• Sonuç bulunamadı

B. EMRİN MAHİYETİ

2. Emirde Rütbe

Emirde rütbenin şart olup olmadığı tartışmalı bir konudur. Mu’tezile ve Şirâzî emirde rütbenin şart olduğunu belirmektedirler. Genelde Eş´arî usulcüler ve Mâturîdî gibi Hanefî bilginler bunu şart olarak kabul etmemişlerdir. Ancak Mû’tezile mezhebinin önemli temsilcilerinden ve aynı zamanda mütekellim usûlcü olan Ebû’l- Hüseyin el-Basrî, emrin oluşması için en önemli şartın mertebeye bakılmaksızın emredenin durumunu göz önüne alarak amirde isti’la’nın217 olması gerektiğini

belirtmektedir.218

214Bâkıllânî, daha önce emrin kelami nefsi olduğunu belirtmişti. Burada ise ilk başta onun emri seslerden

oluştuğuna dair bir kanaat sahibi olduğu görülüyürsa da burada kastettiği bunların mecâzen emre delalet ettiğidir. Nitekim Cüveynî, Telhîs’de bu tür lafızların mecâzen emre delalet ettiğini belirtmektedir. (Cûveynî, et-Telhîs, s. 57).

215 Basrî, Sıyganın dışında muhatabın itaat etmesini gerektiren “Şöyle yapmanı sana vacib kıldım.” veya

“Şöyle söyle yapmak sana vacibtir.” gibi sözlerin emrin altına girmediğini belirtmektedir. Ona göre bu ifadeler bir şeyi gerekli kılmayı haber verirler; ama emir olarak isimlendirilmezler. Emir ise bizzat fiilin istid´asını (iktizâ, talep) gerektiren sözdür. Haber olan bir sözün bir şeyi yapmayı gerektirmesi durumu böyle değildir. Haber olan söz bizzat istid´a etmez, onun gerekli kılması açıklama yoluyladır. (Basrî, el-Mu‘temed, c.1, s.56.)

216Bâkıllânî, et-Tâkrîb, c.2, s.7.

217“İsti‘lâ”, hakikatte derece bakımından üstün olmadığı halde, kendisinin üstün olduğunu düsünen bir

Kimsenin (âmirin), karşısındakine (memur), bir şeyi dokunaklı bir ses tonuyla emretmesidir. Buna göre“isti‘lâ” ibaresi, lafzın söyleniş tarzıyla alakalıdır. (Nemle, Ravda, c.5, s.183).

58

Bâkıllânî, emrin ancak konum olarak yüksek mertebeden gelmesi gerektiğini belirten Mu’tezile mezhebine karşı çıkar. Bu görüşe sahip olmalarından dolayı Mu’tezile mezhebi, mahlûkun (yaratılmış) Allah (c.c)’a, çocuğun anne-babasına ve kölenin efendisine emretmesini geçersiz görmüşlerdir. Bâkıllânî, emir sahibinin emredilenden konum olarak yüksekte bulunmasını kabul etmeyerek “لعفا” sıygasıyla yapılan emrin bazen emir bazen de istek ve arzu olabileceğini belirtmektedir. Ayrıca emrin sadece emir sıygasıyla oluşmadığını söylemektedir. Ona göre her ne kadar ibare benzerliği olsa da emrin daima istek ve arzu veya istek ve arzunun emir olması uygun değildir.219

