• Sonuç bulunamadı

II. OĞUZ ATAY’IN ESERLERİNDE ÜSLUP: ALEGORİ, TAKLİT VE İRONİ

1. Edebiyattaki Estetik Dönüşüm

114

kurulacak olan Türkiye İşçi Partisi’ni yakından takip edecek fakat partiye resmi olarak üye olmayacaktır.

“Onun ‘Olaylar’ dergisinde yaşadığı düş kırıklığının, sol ideolojilerin çevresinde yer alan insan etmeninden kaynaklandığı kesindir: içten bağlı olduğu ve kuramsal düzlemde tartışmasız desteklediği sol ideolojiye değil, ülkesindeki ideolojik insan uzak duruyordur Atay.

Büyük ideolojilerle yola çıkmadan önce, insanı tinsel düzlemde geliştirip, söz konusu ideolojiyi taşıyabilecek güçte bir kişiliğe ulaştırmanın önkoşul olduğunu ‘Ne Yapmalı?’ metninde dile getiren genç sosyalist, haklı çıktığını görmüştür.”198

Oğuz Atay’ın siyasi biyografisine bakacak olursak, onun kendi döneminin siyasal tartışmalarına çok canlı ve aktif bir biçimde katıldığını, yer yer radikal tutumlar sergilediğini, fakat çabalarının hayal kırıklığı ile sonuçlandığını ve bu durumun ise onun siyasal örgütlenmelere karşı mesafeli bir tutum izlemesine yol açtığını görebiliriz. Siyasal ortamda karşılaştığı olumsuz deneyimler, onun yazma serüveninde içe dönmesine yol açmış ve edebiyatla daha yakın bir ilişki kurmasında rol oynamıştır.

II. OĞUZ ATAY’IN ESERLERİNDE ÜSLUP: ALEGORİ, TAKLİT VE İRONİ

115

19. yüzyılda, toplumsal değişme sürecinin anlaşılmasında ve yönlendirilmesinde önemli bir yer edinen edebiyat, özellikle romanlar yoluyla toplumsal hayata yön veren ideolojik bir kaynak gibi görülmüştür. Bu dönemde, edebiyata hâkim olan anlayış, sosyal gerçekçilik akımının bir parçası olarak, materyalist ve pozitivist bir dünya görüşüyle uyumludur.200 Bu dünya görüşü, herkesin eşit bir biçimde algıladığı nesnel bir dünyayı esas almaktaydı. Bilimin açıkladığı yasalara dayalı olarak sürekli ilerleyen bir toplum tasavvur eden bu dünya görüşü, 20. yüzyılda dünya çapında yaşanan askeri, siyasi ve toplumsal krizlerle savunulamaz hale gelmiştir. Özellikle, I. Dünya Savaşı’nın ardından, kitlelerin gerçeklik anlayışında köklü değişimler yaşanmıştır. 20. yüzyılda yaşanan bu felsefi dönüşümün edebiyattaki yansıması ise, klasik gerçekçi roman anlayışının yerini modernist roman anlayışına bırakması olmuştur. James Joyce, Franz Kafka ve Virginia Woolf gibi yazarların başı çektiği bu edebi anlayış, insanlararası iletişimin gelişimine olan inancı sorgulamış ve topluma değil insanın iç dünyasına ve onun bilincine yönelmiştir.201

Klasik gerçekçi roman olay örgüsü, karakter ve çevreye dayalı üçlü bir yapıya dayanırken, modernist romanlarda simge, imge, bakış açısı gibi öğeler ön plana çıkmıştır.

