• Sonuç bulunamadı

Efsanelerde Yılan –Ejderha

I. BÖLÜM

1.3. Şahmaran Anlatılarının Türsel Özellikleri

1.3.2. Şahmaran Anlatılarının Efsane ile İlişkisi

1.3.2.1 Efsanelerde Yılan –Ejderha

Efsanelerde de yılan ve ejderha karşımıza çıkan figürlerden biridir. Bilindiği gibi ejderha mitolojik bir motiftir.

Türk mitolojisinde özellikle erken dönemlerde bereket, refah, güç ve kuvvet simgesi olarak kabul edilmiş bu efsanevî yaratık, zamanla kötülüğün simgesi haline dönüşmüştür. Türk mitolojisinde yer ejderi ve gök ejderinden söz edilir. Yeraltı âleminde ve derin sular altında yaşayan yer ejderi, bahar gelince gökyüzüne yükselir ve yağmurları yağdırırdı. Bereket ve refahın oluşmasına bir nevi katkı sağlardı. Ejderha, Uygurlar döneminde de olumlu bir simge olarak karşımıza çıkar. Türklerin Ön Asya kültürleriyle ilişkiye geçmeye başladıkları dönemlerden itibaren ejderha ile ilgili olumlu tasavvur yavaş yavaş zayıflamaya başlar. O, yeraltı âleminin kötü ve zararlı yaratıldığına dönüşür (Çoruhlu, 2002: 132-133).

98

Ejderha ile ilgili efsaneler incelendiğinde genellikle ejderhaların belli yerlerde halkın başına musallat olduğu; genellikle edilen dua neticesinde taş kesildiğini veya Hz. Ali, Battal Gazi gibi güçlü kişilerce öldürüldükleri görülür.

Bilge Seyidoğlu’nun araştırdığı Erzurum Efsanelerinde Bayburt-Gümüşhane arasındaki bir köyde yaşlı bir kadını yemek için yakalayan ejderha kadının duasıyla taş kesilir. Bingöl-Çat yolunda Ejderhadan kendisine ve sürüsünü kurtarması izin Allah’a dua eden çoban kurtulur, ejderha taş kesilir. Erzurum Aşkale’nin Merdiven köyünde, köy halkına zarar vermeye gelen ejderha melekler tarafından göğe çekilir (Seyidoğlu, 1997: 253-256).

Yine efsanelerde ejderhalar ve yılanların yatağı sayılabilecek göl, tepe ve kayalara rastlamak mümkündür. Örneğin, Araklı’ya bağlı Kayaiçi köyünün Çatak diye anılan mevkiinde eskiden iki ejderha yaşarmış; bu yüzden burası “Azdehir Gölü” adıyla anılır. Bu iki ejderha yöre halkına musallat olmuş. Yöre halkı Allah’a dua etmiş; Hz. Ali gelip iki ejderhayı göldeki kaylara bağlamış, aç kalan ejderhalar ölmüş (Gedikoğlu, 2008: 109-110).

Görüldüğü gibi ejderhanın taş kesilmesi veya şekil değiştirme ejderhaya dair anlatılan efsanelerde en çok kullanılan motiflerdendir. Bir kayanın, taşın, dağın, gölün veya hayvanın menşeini açıklayan efsanelerde bu motife rastlamak mümkündür.

Doğu Anadolu halk inanışlarından biri, “gök, yağmur, bulut ve ejderha” üzerinedir. Gökte, bulutlar arasında barınan ejderhalar vardır. Melekler, gökteki ejderhaları zincire bağlı olarak tutarlar. Şayet melekler, gökteki ejderhalardan birisini, zincirle bağlanmış halde bulutlardan aşağıya veya dağlara doğru sallarsa, kuyruğunun yönüne göre bolluk, kıtlık, afet, hortum, kara duman vb. olur. Gökte melekler ejderhayı zincir ile tutup zapt etmezse, ejderha inerek yeri, yurdu yutar.

