• Sonuç bulunamadı

DİNİ ANLAMADA SEMANTİK METODUN ÖNEMİ

İnsanoğlu konuşma ve anlaşma, dini metinleri anlama ve yorumlama özelliğini sahip olduğu dille ve o dile ait kendisinde var olan kelime hazinesine göre kullanıp geliştirir. Düşüncelerini dilde, dil ile dilin imkânlarıyla oluşturur ve yine bu düşüncelerini o dilde, o dil ile o dilin imkânlarıyla başkalarına aktarır. Dil yetisi burada, insanın hem düşünebilmesini hem de konuşabilmesini mümkün kılan vasıtadır. Çünkü insanoğlu kelimeler olmadan düşünemediği gibi konuşamaz da. Ne var ki sözcükler gerçek anlamlarını insanoğlunun kendi deneyimleri ve ihtiyaçlarından alır ve onlar aracılığıyla gelişir. Bir sözcüğü gürültü ya da çiziktirmeden ayıran şey de onun anlamlı bir işaret olmasıdır. Bu sebeple kullandığımız dil tanıdığımız nesne ve olayları anlatmaya uygundur. Öyle ki sözcüklerin anlaşılabilir şeyler ya da işaretler olması onları nesnelerden çok öznelere yaklaştırır. Bu durum, olgu ve olaylar söze döküldüklerinde kendilerinden bir şeyler kaybedip kaybetmeyecekleri sorusunu akla getirmektedir. Acaba insan bir nesneye verdiği bir isimle o nesneyi ne kadar eksiksiz tanımlayabiliyor? Yoksa verilen isimle o

59

el-İnsan 76/8–10 60

Elmalılı, Hak Dini Kur’ân Dili, VIII, 5506 61

nesnenin sadece bir yönü mü anlamlandırılmış oluyor? Bir başka açıdan bakıldığında herhangi bir nesne için kullanılan bir isim zaman içerisinde anlam değişmelerine uğramış mıdır? Şeklinde akla gelebilecek sorular dilin, “sözcüklerin düzenleniş tarzıyla ilgili sentaktik yönü ile sözcüklerin ne anlama geldiği konusu üzerinde duran semantik yönü kadar, dili kullananlarla sözcükler arasındaki ilişki üzerinde duran, yani konuşma bağlamı denilen pragmatik yönünü de önemli kılmaktadır. Bu aşamada din dili üzerinde yapılacak derli toplu bir çalışma, mantıksal çözümlemeler yanında, ona tarihi, toplumsal, psikolojik ve pragmatik açılardan da bakılmasını zorunlu kılmaktadır.”62

Din dili gerek yapı bakımında gerekse birçok kelime ve ifadelerde toplumun diliyle, sosyal dille önemli ölçüde müştereklik içindedir. Bu müşterekliklere rağmen sosyal dilin dinden bağımsız olarak gelişmiş olan fonksiyonları din dili içinde aynı görevi icra et- mezler. Zira din dilinin mantıksal doğrulaması kadar onun anlam derinliği de sosyal dilin kendi kültürel seyri içinde gelişen ölçülerine her zaman uymayabiliyor. Bu bakımdan her özel alanda olduğu gibi din alanında da kendi öğreti mantığı üzerinde bir kavramsal çerçeveye ihtiyaç vardır. Ancak dilin sosyal ve kültürel gelişmelere bağlı olarak zaman içinde değişkenlik göstermesi, kavramların yıpranması, aşınması ve içeriklerinin farklılaşması sonucunu getirmektedir. Din dilinin kullanımı ile ilgili asıl sorun da bu noktada ortaya çıkmaktadır.63

Kur’ân dili kendi bütünlüğü ile kavranmayıp da sonraki asırlarda Arap dilindeki değişmelerin içine katılınca Kur’ân’daki kodları doğru açma imkânı elde edilememiş olur. Bununla beraber sosyal dildeki ve kültürdeki değişmelere rağmen somut objelerle ilgili kodların açımında isabetli kararlara varmak mümkündür. Örneğin "Onlara (düşmanlarınıza) karşı gücünüzün yettiği kadar kuvvet ve savaş atları hazırlayın”64 anlamındaki âyette "at" kodlamasını; onun açımına yardımcı unsurlar olan "düşman", "kuvvet" ve "gücünüzün yettiği kadar" göstergelerinin ilişkilerini dikkate alarak savaş uçağı ve füze diye açabiliriz.65