Modernist edebiyat akımı, II. Dünya Savaşı’nın ardından yerini postmodern roman akımına bırakır. Postmodern roman anlayışı, hem 19. yüzyıl gerçekçi romanına hem de 20. yüzyılın ilk çeyreğinde taraftar toplayan modernist edebiyat akımına eleştiriler içerir. Postmodernist romancılara göre, romanlar, ne gerçekliği yansıtır ne de simgelerin düzenlenmesine dayalı biçimsel estetik sunarlar. Postmodernistlerin edebiyat anlayışını özetlemek mümkün olmasa da, bu akıma mensup yazarların kurmaca kavramını sorunsallaştırdıkları ve sanatı bir tür oyun olarak gördükleri belirtilebilir.202

200 B. Moran, a.g.e. 2009, s.263.

201 B. Moran, a.g.e. s.263.

202 B. Moran, a.g.e. 2009, s.264-265.

116

Gerçekçi romanlar, romanın bir kurgu olmadığını, onun kurmaca bir yapıt olmadığını vurgulama ihtiyacı içindeyken, post-modernist romancılar tam tersi bir anlayış içinde romanın uydurma bir sanat olduğunun altını özellikle çizerler. Bu çerçevede, eserlerinde, gerçekçi romanın parodisini yaparlar ya da anlatılar arasında oyunlar kurarlar.

Geleneksel gerçekçi edebiyattan modernizme ve oradan da postmodernizme uzanan çizgideki estetik değişim şu şekilde özetlenebilir. Gerçekçi edebiyat, toplumsal hayatı birebir yansıtmayı kendine bir amaç olarak benimserken, modernist edebiyatın soyut bir biçimciliği ön plana çıkardığına şahit oluruz. Post-modernist edebiyat ise üst kurmaca tekniği ile edebi metinlerin bizzat kendisine yönelir. Bu bağlamda, gerçekçi edebiyat, metnin ne söylediğiyle ilgiliyken ve bireyin dış yaşamının nasıl yansıtılacağıyla dertlenirken, modernistler, içerikten ziyade biçimle meşgul olmuşlardır. Post-modernistler ise, ne metnin içeriği ile ne de biçimiyle ilgilenmişlerdir. Post-modernistlerin elinde edebi metinler, kurmaca düzlemde değil, üst kurmaca düzleminde ve onun uzantısı olarak metinlerarası bir dünyada dile gelmektedir.203

Berna Moran, post-modern edebiyatın üç özelliğinden bahseder. Buna göre, bu akıma mensup yazarların ortak özelliklerinin başında, bu yazarların ‘kurmaca’ kavramını kuramsal bir sorun olarak romanlarının konusu haline getirmeleri gelir. Kurmacayı bir sorun olarak işleyen romanlar, sonuç olarak, bir üstkurmaca metin haline dönüşmektedir. Edebiyat metninin kendisi bir sorun haline dönüşmüştür artık. Üst kurmaca işlevlerini ise, modernist tekniklerin ve imgelerin altını çizerek veya bunların parodisini yaparak yerine getirir. Diğer bir özelliği, sanatı bir tür oyun olarak ele almalarıdır. Yazar, romanında bilinçli bir eylem olarak ‘oyun oynar’. O kadar ki, yazar, kurgulama sanatını bir oyun gibi algılatır okuyucusuna. Son bir özellik ise çerçeve sorunudur. Postmodernist teknikler kullanılan romanlarda, her bir roman içi metin bir çerçeve içinde sunulur. Örneğin, öyküler yeni bir öykü

203 Yıldız Ecevit, Türk Romanında Postmodernist Açılımlar, İletişim Yayınları, İstanbul, 2011, s.71-72.

117

içinde anlatılır. Arada yazar bu çerçeveleri kırar ve başa döner. Bu şekilde, roman, kurulan ve parçalanan çerçeve metinler toplamından ibaret hale gelir.204

Metinlerarası bir dünyada gezinen postmodernist edebiyatçı, dış dünyayı resmetmekten veya onu yansıtmaktan olabildiğince kaçınmaya çalışır. Bunun için, bazı tekniklere başvurur. Bu tekniklerin başında, parodi ve pastiş gelir. Anlamın belirsizleştiği bir çağda, postmodernist romancı, anlam arayışından kaçınır. Metinlerarası düzlemde hareket edilmesinin nedeni, bu metinlerden bir gerçeklik devşirmek değildir. Tam tersine, mümkün olduğunca anlamdan uzak kalabilmek için başka metinler ve onların geleneksel yöntemleri kullanılır metinlerde. Buradaki amaç, biraz da kendi konumunu belirsiz kılarak yeni bir konum inşa etmektir.

