• Sonuç bulunamadı

DİYARBAKIR’DA ALTIN VE ALTIN İşLEMECİLİğİ

1815 yılında Amid’e gelen gezgin J. S. Buuckıngam’da kenti şöyle anlatır; “Şehirdeki esnaf, şallar, el beceri aletleri, her renkten pipolar, altın ve gümüş tabakalar yaparlar”(5). Diyarbakır’da 4 Aralık Dünya Madenciler Günü nedeniyle Maden Mühendisleri Odası tarafından ‘Bölge Madenciliğinin Değerlendirilmesi’ başlıklı bir panel düzenlendi. Maden Tetkik Arama (MTA) 10. Bölge Müdürü Ekrem Tosun, madencilik sektöründe bölgenin gelişme kaydettiğini, yeraltı ve yerüstü kaynakları bakımından bölge illerinde ciddi tespitler yapıldığını ifade ederek, “Kulp, Siirt, Bitlis’te altın yatakları tespiti yapıl- mıştır. Bu madenlerin tam manası ile işletilmesi halinde bölgeye ciddi anlamda katkı su- nacaktır” dedi.

Kuyumcular Çarşısı

Diyarbakır’ın Osmanlı Devleti sınırlarına girmesi ile Diyarbakır valiliğine atanan Hasan Paşa, kuyumculuğun yöredeki potansiyelini görünce “Kuyumcular Çarşısı’nın inşasına başlama emrini vermiştir. Kuyumcular Çarşısı’na Ulu Cami’ye doğru bir kol atarak Ketenciler Çarşısını da ilave ettirmiştir.

Kente sonraki yıllarda Özdemiroğlu Osman Paşa Vali tayin edilmişti. Osman Paşa’nın da gayretleriyle büyük maddi külfetlere girilerek yedi yılda tamamlanan kuyumcular çar- şısının açılış konuşmasında Ahmet Çelebi “Kuyumcular Reisliği ”ne getirmiştir. Olgun- luk döneminde Ahmet Çelebi tüm öğrencilerini yanına alarak on yıl sürecek iki essiz düzenleme gerçekleştirecekti. Bu bahçe betimlemelerinde yaprakların damarlarına, yem- işlerin kabuklarına ve içlerine çok güçlü bir ifade gücüyle değerli taşlar yerleştirmişti. Bir yıl sonra Bağdat’a götürülen bu çalışma görenleri hayrete düşürmüştü. Mevlana Cela- leddin Rumi’nin türbesindeki gümüşten yapılmış ikinci kapı tüm isçiliği ile Ahmet Çe- lebi’ye aittir.

1010 (Hicri) yılında yitirilen Ahmet Çelebi’nin sanatını, öğrencileri uzun yıllar ya- şatmaya çalışmıştır. Uzun yıllar boyu Ahmet Çelebi ve öğrencilerinin ürettiği broşlar, gerdanlıklar, kılıçlar, hançerler, mücevherler Ketenciler Çarşısı’nda satılmıştır. Diyarba- kır’ın “kuyumcu şehri” unvanını almak için bu noktada usta sanatçıların olması önemli rol oynamıştır. Evliya Çelebi Diyarbakır’ı kastederek ‘Kuyumcuları gümüş kap-kacak yapmada ve altıncıları taç ve mücevher yapmada benzersiz ustalardır’ demektedir (6). 1691’de Diyarbakır’da 8 sarraf, 3 gümüşçü vardı (7).

Cizye-Defterlerine Göre Diyarbekir’deki Meslekler ve altın ticaretiyle uğraşanlar hakkında bilgi(1691–1692 )

Bir yerleşim yerinde bulunan mesleklerin ortaya çıkarılmasında müracaat edilen kaynak- lardan birisi de cizye defterleridir. Bu itibarla ele alınan defter, Diyarbekir’de 1691 yılında hangi meslek gruplarının bulunduğu konusunda son derece faydalı bilgiler sunmaktadır.

