• Sonuç bulunamadı

1.1. Endişe Kavramı

1.1.2. Endişeyle Bağlantılı Olan Kavramlar

1.1.2.5. Ölüm ve Yokluk

Yukarıda hiçlik ve sonluluk kavramlarından bahsederken kısmi olarak işaret ettiğimiz diğer iki kavram da endişe kavramıyla beraber değerlendirilmesi gereken yokluk ve ölüm kavramlarıdır. Daha önce varoluşun ancak bireye atfedilebilecek bir şey olduğunu ancak klasik felsefenin “Niçin yokluk değil de bir şeyler var?” sorusunun, insanın yoklukla nesnel tarzda karşı karşıya gelmesine sebep olduğundan bahsedilmişti (Gündoğdu, 2007: 101). Hâlbuki varoluşçular için asıl önemli olan yoklukla öznel bir karşılaşmadır. Çünkü bu karşılaşma insanın sonluluğuyla, kendi varoluşuna yönelik duyduğu tutkusuyla, yok olma endişesiyle ve sonsuzluğa şiddetli meyliyle ilgilidir. Endişe, kişinin varoluş karşısında sınanmasıdır ve onda varoluşun çeşitli açılımları belirgin hale gelir (Taşdelen, 2004a: 58). Bu açılımlardan önde geleni yokluk kavramıdır. Çünkü endişe, varlığın muhtemel bir yokluğu fark etmesidir. Hiçbir sonlu varlık bu dünyada kendi sonluluğunu yenemez. Bu yüzden endişe psikoterapiyle giderilemez. Çünkü psikoterapi insanın sonluluğunu değiştiremez (Deren, 1999: 105). Endişeyi yenmenin bundan başka yolları vardır ve bu yollardan ilki onunla yüzleşmektir. Varoluş “sonlu olan varlığın sonsuzluğa yönelik tutkusudur” (Gödelek, 2010: 60). Ancak varoluş otomatik değildir. Yani öylesine bir tarafa konamayacağı ya da atılamayacağı gibi her an varlıksızlığın da tehdidi altındadır. Çünkü varoluş hem var olmayı hem de var olmayışı kapsar (May, 2014: 134, 141). Yokluk kavramıyla özdeşleştirilebilecek bu ikinci durum bir farkındalıktır ve varoluştan bağımsız düşünülemez. Bu durumu “varlıksızlık” olarak adlandıran Rollo May (2014: 134)’e

47

göre, eğer bu farkındalık olmazsa varoluş anlamsız ve gerçekdışı olur ve somut öz-farkındalık eksikliği kendini gösterir. “Fakat varlıksızlık ile yüzleşildiğinde, varoluş hayatiyet ve anındalık kazanır ve birey kendisi, yaşadığı dünya ve çevresindeki diğerleri hakkında daha artmış bir bilinç deneyimler.” (May, 2014: 134-135)

Korkunun bir nesnesi olduğunu daha önce söylemiştik. Bu nesne bir acı, bir insan ya da topluluk tarafından reddedilme, birinin kaybı ya da ölüm anı olabilir. Ancak bu örneklerin herhangi birisinde korkutucu olan şey, özneye yaşatacağı olumsuzluk değil, bunun muhtemel sonuçlarına dair endişedir. Buna en iyi örnek ölümdür. Ölüm eğer bir korku ise bu korkunun nesnesi kaza ya da bir hastalık olabilir. Ancak bir ölüm endişesi ise bu durumda onun nesnesi “mutlak biçimde bilinmeyen ölüm sonrasıdır, mevcut tecrübelerimizin imgeleriyle dolu olsa da, yokluk olarak kalan yokluktur” (May, 2014: 62). Ölüm endişesi, bütün somut kaygıları ve korkuları gölgeler ve onlara muazzam bir ciddiyet verir. Ayrıca kişinin son anında değil var olduğu her anında onun yanındadır. Çünkü yokluk her yerde ve her andadır. Doğrudan bir ölüm tehdidinin olmadığı yerde dahi endişeye sebep olur (May, 2014: 67-68). Çünkü “ölüm varlıksızlık tehdidinin en açık biçimidir” (May, 2014: 135). Her korkunun altında yatan ve onu korkutucu kılan öğe, kişinin kendi varlığını koruyamayacak olma endişesidir. Dolayısıyla ölüm korkusu her korkudaki endişe öğesini belirler (Tillich, 2014: 62-63).