Bu inanışı doğrularcasına, 1962 – 1964 yıllarında Ağrı Dağı’nın batı uzantısında, yaklaşık 150 metre bir yere gömülü, kayalar arasında ve sırtı dışarıda duran ejderha görülür. Ejderhanın görüldüğü yer, Doğubeyazıt-Iğdır karayolunun üzerindeki Bardaklı (Tahilka) köyünün karşısındaki kayalıktır. Yani, Bardaklı- Karabulak köylerinin batısında “Zag-i Ziye” (Ejderhanın Yeri) denilen büyük

99

kayaların olduğu mevkiidir. Bir bina büyüklüğündeki kayanın alt kısmındaki aralığından ejderhanın tırnakları sarkmakta, diğer bir yarıktan sırtı görünmektedir. Sırtı, uzaktan ucu sivri ağaçla dürtüldüğünde, ejderha sallanmakta, hatta kan akmaktadır. Sırtına vura vura yaralar oluşur ve kısa sürede nasırlaşır. Anlatıldığına göre, ejderhanın gövdesinin bir kısmı, dağın Iğdır tarafına, Gresor Dağı’na kadar uzanıyormuş. Yeri tespit edilip iğneyle uyuşturularak kafes içine alınacağı sırada, ejderha dağın içine doğru çekilmiş. Deniliyor ki, insanlar bu ejderhayı keşfedip çıkaracakları zaman, Cebrail ejderhayı kurtararak başka yere götürmüştür (Alpaslan, 2010: 373-374).

Efsanelerde ejderha daha çok mitolojik anlatılardan beslenerek karşımıza çıkan bir figür iken yılan ile ilgili efsanelerin çoğu yılanın sinsi karakterine dikkat çeken ve dinî anlatılardan da beslenen hikâyelerdir. Bu gruba yılanın ayaklarının neden olmadığını açıklayan efsaneler örnek verilebilir:

Yılan önceden cennetin bekçisiymiş. Yılan uyurken şeytan cennete girmiş ve insanları kandırmaya çalışmış. Bundan Cenab-ı Hakk’ın haberi olmuş. Yılanın haberi olmamış. Cenab-ı Hakk demiş ki: “Sen yeryüzünde sürün, ömür boyunca.”

Afyon’un Çay ilçesinde, “Yılan Neden Sürünür” adlı efsanede yılan şeytanın dilinin altında Nuh’un gemisinde girdiği için, ayaksız kalma ve devamlı sürünme cezasına çarptırılır. Adapazarı’nın ilçesi Hendek’te ise, efsane Hz. Muhammed’e bağlı olarak anlatılır. Buna göre, hurma ağacının ağlar halde Hz. Peygamber ağaca neden ağladığını sorar. Ağaç, yıllardır hurmalarını peygamber için sakladığını; fakat meyvelerini yılanın yediğini söyler. Bunun üzerine Hz. Peygamber beddua eder ve yılan sürünür (Önal, 2003: 149).

Yılan, kimi kez Kız Kulesi veya Kız Kalesi efsanelerinde kralın korumaya çalıştığı kızını öldüren sinsi bir hayvan olarak karşımıza çıkmaktadır.

Ejderha ve yılanlara dair efsaneler, mitolojik dönemden günümüze kadar halk inançlarını da etkileyerek varlığını sürdüren anlatılar olarak karşımıza çkar. Efsanelerde taş kesilen, insanlara zarar vermemesi için melekler tarafından göğe çekilen hazineleri bekleyen ejderhalara; yılan kılığına giren cinlere dair efsaneler sıklıkla anlatılır.

100

Halk arasında yılanların çift gezdiğine inanılır. Bunlardan biri öldürülürse eşinin intikam alacağına dair inanışlar mevcuttur. Yılanın intikam almasını engellemek için, ölen yılanın ağzına ekmek vererek, bazı bölgelerde de, üzerine un serperek, eşinin, onun hırsızlık yaparken öldüğüne inanmasını ve intikam almaktan vazgeçmesini sağlarlarmış (Alptekin, 1993: 153).

