• Sonuç bulunamadı

İnsanlar, toplumsal düzene geçerek sosyal ve siyasal bir sözleşme ile toplumu oluşturmuşlardır. Kurulan bu düzenle birlikte, devletin temel görevi insanların hak ve özgürlüklerini korumak olmuştur. Bunun için yirminci yüzyılın ikinci yarısından bugüne devlet anlayışında; toplumun temeli vatandaşın iradesine dayandırılmıştır (Altınbaş, 2009). Vatandaşlık, vatandaşların sorunlarını ve eylemlerini kapsar hale gelmiştir. Ancak vatandaşın içinde yaşadığı çevrenin hakları bunun dışında tutulmuştur. Doğada bulunun ağaçların, bitkilerin, toprağın, hayvanların hakları ihmâl edilmiştir (Dobson, 2003). Eşitliğin bozulmasıyla birlikte farklılığın, hiyerarşinin, tahakkümün ortaya çıkışı başlıca çevre sorunlarını oluşturmuştur (Aygün ve Mutlu, 2006).

Aşırı tüketme ve sürekli yenilenmeye dayalı üretim kalıpları sürdürülebilirliğin hayata geçirilmesine ve doğal kaynakların tüketilmeden kullanılmasına engel olmaktadır. Bu nedenle çevre sorunlarına yönelik önlemlerin alınmasında insanların bilinç düzeyini güçlendiren, dünyanın ve biyosferin dengesini koruyan bir yaklaşıma ihtiyaç duyulmaktadır (Çalgüner, 2003; Jardins, 2006). Bu duruma açıklık getiren Horton’a (2005) göre vatandaşlık, vatandaşlığın bölgesiz çizgisi olarak nitelendirilebilir. Yani dünyada yaşayan her canlı aynı ortak özelliklerin bir parçasıdır. Bu açıdan gelişen bir yaklaşım “ekolojik vatandaşlık fikri” insanlar ve doğada bulunan diğer canlılar için doğaya karşı yok olmuş değerleri arttırıcı bir nitelik olarak bizlere yeni bir dünya vaad eder. Bu yeni dünyanın kuruluşuna eşlik eden vatandaşlar ise ekolojik vatandaş olarak nitelendirilmektedir (Dobson, 2003).

Ekolojik bir vatandaş için iyi olan doğada bulunan tüm canlılar için iyi olandır (Dobson, 2003). Sorumlu ekolojik vatandaşlar, sadece kendilerini değil doğada bulunan diğer varlıkları, ekosistemler ve doğa ortamları korumak için sorumluluk hissederler (Agyeman ve Evans, 2005; Cailenbach, 1994; Buko, 2003). Ayrıca sorumlu ekolojik vatandaşlar yaşanabilir düzeyde ekolojik alana sahip olma hakkı olduğunu düşünür. Bu sınır canlılar için bir zorunluluktur (Horton, 2005; Barry, 2005). Bu doğrultuda ekolojik vatandaşın temel görevi günümüz ve gelecek kuşakların yararı için çevreyi korumak ve geliştirmek, yani ekolojik ayak izlerini küçülterek sürdürülebilir hale getirmektir (Nash ve Lewis, 2005; Jardins, 2006). Dolayısıyla bu nitelikler kapsamında ekolojik vatandaşlık bazı yönleriyle diğer vatandaşlık türlerinden ayrılmaktadır. Sürdürülebilir Gelişme ve Araştırma Ağına (The Sustainable Development Research Network/SDRN) göre, ekolojik vatandaşların sahip olması gereken genel özellikler şu şekilde sıralanabilir:

1. Sürdürülebilir çevre gelişiminin ortak bir modernizasyonda buluştuğuna inanır. Bu inanışın temelinde insanlar; hayvanların ve doğadaki diğer canlıların besin kaynaklarını da düşünen alternatif çevre anlayışına sahiptir. 2. Ekolojik vatandaş, çevre yararına dayalı çevre bütünlüğünü önemser ve

devam ettirmeye çalışır. Toplumdaki diğer canlı türlerini de dikkate alarak iklim değişimi gibi önemli risk faktörlerine ortak çözüm yolları üretir. 3. Ekolojik vatandaş eko davranışların gelişiminde etik davranışların önemli

olduğunu bilir.

