• Sonuç bulunamadı

Edebiyatı Bir Siyasal Metin Olarak Düşünmek

III. TÜRKİYE MODERNLEŞMESİ ÜZERİNE

2. Edebiyatı Bir Siyasal Metin Olarak Düşünmek

Genel olarak 1970’lerden itibaren sosyal bilimlerin ve özel olarak da siyaset biliminin edebiyatla ilişkisi yoğunlaşmıştır. Bu ilişkinin artışı akademik dünyada kültürel çalışmalar adında yeni bir alanın ortaya çıkmasına neden olmuştur. Ayrıca, bu ilişkinin edebi eserlerin modernleşmeyi anlamada yeni bir kaynak olarak görülmesini sağladığı belirtilebilir140.

Kültürel çalışmalar, kültürü okunacak bir metin olarak görmekte ve edebiyatı da okunacak bir metin olarak başka bir bağlama oturtmaktadır. Eğer kültürü, insanoğlunun maddi ve manevi alanlarda oluşturduğu her türlü araç, yöntem, fikir ve yaşam tarzı olarak tanımlayacak olursak, kültürel çalışmaların edebiyat dâhil her türlü kültürel ürünü aynı seviyede gördüğü söylenebilir. Öte yandan bu yaklaşım, kültürü sabit bir ürün olarak değil ekonomik ilişkilerin, inanışların ve yazılı metinlerin değişken bir toplamı olarak görmektedir.

Bir toplumun kültürü, onun sadece edebiyatı değil dansları, dini ritüelleri, yaşayış biçimi ve tepkilerinin de toplamıdır. Ancak burada vurgulanması gereken husus, kültürün tüm ürünlerinin eşit bir çerçevede edebiyat gibi okunabilir metinler haline getirilmesidir.

139 Taner Timur, Osmanlı-Türk Romanında Tarih, Toplum ve Kimlik, İmge Kitabevi Yayınları, Ankara, 2002, s.9-10.

140 Duygu Köksal, “Sosyal Bilimlerin Kıyısında Edebiyat”, Sosyal Bilimleri Yeniden Düşünmek içinde, Metis Yayınları, İstanbul, 2008, s.221.

79

Zeynep Sayın, ‘The Pure Traveler: Metin Olarak Kültür ve Edebiyat’ başlıklı makalesinde, her edebi ürünün yeni bir yapı kurma özelliğinin yanısıra kendinden önce kurulu anlamlandırma süreci içinde yer aldığından hareketle edebi yapıtların tek bir yazarın eseri sayılamayacağını iddia eder.141 Yazara göre, edebi metinler gerçeklik ile kurmaca arasındaki bir karşıtlık sonucu oluşmamakta tam tersine bu ayrım başka bir alanda kurulmuş bir ilişki tarafından belirlenmektedir. Gerçeklik ile kurmaca arasında bir ayrım olduğu düşüncesi, bir bakıma sınır yaratmaya ilişkin daha üst bir söylemin ürünüdür.

“Oysa bilindiği gibi alanı ikiye böler her sınır; içerisi ve dışarısı, biz ve onlar arasındaki farkı belirler. Sınır polisleri, birinden ötekine geçişi olanaksız kılar. Üstelik bu kadarıyla da yetinmez, sınırın bir yanıyla öte yanı arasında hiyerarşik bir ilişki belirler, bir yanı ötekine üstün kılar.”142

Edebi ürünlerin, özellikle romanların birer siyasal metin olarak okunmasını mümkün kılacak anlayış, edebi metinleri sabit ve türdeş birer alana hapsetmekten çıkartarak onları değişik alanların yeniden kaleme alındığı birer anlam düğümü olarak görmekten geçer.143

Geleneksel yaklaşım, siyaset bilimi ile edebiyatın aralarında doğrudan bir ilişki olmadığı, eğer böyle bir ilişki kurulabilecekse bunun ancak edebi ürünlerin tarih ve siyaset bilimine yardımcı malzeme sunarak sağlayabileceği iddiasını temel almaktadır. Buna göre, edebiyat ya sosyal bilimlerin dışındadır ya da sosyal bilimlere yardımcı bir kaynak niteliğindedir.

Toparlamak gerekirse, edebiyatın sosyal bilimler dünyasındaki yeriyle ilişkisine dair tutumlarda iki ayrı uçtan bahsedilebilir. Bunlardan birincisi, edebiyatı kurmacanın alanına

141 Zeynep Sayın, “‘The Pure Traveler’: Metin Olarak Kültür ve Edebiyat”, Defter, sayı:32, Kış, 1988, s.131.

142 Z. Sayın, a.g.m., s.129.

143 Z. Sayın, a.g.m., s.131.

80

hapsetmekte, edebiyatın inşa ettiği gerçekliğin kendine özgü bir yapısı olduğunu belirtmekte ve edebiyatın bilimsel sıfatını elinden almaktadır. Diğer görüş ise, edebiyat dahil her türlü kültür ürününün okunacak bir metin olduğundan hareket etmektedir Bu düşüncede olanlar, okumayı, yorumlamayı ve anlamayı bilmekle eş değer görmekte ve bilimsel olduğu iddia edilen bilgi sistemlerinin de birer kurgu olduğunu ifade etmektedirler.

Bu iki ayrı uçta yer alan düşüncelerin dışında, edebiyatla sosyal bilimler arasında nasıl bir bağ kurulabilir? Bu bağın edebiyatın siyasal metinler olarak okunmasını mümkün kılacak bir tartışma ile kurulabileceği kanaatindeyim.

