• Sonuç bulunamadı

‘Sevgide hem ben, hem sen, hem de biz varız.’ Sönmez Dizgeli öğretimin temel değişk enlerinden birinin sevgi olduğunu vurgulayan Sönmez (2004, 70), sevgiyi duyuşsal boyut içinde ifade etmektedir (Sönmez, 2003, 143). Dizgeli öğretimin, sevgiyi duyuşsal alan içinde ifade etmesinden ve genel olarak da sadece bilişsel alan değil, duyuşsal ala nı da ön plana çıkarmasından dolayı, öncelikle duyuş, duyuşsal alan, duyuşsal hedefler ve duyuşsal davranış gibi kavramlar üzerinde durmak uygun olacaktır.

Duyuşun genel kabul edilen bir tanımı olmasa da; duyuş, duygularla coşkularla ilgili akıl ve mantığın zıddı olarak anlaşılır; biliş ve mantığın zihinle, duyuşun kalple ilgili olduğu düşünülür. Bu geleneksel düşünceden farklı olarak, bilimsel araştırmalar duyuş ve bilişin eş zamanlı oluştuğunu ve insan davranışının hem bilişi hem de duyuşu içerdiğini göstermektedir (Bacanlı, 2006, 7). Bu sebeple eğitim – öğretimde hedefler belirlenirken duyuşsal alan mutlaka bilişsel alanla bağlantılı olarak ifade edilmektedir. Tekin (2000, 209) ise duyuşsal alandaki öğrenmelerin bilişsel alandaki öğrenmelerin sağlanmasında bir araç olarak kullanıldığını ifade etmektedir. Duyuşsal alanla ilgili en çok kabul gören sınıflamayı yapan Krathwohl ve arkadaşları da hedeflerin sınıflandırılmasında duyuşsal ve bilişsel alanın birbirinden ayrılmadığını, bu sebeple duyuşsal hedeflerin bilişsel hedeflere ulaşmak için aracılık edebileceğini ve tersinin de doğru olabileceğini vurgulamıştır (Bacanlı, 2006, 6). Her ne kadar bilişsel alan ve duyuşsal alan bu kadar içi içe ve birbirinden ayrılmaz olsa da eğitim ve öğretim programlarında duyuşsal alanın ihmal edildiği görülmektedir. Bu konuda Bacanlı (2006, 14) eğitim aşamalarında duyuşsal alanla ilgili hedeflerin yetersiz olmasının yanı sıra, alt hedef düzeylerine doğru gidildikçe bilişsel hedeflerin daha da ağırlık kazandığını belirtmektedir. Bu görüş aslında Krathwohl ve arkadaşlarının taksonomisine getirilen eleştirilerle bağlantılı olabilir. Bacanlı (2006, 90 -91)’nın ifadesiyle, bu eleştirilerin başında, taksonominin çok genel ve soyut olması, kategorilerin muğlak ve kullanımının zor olması ile kendini geliştirme, motivasyon gibi duyuşsal konuların bulunmaması gelmektedir. Duyuşsal alanla ilgili en fazla kabul gören bu taksonominin bile çeşitli eksikliklerinden bahsedilmesi ve hala duyuşsal alanla ilgili bilinmezliklerin, çelişkilerin

ve belirsizliklerin oluşması eğitimde duyuşsal davranışların ihmal edilmesini gerektirmemelidir.

Eğitimde duyuşsal davranışların ihmal edilmesiyle ilgili olarak getirilen açıklamaları Bacanlı (2006, 15 - 17) şöyle özetlemektedir:

- Duyuşsal hedefler konusunda u zmanlaşmanın zor olması,

- Duyuşsal hedeflerin somutlaştırılmasının (işlevsel bir şekilde tanımlanmasının) zor olması,

- Duyuşsal hedeflerin öğretiminin uzun süreceğinin düşünülmesi,

- Duyuşsal hedeflerin öğretiminin alışılmış öğretim yöntemleri ve eğitim pratikleri ile kazandırılmasının zor oluşu,

- Duyuşsal hedeflerin kazandırılmasının zor olması,

- Duyuşsal hedeflerin değerlendirilmesinin bilişsel hedeflere göre daha esnek olması,

- Duyuşsal hedeflerin değerlendirilmesinin alışılmış ‘başarı’ anlayışının dışında olması.

