• Sonuç bulunamadı

3. İSTANBUL’UN PLANLANMASI

3.1 Plan Gereksinimi

3.1.2 Ekonomik Kaynaklar

pavyonu inşa edilecektir. Cihangir yangın yerinin kanalizasyon ve yolları yapılacak, Bebek- Yenimahalle sahil yolu genişletilecek, Beyoğlu-Kasımpaşa ve Halıcıoğlu yolu, Aksaray- Topkapı yolu Cerrahpaşa Caddesi, Eminönü-Unkapanı yolu, Şehzadebaşı-Unkapanı-Beyoğlu Caddesi açılacaktır. Beyazıt-Laleli tramvay Caddesi, Eminönü-Unkapanı Caddesi, Gazi Caddesi, Azapkapı-Tarlabaşı Caddesi, Bebek tramvay caddesi, Üsküdar-Beykoz yolunda istimlakler yapılacaktır. Bir stadyum inşa edilecek, Haydarpaşa geçit köprüsü, okullar, çocuk bakım evleri, dispanserler açılacaktır. Su işlerinin bir elden yönetilmesi ve Terkos Şirketi’nin belediyeye tarafından yönetilmesi de programda yer alır (Cumhuriyet, 2 Nisan 1931).

Henüz İstanbul’un imarı için uluslararası bir yarışma yoluyla yabancı uzmanların bilgisine başvurulmamışken, hatta Henri Prost kentin imar planını hazırlamamışken 1931 yılında Şehir Meclisi’ne sunulan bu beş yıllık programın içeriği önemli bir noktaya işaret etmektedir. Bu tarihten 6 yıl sonra, 1937 yılında Prost’un hazırladığı planda yer alan, başta belirlenen ulaşım aksları olmak üzere birçok imar etkinliği, Belediye Kanunu gereği hazırlanan bu beş yıllık programda önerilmektedir. Bu durum, Prost Planı adıyla etiketlenen çalışmada yer alan fikirlerin, tasarım kararlarının bir kısmının, Prost’tan çok daha önce düşünüldüğünü gösterir. Dolayısıyla, ileriki yıllarda imar planını hazırlama görevi verilen Prost’un, kendisinden önce hazırlanmış olan bu tür çalışmalardan haberdar olduğu ve/veya gerek yerel yönetim gerek merkezi otorite tarafından Prost’un yönlendirildiği akla gelmektedir.

Bir yandan, bu programla gelecek beş yıl içerisinde yapılacak imar etkinlikleri belirlenirken diğer yandan, bu programda yer alan kimi imar etkinlikleri gerçekleştirilmeye de başlanır. Örneğin, Boğaz’ın her iki sahilinden geçecek olan yollar kapsamında Üsküdar-Beykoz yolunun inşasına başlanmıştır. Üstelik 15 kilometre uzunluğundaki bu yolun, beş yıldır, yani 1926 yılından beri 5 kilometresi yapılabilmiştir. Yolun tamamlanamamasının sebebi ise, istimlaklerin yapılmasının gerekliliğidir. Boğaz’ın diğer yakasında açılması istenen yol ise Bebek-Yenimahalle yoludur, ki, bu yolun Prost döneminde, 1938 yılından itibaren inşası sürecek, özellikle çok sayıda istimlak gerektirmesi sorunlara neden olacak ve Rumelihisarı mezarlığının bir kısmının bu yolun genişletilmesi nedeniyle kesilmesi söz konusu olacaktır (Cumhuriyet, 20 Nisan 1931).

Beş yıllık programı program hazırlandıktan sonra, bu programla ile ilgili “efkarı umumiye ve matbuatta” bazı tartışmaların ve eleştirilerin ortaya çıkması üzerine konu, Şehir Meclisi’nde görüşülür. Başlıca eleştiri, hazırlanan programın bir imar programı niteliği taşımadığı yönündedir. Bunun üzerine, Muhittin Üstündağ, “müstakbel plan”ı yapılmayan bir şehirde imar programından söz etmenin mümkün olmadığını, beş yıl içerisinde belediyenin yapacağı

