• Sonuç bulunamadı

Küreselleşen dünyada sosyal politikaların işlevsiz kılınması ile toplumların her sorununu daha çok polis aracılığı ile çözmeye çalıştıkları görülmektedir. Türkiye’de de çocuk sorunu dahil her türlü sorun polis aracılığı ile çözülmektedir. Bugüne kadar devletin koruması altındaki çocukların yaşadığı sorunlar, sosyal refah çalışanları olarak adlandırılabilecek sosyal çalışmacılar, sosyal kurumlar, öğretmenler, psikologlar gibi meslek elemanlarının müdahaleleriyle çözülebilmesi gerekirken bugün gelinen noktada bu sorunlar polis müdahalesi ile çözülmektedir (Öntaş, 1999: 50).

Bu çözümlerin bulunması ve uygulanması için, 24372 sayılı "Emniyet Genel Müdürlüğü Çocuk Şube Müdürlüğü / Büro Amirliği Kuruluş, Görev ve Çalışma Yönetmeliği” ve Emniyet Genel Müdürlüğü, Çocuk Şubesi, ILO/IPEC kapsamı çerçevesinde, polis memurlarının özellikle sokakta yaşayan ve sokakta çalışan çocukların sorunlarına yönelik duyarlılıklarının arttırılmasına yönelik projeleri gerçekleştirebilmesi için hükümetler, gönüllü kuruluşlar, ilgili kurum ve kuruluşlar ve medya ile işbirliğine gitmesi gerekmektedir. Proje kapsamında suç işleyen, suça yönelen, suça maruz kalan, ihmal veya istismar edilen, sokakta yaşayan ve başıboş dolaşan, terk edilen çocuklara yönelik görevler Emniyet Teşkilâtı tarafından yerine getirilmektedir. Bu görevleri şu şekilde sıralamak mümkün (Adalet Bakanlığı, 2009):

● Korunmaya muhtaç olduğundan şüphe edilen, ihmal ve istismara maruz kaldığı ihbar edilen, bulunan, evden veya bulunduğu kurum yada kuruluştan kaçan,

suça maruz kalan, mülteci, refakatsiz, sokakta yaşayan, sokakta çalıştırılan ve oturduğu yeri haber vermekten aciz çocukların kimlik tespitlerini yapmak, kanuni mümessillerini araştırmak ve işlemleri yürütmek.

● Çocuğa karşı ve çocuk tarafından suç işlenmesini önleyici çalışmalar yapmak,

● Çocuğun cinsel faaliyet için kandırılması veya zorlanmasını, fuhuş veya pornografik nitelikli gösterilerde ve malzemede kullanılarak sömürülmesini önleyici çalışmalar yapmak,

● Uçucu, uyuşturucu vb. madde kullanan veya kullandığından şüphe edilen çocuğu sağlık kuruluşu veya rehabilitasyon merkezine teslim etmek, çocuğun korunmasının sağlanması için konu hakkında İl Sosyal Hizmetler Müdürlüğü’ne bilgi vermek,

● Okullarda risk gruplarını tespit etmek, bu gruba giren öğrencilerin iyileştirilmesi ve tedbir alınması için İl Sosyal Hizmetler Müdürlüğü, okul idareleri, rehber öğretmenler ve aileler ile ortak çalışmalar yapmak, zorunlu temel eğitim çağında olduğu halde okula gitmediği/devam etmediği tespit edilen öğrenciler hakkında İl/İlçe Milli Eğitim Müdürlüğüne bilgi vermek, talep edilmesi halinde yardımcı olmak,

● Geçici barınma ünitesinde kalan çocuklar için sosyal, kültürel ve eğitici programlar geliştirmek ile görevlidir.

24372 sayılı gereğince, Emniyet Genel Müdürlüğü Çocuk Şubesi’nin TRT ile gerçekleştireceği işbirliği sonucunda, suç işleyen, suça yönelen, suça maruz kalan, ihmal veya istismar edilen çocukların suça itiliş nedenleri, sokakta yaşayan ve terk edilen çocukların yeniden topluma kazandırılmaları için yapılması gerekenler, yöntemler, yardımcı kurumlar ve bu kurumların görevlerini belirten eğitim amaçlı programlar gerçekleştirilmektedir.