Kimi zaman halk söylencelerinde yılan, bir genç kıza âşık olarak karşımıza çıkar. Fırat Havzası Efsaneleri arasında derlenmiş, “Karayılanın Aşkı” adlı efsane de bu duruma örnektir: Karayılan, bir güzele âşık oldu mu, artık onun peşini hiç bırakmaz; nereye gitse, o da ardından gider ve onun iş yapışını, hareketlerini, büyük bir dikkatle seyredermiş.

Karayılan, yine çok güzel bir kıza âşık olur. Ondan sonra da, hiç peşini bırakmaz. Kız, işlerini yaparken, o da kuyruğunun üzerine oturup, başını kaldırarak, tıpkı âşıklar gibi sevdiği kızı seyreder.

Karayılan, sevdiği kızı, bu şekilde takip edip seyrederken aradan da epey bir zaman geçer, sonunda kızı, bir delikanlıya verirler. Bir süre sonra da, düğünleri yapılır. Kız gelin olup gider. Ama karayılanın aşkı, yine devam etmektedir. O da sevdiği kızın peşinden yollara düşer. Sonunda, kızı bulur; onu seyretmeye devam eder. Hatta o kadar ileriye gider ki, kız uyurken dahi gizlice sürünüp kızın göğsüne çıkarak, orada uyumaya başlar.

Aradan uzun yıllar geçer, kız yaşlanır ve herkes gibi o da, günün birinde, ebedî dünyaya göçeder. Ama bu ayrılığa en çok üzülen karayılandır. Onun ölümüne dayanamayan yılan da, daha sonra aynı mezara gidip, sevdiği kızın yanında kendisini öldürür (Alptekin, 1993: 155-156).

Ayrıca; yılan ile kuş mücadelesinin figürleri mitolojik dönemden beri insanlığın söylencelerinde yer etmiş göğe ait bir unsur olan kuş ile yere ait bir unsur olan yılanın mücadelesine efsanelerde rastlamak da mümkündür. Ağrı’dan derlenen efsanede yılan ile kartalın mücadelesi ön plana çıkmaktadır:

Anlatılır ki, küçük Ağrı’nın yılanları, Büyük Ağrı’daki kartalların dağa hâkimiyeti yüzünden bir türlü Büyük Ağrı’ya çıkamazlar ve bu dağın yüksekliklerine

101

hep hasret kalırlarmış. Kartalların dağa hâkimiyetini hazmedemeyen yılanları, tepelerdeki kartallara haber göndererek, Büyük Ağrı’ya çıkmak istediklerini bildirirler. Kartallar, gelen elçiye, buna izin vermeyeceklerini söylerler. Aldıkları bu cevabı beğenmeyen yılanların şahı, kartalların şahına, “ya savaş, ya izin...” diye ısrar edince, her iki taraf da savaşı kabul eder.

Anlaşmaya göre, yaşadıkları mekândan uzak bir yerde savaşacaklardır.

Kartallar ve yılanlar, 1293 (M. 1878) yılında Iğdır Ovası’nın Taşburun düzlüğünde haftalarca çarpışırlar. Sonunda yılanlar mağlup ve perişan; kartallar galip ve muzaffer olur.

Kazandıkları zaferin gururuyla kartallar Büyük Ağrı’ya uçarken, yılanlar da eski yuvaları olan Küçük Ağrı Dağı’na sürünerek yerleşirler. Savaşta mağlup olan yılanların şahı, kartalların şahına şu bedduada bulunur:

“Allah’ım, biz yılanları Büyük Ağrı’ya hasret kılan şu kartalların şahını Ağrı Dağı’nın tepesinde kabz-ı ruh edip dondurarak, ibret-î âlem edesin!..” diye beddua eder. Allah, ikisinin de duasını kabul eder. Bugün kar ve buzdan oluşan tepedeki kartal, yılanların şahının bedduasına uğramış kartaldır.

O günden beri de Küçük Ağrı’nın tepesinde ayaklı yılan dâhil her cins yılan, çiyan, akrep bulunur (Alpaslan, 2010: 71-72).

Ağrı’dan derlenen yılanların şahına dair şu efsane de oldukça ilgi çekicidir: Ağrı Dağı’nın yılanları ile şimdi Ermenistan sınırları içinde kalan Eleyiz (Alagöz) Dağı yılanları geçen yüzyılda savaşmaya karar verirler. Bölgelerden birisi Türkiye tarafında, diğeri Ermeni-Rus tarafındadır.