işlere yer veren bu programın imar programı ile ilgili olmadığını, hazırlananın bir mesai programı olduğunu ve bu çalışmanın kanun gereği yapıldığını açıklar. Şehir Meclisi üyelerinden Avni Bey (?) bu açıklama üzerine şu yorumu yapar: “(…) Mesai programını vazifeşinas bir Belediye reisi her zaman yapar. Fakat kanun bizden beş seneden aşağı olmamak üzere bir mesai ve imar programı istiyor. Bizden hidematı umumiyeden olan sıhhat, nezafet, hars, aceze bakım gibi işler istenmiyor. Çünkü bunlar zaten yapılacak şeylerdir. Fakat bizden güzel bir beldeyi güzelleştirmek isteniyor. Fakat şehirde yapılacak tiyatro, stadyom ve sair inşaat şehrin haritasında alacağı şekle tabidir. (…)Bütçemizi imar programına göre yapmak bir emri kanunidir. (…)Heyeti fenniyenin de bulunduğu kıymetli başlardan istifade ederek bu hususta bir komisyon teşkil edelim”. Bu eleştirilerin ardından, Necip Bey (?) ve arkadaşları tarafından programın mevcut her encümenden iki üyenin katılımıyla oluşturulacak karma bir encümende incelenmesi ile ilgili verilen soru önergesi kabul edilir (Cumhuriyet, 6 Nisan 1931).

Bunun üzerine, belediye tarafından hazırlanan beş yıllık mesai ve imar programını incelemek üzere kurulan ve 14 üyeden oluşan karma encümen Muhittin Üstündağ’ın başkanlığında 11 Nisan 1931 tarihinde toplanır (Cumhuriyet, 12 Nisan 1931). Bu toplantıda, programın, encümen tarafından “şimdilik” hazırlanmasına ve şehir planı için “Avrupa’dan maruf mütehassıslar celbine” karar verilir (Cumhuriyet, 13 Nisan 1931). Bununla birlikte, Dahiliye Vekaleti İstanbul’un beş yıllık imar programını beğenmeyerek yenisinin düzenlenmesini ister ve programı iade eder (Cumhuriyet, 19 Haziran 1931).

Bu dönemde planlama uzmanı olarak adı geçen ve İstanbul’un imarı ile ilgili danışılan isim ise Hermann Jansen’dir∗. Öte yandan, 1931 yılında planlama uzmanı belirlenmemekle birlikte kentin imarına yönelik bazı girişimlerin varlığından söz edilebilir. Örneğin, Dahiliye Vekaleti’nin belediyenin 1931 yılı bütçesini onaylamasının ardından Vali ve Belediye Başkanı Muhittin Üstündağ’ın başkanlığında Belediye Reis Muavinleri Hamit (?) ve Şerif (?) Beyler ve bütün belediye müdürleri ile kaymakamların katıldığı bir toplantı düzenlenir. Bu toplantıda, özellikle inşai etkinliklere ayrılmış tahsisatın nerelere harcanacağı görüşülür. Kaymakamlardan hangi yolların daha önemli olduğuna ilişkin bilgiler alınarak eski yollar için 250 000 lira ve yeni yollar için 50 000 lira olmak üzere bütçede ayrılmış olan 300 000 lira tahsisat, mevcut dairelere bölüştürülür (Cumhuriyet, 6 Temmuz 1931).

Şehir Meclisi’nin rutin toplantılarında da kentin imarı kapsamında değerlendirilebilecek

