• Sonuç bulunamadı

Doğu Avrupa Ülkelerinde Konut Alanlarının Yeniden Üretimi

4. SOSYALİST SİSTEMDEN KAPİTALİST SİSTEME GEÇEN ÜLKELERDEN

4.2 Doğu Avrupa Ülkelerinde Konut Alanlarının Yeniden Üretimi

Batıda, özellikle 1970’lerden sonra kentlerin ekonomik anlamda yenilenmesi ile kentsel alanların yeniden üretimi/yenilenmesi/dönüşümü merkezi yönetim tarafından stratejik olarak desteklenen ve konu ile ilgili politikaları yönlendiren temel düşünce olarak kabul edilmeye başlanmıştır (Ruoppila, 2004). Dolayısıyla II. Dünya Savaşından sonra batı kentlerdeki çöküntü alanlarına hızla eğilirken, sosyalist ülkeler rehabilitasyon çalışmalarının hemen ardından yeni yerleşim alanları üzerinde çalışmışlar, kentin çeperlerinde uydu kentler oluşturmuşlardır.

1990’lara gelindiğinde kentsel yeniden üretim tüm dünyada olduğu gibi sosyalist ülkelerde de önem kazanmaya başlamıştır. Özellikle kent içi alanlarda mevcut olan yapıların ağırlıklı olarak sosyalist sistemin başlarında henüz sistemin kaynakları daralmaya başlamamışken inşa edildikleri düşünülecek olursa oldukça harap ve sıkıntılı bölgelerin bulunduğunu tahmin etmek hiç de güç değildir. Bilindiği üzere 1990’ların başlarında Doğu Avrupa ülkeleri birer birer sistemlerini değiştirirken, Eski Yugoslavya dağılmıştır. Yeni oluşan demokrasiler genç olmakla birlikte var olan durumun farkında olmuşlardır. Zira sadece bakıma ihtiyacı olan, standartlarının iyileştirilmesi gereken alanların haricinde bir de temizlemeleri gereken savaşın izlerini bulunmaktadır. Bu anlamda sosyalist sistemden kapitalist sisteme geçen ülkelerde ekonomileri ile paralel olarak çeşitli kentsel dönüşüm programları yürütülmüştür. Yeni demokrasilerde de durum farklı değildir. Ancak onlarda uluslararası yardımların katkıları büyük olmuştur.

Ancak özellikle bugün ortaya çıkmış olan yeni emek–üretim ilişkileri ile toplumsal ilişkiler ve bu ilişkilerin tanımladığı yeni iş bölümleri var olan pek çok kavramın yeniden kodlanarak yeni anlam ve fonksiyonlar kazanmasını söz konusu ülkeler için de gerekli kılmaktadır. Özellikle de yeni yönetim akımları ve yerel üretim sistemlerinin ortaya çıkması yerel yönetim kavramının, sadece yerel örgütlenme biçimi veya teknik bir yapılanma olarak ifade edilmekten çok toplumsal ve siyasal düzen ve ilişkilerin bir yansıması olarak tanımlanması gerektiğini ortaya koymaktadır (Turgut, 2004).

Günümüz siyasal söyleminde yerini alan “governance” kavramının Türkçe karşılığı yönetişim olarak adlandırılmış ve öyle kullanılmış durumdadır. Yönetişim Tekeli (1999)’a göre kısaca, açık hiyerarşik ilişkiler içinde olmayan çok aktörlü bir sistemin yönetilmesi ya da yönlendirilmesi olarak tanımlanmaktadır. Bu anlayış toplumlarda bir yönlendirmenin olanaklı oluşunu savunurken, toplumun seçimler yoluyla başa getirmiş olsa bile tek bir güç tarafından yönetimini aslında kabul etmemektedir. Bunun yerine değişik aktörlerin karşılıklı etkileşmelerle gerçekleştirdiği bir birlikte yönetim arayışıdır (Tekeli, 1999; Tosics ve Dukes, 2005).