Kur’ân’da geçen bir sözcüğün anlamını tayin için herhangi bir sözlükte kayıtlı olan anlamları değil, Hz. Peygamber'in ilk hitab çevresinin o sözcükten ne anladıklarını tesbit etmek te önem arz eder. Muhammed Zerkânî'ye göre, bir müfessir, "lügat, nahv, sarf, belagat, kıssalar, nasih ve mensûh, hadisler, mücmel, mübhem ve mevhibe ilmi

62

Koç, Din Dili, s.24–25 63

Cebeci, Öğrenme ve Öğretme Sürecinde Dini İletişim, s. 231 64

el-Enfal 8/60 65

gibi ilimlere vakıf olmakla birlikte ayrıca, muhakkik ve müdekkik bir müfessirin, Kur 'ân 'ı, nazil olduğu asırda kullanılan mânâlarına göre de tefsir etmesi gerekir."66

Buradaki asıl sorun, sözcüklerin, Kur’ân'ın nüzulü sırasında delâlet etmiş oldukları manaları tespit etmenin mümkün olup olmadığıdır. Nitekim tefsir usûlü sahasındaki kıymetli çalışmalarıyla tanınmış bir âlim Emin el-Hûlî, bu konuda "mevcut lügatlerin bu işe kolaylık sağlayıcı ve yardım edici bir durumda olmadıkları"na işaret ettikten sonra şöyle demektedir:

“Bu sahada sahip olduğumuz en büyük lügatlerden, İbn Manzûr el-Mısrî’nin, Lisân’ul- Arabı bile, çağdaş lügatçilerin dediği gibi zaman itibariyle birbirine uygunluk arz etmeyen bilgilerin bir araya getirilmesi ile yazılmış olan bir eserdir. Bu sebeple, eserde, birbirlerinden birkaç asır farklı devirlerde yaşamış olan kimselerin metinleri yan yana zikredilmiştir. Mesela dördüncü hicri asrın başlarında yaşamış olan İbn Düreyd ile hicri yedinci asrın başlarında yaşamış olan İbn’ul-Esir yan yana zikredilerek, birincinin dile dair sözleri ile ikincinin dini sözleri mezcedilmeye çalışılmıştır. Yine mesela Firuzâbâdî’nin eseri olan el-Kâmûs’ul- Muhît, bildiğimiz gibi birbiriyle uyumu olmayan, ayrı ayrı ve birbirine zıt kültürlere ait bilgilerin özetidir. Aklî, felsefî bilgilerden, amelî, tıbbi bilgilere... Sonra lugavî, edebî bilgilere, oradan da itikâdî, dini bilgilere kadar, vb.”67

Lügatlerin durumu budur. Emin el-Hûlî, lafızların zaman içinde gösterdikleri değişiklikler konusunda, sabit olan bu gerçeğin tahkik edilmesi için lügatlerimizin hiçbir sûrette yardımcı olacak bir durumlarının olmadığını ifade etmektedir.

Şu halde, bir Kur’ân müfessirinin önünde, Kur’ân kelimelerinden birisinin ilk manasını öğrenmek istediği zaman, bunun için bizzat kendisinin bir araştırma yapmasından başka bir çare görünmemektedir. Bu çalışma kısa veya uzun, ne kadar bir zamana mal olursa olsun, bugün için mümkün olan yöntem budur.