çeşitli konuların görüşüldüğü gazete haberlerinden anlaşılmaktadır. Örneğin, Şehir Meclisi’nin 1 Kasım 1931 tarihli toplantısında üyelerden Mehmet Ali (?) Bey verdiği soru önergesinde, “yeniden inşa ve tesis edilecek kömür depoları, Üsküdar hastanesi, stadyom ile itfaiye levazımı, müstakbel şehir planı, memba suları, Karaağaç mezbahasına evvelce verilmesi kabul edilen yeni şekil” ile ilgili bir açıklama yapılmasını ister. Cevdet Kerim Bey’in (İncedayı), stadyum konusunun biran önce halledilmesinin “makamı riyasete” hatırlatılması teklifi ise kabul edilir∗. Bu toplantıda verilen soru önergeleri üzerine, belediye başkanının mecliste açıklama yapıp yapmaması ile ilgili de tartışılır ve Şurayı Devlet’in kararı gereği başkanın açıklama yapması gerektiğine karar verilir ve önergeler “makamı riyaset”e havale edilir (Cumhuriyet, 2 Kasım 1931). Şehir Meclisi’nin bir sonraki toplantısında ise, Mehmet Ali (?) Bey’in önergesinde geçen kentin imar planı ile ilgili soruya yanıt verilir. Muhittin Üstündağ adına soruları yanıtlayan Fen Müdürü Ziya (Kocainan) durumu şöyle açıklar: “Bu sene beş senelik imar programının tatbikı için bütçeye tahsisat konmamıştır. Bu konuda müteaddit mütehassıslarla konuşuyoruz. İstiyoruz ki bu işi en mütehassıs kimseye verelim. Yansen’e verilmiş hiç bir sözümüz yoktur. Kömür depolarının oldukları yerde kalmaları en ehveni şerdir. Çünkü plan mevcut olmadığından depoları diğer bir yere nakledemeyiz. Sonra gene yerini değiştirmek lazım gelecektir” (Cumhuriyet, 5 Kasım 1931). 1932 yılına gelindiğinde ise, imar planının hazırlanması için belediye bütçesine 100 000 lira ödenek konur. Vali ve Belediye Başkanı Muhittin Üstündağ, Ankara’dan dönüşünde imar planı ile ilgili yaptığı açıklamada, “plana esas olmak üzere umumi bir harita” hazırlandığını; tiyatro, stadyum, mezarlık, liman gibi “umumi yerler” ile ilgili gereken “malumatın toplandığını”, 1932 yılında bu işe başlanacağını, Florya plajının istimlakı konusunun da incelenmekte olduğunu belirtir (Cumhuriyet, 14 Nisan 1932). Bu açıklama da yine, Prost Planı’nda yer alan kimi imar etkinliklerinin Prost’tan önce ele alınmaya başlandığını gösterir. 1932 yılında aynı zamanda, İstanbul’un imar planının hazırlanması için bir yarışma düzenlenmesi fikri gündeme gelir (Cumhuriyet, 5 Nisan 1932). 1929 yılından itibaren kentin planlayacak uzman adayı olarak adı geçen Hermann Jansen’den (Cumhuriyet, 10 Ağustos

Prost’un ekibinde yer alan Aron Angel kendisiyle yapılan bir söyleşide, nazım planda Dolmabahçe

Stadyumu’nun bulunduğu yerin gençler için idman alanı olarak düşünüldüğünü, ancak Ankara’nın müdahalesiyle bu alanın belediyenin yetki alanından çıkarılarak vekalete bağlandığını, Prost’a ve Kırdar’a rağmen stadyumun yapıldığını belirtir (Boysan, 1999, s.32). Dolayısıyla, 1931 yılında Cevdet Kerim (İncedayı)’nın stadyum yerinin belirlenmesi konusunda hızlı hareket edilmesini istemesinin, Ankara’nın baskısı nedeniyle olduğunu ve Ankara’nın stadyuma ilişkin ilgisinin Prost’tan çok daha önce başladığını gösterir. Bu konuda daha detaylı bir değerlendirme için bkz. Bölüm 4.3.7 Dolmabahçe Stadyumu.

1929) artık söz edilmemektedir. 1933 yılında imar planının yarışma yoluyla belirlenmesi amacıyla bir kanun teklifi hazırlanır (BCA-30..10.0.0: 81.533..5.), ardından uzmanlar, Ehlgötz, Agache ve Lambert yarışmaya davet edilir. Yarışma sonucu Ehlgötz’ün planlama uzmanı olarak belirlenmesinin ardından ise Henri Prost doğrudan İstanbul’un planlaması için görevlendirilen isim olur. Böylece, İstanbul’un planlama tarihinde bir dönem geride bırakılarak farklı bir döneme geçilmiş olur.