4. Çevresel vatandaşların sadece kendi çevrelerine değil, dünyanın her yerine uzanan bir adalet anlayışına sahip olduğuna inanır.

5. Ekolojik vatandaş diğer bireylerden bazı yönleriyle ötekileşen davranışlara sahiptir.

6. Geleneksel vatandaş anlayışında insanların birbirine ve yakın çevresine karşı sorumlulukları daha çok vurgulanırken, doğacak olan yeni ekolojik vatandaş anlayışında doğadaki diğer canlılara karşı hak, sorumluluk ve katılım gibi önemli yönlere dikkat çekilir.

Bu özellikler kapsamında ekolojik vatandaşlar bireysel kimlikle toplumsal kimlik arasında duyarlı bir bağ kurmaktadır (Schosberg, Shulman ve Zavestoski, 2005; Özdemir Özden, 2011). Yani ekolojik vatandaşlar bireysel seçimler yaparken asla toplum yararını unutmaz. Burada sözü edilen toplum, vatandaşın etkileşim kurduğu organik yapıdır. Ayrıca ekolojik vatandaşlar inançlarını savunma ve diğer insanlarla çevre sorunlarını tartışma becerilerine sahiptir; ancak sadece kişisel çıkarlarını savunmayı amaç edinmezler. Ekolojik vatandaşlar doğası gereği kendi yaşamını diğer canlılardan üstün tutmayan davranışlara sahiptir (Dobson, 2003).

Ekolojik bir vatandaş musluk suyunu kullanırken diğer ülkelerde bulunan, açlıkla mücadele eden ve su sıkıntısı yaşayan milyonlarca insanın durumunu bilerek hareket eder. Ekolojik bir vatandaş ulaşım için öncelikle yürümeyi, daha sonra bisiklete binmeyi tercih eder. Bu durum mümkün değilse toplu taşıma araçlarını kullanır. Ekolojik bir vatandaş, ikinci el ürün satan mağazalara yönelir. Geri dönüşüme önem verir. Kaynak israfıyla mücadele eder. Ekmek israfını önler. Bütün bu davranışları sergilemesinin sebebi kendi cebini düşünmesi değil çevreye verilen zarardır.

Ekolojik vatandaş sadece kendi çevresindeki canlıları koruyan kurum ve kuruluşların faaliyetlerine katılmaz; aynı zamanda uluslararası çalışmalarla yakından ilgilenir. Bunu yaparken de çevresindeki yönetimde bulunan kişilerle politik görüşmeler sağlar (Schlosberg, Shulamn ve Zavestoski, 2005; Jagers ve Martinsson, 2010). Bu yönden değerlendirildiğinde ekolojik vatandaş bazı çevreci davranışlardan farklılık gösterir ve yaşamış olduğu çevreyi korumaya yönelik hareketlerin temelini araştırır. Ekolojik vatandaşın sahip olması gereken önemli özelliklerden bir tanesi de yaşadığı çevreyi korumaya yönelik yükümlülüklerini yerine getirmesidir (Dobson, 2003). Örneğin; yaşadığımız çevrede bulunan kültürel ve tarihi bir dokuyu tahrip eden veya hayvanlara eziyet eden bir insan varsa ekolojik bir vatandaşın artık bu durum karşısında harekete geçmesi ve bu kişiyi uyarması bir zorunluluktur. Ekolojik bir vatandaşın sahip olduğu bazı hakları kullanıp kullanmamak ise tamamen kendi elindedir (Szerszynski, 2005). Yani bu hakları kullanmak bir zorunluluk teşkil etmez. Bu haklar yasalarla da güvence altına alınmış haklardır. Bu haklara örneğin bir vatandaşın çevreyi korumaya yönelik yasal bir yürüyüşe veya protestoya katılması, çevreci gruplara üye olması, uluslararası bir çevre örgütünü desteklemesi bu haklara örnek verilebilir. Görüldüğü gibi ekolojik