Emin el-Hûlî, günümüz araştırmacılarının çetin sorunlarla karşı karşıya olduğunun farkındadır. Çünkü eldeki lügatler, sözcüklerin artsüremli karşılıklarını krono- lojik olarak kaydetmedikleri gibi kaydettikleri karşılıkların da hangi dönemde cârî olduklarına işaret etmemişlerdir. Dolayısıyla bir sözcüğün, Arapça'nın geneli içindeki değil sadece belli bir zaman dilimindeki anlamını tayin etmek için bile sabırlı çalışmaların yapılması gerekmektedir. Emin el-Hûlî, Ragıb el-İsfehânî’nin Müfredat adlı Kur’ân sözlüğünü takdir etmekle birlikte onun da yeterli olmadığına, bazı zaaflarla

66

Muhammed Abdü’l-Azîm ez- Zerkânî, Menâhilü’l-İrfân Fî Ulûmi’l-Kurân (thk., Mektebü’l-Bihûs ve’d- Dirâsât), I-II, Dâru’l-Fikr, 1. Baskı, Beyrut, 1996, II, 38

67

Emin Hûlî (1966), Tefsir ve Tefsir’de Edebî Tefsir Metodu, (ter. Mevlüt Güngör), İslâmi Araştırmalar Dergisi, Ankara, 1998, II, sy. 6, s.112

malul olduğuna dikkat çeker ve "Özellikle, bu asrın şu iddialı adamlarını utandırmalı ve üzmeli ki" der; "ellerinde bu eksik, hatta ibtidai Kur’ân lügatinden başka bir lügatleri yok !"68

İş başa düşmüş ve günümüzün Kur’ân araştırmacılarının öncelikle ve ivedilikle ciddi bir Kur’ân Sözlüğü hazırlamaları elzem hale gelmiştir. el-Hûlî, bu tür araştırmalar ortaya çıkıncaya kadar Kur’ân'ı tefsir edecek olanların yapmaları gerekenin, tefsir ettikleri âyetlerde geçen kelimeler üzerinde sabırla çalışmak olduğunu söylüyor.

Peki ama bu çalışma nereye kadar sürecektir? el-Hûlî’nin bu soruya verdiği cevap ta dikkat çekicidir. Bu çalışma, müfessir kelimenin lugavî manası hakkında bir tercihe varıncaya kadar, yani o mananın, Kur’ân'ın o âyetini Arabın ilk duyduğu zamanki bilinen manası olduğuna kanaat getirinceye kadar devam edecektir. Ona göre sadece bir kelimenin Arap dilinde ve belli bir dönemde ifade ettiği manayı bilmek te yeterli değildir; zira bu keli- menin, Kur’ân'da yer aldığı biçimiyle ne tür bir anlam kazandığını da bilmek gerekmektedir. Çünkü dili, dilin genel özelliklerini bilmenin yanı sıra, sözün sahibinin muradının da tayin edilmesi şarttır. Sözün sahibinin muradı bilinemediğinde, sözün, belli bir dönemde, yani o sözün tezahür ettiği dönemde ne anlam taşıdığı tek başına bir kıymet ifade etmez. Bu nedenle, sözcüklerin Kur’ân içerisinde yer aldıkları andan itibaren kazandıkları anlam içerikleri de ciddi bir tetkike tabi tutulmalıdır.

Müfessir böylece kelimenin lugavî manasının araştırmasını bitirdikten sonra, onun Kur’ân'da kullanıldığı mananın tespitine geçer. Onun Kur’ân'da geçtiği yerlerdeki manalarını araştırır. Böylece o kelimenin Kur’ân'da kullanıldığı manalar hakkında bir neticeye vararak bakar: acaba o kelime çeşitli tarihlerde ve çeşitli münasebetlerde aynı manada mı kullanılmış; yok eğer durum böyle değilse, Kur’ân'ın muhtelif yerlerinde kullanıldığı manalar nelerdir? İşte müfessir bu sûretle bir kelimenin lugavi manasından veya manalarından, Kur’ân'da kullanıldığı mana veya manalara ulaşır. Ve işte bütün bu araştırmalar neticesinde, O kelimenin geçtiği âyetteki yerinde ne manaya geldiğini gâyet emin bir şekilde tespit ederek tefsirini yapmış olur.69

Emin el-Hûlî’nin belirtmiş olduğu bu yöntem bize bir nevi semantik metodu çağrıştırmaktadır. Semantik de bir bilim dalı olarak, kelimelerin anlamlarını analiz eder, etimolojik kökten itibaren tarih boyunca kazandığı müştakların ve anlamlarının bir analizini verir. Böylece hangi anlamın sonradan girdiği, hangi anlamın çarpık ve kökten uzak olduğu kendiliğinden ortaya çıkar. Zaten, kelime anlamı itibariyle de “Semantik” kelimesi, Grekçe