Tüm bu açıklamalara rağmen duyuşsal özellik ve davranışlar ihmale gelmeyecek kadar önemli değişkenlerdir. Duyuşsal özellik ve davranışlar duygu, tercih, seçim, inanç, tutum, beklenti, değer, ahlak ve etik kavramları, ilgi, özgü ven, herhangi bir şeyi sevme, ulusal ülkülere bağlılık, fikirlere karşı hoşgörülü olma, çevreyi aracı gereci temiz tutma, zamanı etkili kullanma ile çeşitli duygu ve davranış tarz ve eğilimleri vb. şeklinde sıralanırsa (Bacanlı, 2006, 10; Senemoğlu, 2005, 407) neden önemsenmesi gerektiği daha iyi anlaşılacaktır.

Öğrencilerde amaçlanan duyuşsal davranışların kazandırılması için öncelikle öğretmenlerin duyuşsal alan boyutunun güçlü ol ması gerektiğini vurgulayan Özmen (1999, 194), her türlü ilerleme ve geliş meye ortam sağlayan önemli bir duyuşsal alan boyutu olan ‘sevgi’ye, eğitimde gereken önemin verilmediğini ifade etmektedir. İnsan yetiştirmek gibi önemli bir sorumluluğu yerine getiren öğretmenlik mesleğinin, insan olmanın temel özelliği olan sevgi unsurun u göz ardı etmemesi gerekir (Özmen, 1999, 194).

Sevginin sözlük anlamı “İnsanı bir şeye veya kimseye karşı yakın ilgi ve bağlılık göstermeye yönelten duygu”dur(TDK,2009). Sevgi, ilgi, hoşgörü, karşıdaki kişinin hakkına saygı göstermek, korumak, tahammül g östermektir. Sevgi sayesinde kişi kendisini aşar; doğaya, çevreye ve tüm canlılara karşı duyarlı ve sorumlu olur. Sevginin

onarıcı ve koruyucu bir işlevi vardır (Özmen, 1999, 195) Bu sebeple sevginin, eğitim - öğretim alanında işe koşulması fayda sağlayacak tır.

Sevginin bulunmadığı eğitim ortamları korku, endişe ve sıkıntı yaratarak neşesiz, verimsiz ve sevimsiz bir eğitime yol açar. Sevginin hissedildiği eğitim ortamlarında ise neşeli, esprili, canlı ve güven veren bir havada, etkili öğrenmeler gerçekleşebilir (Özmen, 1999, 195). Sevginin güç, motivasyon, beğenilmek, güven, inanmak, dayanak, ihtiyaç, coşku, mutluluk ve insanın dayanabileceği en büyük destek olarak gören Değirmenci (2004,40,48); sevgiyi içinde hissetmeyenlerin başarılı olmasının zorluğunu, her başarının arkasında sevginin olduğunu ve sevilen konularda çok daha fazla başarı elde edileceğini vurgulamaktadır.

Sönmez (1997, 76-111) sevginin eğitim ortamında nasıl işe koşulabileceğin e ilişkin düşüncelerini maddeler halinde şöyle ifade etmektedir: 1)Sevgi duygu ve düşüncelerin paylaşılmasıdır. 2) Sevgi hoşgörüdür; fakat vurdumduymaz olmak, boş vermek değildir. 3) Sevgi kişinin kendini tanımasına ve yeteneklerini geliştirmesine yardım etmektir. 4) Sevgi saydam olmalıdır: Sevgide yalan, hile, iki yüzlülük, üçkağıt açma, kandırma, öç alma, kim duyma gibi duygulara yer yoktur. 5) Sevgi insanın önemli gereksinmelerinden biridir. 6) Sevgi merkezi hiçbir varlığı sürekli koymama, bencil olmama, her varlığın birbiriyle ilişkisini belirleyip bu ilişkileri tutarlıya doğru geliştirme, sorunların çözümünde kubaşık çalışmadır. 7) Sevgi tutarlı bilgiye dayalı, çoğulcu demokratik, özgür bir ortamda boy verip gelişebilir. 8) Sevgi bilgi ve duygunun incelmesi, tutarlı olması ve zenginleşmesidir. Dizgeli öğretimde sevgi ortamı, bu maddeler göz önüne alınarak sağlanabilir.