Bu defterde yer alan meslek isimlerinin, itibariyle. Basmacı, boyacı, semerci, katırcı, çulcu çizmeci, odabaşı, börekçi, taşçı, kazancı, kavukçu, paçacı, kebapçı gibileri Türkçe meslek isimleridir. Mimar, habbaz (ekmekçi), hayyat (terzi), hariri (ipekçi), mutaf (kıl dokucu), haddad (demirci), debbağ (deri yüzücü), ‘allaf (yemci), sarraf, hallac (pamuk tarakçı) gibi Arapça olan yaygın meslek isimleri yanında, zerger (kuyumcu) gibi… Def- terde, altıncılık yapanlar için “zerger” tabiri kullanılmıştır. Demek ki o dönemde sarraflar altın ticareti değil, akçe ticareti ile meşgul idiler (14).

Diyarbekir’de XVII. yüzyılın sonlarında en yaygın mesleğin çulculuk olduğu görül- mektedir. Çulculuğu debbağlık, basmacılık, boyacılık, kassarilik, sellahlık izlemektedir. Mensubu son derece az olan meslekler de vardır. Mesela, 1 meş’aleci, 2 sarraf, 1 hekim, 1 mimarbaşı, 2 kaçakçı mevcut idi. Kaçakçı ve sarrafların ikisi de Yahudi idi. Yahudilerin meşgul oldukları meslekler ve bu mesleklerde çalışanların sayısı şöyle idi: Tacir 2, çerçi 20, ‘attar 14, penbeci (pamukçu) 4, çizmeci 4, bezzaz 4, kaçakçı 2, kalcı 6, kavvaf 1, eskici 15, keçeci 1, babuci 2, helvacı 1, sarraf 2, koltukçu 1, kalgâr 1 olmak üzere yekûn 80 nefer idi. (8) 1732 Diyarbekir Şeriyye sicillerine göre Müslüman ve hıristiyan kuyumcu esnaf gruplarının olduğu, Müslüman kuyumcu esnafının şeyhi Hayrullah b.İbrahim’in olduğunu görüyoruz.(32)

Geçmişte Ermenilerin, Süryanilerin katkılarıyla kuyumculukta büyük söz sahibi olan Diyarbakırlı altın ustalarının izlerini sürdüren büyük atölyeler sanki bizleri geçmişe bağlayan birer köprü gibidirler (8). Konya’daki Mevlana türbesinin ikinci kapısı, Bağdat’taki İmam-ı Azam türbesinin altın ve gümüş işlemeli kapısı ile avize, şamdan ve kandilleri Diyarbakır’da yapılmıştır (9). Günümüzde de kuyumculuk Diyarbakır’ın en önemli sektörlerinden biridir. Diyarbakır hasırı meşhurdur. Ancak altın isçiliği yapan atölyeler eskiye nazaran parmakla sayılacak kadar az sayıdadır. Su anda bu mesleği yürüten Hüseyin Acemoğlu’nun öğrencisi Celil Şengül Usta Diyarbakır’a özgü olan hasır işletmeciliğini yapan tek ustadır. Celil Şen- gül’ün anlattıklarına göre kuyumculuk sanatına emeği geçen birkaç sanatçı söyle sıralanabilir: Abdülçelik Şengül, İbrahim Özçelik, Hüseyin Acemoğulları ve Abdulgafur Can.

Kuyumcular Çarşısı

Diyarbakır’ın en ünlü el sanatı ürünlerinden biri, altından yapılan ve hasır adı verilen bileziklerdir. Diyarbakır gelinleri hasırlarıyla tanınırdı. Bu bileziklerin nasıl yapıldığını görmek için çarşıdaki bir kuyumcuyu ziyaret ediyoruz. Hasır bilezik, 31–32 mikron in- celiğindeki altın tellerin ilmek ilmek örülmesiyle yapılıyor. Altın işçiliği zahmetli ve in- celikli bir uğraş. Her gramı kıymetli olan malzeme titizlikle işlenip şekillendiriliyor. Altını biçimlendirmeye alışkın parmaklar tek bir bileziği ancak tam bir gün boyunca uğraşarak tamamlayabiliyorlar. Bu altın bilezik yöredeki kadınların en önemli süslerinden birisidir. Özellikle düğünlerde bu bilezikleri geline takmak adettendir. Çok zor durumda kalma- dıkça hasır bilezikler satılmamaktadır. Genelde anneden kıza ya da geline geçiyor ve ne- siller boyu ailede kalıyor. Oldukça zahmetli olan ve büyük bir ustalık gerektiren bu ürünler, gerek altın ve gerekse gümüşten Diyarbakır’daki atölyelerde büyük bir titizlikle üretilip birçok yöreye pazarlanır. Hasır bilezik, kemer, kolye, set, yüzük, rozet ve bilek- likler yurdun hemen her yerine gönderilir. Üretilen ürünlere yurt dışından da büyük ilgi gösterilmektedir. Tamamen el emeği, göz nuru olan bu Anadolu kültür birikiminin en değerli sanatlarından biri Diyarbakırlı ustalar tarafından, altın telleri parmaklarıyla nakış