68

Hûlî, Tefsir ve Tefsirde Edebi Tefsir Metodu, s.112 69

"semantike-semantikos" dan gelme bir kelime olup, "anlam veren, anlamlıdan, anlamını belirten" demektir. Buradan hareketle bir disiplin olarak "semiologie=anlam bilimi" anlamına gelir ki, Arapçada buna "ilmu'l-ma'nâ=anlam bilimi" terimi karşılık gelir.70 Kısaca Semantik, bir dilin temelini oluşturan kelimeleri ayrıntılı bir şekilde tahlil ederek, kelimelerin anlamlarını doğru anlama çabasıdır. Semantik'de esas olan, kelimenin bozul- mamış, esas kök manasını tespit etmektir. Bu kök manayı tespit edebilmek için de ne kadar yorucu olursa olsun, sabırla anlam analizi yapmaya devam etmektir.71

O halde bir kelimenin semantik analizini yapmak için takip edilecek yöntem nedir? İsmail Yakıt bu hususu şöyle açıklar:

“Bir kelimenin veya bir kavramın semantik analizini yapabilmek için ilkin o kelimenin veya kavramın etimolojisi bilinmelidir. Daha sonra semantik kurallar gereği tarih boyunca diğer anlamları ve o kelimeden üretilen farklı kelimelerin anlamlarını tespit etmek gerekir. Bu işlemlerden sonra etimolojideki anlam esas tutulmak kaydıyla hepsinde gizli olan bu kök mana aranmalıdır. Kök manaya uygun olmayanlar sonradan kazandırılmış anlamlardır. Uygun olanlar zaten semantik tanıma hazırdır. Semantik tanımlar esas itibariyle dilin mantık örgüsüne uygundur. Bu metodun (semantik), ilim olarak kuruluşu yeni ama varlığı dillerin ortaya çıkışı kadar eskidir.”72

Yukarıda verdiğimiz bilgiyi dilimize Arapça’dan geçen "Hikmet" kelimesi üzerinde örneklendirmeye çalışalım. "Hikmet" kelimesinin kök harfleri "H-K-M" dir. Bu kök etimolojik olarak "Devenin dizginlerini tutmak, taşkınlığına mani olmak" anlamındadır. Buradan anlaşılıyor ki bu kök kısaca "engel olmak" anlamındadır. Bu kökten türeyen kelimeler şayet bu kök anlamı ihtiva edecek bir tanıma müsait iseler, türeyen ile kök arasında semantik bağ vardır denir. Şayet böyle bir bağ tesis edilemiyorsa o zaman tanımda bir hata vardır ve o tanım sonradan kazandırılan bir tanımdır denir. Şimdi "H-K- M" kökünden gelen müştakları verelim ve onların semantik tanımlarını gösterelim:

Hâkim: Zulme engel olan.

Mahkeme: Zulmün engel olunduğu yer. Hekim: Hastalığa engel olan.

Hakem: Kuralsızlığa engel olan.

Tahkim: Yıkılmaya, çökmeye engel olmak. İstihkâm: Düşmanın ilerlemesine engel olmak.

70

İsmail Yakıt, Kur’an’ı Anlamak, Ötüken Neşriyat A.Ş., 2. Baskı, İstanbul, 2005, s. 17 71

Gezgin, Tefsirde Semantik Metod, s. 107–108 72

Hükümet: Anarşi ve kanunsuzluğa engel olmak. Hâkim: Sapık fikir ve inançlara engel olan.

Hikmet: Sapık fikir ve inançlara engel olma, dalâlete engel olan bilgi.