Bakıllani’ye göre amirin konum olarak kendisi gibi veya kendisinden daha üst konumdaki birine emretmesi geçerlidir. Bu durumda itaat gerekli midir, değil midir? düşüncesine cevap olarak bunun taat ile ilgisinin olmadığını ve başka bir mevzunun sorunu olduğunu belirtmektedir. Bir başka deyişle taatın vukû bulup bulmaması önemli değildir. Önemli olan böyle durumun mümkün olup olmadığıdır. Emirde rütbenin veya ist’lâ’nın şart olması delile dayanması gerekir. 220 Gazzalî de bu görüşe

katılarak Arap örfünde bunun mümkün olduğunu belirtmiştir.221

3.Emirde İrade

Usulcüler arasında emirde irade şartının olup olmaması konusundaki ihtilafları onların emrin tanımındaki farklı bakış açısına dayanmaktadır. Emri lafız görmeyip zihinde oluşan (nefiste oluşan) bir mana olarak gören Eş’arî ve onu takip eden Bâkıllânî, Cûveynî ve Gazzâlî gibi usûlcüler emirde iradeyi şart görmemişlerdir. Buna karşılık cumhuru fukahâ iradenin emrin oluşmasında şart olmadığını belirterek ancak emrin onun varlığına delil olduğunu belirtmişlerdir. Onlar emir ve irade birlikte bulunduğunda iradenin bulunacağını ve fakat iradenin bulunduğu yerde emrin mutlaka olması gerekmediği kanaatındadırlar.222

219Bâkıllânî, et-Tâkrîb, c.2, s.7. 220Bâkıllânî, et-Tâkrîb, c.2, s.8. 221Gazzâlî, el-Mustasfâ, c.3, s. 119. 222Zerkeşî, Bahrû’l-Mûhît, c.2, s. 348.

59

Bu konu ile ilgili görüş ayrılığının temel sebebi Bâkıllânî’nin emri lafız olarak görmeyip onu zihinde oluşan bir mana olarak görmesidir. Dolayısıyla emrin fiil işlemeyi (iktizâ) gerektirdiğini ifade etmektedir. Mu’tezile ise emri lafız olarak görmektedir.

Mu’tezile ekolünün çoğunluğuna göre emir, ancak üç irade ile meydana gelmektedir: Bunlar; 1. İrade: Emir sıygası kullanma, 2.İrade: Bu sıyganın İbaha, nedb ve tehdit değil emir olma iradesi, 3. İrade: Emredilen şeyin meydana gelmesini irade etmek.223 Bazıları ise sadece bir iradenin yeterli olduğunu bunun da sadece emredilenin (memurun bih) gerçekleşmesi isteği olduğunu belirtmişlerdir. Mû’tezile ekolü, Yüce Allah ve kulların emirlerinin لعفا (yap) sıygasıyla yapılan lafızdan başka bir şey olmadığını iddia eder. Onlara göre emir zihinde oluşan bir mana değildir. Emir zihinde oluşan bir mana olduğu takdirde iradesi olmayanda da gerçekleşir.224

Mutezile ekolünün temsilcilerinden Belhî’ye göre لعفا (yap) sıygasının olmasıyla emir meydana gelir. Ona göre, ibâha veya tehdidin bu sıygayla ifade edilmesi emir cinsinden değildir.

Belhî’nin emir için hiçbir iradeyi şart koşmadığı anlaşılmaktadır. Ancak Cûveynî, Belhî’nin Basrâ Mutezilesinden olduğunu ve onun Mutezile ekolünün emir için yukarıda sıraladığımız üç şartın iki tanesini kabul ettiğini belirtmektedir. Kendisi Belhî’nin;

1. Emir lafzının ihdas edilmesini,

2. Emrin imtisal ifade etmesini kabul ettiğini,

3. ( لعفا ) lafzının emir niyetiyle söylenmesini ise Belhî’nin kabul etmediğini söylemektedir.225 Dolayısıyla Cûveynî’nin bu açıklamalarından Belhî’nin de aynı fikirdaşları gibi emrin oluşumunda üç iradeden ilk ikisini kabul ettiğini son şartı ise

223Basrî, el-Mu‘temed, c.1, s. 50. 224 Basrî, el-Mu‘temed, c.1, s.50. 225 Cûveynî, el-Burhân, c.1,s.205.