Böyle bir tartışma, ilk olarak siyaset biliminin nesnesi olarak gerçekliğin ve edebiyatın gerçekliğinin üstünde başka bir doğru arayışı içine girmekle başlatılabilir. Bir soruya evet ya da hayır şeklinde bir cevap verebiliyorsak ve bu cevap yeterli ise bu sorunun aradığı doğruluk arayışına ‘kifayet edici doğruluk’ denmektedir. Diğer doğru arayışı ise, net bir cevapla ilgilenmemektedir. Bu sorular, ancak ‘daha doğru’ veya ‘daha az doğru’ cevaplarına muhatap olmaktadır. Bu ikinci kategorideki doğru arayışına ‘deşici doğruluk’ denilmektedir.144

Kifayet edici doğruluk arayışına yönelik sorulara örnek olarak tarihte yaşanmış savaşlar verilebilir. II. Dünya Savaşı yaşanmış mıdır? Bu konuda bir uyuşmazlık yoktur. Bu savaşın nedenleri konusunda ise aynı netlikten bahsedilemeyecektir. Savaşların nedenleriyle ilgili bir doğruluk arayışı ise deşici doğruluk niteliğindedir. Bu nedenler üzerinde düşünmek, nedenleri araştırırken yorum yapmak ve yorumlar neticesinde bir gerçeklik inşa etmek edebiyatın açtığı yeni bir alan sayesinde mümkündür.

144 Tzvetan Todorov’dan aktaran; Duygu Köksal, “Sosyal Bilimlerin Kıyısında Edebiyat”, Sempozyum Bildirileri Sosyal Bilimleri Yeniden Düşünmek içinde, Metis Yayınları, İstanbul, 2008, s.222.

81

Edebiyatın politik eleştiri gücünü kurmaca/gerçeklik veya toplumsal/metaforik gibi ikilemlerin ötesinde açtığı üçüncü bir alandan aldığını belirten Duygu Köksal edebi metinlere farklı sorularla yaklaşılması gerektiği kanaatindedir.

“Soru şu: Metin neden yazıldığı anda böyle kurgulanmış?

İlginç olan soru metnin gerçeğe ne kadar tekabül ettiği sorusu değil.

Metnin içinde gerçeklik dediğimiz şey ne ölçüde yeniden kurgulanabilmiş ya da gerçeklik etkisi nasıl sağlanabilmiş? Metnin eksiklikleri, tutarsızlıkları neler ve neden tam da bu eksiklikler ve tutarsızlıklarla yüklü bir metin elimizdeki? Bir adım daha ilerlersek, bize toplumsal/tarihsel olan hakkında neler söyleyebilir bu eksiklik ve tutarsızlıklar? Neden gerçekler çarpıtılmış eğer çarpıtıldıkları iddia ediliyorsa?”145

Edebiyatın belli bir tarihsel aşamada şekillendiği ve okurun da onu belli bir tarihsellik içinde okuduğu ve yorumladığı düşünülürse kurmaca/gerçeklik ikileminin ötesinde bir tarihsel/toplumsal anlamın inşa edildiği görülecektir. Bu anlamın inşası elbette edebi metne

‘Ne?’, ‘Nasıl?’ gibi soruların yerine ‘Neden?’ sorusunu sormakla mümkündür. Edebi metnin içinde oluştuğu tarihsel bağlamı anlamamıza ve okurun içinde bulunduğu bağlam üzerinde düşünmesine imkân sağlayacak yöntem, edebiyatın kurduğu bu üçüncü bilgi türünün çoğaltılmasından geçmektedir.

“Edebi eseri tarihsel bilgi kaynağı ve gerçekliğe tekabül eden bir belge olarak okumanın sosyal bilime büyük katkısı olacağını söylemek güçtür. Fakat var olan anlatıları, belgeleri farklı anlayabilmemize yardımcı olduğu ölçüde de sosyal bilimler için önemlidir. Verdiği rahatsızlık, getirdiği sorulardır edebi yazını önemli kılan. Bu anlamda da üçüncü bir tür bilgiden söz edilebilir.

145 D. Köksal, a.g.m., 2008, s.223-224.

82

Toplumsal/tarihsel olanın metaforik olandan ayrılmadığı, aksine bu ikisinin aslında aynı şekilde anlaşıldığı bir bilgi türü.”146

Gerçeğin, kuramın ve kurmacanın birbirleri arasında bağ bulunduğu ve edebiyatın gerçeklikten kopuk bir alanı temsil etmediği düşüncesi, bir anlamda, edebiyatın özerk bir alana sahip olmadığı düşüncesini ima eder. Sosyal bilimlerde yaşanan son tartışmalar göstermektedir ki, kendi özerkliklerini ilan etmiş disiplinler arasındaki ilişkinin niteliği değişmiştir. Artık ‘disiplinler arasılıktan’ değil ‘disiplinler aşırılıktan’ söz edilmelidir.

Disiplinler aşırılık terimi disiplinlerin kendi aralarında yaşanan geçişliliğin-sirayetin-sızmanın ortaya çıkardığı yeni bilgi türünü ifade eder. Bu yeni bilgi türü göçebe bir bilgidir. Disiplinleri katederken kendi bilgiselliğini kaybetmemekte ve bu sayede yatay geçişliliğini tamamlayabilmektedir.147

Edebiyat, ele aldığı konular itibarıyla siyaset bilimine bir bilgi kaynağı sağlayacaktır fakat bu bilgi göçebe bir bilgi olacaktır. Sosyal bilimlerin çeşitli disiplinleri arasında gezecek ancak hiçbir disipline kendini teslim etmeyecektir. Bu sayede, disiplinlerin iddia ettikleri farkları vurgulayacaktır.