Bu anlamda yerel yönetim yerini yönetişime devrederken temel bazı değişikliklere sahne olmaktadır. Bunlar;

• Genel politikaların yerini hedeflenmiş politikaların alması, • Politikanın düzenlenmesinde yükümlülüklerin artan kullanımı,

• Üretilen çalışmaların birer üniter proje organizasyonuna dönüştürülmesi,

• Konut kullanıcılarının, kentlerin ve mahallelerin yetkilendirilmesine odaklanılması’dır (Marissing, Bolt ve Kepmen, 2006)

Yukarıda sıralanan değişikliklerle yerel yönetim çalışmalarının ölçeği ve amacı yeni ilişki biçimlerinin yönetilmesi ya da yönlendirilmesi ile dönüşüme uğramaktadır. Denilebilir ki; bu sayede yönetişimin organizasyonel yapısı daha bütüncül olmakla birlikte üretilen farklı projeler bağlamında değişken de olabilmektedir. Yönetişim bu anlamda gücünü sadece yetki alanından değil, aynı zamanda birlikte çalıştığı çok sayıda aktör ve ortaklıklarından da almaktadır (McGuirk, 2000).

Doğu Avrupa ülkelerinin kapitalizm deneyimlerinde sistemlerine katılmış olan yeni aktörler ve roller aslında kapitalist sistemin hemen her ülkede ortaya çıkardığı aktörlerden farklı değildir. Bu ülkelerde konut alanlarının yeniden üretiminde rol alan/alacak olan aktörler ise tüm kapitalist sistemlerdekiler gibi sistemde var olan aktörlerin ortaklıkları üzerinden yürümektedir.

1990’ların ilk yarısında gerçekleştirilmiş olan kentsel yeniden üretim örneklerinin post- fordizmi refere eden stratejiler bağlamında gerçekleştirilmiş olduğu söylenebilmektedir. Özellikle bu Doğu Berlin gibi ekonomik gücü nispeten daha iyi olan ülkelerde hızlı dönüşüm için tercih edilmiştir. Ancak bu yaklaşım, beraberinde soylulaşmayı getirmiştir. Konut standartlarının yükselmesi bakımından oldukça pozitif olduğu düşünülmekle birlikte, konut kullanıcılarında, yapının hem çevresine kattığı ek değer ve hem de yapının yeni değeri nedeniyle değişiklik olmuştur (Holm, 2006).

Bunun yanı sıra Macaristan Budapeşte’de yapılan kentsel yeniden üretim çalışmaları ise ekonomik yetersizlik nedeniyle daha yavaş ilerlemiş ve ilerlemektedir. Zira özellikle sosyalizmden kapitalizme geçen ülkelerde ‘kentsel yeniden üretim’ olgusu oldukça zor bir konudur. Üstelik bu zorluk sadece ekonomik yetersizlikten kaynaklanmamaktadır. Yerel yönetimlerin bu konuda deneyimlerinin olmayışı, ortaklıkların kurulmasındaki güçlükler (aktörlerin maddi anlamda zayıflığından kaynaklanan), sivil toplum kuruluşlarının güçsüzlüğü ve özel sektörün az gelişmişliği sosyalizm deneyimli ülkelerde kentsel yeniden üretimin gerçekleştirilmesindeki başlıca zorluklardır (Tosics, 2007).

Buradaki bir başka temel zorluk olarak kullanıcının vatandaşlık hakkı olan projelere katılımının sağlanması da gösterilebilmektedir (Smith, 1999). Zira sosyalist dönemde

ulusların kültürleri karar mekanizmasında, üretimde hatta üretilmişi seçme noktasında dahi var olmama fikri ile oluşturulduğundan konu ile ilgili kırılmanın yaşanması ve demokratik sistemin algılanması ve alışılması zaman almaktadır. Özellikle kentsel yeniden üretim programlarında kullanıcı ana aktörlerden biri olmak durumunda olduğundan aktif rolün benimsenmesi önem kazanmaktadır.

Ancak tüm bu güçlüklere rağmen günümüzde Doğu Avrupa ülkelerinin kentsel yeniden üretim konusunda olumlu yaklaşımları olduğu ve çalışmaları önemle sürdürdüklerini söylemek mümkündür.