Rollo May (2014: 134)’e göre, “kişinin var olmanın ne demek olduğunu kavraması için, var olmayabileceği, muhtemel bir yokoluşun kıyısında yürümekte olduğu ve gelecekte bilinmeyen bir zamanda ölümün geleceği gerçeğinden hiçbir kaçış olmadığı gerçeğini de kavraması gerekir”. İnsan öleceğini bilen ve kendi ölümünü önceden tahmin eden bir varlıktır. Bununla birlikte bazı insanlar varoluşlarını ölümden kaçmayı deneyerek de harcayabilirler. Bu durumda kullandıkları en yaygın yöntem, ölüm karşısında çoğunluk ne yapıyorsa onu yapmak, çoğunluğun tepkisini vermektir. Fakat bu onu “kendi farkındalığının, potansiyellerinin ve onu benzersiz ve orijinal bir varlık yapan niteliklerinin yitimine ve das Mann tarafından yutulmaya götürür”; kişi bu araçlarla varlıksızlık endişesinden geçici olarak kurtulabilir ancak bedelini kendi güçlerinden ve varlık duygusundan mahrum kalarak öder (May, 2014: 136-137).

Bununla birlikte varoluşçu analistler ölümle yüzleşmenin hayata en pozitif gerçekliğini kazandırdığını ve bireysel varoluşun gerçek, mutlak ve somut olmasını sağladığını

48

savunurlar. “Bir başka deyişle ölüm, yaşamın göreceli değil mutlak olan tek gerçeğidir; buna dair farkındalığım bana varoluşumu ve içinde bir şeyler yaptığım her saate mutlak niteliğini kazandırır.” (May, 2014: 136)

Nihayetinde yokluk, endişeyi ortaya çıkaran sebeplerin önde geleni, hatta çoğu zaman endişenin tek sebebidir. Tillich (2014: 62)’a göre endişe, bir nesne korkusuyla değişime uğramazsa, bütün çıplaklığında endişe ise, her zaman kesinlikle varolmama endişesidir. Başka bir deyişle endişe, yokluğa dair varoluşsal farkındalıktır. Bu yokluğa dair soyut bilgi değil, yokluğun kişinin kendi varlığının bir parçası olduğuna dair farkındalık olduğu anlamına gelmektedir. Endişeyi üreten, “evrendeki her şeyin geçici, fâni olduğunun farkına varılması hatta başkalarının ölümlerinin tecrübe edilmesi dahi değildir, bu olayların bir gün ölecek olduğumuza dair hep üstü örtük olan farkındalık üzerindeki etkisidir” (Tillich, 2014: 60).

Endişe kavramıyla ilgili buraya kadar anlatılanlar özetlenecek olursa şunlar söylenebilir: Kierkegaard’un kavramının hangi kelimeyle tercüme edileceği konusunda bir kararsızlık vardır. Bunun sebebi henüz tercih edilen kelimelerin hiçbirisinin tam olarak ontolojik bir anlama kavuşturulmamış olmasıdır. Her ne kadar Türkçe olduğu için tercih edilse de kaygı kelimesi de bu açıdan oldukça yetersizdir. Endişe kelimesi de yetersizliğine ve Farsça olmasına rağmen diğer kelimelere göre daha kapsayıcı anlamlar içerdiği için Kierkegaard’un kavramına karşılık olarak kullanılması daha uygundur. Endişe kavramıyla bağlantılı olan yakın ve uzak başka kavramlar da vardır. Bunların çoğu zaman endişe kavramıyla karıştırıldığı, onun yerine kullanıldığı da görülmektedir. Endişeyle en çok karıştırılan kavramlardan birisi korkudur. Hâlbuki endişe ve korku arasında belirgin bir fark vardır. Endişenin nesnesi yoktur, bu yüzden daha şiddetli ve üstesinden gelinmesi daha zordur. Korkunun ise bir nesnesi vardır. Bu yüzden endişe kadar şiddetli değildir. Nesne ortadan kalkınca korku da kaybolur. Endişe ile korku arasındaki en önemli bağlantı, endişe sayesinde varoluşu elde eden insanın bu hazinesini korumasına yardımcı olmasıdır. Ayrıca her korkudan, özellikle ölüm korkusundan endişeye açılan pencereler vardır.