Kuyumcular Çarşısı Ve Ürünleri

Diyarbakır’ın kuyumculuk pirlerine şu isimler örnek verilebilir: Celil Şengül, bdül- celil Şengül, İbrahim Özçelik, Sabri Özçelik, Nusret Babur, Yakup Tokmak, İlyas Hel- vacıoğlu, vs.

Diyarbakır altın işçiliğine şu misaller verilebilir: habbe (hab), kabartmacılık, döküm işçiliği, hasır bilezik, telkâri, kişniş, Celil Şengül usta hasır bileziğin nasıl yapıldığını an- latıyor; “Öncelikle altın eritilip silindirden ve haddelerden tel şeklinde geçirilir, burulur. Kalıplara sarılarak tek tek kesildikten sonra işlemeye geçilir. Bir bilezik boyu olduktan sonra örsün üzerinde çekiçler ezilerek anahtar vurulur, bilezik haline getirilip daha sonra nakış ve cila işlerine geçilir. Çeyrek altın zincire takılarak bileziğe tutturulur” (11).

Hasır bileziğin ustalık ve sabır isteyen pek çok yapım aşaması bulunuyor. Ön- celikle 24 ayar altın, bakır eklenerek eritiliyor. Bakırın eklenme miktarına göre 22 ve 18 ayar altın haline getiriliyor. Eritilirken altının çabuk erimesini sağlamak amacıyla içerisine

boraks ekleniyor. Eritilen altın kalıplara dökülerek, elde edilen tel haddeden geçirilerek istenen kalınlık veriliyor. Bu tel daha sonra bükme aşamasından geçiyor. Bükülen teller birbirlerine takılıyor ve tokmaklanıyor. Belli gramları oluşturan kalıplara sarıldıktan sonra yay şeklini alıyor. Makasla kesilen altın telleri, işleme safhasından geçiyor. Düz bir örs üzerinde çekiçle dövülen altın telleri 18-19 santimetre olarak kesiliyor. Sonra anahtar bölümü yapılıyor. Teller birleştirilerek yuvarlak haline getiriliyor ve anahtarı takılıyor. Bileziğin üzerine yapılan ince çizimlerin yapıldığı kalem aşamasından sonra bileziğin ci- lası ve parlatma işlemi yapılıyor. Usta elden bir hasır bilezik bir günde çıkıp, kuyumcu dükkânlarının vitrinlerini süslüyor (13).

Diyarbakır’ın hasır bileziğinde 85, 95 ve 100 mikron ölçülerinde tel kul lanılır. Bile- ziğin standart boyu 18, 5 cm olarak belirlenmiştir. Hasır bilezik yapımı önce istenilen mikron ölçüsündeki altın tellerin hazırlanması ile başlar. Daha son raki aşamada altın tel bir malafa üzerine sarılır. Dikdörtgen biçimindeki malafa üzerine telin sarılmasından sonra, sarılan teller enine kesilir. Ortaya bir ucu kesik dikdörtgen biçiminde bir sürü halka çıkar. Bu parçalar iç içe geçirilir ve açık uçları teker teker kaynakla birleştirilir. Daha sonra teller penseyle bükülür ve örsün üzerinde çekiçle dövülür. Bilezik malafa üzerinde tekrar dövülür ve elle bükülerek normal bilezik görünümüne gelir. Bileziğin anahtarı kalem işiyle süslenir. Diyarbakır hasır bileziğinin iki ucunu birleştiren ve yörede de diğer yer lerde olduğu gibi kaş olarak adlandırılan anahtardaki motif, bu bileziği diğerlerinden ayıran en önemli özelliğidir.