Görülüyor ki, "hikmet" kelimesi "hakikat dışı olan ve kişiyi dalâlete sevk eden her şeyi engelleyen bilgi veya iksir"e ad olmaktadır. Buna ister ilham veya vahiyden kaynaklanıyor diyelim isterse ilim veya felsefeden kaynaklanıyor diyelim fark etmez.73

Semantik için son derece önemli olan kelimelerin etimolojisi, aynı zamanda o kavmin öz kültürünü yansıtır. Mesela eski dilcilerin şu sözü meşhurdur: Arapça deve dilidir. Deveden örneği olmayan bir kelimenin muarrap (arapçalaşmış, yabancı) olduğu düşünülebilir. Türkçe ok, yay ve at dilidir. Kelimelerin etimolojilerinin bunlarla ilişkileri veya bunlardan örnekleri olmalıdır. Grekçe deniz dilidir. Denizcilik veya balıkçılıktan ör- nekleri olan kelimelerle mücehhezdir. Semantik bağ kurulurken cisimden isme, isimden mefhuma geçişte bu özellikler önem taşır.

Konuyu Kur'ân açısından ele alırsak meselenin ne kadar önemli olduğunu rahatlıkla görebiliriz. Kur'ânî kavramların semantik analizleri, Kur'ân'ı çok daha iyi ve doğru anlamamıza yarayacaktır. Bu hususa bizzat Kur'ân işaret etmektedir. Kur'ân'da birçok kere geçen "lisânen arabiyyen", "Kur'ânen arabiyyen" tabirleri, bir yandan Kur'ân'ın Arapça olduğunu vurgularken diğer yandan da Arapça’yı bir lisan haline getiren temel veya köke dayanıldığında daha iyi anlaşılacağını ima etmektedir. Çünkü onun Arapça olduğunu vurgulamak muarrap olmadığını ispat etmektir. Bunun için de öz Arapça’da kelimenin kökünü aramaktır. Tabiri caizse kelimelerin deveden örneklerini bulmaktır. Dolayısıyla semantik bağları oluşturmaktır. Öyleyse semantik metod Kur'ân'ın metodudur. Zaten Kur'ân diğer yandan kendi sistematiği içinde âyetleri birbiriyle tefsir etmekte, bir âyete verilen anlamın diğer âyetlerle tevfiki vurgulanmakta ve insanoğlu âyetler üzerinde tefekküre davet edilmektedir.74

Kur’an’ı Kerim’de kelimelerin semantik değişimiyle ilgili olarak örnekler bulmamız mümkündür. Örneğin (ﺮْﻔُﻜﻟا - el- Küfr) kelimesi: Aslında, “bir şeyi örtmek, gizlemek ve kapatmak” mânâlarına gelmektedir. Nitekim lügat kitaplarında aslî mânâ (ﺢﺘﻔﻟﺎﺑ ﺔﯿﻄﻐﺘﻟا ُﺮْﻔَﻜﻟا) şeklinde ele alınır.75 Bu münâsebetle geceye de (ﺮِﻓﺎﻜﻟا) adı verilmiştir. Bu aslî mânâsından sonra Kur'ân-ı Kerim, bu kelimeyi Cenâb-ı Hak'kın birlik ve varlığını kabul etmeyen, onun sayısız nimetlerini tanımayan ve onları gizleyen kimseler hakkında

73

Yakıt, Kur’ân’ı Anlamak, s.20–21 74

Yakıt, Kur’ân’ı Anlamak, s. 20–22 75

Muhammet b. Ebi Bekr b. Abdü’l-Kadir er- Râzî (666), Muhtâru’s-Sıhâh, Mektebetü Lübnan, Beyrut, 1996, s.504

kullanmıştır. Şu halde kâfirler, Allah'ın mevcudiyetini isbâta kâfi gelen bütün delilleri sanki örtüp gizlemişlerdir.

ine (ةﻼﱠﺼﻟا - es-Salât) kelimesi: Aslında “dua” manasınadır. Nitekim Cenâb-ı Hak'kın: “ْﻢُﮭﱠﻟ ٌﻦَﻜَﺳ َﻚَﺗَﻼَﺻ ﱠنِإ ْﻢِﮭْﯿَﻠَﻋ ﱢﻞَﺻَو - Onlara dua et, çünkü senin duan onlar için bir güvendir”76Âye-t-i Kerime’sindeki (ﱢﻞَﺻ) bu mânâyadır. Daha sonraları Kur-ân-ı Kerim onu, tekbirle başlayan ve selâmla sona eren “namaz”a isim olarak vermiştir. Fakat birinci mânâ, ikinci mânânın içerisinde mevcuttur. Zira namaz da bazı duaları ihtiva etmektedir.77