3. İSTANBUL’UN PLANLANMASI

3.1 Plan Gereksinimi

3.1.1 Kent ile İlgili Yasal Altyapı

İstanbul’un imarının gündeme geldiği 1930’lu yılların başında imarın hangi koşullarda gerçekleştirileceği yönetimi elinde bulunduranların zihinlerini fazla meşgul etmiş gözükmez. 1933 yılında henüz imar ile ilgili tartışmalar yeni başlamış, uluslararası bir yarışma açılması gündeme gelmişken başkent Ankara imar edilmektedir. İstanbul’un bu dönemde nüfusu artışı ve kentleşme hızı azalmış bir durumda iken imara gereksinimi olup olmadığı ise tartışma konusu dahi olmaz. İmar, içinde bulunan koşullara rağmen gerçekleştirilmeli, dönemin ideolojik çerçevesi içinde “asri” bir İstanbul yaratılmalıdır. Kentsel gelişme ve örgütlenme stratejileri oluşturulmadan, uygulamaya konmadan, yeni yapılanmalar içinde yeni kurumlar, otoriteler, sınırlar ve etkin kullanılabilecek kaynaklar yaratılmadan, iyi düzenlenmiş bir kent yönetimi oluşturulmadan, kısacası gerekli önlemler alınmadan imar için adımlar atılır. Ortaya çıkan yönetsel, yasal, ekonomik, teknik sorunlar ve eksiklikler ise genellikle bu sorunlarla ve eksikliklerle karşılaştıkça çözülmeye çalışılır. Çoğu zaman yabancı uzmanların bilgisine ve deneyimine başvurulur∗.

Öte yandan, Cumhuriyet döneminde Ankara’nın imarı için özel kanunlar çıkarılırken, hatta Ankara İmar Müdürlüğü kurulurken İstanbul için ayrı çıkarılmış bir kanun olmadığı görülür. Oysa, 1877 tarihli “Dersaadet Belediye Kanunu” ve 1912 tarihli “Dersaadet Teskilat-ı Belediye Hakkındaki Kanun-ı Muvakkatı” gibi daha önce çıkarılmış kanunların varlığı bilinmektedir. Bu durum, Cumhuriyet döneminde imar ile doğrudan ya da dolaylı olarak ilgisi olan kanunların İstanbul odaklı düşünülerek çıkarıldığını akla getirmektedir. Öyle ki, bu kanunların tüm belediyeler için geçerli olması amaçlanmakla birlikte her yerin İstanbul’a

Örneğin Martin Wagner’in, İstanbul Belediyesi İmar Müşavirliği’ndeki ilk çalışmaları, imar planının ve imar

kanunun temel ilkelerini ortaya koymak olur (Nicolai, 1998, s.128). Öyle ki, Wagner’e göre kanun ve talimatnameler gözden geçirilmeden kentin gelecekteki durumundan söz edilmemesi gerekir. Bu doğrultuda, Wagner, İstanbul’un nazım planı için çok sayıda istatistiki ve ekonomik araştırma gerçekleştirir, hatta nazım planın uygulanabilmesi için bir kanun teklifi hazırlayarak dönemin Nafia Vekili Ali Çetinkaya’ya iletir (Akbulut, 1993, s. 392).

Öte yandan, Akpınar (2003, s.51) Henri Prost’un, yasal mevzuatın kent planlamasındaki önemli rolünün bilincinde olarak Türkiye’deki hukuki reformlarla ilgili detaylı önerilerde bulunduğunu belirtir ve Prost’un bu konudaki çalışmalarına, Arkitekt dergisinde yayınlanan İstanbul’un nazım planıyla ilgili makalesini örnek verir. Bkz. Prost, H., (1949), “İmar planlarından Doğan Gayrimenkul Mükellefiyetlerinin tatbiki hakkında fikirler”, Arkitekt, 18: sayfa numarası yok.

benzemesi hedeflenmiş olmalıdır. Nitekim, bu dönemde güçlü bir merkezi yönetim denetimi mevcuttur. Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi belgeleri incelendiğinde İcra Vekilleri Heyeti’nin neredeyse bir imar komisyonu gibi çalıştığı, beledi olması gereken çoğu kararın altında Başvekilin imzası olduğu görülür.

Bu bölümde, İstanbul’un kentsel dönüşümünün hangi yıllarda kabul edilmiş olan, hangi yasal düzenlemeler ışığında gerçekleştiğini izleyebilmek için Cumhuriyet döneminin, imarı yönlendirmek amacıyla çıkardığı ve kullandığı yasal mevzuat kronolojik olarak ortaya konulacaktır.

Cumhuriyet’in ilanından 1928 yılına kadar olan dönem, imar mevzuatı olarak 1882 yılından beri yürürlülükte olan ve yollar, yangın yerleri ve binalarla ilgili hükümleri kapsayan Ebniye

Kanunu’nun uygulandığı dönemdir.