vatandaşın çevre hakları, vatandaşlık kimliği ve sorumluluklarıyla birlikte belirginleşen bir yaklaşıma sahip olması beklenir. Ekolojik vatandaşlıkta çevre sorunlarına somut çözüm yolları aranır (Latta ve Garside, 2005). Çevre sorunlarına daha çok çözüm bulunabilmesi için daha çok ekolojik vatandaşın yetiştirilmesine ihtiyaç duyulur (Gough ve Scott, 2005; Kelly ve Abel, 2010). Bu sürecin etkili şekilde çalışması için çevre eğitimindeki amaçlarla ekolojik vatandaşlığın boyutlarının bütünleşmesi gerekir. Ekolojik vatandaşlığın boyutlarına aşağıda ayrıntılı bir şekilde yer verilmiştir. Bu boyutlar sorumluluk, katılım, hak ve adalet ile sürdürürülebilirliktir.

2.5.1. Hak ve Adalet

Günümüzde gelişen adalet anlayışı hem devletlerarası haksızlıkları ortadan kaldırmayı amaçlamakta hem de kurulan adalet sistemiyle birlikte ekonomik anlamda kaynakların nasıl dağıtılacağı üzerine odaklanmaktadır. Diğer taraftan liberal yaklaşımlarla bireyin önemi ve saygınlığı giderek artmakla birlikte, post- modern yaklaşımlarla da başkaları için duyduğumuz ilgi ve kaygı düzeyi de farklılaşmaktadır (Sezgin, 2005). Bu durum adalet kavramı üzerindeki düşüncelerin yeniden yorumlamasını beraberinde getirmiştir. Genel olarak adalet kavramı herkese hakkı olanı vermek, kişilere hakettiği şekilde davranmak (Kılıç ve Tok, 2014) anlamında kullanılırken günümüzde sadece insanların değil tüm canlılara içinde bulunduğu çevrede hakkı olanı vermek ve hak ettikleri şekilde davranmak anlamında da kullanılmaya başlanmıştır. Nitekim ekolojik vatandaşlık insan dışı diğer canlılar üzerine adaletin uygulanabilir olduğunu savunmakta ve ekolojik vatandaşlığın en temel erdeminin adalet olduğunu vurgulamaktadır (Dobson, 2003). Bu yüzden ekolojik vatandaşı konuşurken adaleti de radikal bir şekilde konuşmak gerekmektedir. Örneğin; adalet duygusu gelişen ekolojik bir vatandaş kurulan bir nükleer santrali sadece o bölgede yaşayan insanların sorunu (Horton, 2005) olarak görmez. Yine ekolojik bir vatandaş CO2 salınımına bağlı olarak ABD gibi ülkelerde artan çevre sorunlarının kendisine vereceği zararlı etkilerin farkındadır. Afrika gibi ülkelerde yaşanan kuraklık gibi sorunlar için tasalanır. Fosil yakıt tüketimindeki artışı bütün ülkelerin ortak sorunu olduğunu algılar (Kılıç ve Tok, 2014). Genetiği ile oynanmış ürünlerin insanlara olduğa kadar doğada bulunan diğer biyolojik canlılara olan etkisi için endişe duyar (Macgregor, 2005). Küresel ısınmaya bağlı olarak buzullarda meydana gelen erimenin insanlarda ne tip etkiler bırakacağını araştırır. Dünyada kurumaya yüz tutmuş ırmakları, gölleri bilir. Bu kaynaklarda kuruduğunda kaybolacak olan canlı türleri için üzülür (Wolf, 2007). Farklı ülkelerde görülen orman yangınları için endişe duyar. Dolayısıyla “adaletli ekolojik vatandaşlar” dünyanın daha yaşanabilir hale gelmesi için çaba sarf edip, çevresi için yerine getirmesi gereken bir takım görevleri bildiği gibi, doğada bulunan canlıların daha rahat yaşamasına da olanak sağlamaktadır. Bu manada çevresine karşı adalet duygusu gelişmiş olan bir vatandaşı tanımlamak gerekirse “çevresine karşı yüksek duyarlılığa sahip olduğu kadar diğer insanlara, hayvanlara, bitkilere ve birçok biotik canlıya karşı adalet duygusu gelişmiş vatandaştır” diyebiliriz (Dobson, 2003).