Diyarbakır kuyumculuğunun bir diğer önemli tarzı da kişnişli ve hablı ger danlıklardır. Halka halindeki altın tellerden oluşan çiçek motifli zincir ve bu zin cirlerden sarkan kü- relerle çok zarif bir görünüme sahip olan Diyarbakır ger danlıklarının küçük kürelerle süslü olanı kişniş büyük kürelerle süslü olanı ise hab adını alır. Diyarbakır’da ustalar takı

dırlar. Gerdanlık önce zincir yapımıyla başlar. Zincir yapımı için dört küçük halka çiçek görünümünde birleştirilir. Çiçek görünümü alan ve dört halkanın birleşmesinden oluşan her bir parçanın ortasına ön kısmında görünecek yerine yıldız, arkasına daire biçiminde pullar yerleştirilir. Her bir parça tellerle birbirine bağlanır. Yaklaşık 23 adet dörder halkalı parçanın birleşmesinden oluşan zincird en sarkan içi boş küreler özel bir kalıp kullanarak elde edilir. İki parçadan oluşan kalıpların iç kısımlarında kapandıkları zaman birbirleri- nin üzerine rastlayacak şekilde yan yana dizilmiş ufacık yarım küreler biçiminde yuvalar bulunur. Yuvarlak kesitli bir tel tavlanarak alt kalıptaki yuva dizisinin üzerine yatırılır. Daha sonra üst kalıp yerine yerleştirilir. Alt kalıp üzerine oturtulan üst kalıp kuvvetli bir çekiç darbesiyle dövülür. Baskı altında kalan kalıbın içindeki tavlanmış tel yuvaların şek- lini alarak küre haline getirilir. Kişniş ve habların kul lanıldığı yüzükler ve bilezikler de yapılabilir (10).

“Diyarbakır’a özgü ve bilinen çeşitli ürünlerimiz var. Bunları; kişnişli, incili, hablı, çeyrekli ve hasır bilezik, hablı ve kişnişli kolye, döküm yüzük, telkâri, oymacılık ve altın harf ve oyma işleri olarak sayabiliriz. Hablı, çeyrekli ve hasır bilezikler en çok rağbet gören ürünlerimizdir. Bu ürünler ustalık isteyen pek çok aşamalardan geçiyor. Örneğin bir hasır bilezik yapmak için önce kalıplara altın dökülür. Elde edilen tel haddeden geçirilerek iste- nen kalınlık verilir. Bu tel daha sonra bükme aşamasından geçer. Bükülen teller birbirlerine takılır ve tokmaklanır. Düzeltme işleminden sonra daha önce hazırlanan bilezik anahtarı takılır. Bileziğin üzerine yapılan ince çizimlerim yapıldığı kalem aşamasından sonra ürün cilalanır. Bütün bu aşamalar ustasının bir buçuk gününü alır’’(11).

Diyarbakır’da SODES destekli altın işçiliği kursları mükemmel beyaz ve sarı altın ürünleri ortaya koymaktadır. Örneğin, Diyarbakır’da bulunan Kalkınma Bakanlığı Bakan Yardımcısı Mehmet Ceylan, Vali Mustafa Toprak ile birlikte SODES Projesi des- teği ile “Diyarbakır’ın Altın Ustaları Projesi’ni başarıyla tamamlayan 96 gence sertifika- larını dağıttı. Yine Diyarbakır Kültür Tanıtım ve Yardımlaşma Vakfı’nın (DİTAV) hazırladığı ve Valilik teklifi ile SODES bütçesinden desteklenerek, 1 yıldan bu yana devam eden “Diyarbakır’ın Altın Ustaları Projesi” sona erdi. Bütçesi 200 bin TL olan ve sokakta risk altında yaşayan gençlerin meslek sahibi edindirilmeleri için geçen yıl baş- lanan projede 130 genç 8 ay boyunca uygulamalı eğitim gördü. Mesleki eğitimlerini ba- şarıyla tamamlayan 96 genç ise sertifika almaya hak kazandı.