60

kabul etmediğini görmekteyiz. Onun üçüncü şartı kabul etmemesinin sebebi ise ( لعفا ) lafzını emrin kendisi gibi görmesinden kaynaklanmaktadır.226

Bâkıllânî, emrin hakikatinin ne olduğu hususunda açıklamalarda bulunurken emrin seslerden oluşmayıp zihinde oluşan bir mana (manayı nefsî) olduğunu beyan etmişti.227Emrin emredilmesinin sebebi amirin emredilen fiili irade etmesi olmadığına

göre nehyin nehiy olmasının sebebi yasaklanan fiilin yapılmamasını amirin irade etmesinden kaynaklanmamaktadır.228

Amidî, Mu’tezile’nin şart koştuğu üçüncü irade olan memurun bihin olması

iradesini لاثتملاا ةدارا olarak aktarmaktadır.229 Dolayısıyla burada Mu’tezile’nin memurun bih iradesinden kastettikleri “imtisal ”cihetinden bir iradenin oluşmasıdır. Kabul edilir ki; emrin oluşması için emr edilenin (memurun bihin) olması gerekir.

Emrin zihinde oluşan bir mana (nefiste bir mana) olduğu görüşü genellikle Eş’ari kelamcılar tarafından dile getirilmektedir. Bazı Eş’arı kelamcılar emrin gerçek mahiyetinin zihinde oluşan bir mana (nefiste kaim) olan bir mana olduğunu lafızda ise mecâz olduğunu belirtmişlerdir. Bazıları ise zihinde oluşan bir mana (nefiste kaim) bir mana ile lafız arasında müşterek bir lafız olduğu görüşünü kaydetmişlerdir.230 Buna

karşılık Ahmed b. Hanbel ve İbn Teymiyye gibi selefi âlimlerden bazıları ise Allah’ın kelamının mahiyet itibariyle sesler ve harflerden oluştuğu ve zihinde olan (nefiste kaim) mana itibariyle de mecâz olduğunu açıklayarak Eş’ari kelamcıların sahip oldukları görüşün tam zıttı bir görüş serd etmişlerdir.231

Bâkıllânî, daha önceki açıklamalarında emrin konuşanın (mütekellimin) zihinde oluşan bir mana (nefsiyle kâim-manevi bir mana) olduğunu, amirin emretme özelliğinin bizzat kendisinde kaim olduğunu ve onunla fiili meydana getirdiğini belirtmişti. Ona göre kudretin kâdir ve makdûra, ilmin âlim ve maluma taalluku gibi

226 Zerkeşî, Bahrû’l-Mûhît, c.2, s. 349. 227Bâkıllânî, et-Tâkrîb, c.2, s.12- 316. 228 Bâkıllânî, et-Tâkrîb, c.2,s. 15. 229Amidi, el-İhkam, c.2, s.169.

230Gazzâlî, el-Mustasfâ, c.3, s.122; Râzî, el-Mahsûl, c.2, s. 9.

231İbn Teymiyye, Takiyyüddîn Ahmet b. Abdulhalîm (ö. 728/1327), Mecmû’ûl-Fetava, yy. (Suudi

Arabistan Din İşleri ve Evkaf Bakanlığı gözetiminde), Medîne, 2004, c.3, S.172-178; Nemle,

61

emir de âmir (emreden) ve memurun bihe (emredilen) taalluk etmekte ancak emrin emir olması, onlardan dolayı değil bizzat kendisinden kaynaklanmaktadır.232

Bâkıllânî, bu konuyu sistematik bir şekilde işleyerek önce muhalefet edeceği görüş sahiplerini beyan etmektedir. Kendisi Mu’tezile ve fukahânın görüşlerini sırayla vermekte ve sonra da onların görüşlerine karşı çıkmasının sebeplerini serdetmektedir. 4.Emrin Sıygadan Oluşması

Fûkâhanın çoğunluğu, emrin ( لعفا ) sıygasının lafzından oluştuğu ancak bu lafzın ibahâ, terğîb ve tehdit gibi anlamlara sevkeden karinelerden bağımsız olunca emir olacağı kanaatine sahiptir.233 Bâkıllânî, bu görüşün geçersiz olduğu

kanaatindedir. Ona göre;