2.5.2.Sorumluluk

Günümüzde insanoğlu geçmişte hiç karşılaşmadığı çevre sorunlarıyla karşı karşıya kalmaktadır. Dünya üzerinde yaşamın sürekliliğini sağlayan, hava, su ve toprak gibi doğal kaynaklar hızlı bir şekilde tükenmekte, nüfus hızlı bir biçimde artmakta, ekolojik bir sigorta olan ormanlar ise hızlı bir şekilde kaybolmaktadır. Ayrıca gelecek kuşakları tehdit altında bırakacağı düşünülen zehirli gazlar dünyaya hızlı bir şekilde yayılmaya devam etmektedir (Karaca, 2008).

Geray’a (1998) göre günümüzde yaşanan çevre sorunlarının en belirgin özelliği sorunların belirli bir alanla sınırlı gibi düşünülmesidir. Bu düşünce yapısı değişmezse çevre sorunları ekodizgiler yoluyla devam edecektir. Bunun için ekolojik sorunlara çözüm arayan sorumlu bir vatandaşın (Saiz,2005; Crane, Moon ve Matter, 2008) sahip olması gereken temel özellikler dünyada yaşanan tüm sorunlara yönelik önemli bir noktada birleşmektedir (Skill, 2008; Flynn, Bellaby ve Ricci, 2008). Her türlü risk, sürdürülebilir gelişme politikalarını etkileyeceğinden, biyolojik çeşitliliğin ve ekosistemin korunması ve sürekliliğinin sağlanması temel ilke olarak benimsenmektedir (Mengi ve Algan, 2003). Birey ve toplum arasındaki ilişkileri kontrol ederek politik davranışlar sergilememize yardımcı olmaktadır (Head, 2015). Öte taraftan gerek gelişmenin, gerek kaynakları kullanmanın yok edici ve bozucu etkisinden korunmamızı sağlamaktadır. Birey ile devlet arasındaki toplumsal ilişkileri kontrol ederek politik davranışları sergilememizi kolaylaştırmaktadır (Dobson, 2003). Sorumlu vatandaşların, çöpleri geri dönüşüme kazandırma, suyu ekonomik kullanma, enerji tasarrufu sağlama, doğada bulunan hayvanların yaşamasına yardımcı olmak gibi birçok önemli davranışı bulunmaktadır. Dolayısıyla burada gösterilen sorumlu davranışlar, dünyada yaşanan ekonomik büyüme ve teknolojik gelişmenin olumsuz etkileri karşısında insanların ve doğada bulunan birçok canlının yaşamasına şans tanımaktadır (Dobson, 2003; Head, 2015). Bu nedenle sorumluluk boyutu gerek gelişmenin, gerek kaynakları kullanmanın yok edici ve bozucu bir biçimde değil, gelecek için endişe yaratmayacak, devamlılığı ve sürdürülebilirliği sağlayacak biçimde olmasına dayanmaktadır (Skill, 2012; Dean, 2015). Yaşamsal önem taşıyan kaynakları tüketilmesi değil, doğanın kendilerine sunduğu olanaklardan yararlanılması bu boyutun temelini oluşturmaktadır (Ertürk, 2009).