Eğitim ortamında duygu ve düşüncelerin rahatça paylaşılabildiği bir sevgi atmosferi için öğrenci - öğrenci ve öğrenci - öğretmen arasında sağlıklı bir iletişim sürecinin yaratılması gerekir. Ergin ve Birol (2005, 31), iletişim ile ilgili inceledikleri literatürden hareketle ulaştıkları bulgular arasında öğretmenlerin, neşeli, mutlu, ilgili, güvenilir, insancıl, sevgi besleyen, bireysel fark lılıkları önemseyen, hoşgörülü, anlayışlı ve olgun gibi özelliklere sahip olmaları gerektiğini ifade etmeleri bu görüşü destekler niteliktedir. İletişim ve etkileşim açısından bakılınca sevgiyi kelimelerle anlatmanın pek aydınlatıcı olmadığı fark edilir. S evgi hislerle ilgilidir. Sevgi, davranışlarda, hitaplarda, bakışlarda, dinlemelerde, gülümseyişlerde, üzülmelerde saklıdır. Sevgi her türlü etkileşimde ilgi, canlılık, heyecan ve mutluluk veren bir güç olarak gizlidir (Özmen, 1999, 195-196).

Sevgi, aynı zamanda Maslow’un ihtiyaç kuramında temel ihtiyaçlardan biridir. Fizyolojik ihtiyaçlar ve güven ihtiyaçlarından sonra gelen sevgi, aşamalılık gösteren bu kuramda üst basamaklara ulaşabilmede gereklidir. Eğitim ortamında sevgi ihtiyacı karşılanan bireyin ya d a başka bir değişle öğretmenini seven bir öğrencinin, o öğretmenin dersinde başarılı göstermesi, istenmeyen davranışlardan kaçınması olasıdır. Dikkat edilmesi gereken bir nokta, sevginin yerine baskı, korku ve şiddetin yaşandığı eğitim ortamlarında, öğrenc ilerin göstermelik bir saygı ve uyum içinde olabilecekleridir. Böyle bir ortamda öğrenci gerçek duygu ve düşüncelerini gizler. Uygun yer ve zamanda ise öğretmen ve derse karşı asıl yüzünü gösterir. Çünkü davranışların bastırılması değiştiği anlamına gelmez (Sönmez, 1997, 93). Bu durumda, önyargısız, öğrencilerin tümünde değer verildiği, fikirlerine saygılı olunduğu hissettirilmelidir. Öğrenciyle ilgilenmek, mutluluk ve üzüntüsünü paylaşmak, konuşmak, öğrencinin sorunları hakkında bilgi edinmek, sorunları çö zmede yardım edici bir tutum sergilemek gibi insani yaklaşımlar öğrencilerin okula ve öğretmenlere karşı güçlü -olumlu hislerin oluşmasını sağlayacaktır (Özmen, 1999, 196 -197).

Sevginin hoşgörü olduğunu söyleyen Sönmez (1997, 82 -83) sınıfta istenmeyen davranışların ortadan kaldırılmasında da öğretmenin hoşgörülü ancak vurdumduymaz olmayan yaklaşımından bahsetmektedir. Sevginin hoşgörü ile olan ilgisi akla demokrasi kavramını getirmektedi r. Kişilerin görüş ve düşüncelerine saygı duyulan demokratik bir ortam, yapısı gereği insanların hoşgörülü olmasını gerektirmektedir. Demokratik sınıflarda bu hoşgörünün, yaratılması sevginin artarak büyümesini sağlayacaktır. Sevginin büyütülmesiyle ilgili olarak Özmen (1999, 198) sevginin sevgi ürettiğini; okulda, ailede ve ç evrede sevgi gören kişilerin, sosyal yaşamlarına da sevgiyi taşıyacaklarını ve sevgi ortamları oluşturacaklarını söylemektedir.

Sevginin gerçek anlamda egemen olduğu ortamlarda birbirlerine karşı tahammülsüz, hoşgörüsüz ve sabırsız ile gülümsemeyi ve iyi niyeti zayıflık olarak niteleyen insanlar olmayacaktır. Basit sebeplerle ya da bir anlık öfkeyle işlenen cinayetler, gasp ve hırsızlık gibi toplum huzurunu tehdit eden ve ahlaki yozlaşmaya götüren olaylar, ancak saygıyla beraber sevgiyi özümsemiş bireylerd en oluşan toplumlar tarafından engellenebilir.

2.1.2. YANSITICI DÜŞÜNME