Osmanlı Devleti’nin ilk imar kanunu olan Ebniye Kanunu ile 1864 tarihli Turuk ve Ebniye Nizamnamesi yürürlükten kaldırılmıştır. Ebniye Kanunu, belediyelerin açacakları sokakların, yollarının, çevrelerinin haritalarını yaptırmasını ve halka ilanını öngörüyordu. Ayrıca, belediyeler yangın yerlerinin haritalarının yaptırılması görevi ile yükümlendiriliyordu. Genişletilecek yollarda, üzerinde bina bulunmayan arsalarda gerekli toprağın yolun iki tarafındaki arsalardan yarı yarıya bedelsiz alınması esası getirilmişti. Genişletilen yollarda bir binanın yüzü kesilmek zorunda kalınmışsa, belediye geriye kalan binanın cephesini eskisi gibi yeniden yaptırmak zorundaydı. İstanbul’da ham arazi ya da bostan gibi yerlerini imara açmak isteyenlerin bu arazide bir okul ya da bir karakol yerini bedelsiz olarak belediyeye vermeleri zorunluluğu getiriliyor ve böyle alanların imara açılması sultanın iznine bağlanıyordu. Böyle alanları imara açanların lağım yapması ve açılacak yolların kaldırım masraflarına katılması da öngörülüyordu. Tekeli’ye (1985) göre, Ebniye Kanunu’nun bu hükümleri, nüfusu artmaya başlayan Osmanlı kentleri çevresinde spekülatif hareketlerin başladığını ve bunun devlete yük getirdiğinin anlaşıldığını göstermesi bakımından ilginçtir. Bu kanunda, yol sınıf ve genişliklerinin tayini belediye meclisleri kararına bırakılmıştır. Yolların genişliği, yapılacak binaların yüksekliklerini belirlemekte, arsa değerleri buna göre oluşmaktadır. 1877 tarihli Vilayet Belediyeleri Kanunu’na göre Belediye Meclisi üyelerinin sadece belirli düzeyin üzerinde emlak vergisi ödeyenler arasından seçildiği düşünülürse, bu kararın Belediye Meclisi’ne bırakmanın önemi daha iyi anlaşılır (Tekeli, 1985). Dolayısıyla, Ebniye Kanunu, belediyenin bünyesinde var olan çıkar mekanizmasını meşrulaştıran bir araca dönüşmüştür.

Tankut’a (1993, s.117) göre Cumhuriyet döneminin ilk imar uygulamalarında yürürlükte olan Ebniye Kanunu’na uyulmuş, eksik halihazır haritalar üzerinde yollar genişletilip yönlendirilmek istenmiştir. Ne var ki, planlama yapılmadığından ve mülkiyet sınırlarına dokunulmadığından genişleyen yolların iki yanındaki parseller küçülmüş, üzerinde inşaat yapılamayacak boyutlara inmiş ve sorunlara neden olmuştur. 1925 yılında çıkarılan 642

sayılı kanunla Ebniye Kanunu’nun bazı maddeleri değiştirilmiştir. Bu yeni kanunun

yorumunu yapan 92 sayılı ve 26 Mayıs 1926 tarihli kanuna göre, o dönemde tekrar güncel hale gelen yangın yeri düzenlemesine ilişkin bazı yeni hükümler getirilmiştir.

1923-1930 yılları arasında çıkarılan kanunların bir kısmı doğrudan doğruya Ankara ile ilgili iken diğer kısmının bütün belediyeleri ilgilendirdiği görülür (Sarıoğlu, 2001, s.132). Örneğin, 28 Mayıs 1928 tarihli 1351 sayılı Ankara Şehri İmar Müdürlüğü Teşkilat ve Vezaifine

Dair Kanun, Ankara İmar Müdürlüğü’nün kuruluş ve görevlerini belirlemek amacıyla

çıkarılır. Bu kanunun 1. maddesi gereğince, İcra Vekilleri’nin vereceği işlerle uğraşmak ve Dahiliye Vekaleti’ne bağlı olmak üzere Ankara İmar Müdürlüğü kurulur. Müdürlüğün görevi Ankara’nın halihazır haritasını tamamlayarak imar planını yaptırmak olur (Anonim, 1973, s.15). Bu kanun “müstakbel plan” ve “beş yıllık tatbikat programı” kavramlarına yer verir (Yayla, 1975, s.20). Bu kanunda, şehir haritasının hazırlanması ve planın hazırlanarak İcra Vekillerince onaylanmasından sonra ilan edilmesi, yapılacak tadilatların da aynı şekilde olması zorunlu tutulmuştur (Bilgen ve Özgen, 1989, s.6). Öte yandan, Ankara İmar İdare Heyeti yılda 12 ay her hafta düzenli toplanarak ortalama 200 adet imar kararı üretmiştir (Tankut, 1993, s.159).

