• Sonuç bulunamadı

4.1. Pascal' ın Düşüncelerin Dini Boyutu

4.1.5. Din- Akıl Ayrımı

Pascal; hakikatin ilkelerini belirlerken aklı ve sezgiyi birbirinden ayrı iki alan olarak değerlendirmiş, ayrıca bu iki alanın objesinin de birbirinden farklı olduğunu göstermiştir. Gerçek hakikat ve mutluluğun otorite ile olacağını düşünen Pascal'a göre kişi, ilk günahtan önce Tanrı katında muhteşem bir yere sahip olup ve ilk günahla birlikte dünyaya atılarak sefil bir duruma düşmüştür. Bu nedenle insanın aklı ile hakikate ve gerçek mutluluğa ulaşmasını, mümkün görmemektedir.

Pascal akıl- kalp ayrımında bu iki yetiyi hiçbir zaman birbirine karşı ezeli düşman ya da rakip olarak değerlendirmemiş, aksine ikisinin ayrı alanlarından bahsetmiştir. Aklın hâkim olduğu alanın doğal alan olduğundan, dinin alanının doğaüstü alan olduğundan bahsetmiştir. Bu konuda Pascal 'ın dinin akla aykırı olduğunu ya da aklın dine aykırı olduğunu savunmuş olması düşünülemez. Bu

93

konuda “din akla aykırı değildir, aksine saygı ve hürmete değerdir”(Pascal 1966 : 34) , bunun yanı sıra “aklın emirleri herhangi bir otoritenin emrinden daha zorunludur; çünkü otoritenin emrine uymazsan mutsuz olursun; ama aklın emrine uymazsan aptal olursun”( Pascal 1966 : 260) diyerek de dinin akla aykırı olmadığını vurgulamaktadır. Aklın sınırlarının çizilmesi gerektiğini ve bu sınırlar içerisinde kalan aklın din ile çelişmeyeceğini herhangi bir aykırılığa düşmeyeceğini savunur.

Bu sınırı çizmesinin amacı, insanın akıl ile imana ulaşılamaması ve aklın rasyonel olarak dinden bağımsız temellendirilemez olmasıdır (Tüzer 2006: 68).

Leibniz de Pascal gibi aklın imana zıt olmadığını; ancak imanın bazı yönleriyle aklı aştığını düşünmektedir. Bu konuda; “akıl da tıpkı iman gibi Tanrının bir hediyesi olduğuna göre akılla imanın savaş halinde olduğunu söylemek, Tanrıyı kendi kendisiyle savaştırmak demektir” (Leibniz 1986: 56 ) der. İman aklın sınırlarının çok ötesinde olduğu için bu alan, doğaüstü bir alandır ve bu nedenle iman ile aklın objesi özü itibariyle bir sayılamaz.

Pascal dini kesinliğin; sevgi ve doğaüstü düzene ait olduğunu, aklın kendi başına bu düzeye ulaşamayacağını, aklın yapabileceği şeyin kendi sınırlarını belirlemek ve sonrasında kalbin sezgisini kuvvetlendirerek her daim yetersiz olan yardımcı delilli bir araya getirerek yolunu hazırlamak olduğunu savunmaktadır ( Cailliet 1944: 82). Doğal dine karşı olduğunu açıkça ifade eden Pascal’a göre din yani iman, Tanrı’nın inayet ve lütfü iledir; aklın lütfü ile değil ( Pascal 1966: 227).

Pascal, akıl ile imanın arasındaki sınırı çizmiş; imanın akla ait olan fenomenler dünyasında yetkin olamayacağını savunurken, aklın da iman alanı denilen doğaüstü alanda herhangi bir yetkinliğinin olamayacağından bahsetmektedir. Peki, aklın etkin olduğu alan ve imanın etkin olduğu alan neresidir? Akıl doğa bilimlerinde etkin iken bu alanda dinin ve imanın hiçbir yetkisi yoktur. Aynı şekilde din, doğaüstü alanda hüküm sürmektedir ki bu alanda da akıl ve bilimin hiçbir etkisi ve yetkisi yoktur.

Bilimsel akıl kendi sınırlı alanı içerisinde faaldir. Dini otoritenin bilim alanında etkisinin olmayacağı görüşünü savunan Pascal, dini ve bilimsel bilginin alanlarını ayırmaktadır. Bu konu da Tanrının en etkili olduğu ve en önemli yere sahip olduğu alanın teoloji olduğunu; ancak duyu ve akla dayanan alanda dinin hiçbir yetkisinin olmadığını öne sürer. Pascal; “duyulara ve akıl yürütmeye apaçık olan konularda otorite gereksizdir, sadece akıl onları bilmeye yeterlidir. Bunların her birisi ayrı

94

yetki gücüne sahiptir” der (Cailliet ,Blankenagel 1974 :51). Pascal'a göre inanan kişiler, doğadan ve doğa olaylarından kendilerine Tanrının varlığını ispatlama anlamında pay çıkarabilirken, inanmayan kişiler için böyle bir durum mümkün değildir.

