 1997: 29)

Ramazan ayının gelmesiyle birlikte bütün kaygılar ortadan kalkmıştır. Şair bu beyitlerin devamında şiirinin sonuna kadar kaygıları ve Ramazan ayının bir ferahlık âlemi olarak insanı bunlardan kurtardığını söylemektedir. Yukarıdaki beyitlerde geçen “keder” ve “melâl” bu kaygılardan bazılarıdır.

Telemak adlı eseri çeviren Yusuf Kamil Paşa için yazdığı bir şiirindeki aşağıdaki

beyitler de kaygı olarak değerlendirilebilir. Şair her ne kadar ihsan talebi olmadığını söylese de buna mazhar olduğunu da söylemektedir. Burada dünyalık bir kaygı taşıdığı düşünülebilir:

“Münkir değilim ni’met ü ihsânına hâşâ Takdîr ü teşekkürdür işim onlara her dem İhsân dediğim himmet ü feyz-i nazarındır Hem-kadr olamaz ona ne dînâr u ne dirhem

Geh kahr gehî lutf ederek terbiye kıldı Fethetti bana merhametin meslek-i eslem

Fi’l-vâki eğer bir kulu ıslah ise maksad Kahr içre ona gâh nüvâziş dahi elzem Bezl ettiğin ihsân u atâyı bana böyle

Evlâdına etmez peder-i eşfâk u erham” (Ekrem, 1997: 35)

Ekrem’in ikinci bölümde daha çok üzerinde duracağımız beşeri bir sevgili karşısındaki aşk kaygılarının ilk örneklerini de bu kitapta görmek mümkündür. Bu estetik varoluş alanınına girişin de ilk örneğidir. “Şarkı” başlığını taşıyan şiirlerinin tamamında böyle bir kaygı vardır:

122

“Dil gayet-i derd-i aşkı görsün Sürsün bu firâk haşre sürsün Hicrin elemi beni götürsün Sürsün bu firâk haşre sürsün Bakma görüp ıztırâb-ı hâlim Terk-i sitem etme gayrı zâlim Âh etmeğe kalmasın mecâlim Sürsün bu firâk haşre sürsün İnsâfın yok mürüvvetin yok Bî-çârene rahm u şefkatin yok Ölsem de visâle niyyetin yok Sürsün bu firâk haşre sürsün Dâd ister isem sen eyle bî-dâd Allah içün ol cefâya mu’tâd Ekrem diye eyleme beni yâd

Sürsün bu firâk haşre sürsün” (Ekrem, 1997: 68-69)

Buraya sadece bir örneğini aldığımız bu “Şarkı”ların hepsi aşk kaygısıyla yoğrulmuştur. Her ne kadar gerçek şiir metinleri olmasalar da hem Ekrem’in uzun bir müddet boyunca devam edecek asıl kaygısını göstermesi açısından, hem de ikinci bölümün neredeyse tamamını işgal edecek olan kaygının ilk işaretleri olması açısından önemlidirler. Bu şiirlerinde şairin kendisini hep sonlu olanlarla oyaladığı ve anlık sayılabilecek zevklerin peşinden koştuğu açıktır. Bu da bu yolda çekilen elemlerin, sıkıntıların endişe olamayacağının göstergesidir.

Şairin gazellerinde de aynı kaygıyı devam ettirdiği görülür: “Şûr-efken-i âftâb-ı gamdır

Rûyundaki âb ü tâb-ı sevdâ

123

Cevr ü gam-ı bî-hesâb-ı sevdâ” (Ekrem, 1997: 77)

Sonlu bir aşk yolunda çekilen kaygılar... Hatta şair divan şiiri geleneğinde de karşılaştığımız bir tavırla, bu hesapsız kaygılardan zevk almaya başladığını da söylüyor. Şair bulunduğu kaygı âleminden hoşnuttur. Hatta başka bir gazelinde bu aşk kaygısıyla sevgilin yolunda vücudundan geçmeyi bile düşünmektedir:

“Ma’nâda Kelîm ol yine hâmûşluk eyle Pervâne gibi kendine her âfeti Tûr et Düş hâk-i reh-i pâyına mahv eyle vücûdun Bu sûretle meşhedini mebhıt-ı nûr et Ekrem gibi tâ şöyle zebûn eyle vücûdun

Kim cây-ı penâhın teh-i bâl ü per-i mûr et.” (Ekrem, 1997: 85)

Mevcudiyetten vazgeçmek ancak sonsuz olanı elde etmek için olursa endişe olarak değerlendirilebilir. Çünkü bu şekilde varlığa ulaşılabilir. Bu şiirde ise şair bunu sevgili yolunda istemektedir. Ekrem’in bundan sonraki şiirlerinin çoğunda bu durumla tekrar karşılaşılacaktır.

“Mülk-i aşka emîrdir gönlüm Şeh-i gerden serîrdir gönlüm Yâr cevr ü firâkını çekemez Kaddi ham-geşte pîrdir gönlüm

Mâsivâya ta’allukum yoktur Derd-i aşka esîrdir gönlüm Kadri âlîdir eylemem inkâr Sûretâ pek hakîrdir gönlüm

Derd-i esrâr-ı aşkın ey Ekrem

124

Bu şiirdeki “derd-i aşk”ların hepsi şairin vazgeçmek istemediği aşk kaygılarıdır. Hatta şair bu kaygıların bütün sırlarına vâkıftır, cümlesinden haberdardır.

Ekrem’in şu iki beytini kaygının yeterli bir örneği olarak almak mümkündür: “Kişi dünyâya gelir hayr u şeri bilmek için

Hayf kim vâsıl-ı ser-menzil-i irfân olmaz Derd çok ga’ile bisyâr hayât ise kasîr

Neylesin kesb-i kemâl etmeğe meydân olmaz” (Ekrem, 1997: 103)

İnsan dünyaya hayır ve şerri öğrenmek için gelir. Yazıklar olsun ki irfan yoluna bir türlü başını sokamaz. “Derd çok ga’ile bisyâr hayât ise kasîr”dir. Bunlardan, kemalini

arttırmaya fırsat bulamaz. Burada tırnak içine aldığımız kısım dünyanın sonlu kaygılarıdır ve insanın bu dünyaya asıl geliş sebebini bulmasına fırsat vermezler.

Ekrem’in kitabında kayd kelimesinin kaygı manasında kullanıldığına bazı örnekler de vardır:

“Ol dem ki nev-bahâr ile âlem safâ bulur Kayd-ı kederden ehl-i muhabbet rehâ bulur Bî-çâre dil muzîk-i elemde belâ bulur

Yok mu bu derd ü mihnete yâ Rab devâ bulur” (Ekrem, 1997: 60)

Bahar geldiğinde muhabbet ehli keder kaygısından kurtulur. Fakat biçare gönül elemin darlıklarında bela bulur. Ya Rabbi bu derdin bir çaresi yok mudur? “Kayd” kelimesi

kaygı olarak düşündüğümüzde “muzîk-i elem” ve “derd ü mihnet”in de kaygı olduğu açığa çıkmaktadır. Bahar geldiğinde keder kaygısından kurtulan sadece muhabbet ehlidir. Şairin kaygıları devam etmektedir.

“Beste-i kayd-ı ta’alluktur dilim zülfünde tâ

Aşk-ı ulviyyetle arz-ı imtiyâz eyler bana” (Ekrem, 1997: 60)

Gönlüm bağlanma kaygısıyla donup kalmıştır saçlarında, ulvi bir aşkla beni ayrı bir yerde tutar, bana ayrıcalık sunar. Bu gazelin yazılış sebebi zaten aşk kaygısını ortaya

koymaktır. Hatta şair bu yolda vücudunun mahvolmasını bile göze alır: “Mahv eder Ekrem vücûdum tâbiş-i berk-i cemâl

125

Ol sebepten yâr hüsnün nîm-bâz eyler bana” (Ekrem, 1997: 60) Başka bir şiirde de şairin aynı fedakârlığı yaptığını görürüz: “Hâk eylesem vücûdumu râhında çok mudur?