Iğdır’a bağlı Tuzluca ilçesinin Pirilli köyü nahırcısı Mehmet, rüyasında kendisine randevu verilerek çağrılır. Üç gün aynı rüyayı gören Nahırcı Mehmet, son çağrı üzerine yatağından kalkar, kapısını açar, kapının biri sağında, diğeri solunda insan kılığında dik duran iki yılan görür. Nahırcıya yürümesini işaret ederler; yılanlar onu Aras Nehri’nden geçirirler. Birlikte bir mağaraya girerler. Burada yılanların şahı vardır.

102 Nahırcı Mehmet:

- Selâmünaeyküm diyerek, yılanların şahı ile selâmlaşır.

Şah, yüksek bir yerde oturmuş, yarısı adam, yarısı yılandır. Şah, Mehmet’e oturmasını söyler ve devam eder:

- Üç gün sonra bizim Ağrı’ya seferimiz var. Benim mahiyetim, sizin oradan gelip geçecek. Halka söyle, korkmasınlar. Onlara zarar vermeyeceğiz. Onlar da bize zarar vermesinler. Elinizden gelirse, yollara su ve süt dizin; mahiyetim su ararsa halk korkmasın. Bunu yapabilirseniz, güzergâhımdan çıkmayacağım. Bunu yapabilirsen, bölgemdeki yılanları senin emrine vereceğim. Şimdi veya gelecekte, senin tükürüğün yılanlara zehirdir. Bir suç işlerse ağızlarını aç, içine tükür ölürler. Bu günden itibaren senin evin, senin malın, çoluk çocuğunu onlar beklerler. Eğer bize yardım edersen, ödülün daha büyük olacak. Ordum savaşa giderken, ordu komutanının ağzında bir şep çıkar (gece ışık veren bir elmas) olacak, giderken ona dokunma, dönerken geç önüne, korkmadan ağzından al; eğer onu alırsan, dünyaya hükmedersin, alamazsan bölgeye hükmedersin, fakirliğin hemen biter. Şimdi evine git, dediğime yap. Bir daha ya görüşürüz, ya görüşemeyiz.

Mehmet, köye döner, haber salar; ama köylü inanmaz. Onu delirmiş sanırlar. Mehmet nahırcılığı bırakır; hayvanlarını satar, kab kacak satın alır. Süt alır, yollara süt ve su koyar. Üç gün içinde yılanlar gelirler. Yılanlar bu süt ve sulardan içerek yollarına devam ederler. Mehmet’in ocak olduğu haberi köylere yayılır.

Üç gün sonra Mehmet tekrar yollara su ve süt dizer. Bir hafta sonra yılanlar geri döner. Yılanların ordu komutanlarını gören Mehmet bayılır ve elması alamaz.

Bu olaydan sonra Mehmet ocak olur. Mehmet’in her malını yılanlar beklermiş. Mehmet, soktuğu (vurduğu) insanları tedavi ettiği gibi, vuran yılanı çağırıp ağzına tükürerek cezalandırır. Ağzına tükürülen yılan kupkuru kesilir ve ölürmüş. Mehmet’in çocuklarının yemek kaşıkları yılandanmış (Alpaslan 2010:356-35).

Görüldüğü üzere Anadolu efsaneleri arasında yılan ve ejderha efasnelerinin önemli bir yeri bulunmaktadır; bu efsanelerin çoğu göl, dağ, kaya vb. tabiat unsurlarının oluşumunu anlatan etiyolojik efsanelerdir. Ejderha kayası, yılan dağı

103

gibi isimler alan bu yer efsanelerinin çoğunda karşımıza çıkan motif taş kesilme motifi olmaktadır. Yine bazı efsanelerde bir yere musallat olan ejderhaların melekler veya evliya tarafından cezalandırıldığına dair inanışlar hâkimdir. Sonuç olarak Anadolu’nun her bölgesinde yılan ve ejderha efsanelerine rastlamak mümkündür.

Benzer Belgeler