1. ( لعفا )lafzı, emrin oluşumunda yalnız başına yeterli olursa bu lafzın uyuyan ve kendini kaybetmiş birinden sadır olduğu takdirde emir olması gerekir. Hâlbuki usûlcülerin hiçbirisi bu sıfatlara mensup kimseden sadır olan( لعفا ) lafzını emir olarak kabul etmemiştir. Dolayısıyla yalnız başına( لعفا )lafzının sadece emir olarak ifade edilmesi geçersizdir.

2. Şayet uyku ile bayılmaلعفا ’in emir olmadığına karinedir denilip;لعفا’in emir olması karine olmamasındandır denilirse Bâkıllânî’ye göre sıyganın uyuyan ve kendini kaybetmiş birinden vukû bulması lafzı emir olmaktan çıkarırsa karinelerin bulunmaması demek olur. Bu da zaten emir olmasını zorunlu kılar. Başka çıkar yol yoktur.234

232Bâkıllânî, et-Tâkrîb, c.2, s.10. 233Bâkıllânî, et-Tâkrîb, c.2, s. 12.

234Bâkıllânî, et-Tâkrîb, c.2, s. 12; Gazzâlî, لعفا’ (yap) in sırf sıygası ve zatı itibariyle emir olmadığına

aksine لعفا (yap) lafzını sırf sıygası ile değil ancak sıyganın tehdit ve ibâhâya hamledilmesini gerektiren bir karinenin olmamasına bağlayanlara karşılık başka bir görüşün onlara sıyganın emir için olmadığı ancak sıygayı emre hamledecek bir karinenin varlığına bağlayanların çıkabileceğini (muarız) öne sürerek karşı gelmektedir. Birinci görüş sahipleri sıyganın deli veya uyuyan birinden sadır olması durumunda karine sebebiyle emir olamayacağını belirtmişlerdir. İkinci görüş sahipleri ise sıyganın emir için değil ancak onu emir için olduğuna dair karinenin varlığına bağlamışlardır. Bu iki görüş birbirine mu’arız görüştür. Dolayısıyla ona göre, Arapların bu sıygayı birbirinden farklı birkaç yön için kullandıkları kabul edildiğine göre bu yönlerin bir kısmını karineye bir kısmını sıygaya havale etmek tahakküm olup; bu durum ile ilgili ne aklın zarurreti, ne inceleme, ne de lugat ehlinden yapılmış mütevatir bir nakil bilinmemektedir. Öyleyse bu konuda vakf (görüş beyan etmemek)etmek gerekir. (Gazzâlî, el-Mustasfâ, c.3, s.s. 124).

62

Bâkıllânî, sıyganın uyuyan ve bayılandan sadır olmasını karine kabul edip; dolayısıyla sıyganın emir ifade edeceğini belirtenlere (Cumhuru fukahâ) şöyle karşılık vermektedir: Emir; sıyganın kendisi ve karine olmamasından dolayı onun emre

hamledilmesidir (sıyga+ karinenin olmaması) denilip; aklın zail olması karine kabul edildiği takdirde sıyganın emre hamledilmesi onun bizzat kendisine değil akli bir karineye bağlanmış olur. Bu durumda sıyga akıl bakımından yeterli ve vukûundan haberdar olan tehdit kasteden birinden meydana gelirse fiil olduğu halde emir olmaz.235