Kelimelerin semantik değişimine örnek olarak verebileceğimiz kelimelerden bir diğeri de "Akıl" kelimesidir. "Akıl" kelimesi, dilimize Arapçadan girmiş ve "ukl" kökünden gelen bir kelimedir. Semantik olarak "bağlamak" anlamındadır. Zira etimolojik olarak öz Arapça’da "deve kösteği”nin adıdır. Devenin muayyen bir mekândan uzaklaşmaması için ön ve arka ayaklarından birerini çaprazlama olarak bağlayan kösteğin veya bağın adı iken, bilâhare bu kelime insanın başına kadar bir evrim geçirmiş ve semantik anlamını orada da korumuştur. Çünkü "duygu ve düşünceleri, kavramları ve olayları birbirine bağlayan ruhî melekeye" akıl denmiştir.78 Bir başka örnek “el-Kitâbetü” kelimesidir. Bu kelime aslı itibariyle, “iki deriyi sırımla birbirine rapdetmek” demektir. Fakat aradan geçen uzun müddet sonra dilin gelişmesiyle “yazarak harfleri birbiriyle cemetmek” manasında kullanılmıştır.79

Neticede şu hususu ifade etmemiz mümkündür: Kur’ân dilinin Arapça olması, onun anlaşılmasının Arap dilinin kullanımı ile bağlantısını zorunlu kılmaktadır. Ancak dilin tarihi süreç içindeki değişkenlik özelliği göz ardı edildiğinde Kur’ân’ı anlamada, ondaki dil kodlarını açmada sıkıntıya girileceği açıktır. Tarihi geriye doğru kültürel özelliklere göre kategorik dilimlere ayırdığımızda bugünkü dilin örneğin beş dilim önceki dille aynı olmadığı görülecektir.80

O halde günümüzde yazılan meallere bakarak Kur’an’ı doğru anlayabilir miyiz? Kendi dilimizde bundan yirmi yıl öncesinde kullanılan dille bugün kullandığımız dil arasında önemli farklılıklar olduğu, dede ile torun arasında iletişim sorunları yaşandığı halde mealler Kur’an’ın indiği dönemin Arapçasını tam yansıtıyor olabilir mi? Meallere bakarak din doğru anlaşılabilir mi? Gibi sorulara cevabımız evet olamayacağına göre bu durumda Kur’an’ı

76

et-Tevbe 9/103 77

Küçükkalay, Kur’ân Dili Arapça, s.163 78

Yakıt, Kur’ân’ı Anlamak, s. 19 79

Küçükkalay, Kur’ân Dili Arapça, s.270 80

anlama çabası olarak sadece mevcut meallerle ya da kelimelerin lügat anlamlarıyla yetinmeyip Kur’an kelimelerinin semantik analizlerini yapma zorunluluğu kendini göstermektedir. Kanaatimizce bu tür bir çalışma ayetlere mana vermede müfessiri rastgelelikten kurtaracaktır.

Zira “anlam, metnin mevsukiyeti ve bağlamın sıhhati ile temin edildiğinden, dolaylı, ikincil muhataplar anlamı, bu ilişkinin paranteze aldığı zeminde zabt-u rabt etmek zorundadırlar. Bu zemin ortadan kalktığında, anlam genişlemeye, genişledikçe de buharlaşmaya başlar; sonunda da uçup gider. Bu zemin ortada olmadığında hiçbir zekâ, anlam'ı aslına irca edemez, sadece tahmin edebilir. Anlam tahmin edilmeye başlanırsa, sözün ardındaki iradenin yerini dolaylı muhatapların arzuları, beklentileri alır ve bu takdirde sözün bir muradı kalmaz. Sözün bir muradı kalmayınca da en nihâyet sözün kendisi ortadan kalkar.”81