Mevcut kanunların belediyecilik ve imar sorunlarını çözmede yetersiz kalması Cumhuriyet döneminde yeni kanunların çıkarılmasında önemli bir nedendir. 1920’li yıllarda ülkede nüfus artışının ve kentleşme hızının düşük olması belediye sorunlarını bir ölçüde sınırlandırmıştır. Birinci Dünya Savaşı koşullarında paranın enflasyon karşısında değer kaybetmiş olması, belediye gelirlerinin enflasyon yüzünden önemsiz hale gelmesi de Cumhuriyet yönetimini olumsuz yönde etkilemiştir. Bu nedenle, yeni yönetim belediye gelirlerini arttırmaya çalışmıştır.

Cumhuriyetin hemen öncesinde 13 Ekim 1923 tarihli ve 352 sayılı kanunla, Mübadele, İmar

ve İskan Vekaleti kurulmuştur. Bu vekaletin kuruluş, görev ve yetkilerine ilişkin kanunlar da

bir ay sonra yayınlanmıştır (Yayla, 1975, s.20). Ancak, vekalet, yetkileri 11 Aralık 1925 tarihinde Dahiliye Vekaleti’ne bağlı İskan ve Umum Müdürlüğü’ne devredilerek kapanmıştır. Bu müdürlük ise 21 Ekim 1931 tarihinde Sıhhat ve İçtimai Muavenet

Vekaleti’ne bağlanmıştır (Cengizkan, 2000e, s.17).

26 Şubat 1924 tarihli 423 sayılı Belediye Vergi ve Resimleri Kanunu ise, savaşın getirdiği koşullarda yüksek enflasyon karşısında önemini kaybeden belediye gelirlerini arttırmayı amaçlayan bir kanundur. Belediyelerin vakıf, akar, bina gelirlerinden, aydınlatma işinden, ruhsatiye, inşaat ve tamirat işlerinden, akaryakıt, hayvan kesimi v.s. işlerden elde ettiği gelirleri ve oranlarını belirleyen bu kanunun yürürlüğe girmesiyle belediyeler ekonomik yönden güçlenmeye başlamışlardır. Cumhuriyet hükümetleri belediyelerin mali hesaplarını da bir düzene koymak istemiş aynı yıl Dahiliye Vekaleti Umumi Mahalliye-i Vilayet Müdüriyeti

Usul-ü Muhasebe-i Belediye Talimatnamesi’ni hazırlamış, ne var ki etkili bir uygulama ve

kontrol sağlanamamıştır (Sarıoğlu, 2001, s.132).

16 Nisan 1924 tarihli 486 sayılı Umuru Belediyeye Müteallik Ahkam-ı Cezaiye Kanunu ile belediyelere ceza yetkisi verilmiştir. Bu yetki, belediyelerin esnaf üzerindeki kontrolünü güçlendirmiştir. 1 Mart 1926 tarihinde kabul edilen Türk Ceza Kanunu’nda beledi nitelikteki suçlara verilen cezalar belediyeleri bu yönden daha da güçlendirmiştir (Sarıoğlu, 2001, s.132). Bir diğer girişim, 18 Mart 1924 tarihinde 442 sayılı Köy Kanunu’nun kabul edilmesidir. Bu kanunla, nüfusu 2000’i geçen yerlerde belediye teşkilatı kurulacağı hükmü getirilmiştir. Bu kanunu destekler nitelikte bir kanun da 2 Mart 1926 tarih ve 744 sayılı Vilayet Belediye

Kanununa Ek Kanun’dur. Buna göre belediye sınırlarının nereden geçeceği ile ilgili bir

düzenlemeye gidilmiştir (Sarıoğlu, 2001, s.133).