Emrin olması, ya sadece siygaya ya da emri emir olmaktan çıkaran karinenin olmamasına bağlıdır. Sıygaya bağlanılması durumunda uyuyan ve aklı melekesi yerinde olmayandan sadır olduğunda emir gerçekleşmiş olur. Şayet bu iki niteliği emrin olmasına karine sayılırsa o zaman emir sıygaya değil, karineye bağlanılmış olacaktır. İkisinin birlikte(sıyga+ karinenin olmaması) emrin oluşumunda var olmaları mümkün değildir. İkisinin (Sıyga ile karinenin olmaması) birlikte olması halinde ise Bâkıllânî’ye göre amir, bir şeyin olmamasından (bir mananın olmaması)dolayı amir olmadığı gibi emrin varlığının da karinenin olmamasına bağlanılması doğru değildir. Bu durumda emir sıygası anlamsız bir şeyle birlikte olmuş olur ki; bu da mûhaldır. Çünkü ahkâmın illetlerinin mevcut olması gerekir. Dolayısıyla emrin oluşumuna illet olan karinenin olmaması,( لعفا ) lafzının emre hamledilmesine illet olmaz. Aynı şekilde emir sıygasının veya karinenin olmaması emrin oluşturulmasında ayrı ayrı etkili olmadığı gibi ikisi birlikte bulunursa yine etkili olmaz. Zira tek başına illet olmayan beraber olarak da illet olmaz.236

Emri oluşturan “لعفا (yap) sıygasıyla karinenin olmamasıdır” denilirse onlara şöyle cevap verilir: لعفا (yap) sıygası, ibâhâ, terhib, zecre (sakınma) de hamledilmektedir. Bu durumda başkası da emri oluşturan ” لعفا (yap) sıygası ve

karinenin olmasıdır” diyebilir. لعفا (yap) sıygasını neye va’zedildiği bilinmediğine göre vakf (kararsız)etmek gerekir.237

235Bâkıllânî, et-Tâkrîb, c.2, s. 13. 236Bâkıllânî, et-Tâkrîb, c.2, s. 13. 237Bâkıllânî, et-Tâkrîb, c.2, s. 14.

63

لعفا (yap) sıygası karinelerden mücerred olarak illet olmaksızın lugat anlamı itibariyle emir ifade ediyor denilirse bu yerinde olmaz. Zira karinenin olması halinde sıyganın emre hamledileceği görüşünde olanlar daلعفا (yap) sıygasının lugatta izin ve

ibâhâya vaz edildiğini belirteceklerdir. Dolayısıyla iki görüş sahibi de aslı olmayan

bir lugatla görüşlerini ispat edecekler. Böylece sıyganın emre vaz edildiği ortaya çıkmamış olur. Bu durumda emrin sıygadan oluştuğu hususunda vakf etmek gerekir ki; bu emrin seslerden oluşan sıygadan oluşmadığıdır.238

Karinelerden mücerret olarak gelenلعفا (yap) sıygasının lugat ehli tarafından zâhir olarak emre hamledildiği belirtilse bu yerinde değildir. Ona göre sıyganın emre va’z edildiğini lugatça tespit etmeye yönelik bir delil olmayıp bunu delil gösterenler sadece bir iddiada bulunmaktadırlar. Sıyganın emre hamledildiği hususunda iki farklı görüş sahipleri de görüşlerini lugate dayandırmışlardı. Hal böyle olunca sıyganın karineden mücerret olması halinde emre hamledilmesi yerinde değildir. Zira lugatça tespit edilen bilgiler zanna dayanmamalı aksine kesin bir delile dayanmalıdır. Ona göre sıyga birden fazla anlama (müşterek)239 vaz edildiği için vakf etmek lazım gelir.240

Bâkıllânî’ye göre tüm aktarılanlar emrin zihinde oluşan (nefiste bir mana) bir mana olup fiilin iktizâsını gerektirdiğidir. Aynı şekilde nehiy de zihinde oluşan (nefiste bir mana) olup fiilin terkinin iktizâsını gerektirmesidir. Bâkıllânî burada emrin mahiyeti ile yapılan açıklamaların nehyin mahiyeti için de geçerli olduğunu belirtmektedir. İkisi arasındaki fark ise emirde fiilin yapılmasının gerekli olması, nehiyde ise fiilin terkinin gerekli olmasıdır.241

Benzer Belgeler