Makbûl olaydı cânım ederdim fedâ sana Kaydım değil o çeşm-i tegâfül ki sende var

Âlem olursa kasd ile ger âşinâ sana” (Ekrem, 1997: 79)

Bu şiir de hem aşk kaygısına hem de kayd kelimesinin kaygı olarak kullanılmasına başka bir örnektir.

Ekrem’in kitabında endişe kelimesi geçmesine rağmen kaygı olarak karşımıza çıkan bölümler de vardır.

“Simât-ı cûdu eyler subh ü şâm it’âm-ı her bî-kes

Değil hiçbir gedâ endîşe-i tahsîl-zâd üzre” (Ekrem, 1997: 44)

Bu örnekteki endişe kelimesi kaygı anlamında kullanılmıştır. Kimsesizler sabah akşam senin cömertlik sofrandan karınlarını doyurur, hiçbir dilenci, ihtiyaç sahibi bu cömertlik karşısında kendisinden bir karşılık alınacağı kaygısını taşımaz.

Başka bir örnek de aşk kaygısı üzerine yazılmış şiirler olduğunu söylediğimiz “Şarkı”larından birisinde geçmektedir.

“Bu endîşeyle bi’llah Ekrem-i zâr Kalır tâ haşre dek âşufte-efkâr Bi-hakkın hüsn-i pâkın etme ısrâr

Nedir kırgınlığın ey mâh söyle” (Ekrem, 1997: 70)

Burada da şairin endişe kelimesiyle ifade ettiği, sevgilinin kendisine kırgınlığından kaynaklanan bir kaygıdır.

Buraya kadar hep endişenin düşünce ya da kaygı manasında kullanılmasına ve kaygıya örnekler verdik. Ancak Recâizade Mahmut Ekrem’in bu kitabında doğrudan endişe olarak değerlendirebileceğimiz şiirler de mevcuttur. Onun bir gazeli kaygı gibi gözükse de aslında endişenin tercümesi olarak değerlendirmek mümkündür:

126

Ne üstühân bıraktı ne hâk-i mezâr hayf

Taht-ı serâda koymadı râhat bizi felek Rencîde kıldı cismimizi mûr u mâr hayf Geldim niyâza dergehine sîne çâk çâk Bir nazra kılmadı o büt-i gamzekâr hayf Pîçîde oldu târik-i reh-gîr-i zülfüne Âhir bu kayda düştü dil-i bî-karâr hayf Bunca zamândır etmişidim sînede nihân Âhımdan oldu derd-i derûn âşikâr hayf Ekrem henüz ukde-i bahtım açılmadı

Eczâ-yı cismim etti felek târ mâr hayf” (Ekrem, 1997: 106)

Şair dayanılmaz dertler içerisindedir. Bunları art arda sıralar ve hepsinde yazıklar olsun manasında “hayf” kelimesini kullanır ve henüz bu dertlerden kurtulamamıştır, hatta kurtulamayacaktır. Öyle dayanılmaz dertlerdir ki şairin eczâ-yı cismini dahi tarumar etmiştir. Burada şairin, endişenin amansız sınavından geçtiğini düşünebiliriz. Bitmeyen dertlerin dayanılmaz oluşu buna imkân vermektedir. Buna başka bir örnek olarak şu beyit de gösterilebilir:

“Eylemiş sad çâk cismim hârâr-ı derd ü gâm

Zahm-ı tîğ-ı gamze-i cânâna hâcet kalmamış” (Ekrem, 1997: 105)

Cananın gamze oklarına bile gerek kalmadan bedenin darmadağın olması endişe olarak yorumlanabilir. Ancak bu beyitin devamındaki beyitler bunu kaygı olarak değerlendirmenin daha uygun olacağını göstermektedir.

Ancak şairin bu kitabında endişeye verilebilecek en güzel örnek “Terkîb-i Bend-i Nâ-Tamâm” başlığını taşıyan bir şiiridir.