2.5.3.Katılım

Katılım, bireyin çevresel yönetim süreçlerinde önemli rol üstlenmesini sağlayan, kendi yaşamlarını şekillendirebilecek önemli bir süreci ifade etmektedir (Keleş, Metin ve Sancak, 2005). Çevre hakkı açısından düşünüldüğünde ise katılım hakkı sürdürülebilir kalkınmaya etkide bulunan haklardır (Akyüz, 2001; Karatekin, Kuş ve Merey, 2014). Dolayısyla katılım bireylerin çevreyi kirletmemek için bazı yasaklara uyma biçimindeki davranışlarından çok vatandaşların çevresel eylemler için harekete geçmesidir (Yıkılmaz, 2004). Bu hareketlerin temelinde, çevreyi sömüren politikaları değiştirerek çevre odaklı bir toplum oluşturma gayreti vardır (Yaylacı, 2012).

Ekolojik sorunlar için çözüm yolları üreten katılımcı ekolojik vatandaşlar anti-nükleer kampanyalar, göçmenlerin yaşam koşulları, tüketici ve hayvan hakları gibi konularda aktif bir tutum takınmaktadır. Fabrika sistemine, toplumsal ayrıcılıklara, vahşi kapitalizme, rekabet mekanizmalarına, kar maksimizasyonuna, kaynakların kötü kullanımına, çevresel tahribata karşı çıkmaktadırlar. Dolayısıyla modern yurttaşlığın sunduğu aidiyet ilişkisinden farklı olarak doğaya karşı farklı bir tutum sergilemektedirler (Gorz, 1993). Oluşturulmaya çalışılan bu yeni ve evrensel aidiyet biçimleri ile karşılaştırıldığında vatandaşlık, hukuksal sınırları aşmayan yaşam biçimine dönüşmektedir (Kışlalıoğlu ve Berkes, 2010).

Ökmen’e (2004) göre yeşil hareketleri belirleyen bu davranış biçimleri aynı zamanda temel problematik davranışlara karşı örgütlenmeyi sağlar. Rekabet yerine dayanışmayı, tabilik ilişkisi yerine işbirliğini değerli hale getirir. Dolayısıyla bu fikirdeki her yurttaş, her şeyden önce kendi bedensel varlığını yani yaşama hakkını korur. Bunun ise ahlaki ve vicdani temelde ekolojik krize karşı koymak ile mümkün olunacağını düşünür (Ponting, 2000).

2.5.4.Sürdürülebilirlik

Çevre Kalkınma Komisyonu’nun düzenlediği raporda da ifade edildiği gibi sürdürülebilirlik, çevrenin korunmasında zengin ve fakir ayrımı yapmaksızın herkesin uyum içersinde olacağı, sosyal ve ekonomik eylemleri içinde barındıran yeni bir yaşam biçimidir (İncedayı, 2002; Buko, 2009; Jagers ve Matti, 2010 ). Yani Çevre kirliliğine

neden olan etkinliklerin, sadece mikro alandaki üretim ve tüketim işlevlerini değil, aynı zamanda büyüme ve kalkınma eylemlerinin yer aldığı bir süreci kapsamaktadır (Çepel, 2003). Bu açıdan sürdürülebilir ekolojik vatandaşlık, sosyal sorumluluk, toplumsal adalet, çevresel yönetim, paydaş yönetimi ve etik değerlerle birlikte anılan bir kavram haline dönüşmektedir (Dobson, 2003; Mengi ve Algan, 2003).

1972 yılında Roma’da büyüme raporlarını belirten bir raporun düzenlenmesiyle başlayan bu eko süreç, aynı yılın ortalarına doğru BM Çevre Organizasyonu’nun yaşama geçirilmesi, AK (Avrupa Konseyi), OECD, AT (Avrupa Topluluğu) benzeri kurumların çevresel sorunlarla mücadelesiyle sürmüştür. Bu amaca yönelik olarak sözü edilen yılın sonlarında, gelişen ve gelişmekte olan ülkeler BM örgütünce düzenlenen Stockholm Zirvesinde birleşmişlerdir (Karalar, Erdoğan ve Kirazcı, 2008). Hazırlanan program ve projeler kapsamında geri dönüşü olmayan çevresel sorunların çözümü için birtakım çözüm yolları benimsenmiştir. Bunlar aşağıda sıralanmıştır:

1. Kamu alanındaki kurum ve kuruluşların arasında işbirliğinin kurulması gereklidir.

2. Çevre sorunları çok yönlü olduğundan oluşturulacak olan çözüm yollarının da çok yönlü olması gerekir.