Diyarbakır’da SODES destekli altın işçiliği kursları mükemmel beyaz ve sarı altın ürünler ortaya koymaktadır.

Altın takılara örnekler:

Bilezik: Hala yaygın olarak kullanılan süs takısıdır: Hasır Bilezik, Paralı Bilezik

Küpe: Kulağa süs olarak takılan ve hala eski canlılığıyla kullanılan bir takı çeşididir Genelde yöreye özgü küpeler.

Kişnişli Küpe- Habli Küpe - Fiyonklu Küpe - Tut Küpe -Doktor Diş Küpe

Eyyün:Bir parça kumaş üstüne düzenli bir şekilde altın paralar sıralanır. Yapılan bu takı Kofi’nin üstüne, yani kaşın tam üstüne gelecek şekilde yerleştirilir,

hızma: Yörenin belli kesimlerinde kullanılan, bayanların sağ ya da sol burun deliklerine takılan bir takıdır. Genelde altın ya da gümüş olup, üzerinde mavi boncukta olabilir.

Kolye: Yörede yaygın olan ve fazlaca çeşidi bulunan bir boyun takısıdır.

habli Kolye-Kişnişli Kolye- İncili Kolye-Yapraklı Kolye- Kozanlı Kolye- Direkli Kolye- Badem Yapraklı Kolye

Beşibirlik: Beş altın lira değerindeki Osmanlı parasıdır. Yörede “Beşibiryerde” adı verilmektedir. En yüksek altın para sayılan takı, ip ya da kumaş parçası üzerine beş adet takılır ve öylece boyuna asılır (16).

Kişnişli bilezik hasır bilezik(DİKO 21)

hasır bilezik (DİKO 21) Kişnişli bilezik(Altınel kuyumculuk)

Diyarbakır kuyumcularından olan ünlü hasır bilezik ustası Celil Şengül’ün atölye- sinde hasır bilezik yapımı aşamalı olarak gözlemlenmiştir. Bu gözlem soncunda hasır bi- lezik yapımı şu şekilde özetlenebilir; bileziğin standart boyu 18, 5 cm olarak belirlenmiştir. Öncelikle 85, 95 ve 100 mikron ölçülerinde teller hazırlanmaktadır (Resim 1). (25)

İstenilen mikron ölçüsündeki teller hazırlandıktan sonra altın tel bir malafa üzerine sarılmaktadır (Resim 2). Dikdörtgen biçimindeki malafa üzerine telin sarılmasından sonra sarılan teller enine kesilmekte, bunun sonucunda ortaya bir ucu kesik dikdörtgen biçiminde halkalar oluşmaktadır (Resim 3).

Bu parçalar iç içe geçirilerek açık uçları kaynakla birleştirilmekte, bu işlemden sonra teller penseyle bükülerek, örsün üzerinde çekiçle dövülmektedir (Resim 4).

Resim 1. İstenilen mikron ölçüsün- deki altın tellerin hazırlanması

Resim 2. Altın tellerin sarılacağı çe- şitli ölçülerdeki malafalar

Resim 3. Bir ucu kesik dikdörtgen biçiminde altın halkalar

Resim 4. Altın halkalar iç içe geçiril- dikten sonra uçlarının kaynakla birleş- tirilmesi

Bilezik malafa üzerinde tekrar dövülerek elle bükülmekte ve normal bilezik görü- nümüne gelmektedir.