Endişe kavramıyla karıştırılan diğer bir kavram da anksiyetedir. Bunun sebebi her ikisinin de nesnesinin olmayışıdır. Bununla birlikte anksiyetenin “varoluşsal anksiyete” ya da “ontolojik anksiyete” adı altında endişe kavramının yerine, “normal anksiyete” adı

49

altında kaygı kavramının yerine kullanıldığı da görülmektedir. Ancak anksiyete her ne kadar nesnesiz de olsa fizyolojik ve psikolojik belirtiler gösteren, buna bağlı olarak tıbbi müdahaleyi gerekli kılan ayrıca özgür olmayışı tek tercih olarak kişinin karşına çıkaran, onun kim ve ne olduğu bilgisini ve zaman olgusunu geçici olarak ortadan kaldıran ve böylece varlığını inkâr eder derecesine getiren bir hastalığın adıdır. Hâlbuki endişe bir hastalık değildir. Endişe ancak özgürlüğün etkin olmasıyla ortaya çıkar, kişinin varolduğunu, yaşadığını ona hatırlatır ve endişe için zaman özellikle an ve gelecek vazgeçilmezdir. Anksiyete hastalığına yakalanan kişilere ister tıbbi ister psikolojik bir müdahale yapılsın amaç kişiyi anksiyetenin kucağından alıp kaygı ya da endişenin kucağına bırakmaktır. Bu da endişe ile anksiyete arasındaki en önemli bağlantıdır. Başka bir ifadeyle anksiyete, endişeye çıkmak için bir fırsattır.

Yine nesnesiz olduğu için endişe ile karıştırılan diğer bir kavram da kaygıdır. Kaygı günlük hayatın sınırlı, sıradan ve yoz durumlarında ortaya çıkan bir duygudur. Servet sahibi olmak, iyi bir okulda okumak, başarılı olmak gibi nesnesi belirsiz, geleceğe yönelik amaçların hepsi kişiyi kaygıya sürükleyebilir ve anlam arayışında bir noktaya kadar cevap verebilir. Ancak bunların hepsi bu dünyaya ait olan sınırlı ve sonlu şeylerdir. Endişe sınırsız ve sonsuz olanla ilgilidir ve kişinin amaçlarını değil, bizzat kendisini bunlarla bir sınava tabi tutar. Sonlu bir varlığın sonsuz olanla sınanması ve bunun sonucu olarak yokluk fikrinin ortaya çıkması en temel endişe kaynağıdır. Kaygı, anksiyete gibi bir hastalık değildir ancak henüz endişe gibi kişiyi doğrudan varoluşa götüren bir ontolojik duygu da değildir. Yine de anksiyete gibi her kaygıdan endişeye çıkan bir yol vardır.

Endişe ile bağlantılı diğer kavramlar için de özetle şunlar söylenebilir: Özgürlük ve olanaklılık endişe kavramıyla beraber değerlendirilmesi gereken iki kavramdır. Endişe bir özgürlük imkânıdır. Kişi ne kadar özgürse endişesi de o kadar fazla olacaktır. Özgür olmayan bir kişinin endişeli olması da beklenemez. Çünkü insan önünde serili sayısız olanaklar bulabilen ve bu olanakları özgürce seçebilen bir varlıktır. Özgürce yapılan her tercih başka tercihlerden vazgeçmek demektir. Bu ise endişe kaynağıdır. Bu açıdan Kierkegaard’un endişeyi özgürlüğün baş dönmesine benzetmesi oldukça dikkat çekicidir. Çünkü kişi yaşamında âdeta olanaklarla dolu bir uçurumun kenarında dolaşmaktadır. Dipsiz gibi görünen uçurumun derinliklerindeki sayısız olanaklara

50

baktıkça kişinin başı döner. Bunun nedeni bu olanaklardan birisini seçmek zorunda olmasıdır. Eğer bu seçim sırasında kişi sonluluğa tutunursa uçuruma düşmesi kaçınılmazdır. Burada onu endişeye götüren başka bir sebep de olanakların eşit derecede olmasıdır, orada sadece güzel ve olumlu şeyler yoktur. Yani olanaklar sevindirici olduğu kadar dehşet verici de olabilir. Kişi cesaretle bütün olanakları üstlenebilmelidir.