3. Çevre ile ekonomi arasında uzlaştırıcı çözüm yolları oluşturulmalıdır.

4. Endüstrileşmenin getireceği dengesizliklerin önüne geçecek tedbirler alınmalıdır.

5. Kentsel yerleşim alanlarının ağaçlandırmasına öncelik verilmelidir.

6. Çevreye yönelik vatandaşları bilinçlendirme gayreti içerisinde olunmalıdır. 7. Çevresel üretim ve tüketim konusunda bilinçlendirme çalışmaları yürütülmelidir.

Çevresel sorunların hem yerel ve hem de bölgesel sorunlar olduğu bilinciyle zaman kaybını önleyecek şekilde hareket edilmelidir.

1992 yılına gelindiğinde Dünya Çevre ve Kalkınma kurulunun yayımlamış olduğu Brundland Raporu kapsamında sürdürülebilir gelişme tekrar değerlendirilmiştir. Değerlendirme sonuçlarına göre gelecek nesillerin ihtiyaçlarını karşılamaya olanak verecek şekilde bireysel ihtiyaçların giderilmesi gerektiği hesaba katılmıştır (Kılıçoğlu, 2005). Çevreye yönelik problemlerin karşısında, çözüm yolu olarak çevresel gelişme ve ekonomik kalkınmayı değerlendiren rapor, 1970’lerin çevreci ideolojilerini

uyumlaştıran bir bakış açısı ortaya koymuştur. Aynı yıllarda Rio de Janerio’da yapılan BM çevre kalkınma konferansı raporunda bu politikalar değerlendirilmiştir. Yaşam kalitesini arttırmaya yönelik sürdürülebilir tüketim görüşmelerin odak noktasına alınmıştır (Dulupçu, 2001). Global ısınma gibi birçok sorunun temelinde sürdürülebilir tüketim anlayışının yattığı belirtilmiştir (Gündüz, 2004).

Yaşanan bu durum, tüketim seviyesinin irdelenmesini ve sürdürülebilir duruma getirilmesini gerekli kılmıştır. Gündüz'ün (2004 ) belirttiği üzere günümüzde, kaynakların sınırlı olduğu bir dünyada insanların sınırsız tüketime istek duymaları çevre sorunlarını arttırmaktadır. Daha çok tüketim daha fazla üretimi gerektirdiğinden çevrede atık maddelerin çoğalmasına, ormanların azalmasına ve tarım alanlarının yok olmasına neden olmaktadır (Humphreys, 2009). Bu nedenle gerek kentlerin, ormanların ve diğer tüm canlıların geleceğini düşünerek, gerekse günümüz ihtiyaçlarını bu sağlıklı anlayış içerisinde karşılanması ancak sürdürülebilir davranışlarla mümkün hale gelmektedir. Örneğin sokakların, kaldırımların, yaya yollarının yeşillendirilerek doğadaki tahribatın azaltılması, yeşilin özellikle kent yaşamlarından kaybolmasının engellenmesi ve modern devamlılığın sağlanması ekolojik vatandaşlığın sürdürülebilirlik boyutuyla sağlanabilir (Mead, 2013). Bu nedenle sağlıklı ve yaşanabilir bir dünya vaat eden sürdürülebilir davranışlar, ekosisteme ve doğal kaynaklara verilen geri dönüşü oldukça zor olan davranışların önüne geçmeye çalışmaktadır (Bayram, 2001; Latta ve Garside, 2005; May, 2008; Martinho, Bacelar Nicolau, Caeiro, Amodor ve Oliveria, 2010).

Benzer Belgeler