1924 yılında ise Tapu Müdüriyeti Umumiyesi kurulmuş ve Cumhuriyet’ten sonraki ilk kadastro çalışmaları 474 sayılı kanun ile başlamıştır. Daha sonra, 22 Nisan 1925 tarihli ve

658 sayılı kanunla “Tapu Müdüriyeti Umumiyesi”ne bağlı bir “kadastro” örgütü kurulmuş ve

4 Ekim 1926 yılında çıkartılan Medeni Kanun ile birlikte bugünkü Tapu Sicili oluşturulmuştur. 1934 yıl Aralık ayında ise, 2613 sayılı Kadastro ve Tapu Tahrir

Kanunu’yla kasaba ve şehirlerde kadastro çalışmalarına başlanmıştır.

Sağlık şartlarının iyileştirilmesi amacıyla çıkarılan 10 Mayıs 1926 tarih ve 831 sayılı Sular

Kanunu da önemli yasal düzenlemelerden birisidir. Bu kanun belediyelere sağlıklı içme suyu

sağlanması görevini yükler. Kanunda “şehir ve kasabalarda ihtiyacatı ammeyi temine mahsus suların idaresi ister vakfa ait olsun, ister başka şekillerde olsun belediyelere bırakılmıştır” ifadesi yer alır. Ayrıca tüzel ve hakiki kişilere ait olup bunlara gelir sağlayan suların istimlak hakkı da belediyelere tanınır. Sular Kanunu, Osmanlı Devleti’nin son dönemlerinden itibaren görülen belediye ile Vakıflar arasındaki anlaşmazlığa eklenen bir halka niteliğindedir.

Osmanlı belediyesi, sanayi öncesi kurumların, bu arada vakıf idarelerinin gücünün azaltmaya çalışmış, ancak bunda tam olarak başarılı olamamıştır. Cumhuriyet yönetimi bu gizli rekabete Sular Kanunu ile, yani suların idaresini belediyelere vermekle belediyeler lehine önemli bir adım atmıştır. Böylece, Osmanlı’dan, Cumhuriyet’e suların idaresi Vakıfların elinden belediyelerin eline geçmeye başlar (Sarıoğlu, 2001, s.133).

22 Mayıs 1926 tarihinde 844 sayılı kanun ile Emlak ve Eytam Bankası kurulmuştur. Ancak, bankanın olanakları bu dönemde büyük oranda Ankara imarı için kullanılmıştır (Tekeli ve Ortaylı, 1978, s.40).

1927 tarihli ve 1055 sayılı Teşvik-i Sanayi Kanunu’nda ise, gelişmekte olan sanayinin yer bulamaması engelini ortadan kaldırmak üzere bunlar lehine istimlak yapılabileceğine dair hüküm vardır (Alsaç, 1958, s.16). Aynı zamanda, bu kanunda “Türkiye’de bulunmayan uzmanların Avrupa’dan getirilebilmesi”nden de söz edilir (Ural, 1974).

Cumhuriyet’in kent planlama düşüncesinin gelişerek bunun kurumlarının oluşturulması ise 1930’u yılların ilk yarısında gerçekleşir. Tekeli’ye göre, (2001, s.25) 1930-1933 yılları arasında gerçekleştirilen ve Cumhuriyet’in kente ve kent yönetimine bakış açısının somutlaştıran yasal düzenlemelerle Türkiye’de kent planlamacılığı, topoğrafya hüneri olarak görülmekten çıkıp mimarların ilgi alanına girmeye başlar. 1930-1933 yılları arasındaki düzenlemeler, Şükrü Kaya’nın Dahiliye Vekili olduğu dönemde gerçekleşmiştir. Öyle ki, Şükrü Kaya, Dahiliye Vekili olmadan önce İzmir Belediye Reisi’dir ve kentin imar planını yaptırmıştır (Sarıoğlu, 2001, s.134).

Aynı zamanda, 1930-1944 yılları arasındaki dönem Türkiye’de Tek Parti uygulamalarının egemen olduğu yıllardır. Tek Parti rejiminin ideolojisi ile devlet-siyaset anlayışı bu dönemde belediye kanunlarına da yansımıştır. Yeni sistemin ön plana çıkardığı en önemli anlayış Devletçilik anlayışıdır. Ekonomik bunalım, üretimde devletçilik zihniyetinin geliştirmekle

Benzer Belgeler