Yaşadığımız dünya maalesef adil değildir. İşte adil olmayan bu dünyada yetişkinler daha fazla adalet elde etmek için sokağa dökülüp kaderlerini değiştirebilmektedir. Ama bu tarz mücadelelerde, çocuklar haklarını talep etme açısından yetişkinler kadar şanslı sayılmamaktadır. Özellikle gelişmekte olan ülkelerde çocuklarla ilgilenen neredeyse hiçbir politik partinin ve çocuklarla

ilgilenen bir bakanlığın ‘Çocuk Bakanlığı’nın olmadığı görülmektedir. Bunun en önemli göstergesi de devletlerin çocuklara yeterince ilgi göstermemesidir.

Zaten varolan duruma biraz daha dikkat sarf edildiğinde, devletlerin ve politikanın tüm ilgisini, çocukların gerçek hallerini görmek ve göstermek yerine, onların kurgusal geleceği üzerinde yoğunlaştırmış oldukları açık bir biçimde görülmektedir. Çocukların yaşadıkları olumsuzlukların engellenebilmesi için yapılması gereken, çocuklara yönelik riskleri fark edecek ve önlemek için gerekli tedbirleri alabilecek bir sistem kurabilmektir. Kurulacak bu sistemin temel unsuru, devletin çocuk ihmal ve istismarını önlemedeki birincil sorumluluğunu yerine getirmesidir. Bunun için de çocuk haklarını tam anlamıyla savunabilecek, çocuk sorunlarına köklü çözümler getirebilecek çabalar mutlaka sürdürülmelidir. Yasaların değiştirilmesi ve yeni yasaların çıkarılması için uğraşılmalıdır. Mecliste bir Çocuk Hakları Denetçisi (ombudsman) olmalıdır. Hatta ayrı bir "Çocuk Bakanlığı" oluşturulmalıdır.

ÇHS’ye göre, çocukların yaşam hakkı doğuştan sahip olduğu bir haktır. Ancak doğduktan sonra nasıl yaşayacak oldukları, onlar adına haklarını kimin ya da kimlerin tayin edecekleri son derece karmaşık bir mesele olarak görülmektedir. Hukuki, ahlaki ve politik çerçevede egemen olan ‘kişi’ kavramı, ‘kişilik’ anlayışı özerk, seçimler yapabilen, karar ve eylemlerinin sorumluluğunu üstlenebilen yetişkin insanlara işaret etmektedir ve şüphesiz bu türden ‘kişilik’ anlayışı, ister istemez belli bir yaşın altındaki insanları kapsamamaktadır (Argın, 1999: 16).

Bu anlayışa bağlı olarak, Türkiye’de çocuklar açısından sosyal kontrol mekanizması olarak çocuğun güçlendirilmesini sağlayabilecek yayıncılık sistemi neredeyse hiç görülmemekte, buna karşılık çocuğu ezen, güçsüzleştiren sosyal kontrol mekanizmasının baskıcı özelliğinin uygulamaları görülmektedir. Oysaki çocuk haklarını gözeten, çocukların da birey olduğunu benimseyen bir yaklaşımla sosyal adaletin sağlanması gerekmektedir. Ülkemizdeki uygulamalar bunun tam tersi bir yaklaşımın benimsendiğini göstermektedir. Böylece çocuk demokratik ilişki kurulması gereken bir vatandaş değil, aksine henüz yetişkin olmamış eksik bir varlık olarak, üzerinde iktidar kurulması gereken bir nesne olarak muamele görmektedir (Öntaş, 1999: 54).

Dünyada ve Türkiye’de, hem toplumda hem de medyada dışlanan kesimlerden biri de çocuklardır. Bu dışlanmanın en önemli sebebi, çocuğu tam anlamıyla yetişkin kişiler olarak yani yurttaş olarak görmemekten kaynaklanmaktadır. Çocuklar, toplumumuzda ve medyada, “ikinci sınıf” bireyler olarak görülmektedirler (Duran, 2007: 252). Günümüzde, yukarıda sayılan kurum ve kuruluşların çocuklarla ilgili görev ve sorumluluklarından giderek uzaklaştığı hatta yayıncıyla ilgili kuruluşlar arasındaki işbirliğinin azalmakta olduğu görülmektedir. Kapitalizm, tüketim toplumu ve modern dünyayla birlikte hem devlet hem de medya iyi vatandaşların yetişmesi görevini aileye devretmekte, çocuk yetiştirmenin ailenin temel sorumluluk ve başarı alanı haline gelmesine yol açmaktadırlar. Bu düzende devletin ve dolayısıyla medyanın görevi, ailelere çocukların yetişmesinde yardımcı olmaktır. Böylece devlet ve yayıncı kolay yolu, yani kendi görevlilerinin gerçekleştirdiği ihlalleri görmezden ve göstermezden gelerek suçu ailelerin üzerine atmakta bulmuştur. Kısacası devletin ve medyanın çocuklarla ilgili sorumluluklarını terk etmeye başladıkları görülmektedir (Balta, 1999: 24).