127

Bu dâr-ı pür-miheni cilvegâh eder âdem Ne hazzı var meselâ ayş u nûş kılsa kişi

Değil mi âhiri nîş-i belâ vü zahm-ı elem” (Ekrem, 1997: 57)

İnsanoğlunun bu zahmet, sıkıntı âlemi olan dünyaya geliş sebebi nedir. Bu dünyada ne kadar tatlı da olsa her işin sonunda bela ve elem yok mudur? Şair insan yaşamının

endişeyle yoğrulmuş olduğunu söylemektedir. Endişe insanın bu dünyaya gelişiyle kendisini gösteren ve ölünceye kadar da peşini bırakmayacak olan bir insanlık durumudur. Her insanı, varoluşunu tamamlayıncaya kadar çeşitli imtihanlardan geçirmek için bekler. Endişe gizli ya da açık hep oradadır. Bu da insan yaşamını huzursuzluk âlemine çevirir. Bu huzursuzluğun birinci sebebi varoluşa ulaşamamak, diğer sebebi ise endişenin de ana kaynağı olan her şeyin kaçınılmaz bir sonunun olduğunun farkına varmaktır. Nitekim şair de şöyle demektedir:

“Bu oldu deydene-i rûzgâr-ı bed-girdân Ki her meserretin elbet sonu olur mâtem Firîb-i hurde-i ikbâl-i dehr olur mukbil Sanır ki ola cihân içre dâ’imâ hurrem

Döner mi çerh-i felek her zamân murâd üzre

Onu da bir gün eder iktizâ-yı devr-i dijem” (Ekrem, 1997: 57)

İnsanın olduğu gibi her şeyin de bir sonu vardır. Şair bunun farkına varmıştır. Endişeyi yaşamayanlar ebedî bu dünyada kalacakmış gibi kendilerini oyalayabilirler. Hâlbuki bu dünyanın zevklerinden tatmin olmak mümkün değildir. Çünkü onlar da sonludurlar. Sonlu olanların kişiyi sonsuz olana götürmesi mümkün değildir.

“Cihânda hâsılı yoktur hevesçe kâm almış Gerek gedâ-yı muhakkâr gerek şeh-i efhâm Verir mi ârif olan kabz u bast-ı dehre vücûd Olur mu nâfile hâtır-rübûbe-i âlem

128

Hakikât üzre tasavvur olunsa dünyânın Çıkar vücûdu adem zevk u lutfu rencîş ü gâm Değil değil bu fenâ bezmi câygâh-ı huzûr”

Hazer ki olmayasın dil-harâb-ı câm-ı gurur” (Ekrem, 1997: 57-58)

Dünyanın hakikatine bakılsa bir yokluk âlemi olduğu görülecektir. Öyleyse bu yokluk âleminde huzur bulmanın imkânı var mıdır? Ziyâ Paşa’yı da hatırlatan bu şiir bu

düşüncelerle devam eder. Şair sonuna kadar bütün yokluk alametlerini ve bunların insanda oluşturduğu huzursuzlukları sıralar. Burada dikkati çeken ilk husus endişenin insanı gerçekten zorlu sınavlardan geçirdiğidir. İkincisi ise yokluk olanağının en dehşetli endişe kaynağı olduğudur. Kierkegaard (2004a: 232), kişinin endişenin sınavından geçerken bütün olanakların eşit derecede olduğunu öğrenmesi gerektiğini söyler. Burada insanı mutlu eden olanaklar olduğu gibi, en dehşetlisi olan yokluk olanağı da vardır ve kişi bu olanağın er ya da geç kendisini karşılayacağını doğru bir şekilde öğrenmelidir. Kişi ancak bu şekilde hayat karşısında donanımlı bir hale gelecektir. Burada şairin bu olanağın farkında olduğunu söyleyebiliriz. Bunu sağlayan yokluk endişesidir. Zaten endişe, varlığın muhtemel bir yokluğu fark etmesidir (Sayar, 2013: 103).

Şiirinin sonunda ise şair sonsuz olan bir alana yani Tanrısal alana geçiş yapar. Bu