“Hiçbir şeyin sağlam bir anlam temeli üzerinde oturmadığı bu kaygan/geçişimli oyun ortamında yazar da, anlatıcısı da, anlatı kişisi de aynı özelliği taşırlar; her türlü değişimin/dönüşümün/takasın olası olduğu bir ortamın varlıklarıdır onlar. Geçmişin güvenilir/sağlam/ağırbaşlı yazarı, yerini, ağırlık/bilgelik sergilemekten hoşlanmayan, yaşamın anlamı konusunda kuşku dolu olan ve okurunu yönlendirmeyi aklından bile geçirmeyen oyunbaz bir kurgu sanatçısına bırakır.”205

Yıldız Ecevit, Atay’ın metinlerinde modernist özelliklerin yanısıra postmodernist ögelerin de yer aldığını belirtir. Ona göre, Oğuz Atay Türk romanındaki ilk üstkurmaca yazarıdır.206 Toplumsal-gerçekçi bir dünya görüşünün edebiyat yoluyla kitlelere aktarılmaya çalışıldığı bir ortamda, Oğuz Atay, toplumsallığı yarattığı estetik bütünün hizmetine sokmayı başarabilmiştir. Bu başarısında, postmodernist teknikleri ustaca uygulayabilmesi yatmaktadır.

204 Berna Moran, a.g.e., 2009, s.264-265.

205 Yıldız Ecevit, a.g.e., 2011, s.76.

206 Y. Ecevit, a.g.e. 2011, s.87.

118

Berna Moran ise, Oğuz Atay’ın eserlerinde kullandığı bu teknikler üzerinde durmanın önemli olduğunu belirtir. Tutunamayanlar romanı üzerine yaptığı detaylı eleştirisinde, Moran, Tutunamayanlar’ı öbür Türk romanlarından ayıran özelliğinin, romanda, Osmanlıca, Türkçe Öztürkçe gibi çeşitli üsluplara ve biyografi, ansiklopedi, günlük, şiir, mektup, anı gibi bir dizi söyleme yer verilmesi olduğunu belirtir. Bu çeşitlilik, romana zenginlik katmakta ve Atay’ın -temel üslubu olarak görülebilecek- ironisine hizmet etmektedir.207

Oğuz Atay, bireyin iç dünyasına yaptığı yolculuğu ortaya çıkarabilmek adına başka bazı roman tekniklerine de başvurmuştur. Bu tekniklerden en sık kullandığı, ‘bilinç akışı’

tekniğidir. Batı edebiyatında James Joyce’la başlayan bilinç akışı tekniği, insanın aklından geçenleri kendisini çevreleyen maddi dünyadan bağımsız olarak çağrışımlar biçiminde yansıtmasıdır. Oğuz Atay, romanlarında en önemli anlatım biçimi ögesi olarak bu tekniği kullanan ilk yazardır.208 Bilinç akışı tekniği dışında iç monolog, montaj, kolaj ve edebi alıntı tekniklerini de, romanlarındaki karakterlerin iç yaşantılarını, toplumla olan çatışmalarını ve gündelik çelişkilerini yansıtabilmek için başvurduğu edebi teknikler arasında sayabiliriz.

Ancak, bu edebi tekniklerin sırasıyla belirtilmesi, Oğuz Atay’ın üslubunun anlaşılmasında yeterli sayılamaz. Onun anlatmaya çalıştıklarını tam olarak ortaya koyabilmek için, onun okurlarıyla kurduğu özel bağ üzerine düşünmek gerektiği kanısındayım. Bu özel bağ ise, kendisinin anlatma derdiyle ve anlaşılmama endişesiyle yakından ilgilidir.