81

İKİNCİ BÖLÜM

“KAVL” VE “KAVL” KAVRAMINA SIFAT OLAN

KELİMELERİN LÜGAVÎ

1. KAVL(لﻮﻗ)

لﻮﻗ kelimesi, bir tertip üzere olan kelam demektir. İsm-i faili “ﻞﺋﺎﻗ”, ism-i mefulü de “لﻮﻘﻣ” şeklinde gelmektedir. Sibeveyh kelam kavramı ile: “Zeyd gidendir. Amr kalktı” şeklinde bir cümleyi kast ederken, “kavl” kelimesiyle kendisinden kelamın meydana geldiği; “Zeyd gidendir” cümlesindeki Zeyd, “Amr kalktı” sözündeki Amr gibi müfret lafızları kast etmektedir.82

Firuzabadi “kavl” kelimesini: “Kelam, söz, tam ya da eksik dilin açıkladığı her lafızdır. Çoğulu لاﻮْﻗأ’ dir”83 şeklinde açıklarken, Muhammed Esed kavl terimi yalnızca “söz” anlamına değil, zihinsel planda örgüleştirilmiş “görüş” ya da “öğreti ” anlamına da gelir84 şeklinde açıklar.

Kelam ile kavl arasında önemli farklar bulunmaktadır. İbn Hişam, kelam ile cümle arasındaki farkı anlatırken kelamın müradifi/yakın anlamlısı bulunmayıp, cümleden daha has olduğunu belirtir. Kelamı, maksadı olan anlamlı söz/kavl-i müfîd olarak tanımlar. Anlamlı/müfîd terimini, susmanın mümkün olduğu, o sözden başka bir söz kullanılmayınca anlamın ortaya çıkması şeklinde açıklar.36 Diğer yandan kelam kendi kendine yeten bir ifade iken, lafızda bu özellik görülmez. Kavl cümlenin bir parçasıdır. Kelam ise, yerine göre, mürekkeb ifadeler demektir.

İbn Cinnî, kelamı bizatihi anlam ifade eden lafızlar olarak tanımlamakta, nahivcilerin bunu cümle diye adlandırdıklarını belirtmekte ve "baban evdedir./كﻮﺑأ راﺪﻟا ﻲﻓ Said dövdü / ﺪﯿﻌﺳ بﺮﺿ. Muhammed kalktı/ ﺪﻤﺤﻣ مﺎﻗ/ Zeyd kardeşindir /كﻮﺧأ ﺪﯾز gibi cümleler, "yavaş ol, acele etme/ﺪﯾور konuşma/ﮫﺻ/, sessiz ol/ﮫﻣ gibi isim fiiller, "oh/ هّوأ/üh/فأ hıs/ﺲﺣ" gibi sesleri bunlara örnek olarak vermektedir. Özetle, İbn Cinnî'ye göre kendi başına bir anlam ifade eden ve başkasına muhtaç olmayan her lafız kelamdır.85

İbn Cinnî'nin kavl terimine yaklaşımı şöyledir: İbn Cinnî kavl terimini, lisandan tam veya eksik olarak çıkan her lafız diye tanımlar. "ﮫﯾإو ٍﮫﺻ - iyi güzel, sonra, başka/ konuşma,

82

İbn. Manzur, Lisanü’l-Arab, XI, 572 83

Muhammet b. Yakup Fîruzâbâdî (816), el-Kâmûsu’l-Muhît, I, b.y., ts., I, 1358 84

Esed, Kur’ân Mesaj, s.673 85

sessiz ol" örneklerindeki gibi tam kavl anlamlı ifadeler, cümle ve dengi olanlardır. Bu kısım kelama benzer. Nâkıs kavl grubuna ise, "ﺪﻤﺤﻣو ﺪﯾز / Muhammed/Zeyd" ile zaman bildiren, ancak olay bildirmeyen نﺎﻛو نإ - oldu/ eğer" gibi ifadeler girer.

İbn Cinnî, kelam ve kavl arasındaki ayrımı belirleyen önemli bir tespit yapmakta ve "her kelam kavldir, ancak her kavl kelam değildir"86 şeklinde bir ifade kullanmaktadır. Çalışmamızın bu kısmında yeri de gelmişken Kavl kelimesinin Kur’ân-ı Kerim’de kullanılış biçimleri ve sayısal tesbitlerinden söz etmek istiyoruz.

Benzer Belgeler