Bu işlemlerden sonra bileziğin anahtarı kalem işiyle süslenmektedir. Hasır bileziğin iki ucunu birleştiren ve yörede kaş olarak adlandırılan bu anahtar kısmındaki motif bu bileziği diğerlerinden ayıran özelliklerden bir tanesidir. Anahtar üzerindeki bu kaş motifi dağların arasından doğan güneşi simgelemektedir. (25)

Osmanlı döneminde kuyumcu ustaları genellikle lale, gül, Osmanlı dalı gibi çiçek motiflerini takılara uygulamışlardır. 1950’lerde göğüs iğnesi olarak tasarlanmış, kanatları

Resim 5. Kaynakla birleştirilen altın halkalar

Resim 6. Düzeltilen hasır bileziğin örsün üzerinde çekiçle dövülmesi

Resim 7. hasır bileziğin törpülenmesi Resim 8. hasır bileziğin diğer ucunun anahtar kısmının takılması

açık kuyruklu kuşlar yapılmıştır, günümüzde yapılmamaktadır.Öte yandan ‘yılanlı yüzük’ adı verilen yüzüklerin üstünde yer alan çift başlı yılan motifinin, bazen özellikle yılan fi- gürü oluşturabilecek şekilde tasarlandığı görülmektedir.Diyarbakır hasır’ının kilidi üze- rinde bulunan güneş motifinin ise güneşe tapanlardan esinlenerek yapıldığı söylenmektedir.(24)

hablı kolyeler

Kişniş ve hablı Gerdanlıklar: Diyarbakır kuyumculuğunda hasır bilezikten sonra en önemli geleneksel el sanatı ürünü olarak “kişniş” ve “hablı” gerdanlıklar gelir. Halka halindeki altın tellerden oluşan çiçek motifli zincir ve bu zincirden sarkan kürelerle çok

estetik görünen gerdanlıkların küçük kürelerle süslü olanlarına “kişniş”, büyük kürelerle süslü olanlarına ise “hab” adı verilir. Kişniş gerdanlık öncelikle zincir yapımıyla başlar. Zincir oluşturulmadan önce dört halka çiçek şeklinde birleştirilir. Çiçek görünümü alan ve dört halkanın birleşmesinden oluşan her bir parçanın ortasına ön kısmında görünecek yerine yıldız, arkasına daire biçimli pullar yerleştirilir. Daha sonra her bir parça tellerle birbirine bağlanır. Yaklaşık 24 adet dörder halkalı parçanın birleştirilmesi ile oluşan zin- cirden sarkan içi boş küreler özel bir kalıp kullanılarak elde edilir. İki parçadan oluşan kalıpların içi taşlarda süslenir. (27)

Başka yörelerde de görülüyor olmasına rağmen kişniş ve hablı gerdanlıklar ve diğer takılar Diyarbakır’a özgü farklı tel işi takılardır. Zincirli gerdanlıklarda küçük kürelerle süslü olanları ‘kişniş’, büyük kürelerle süslü olanları ‘hab’ adını alır. Zincir yapımı ise tel ile üretilmiş küçük halkacıklardan elde edilir. Bu ‘kişniş’ ve ‘hab’ adlı içi boş, deliksiz kü- recikler, tavlanmış tellerin bir çekiç darbesi ile yarım küre kalıpların içinde, kalıbın biçi- mini alması yoluyla elde edilmektedir. Delikli olanları ise ‘girdeli’ (girdeli kişniş, girdeli hab) adını almaktadır. (28)

Diyarbakır altın sikkeleri

Diyarbakır’da kesilen sikkelerin ilki Abbasi halifelerinden Ebu Muhammed Ali el— Muktefi Bi’llah döneminde m.902-907 ve m.904 yılında kesilen altın sikkedir.(18a)

Yavuz Selim zamanında 918 tarihli altın sikke basıldı (18b) Kanuni zamanında 25 sikke basıldı, 10 tanesi altın sikkedir(18c)

Kalemkârlık

Kadri Göral anlatıyor: “Hafızasındaki hazine değerindeki bilgilerle araştırmalarımın karanlıkta kalmış noktalarına ışık tutan Cemil Babür kardeşimin bana naklettiği kalem- kârlarla ilgili aşağıdaki yaşanmış olay, Diyarbakır’daki sanatkârların işlerinde ne denli mahir olduklarını anlatmaya yeter kanaatindeyim: Yıllar önce Beyrut’tan Diyarbakır’a bir kalemkâr gelir. (kalemkâr: Altın’a desen atan) Geliş nedeni ise, methini duyduğu Diyarbakırlı kalemkârlardan biriyle yarışmak ve onu alt ederek kendi ustalığını göster- mektir. Araştıra araştıra, soruştura soruştura İlyas Helvacıoğlu’nun oğlu Aydın Helvacıoğlu’nun kuyumcu dükkânına gelir. Dükkânda kısa bir sohbetten sonra elindeki sarı lirayı çıraklardan birine uzatarak:

-“Silindirden geçir sade yap!” der. (sade yapmak: Altının üzerindeki kabartmaları yok edip düz bir yüzey haline getirmek.) Sade yapılmış sarı lirayı nakışlayarak eski haline ge- tirir ve mağrur bir eda ile tezgâhın üzerine bırakır. Lübnanlının niyetini anlayan Aydın Helvacıoğlu çekmeceden çıkardığı bir sarı lirayı çırağına verir ve aynı ifadeyi kullanarak: -Silindirden geçir sade yap! der. Aydın bey, sade yapılmış altını sol avucunun içine alır ve dirseklerini tezgâha dayayarak Lübnanlıyla sohbete koyulur. Sohbet süresince gözü devamlı olarak Lübnanlının yüzündedir. Bir müddet sonra Lübnanlı zafer kazanmış bir kumandan edasıyla vedalaşmak üzere elini Aydın Helvacıoğlu’na uzatır. O an avucuna bir şey bırakıldığını hisseder, avucunu açıp bakınca silindirden geçirilmiş altın liranın üzerine yüzünün resminin nakşedilmiş olduğunu görür. Aydın Helvacıoğlu’nun kendi- sine fark ettirmeden sergilediği bu kalemkârlık karşısında saygıyla eğilir, takdirlerini sun- duktan sonra dükkândan ayrılır (12).

Cumhuriyetin ilk yıllarında kuyumcular

1974 yılında son Keldanilerden Yusuf Karadayı Kuyumcu atölyesinde (Osman Köker sergisi)

*Not: Aydın Helvacıoğlu’nun babası İlyas Helvacıoğlu ile ilgili olarak 1955 yılına ait “Büyük Modern Türkiye” dergisinde şu haber yer almaktadır: Diyarbakır’da kuyumculuk

Diyarbakır’da bu sanatla geçmiş, 13 yaşında iken işe başlamış, yarım asırlık İlyas Helvacıoğlu altı çocuğundan ikisini kendisi gibi mütehassıs olarak kuyumcu yetiştirmiştir. Türk sanatını çok uzakta bulunan yabancı devletlere de tanıtmak maksadı ile gene kendisi tarafından yetiştirilen kardeşinin oğlu halen Arjantin’de Eva Peron’da mağaza sahibidir. Helvacıoğlu 1936 yılından beri kıymetli sanat eserleriyle İzmir Fuarı’na iştirak suretiyle yerli ve yabancıların takdirine mazhar olmuştur; bu arada Sayın Cumhurbaşkanımız Celâl Bayar’ın geçen yıl İzmir Fuarı’nı ziyaretlerinde Helvacıoğlu’nun pavyonu dikkatini çekmiş ve vitrini dakikalarca tetkik etmiştir. Kendisine İlyas Helvacıoğlu’nun oğlu Aydın Helvacıoğlu izahat verirken diğer oğlu Ayhan HELVACIOĞLU, babası ile birlikte bu güzel anı mutlu bir şekilde izlemişlerdir (13).

1936 yılı kuyumculuk-Konyar (21)

Cumhuriyetin ilk dönemi kuyumcuları

İlimizin ilk sarrafları (kuyumcu) ise Konakçı ve Babur aileleridir. Konakçı Ailesi, altını işlemeyi ermeni ustadan gizlice günde bir altın vererek evlerinin kilerinde öğren- mişlerdir.(22)

1990 yılı meşhur kuyumcularına örnek verelim

Abdurrahman ve Kemal Çölbay, İsmail Yıldırım, Saffet Yardım, Halil söylemez, Yusuf Konakçı, Muharrem Pamuk’tur (23)

GÜNÜMÜZDE KUYUMCULUKTA CİDDİ hAMLELER Diyarbakırlı Kuyumcudan ‘Mem-U Zin’ Kreasyonu