Ruh kavramı da endişe ile beraber değerlendirilmelidir. Endişe kişinin kendi özüyle, insan olmasıyla ilgili bir sonuçtur. İnsan, insan değil de bir hayvan veya melek olsaydı endişeli olması beklenemezdi. Çünkü onlarda özgürlük ve olanaklılık kavramları yoktur. Bu iki kavram sadece insana mahsustur. Aynı şekilde ruh da insan olmanın bir özelliğidir. İnsan bir sentezden ibarettir. Tin ve beden ve üçüncü öğesi olan ruh, sonlu ile sonsuz ve üçüncü öğesi olan an, özgürlük ve zorunluluk ve üçüncü öğesi olan olanaklılık insanı oluşturan sentezin ayrılmaz öğeleridir ve her öğenin endişeyle bağlantısı vardır. Ruh, endişeyi dünyaya getirir; an endişenin zamanını verir; olanaklılık ise endişenin niçinini açıklar. Bu şekilde bir sentez oluşturan ruh sadece insanda vardır. O arttıkça endişe de artar, o azaldıkça endişe de azalır.

Endişe ile bağlantılı olan diğer bir kavram da hiçliktir. Daha önce endişenin nesnesinin olmadığını söylemiştik. Çünkü onun nesnesi hiçliktir. Endişenin bu durumu insanın, insan olmasıyla ilgilidir. O başka bir nesneden kaynaklanmaz, doğrudan insanın kendi olma niteliğinden ortaya çıkar. Çünkü insan, belirsizliklerle yoğrulmuş bir varlıktır. Bu da endişeyi insanın mayası haline getirir. Hiçlik, diğer kavramlarla da bağlantılıdır. Olanaklılık, olumlu olumsuz bütün olanakları içinde eşit derecede barındırdığı, özgürce yapılan her seçimin başka olanakların kaybedilmesi anlamına geldiği ve bunun da bir belirsizliğe yol açtığı; endişenin geleceğe yönelik olarak anda ortaya çıktığı, fakat geleceğin de belirsizlikler içerdiği için endişeye kaynaklık ettiği görülmektedir.

An ve sonsuzluk kavramları da endişe ile bağlantılıdır. An, endişenin ortaya çıktığı zamanı gösterir. Endişe anda ortaya çıkar fakat etkileri geleceğe yöneliktir. An ve sonsuzluk kavramları endişe kavramıyla beraber düşünülmelidir. Kierkegaard (2004a: 160)’ın ifadesiyle “an, zamanın değil, sonsuzluğun atomudur (…) o sonsuzluğun zaman içindeki ilk yansımasıdır, sanki zamanın durması yönünde ilk girişimdir”. Burada Kierkegaard’un sonsuzluğa ulaşmanın yolunun andan geçtiğine işaret ettiği açıktır. Bu

51

yüzden an, sonsuzluk kadar bir değere sahiptir. An kavramında aynen sonsuzlukta olduğu gibi geçmiş ve gelecek yoktur, sadece şimdi vardır. Kişi geçmişe dönemez ve geleceğin de ne getireceğinden habersizdir. Dolayısıyla kişinin elinde kalan sadece andır, orada endişeyi yaşar, orada varlığını ortaya koyar ve oradaki her tercihi belirsizliklerle dolu bir gelecekte etkilerini göstereceği için endişenin de yeri orasıdır. Endişe kavramıyla beraber değerlendirilmesi gereken son ve önemli kavramlar ise yokluk ve ölüm kavramlarıdır. Endişe, kişinin muhtemel bir yokluğu fark etmesidir. Bu kişinin üstesinden gelemeyeceği bir şeydir. Bu yüzden psikoterapinin burada bir faydası yoktur. Çünkü sonlu bir varlığın kendi sonluluğunu yenmesi mümkün değildir. Varoluş var olmayı kapsadığı gibi var olmayışı da kapsayan bir durumdur. Burada ölüm kavramı devreye girmektedir. Ölüm, kişinin son anında değil, yaşadığı her anında onun yanındadır. Doğrudan bir ölüm tehdidinin olmadığı yerde dahi endişeye sebep olur. Çünkü ölüm varlıksızlık tehdidinin en açık biçimidir.