Bu nedenle BM Çocuk Hakları Komitesi de çocuklara görüşlerini ifade etme olanağı sağlaması açısından medyanın önemini vurgulayarak medyada çocuklarının seslerinin daha fazla duyulması gerektiğini belirtmektedir. Ancak ÇHS’yi kabul eden ülkelerden biri olan Türkiye’de medya, çocuklara bu olanağı yeterince tanımamakta, işbirliği yapmak zorunda olduğu kurum ve kuruluşlarla ortak projeler gerçekleştirememekte, kısacası çocuklar medyada etkin bir şekilde yer almamakta, pasif bir izleyici olmaktan öteye geçememektedir. Oysa demokrasinin ve çocuk hakları sözleşmelerinin temel ilkelerine göre medyaya katılım çocuğun hakkıdır. Çünkü çocuğun medyaya katılımı demek, onun kamusal yaşama katılımı demektir. Toplumun değer yargılarının ve tavırlarının değişmesini sağlayabilen, toplumu yönlendirebilme gücüne sahip olan medyanın çocuk katılımına yer vermesinin önemi insan kültürü ve demokrasi açısından ortaya konmaktadır. Çocuğu hakları olan bir varlık olarak algılayıp onunla demokratik ilişkiler geliştirmek ve bunun mekanizmalarını kurmak, çocuk üzerinde iktidar kuran ve onu nesneleştiren bir toplum düzeni yaratmaktan çok daha kolay olduğu düşünülmektedir.

Hayatın her alanında ama özellikle kamusal alanda çocukların sorunları/haklarına yönelik programların içeriğini, yapısını ve kalitesini arttırmak

için başta hükümetlere, medyaya, akademik çevrelere, kanun yapıcılara vb. ilgili kişi ve kuruluşlara büyük görevler düşmektedir. Bu görevlerden birisi de TRT’nin çocuk programcılığının geleceği açısından, TRT’nin siyasal otoritenin denetiminden uzak tutulması ve kurumun özerkleştirilmesi için çalışılmasıdır. Bu da ancak kamu çıkarlarına uygun bir yayıncılık anlayışı ile mümkündür. Her ne kadar ‘yıkıcı’ etkileri olsa da televizyon insanları olumlu davranıştan uzaklaştıran tek yol değildir. Ancak davranışların etkilenmesi karmasında, televizyonun başrollerden birini üstlendiği gerçeği göz önüne alındığında, sorumluluğu daha da artmaktadır. Böylelikle çocukların ilgili kişi ve kurumlar tarafından yok sayılmasına, görmezden gelinmesine engel olmak için onlarla işbirliğine giderek sorunları beraber ele alıp, çözümler üretme yoluna gidilmesi gerekmektedir. Günümüzde kamusal yayıncının sosyal işlevleri açısından medyadan çocukların şiddet, cinsel istismar, emeğinin sömürülmesi, iktidarda, toplumda ve hayatımızda yok sayılması gibi unsurların etkilerinin minimalize etme konusundaki beklentiler artmaktadır. Unutulmamalıdır ki, çocuklar bugün öğrendiklerini, yarın uygulayacaklardır (Dincer ve Yılmazkol, 2007: 207).

Kısaca, gerek Türkiye’de, gerek Avrupa’da, kamu hizmeti yayıncılığı önemini ve vazgeçilmezliğini koruyacaktır. Üzerinde durulması gereken önemli sorun, kamu hizmeti yayıncılığının desteklenmesi, bu modeli benimseyen yayın kuruluşlarının işbirliği zeminlerini geliştirmeleri gerekmektedir.

Benzer Belgeler