Pascal, döneminde Tanrı kompleksi olarak kutsanan aklı tümden yadsımaksızın akıl ile vahiy arasında bir ilişki kurmaya yönelir ( Çetin 2015: 259).

İnsan akıl sahibi, düşünen bir varlık olmakla kalmayıp; aynı zamanda inanan bir varlıktır da. Pascal; düşünme işini akla, inanma işini ise kalbe yüklemektedir.

Buradan akıl ve kalbin, bilim ve dinin arasında bir çatışma olmasının aksine bir işbirliği olduğu görülmektedir. Akıl düşünür, kalp ise sezinler. Yani akıl ve kalp birbirini reddetmez. Akıl, belirli sınırlara sahip bir yetidir. Bu nedenle kendi sınırlarını bilmeli ve bu sınırlar içerisinde vazifesini yerine getirirken gücünün ya da sınırlarının yetmediği aşamada doğaüstü, metafizik alanda işi kalbe/ gönle devretmelidir. Sezgileme olmaksızın hakikate ulaşılamayacağını savunan Pascal' a göre sezgi; aklın ve gönlün iç gözü olan bilinçli bir yetidir ki duygular ve eylemler akıl süzgecinden geçerek gerçeklik kazanırken sezgi de aklın derinlere inmesine yardımcı ve kılavuz olur ki gerçekliğin bilicisi akıl iken bulucusu sezgidir ( Çetin 2015:260)

Kalbin, aklın kavrayamayacağı kendine özgü sebepleri olduğunu dile getiren Pascal, “Tanrıyı kavrayan akıl değil, kalptir; imanın ne olduğunun cevabı ise Tanrı kalp vasıtasıyla bilinir, akıl ile değil’’ ( Pascal 1966: 154) şeklinde açıklamıştır. Peki, Pascal' ın kalp dediği şey nedir? Kalp, matematik akıl yürütme yoluyla elde edilemeyen hakikatleri kabul eden entelektüel sezginin bir kabiliyeti/ yeteneğidir ( Kolakowski 1995: 145). Kalp, aklın ve duyuların kavrama noktasının üstünde olan şeyleri sezgi yolu ile kavramaya ve bilmeye yarayan bir yetidir. Son tahlilde diyebiliriz ki Pascal, dinin akla karşı olmadığını bilakis aklı dahi aştığını belirtmiştir.

İman ve akıl alanını da birbirinden ayırmıştır ki bu iki alanın birbirine karşı olmaması düşüncesinin yanında aklı imanın temelinde kullanılması gerektiğini düşünmektedir.

Pascal 'ın akıl ve kalp arasında yaptığı ayrıma eleştiriler yöneltmek mümkündür. Bunların ilki; Pascal, Tanrı' nın akılla kanıtlayamayacağı konusunda

95

haklı olabilir; ancak tanrının akılla değil kalple bilineceği konusu eleştiriye açık bir konudur. Çünkü aklın işleyişine dair bilgiye sahip olmamıza rağmen kalbin nasıl işlediğine ve mahiyetine dair herhangi bir bilgiye ya da tecrübeye sahip değiliz. Bu nedenle kalp ile elde edilen bilgilerin epistemolojik olarak kesinliğinden söz etmek mümkün değildir. Örneğin ağacın arkasında birisinin olduğunu seziyor olmam gerçekten birisinin orada olduğu anlamına gelmemektedir. Durum bu iken tanrının varlığı sezgi ile bilindiği için bize epistemolojik bir kesinlik vermez. Dolayısıyla kalp farklı bir duyu olarak kabul edilmiş olsa dahi doğrulanmadığı sürece bir bilgi vermeyeceği için kesinliğinden söz edemeyiz. Başka bir eleştiri ise; bilim ve din arasında yapmış olduğu ayrımın sonuçları hakkındadır. Mesela bilim ve din birbiri ile çatıştığında hangisini baz alacağız ya da mucizeler söz konusu olduğunda bilimin yetkinliğine zarar vermeden nasıl kabul edeceğiz? Bu ve benzeri sorular, söz konusu ayrım ile ilgili sorunları gündeme getirmektedir.