• Sonuç bulunamadı

A – İlk Temaslar

ABD’nin Ortadoğu’ya ilgisi, bağımsızlığını kazandığı 18. yüzyılın son çeyreğine kadar uzanmaktadır. ABD’nin kurucu babalarından olan Benjamin Franklin ve daha sonra Başkanlık yapan Thomas Jefferson ve John Adams, bölge üzerinde o dönemin tek egemen gücü olan Osmanlı Devleti ile hem diplomatik

91 Gönlübol, op. cit., s. 271.

92 Gregory Pavlik, “Yeni Muhafazakarlık CIA’nin Paravanı mı?”, Gamze Erbil – Ali Şimşek (Der.), Neo-Con Yeni Muhafazakarlık: Temel Bilgiler ve Eleştiriler, İstanbul, Yeni Hayat Yayıncılık, 2004, s.90.

ilişkiler kurmak hem de antlaşmalar yapmak için çok istekli davranmışlardır. Fakat bunda umdukları başarıyı elde edememişlerdir.93

Amerikalılar özellikle Osmanlı Devleti’nin en batıdaki toprağı olan Mağrip (Kuzey Afrika’daki Fas, Tunus ve Cezayir’i kapsayan bölge için coğrafi terim olarak Mağrip kelimesi kullanılmaktadır) bölgesiyle de yakın temaslar kurmuşlardır.

ABD’li temsilciler Tunus, Trablus ve Cezayir gibi aslında Osmanlı İmparatorluğu’na bağlı olan bu topraklarla gerek ekonomik gerek siyasal alanlarda ilişkiler kurma hevesinde olmuşlar, hatta bu toprakların yöneticileri ile de kapsamı geniş çeşitli anlaşmalar imzalamışlardır. ABD ayrıca, önemli Mağrib limanlarında konsolosluklarını da kurmuştur.

Mağrip bölgesiyle çeşitli ticari faaliyetler içerisinde bulunan Amerikalı tacirler, bölgede yaşayan Berberilerden dolayı bölgeye Berberi Sahili (Barbary Coast) adını vermişlerdir.94

Amerikalıların bağımsızlıklarını kazandıktan sonra, bu bağımsızlıklarını devam ettirebilmenin en önemli aracını, ticarete büyük önem vermek ve başka devletlerin himayesi ve yardımına ihtiyaç duyulmadan ayakta kalınabilmek olarak saptayan Amerikalı devlet adamları, Amerikan ticaret gemilerinin güvenliğini sağlayabilmek ve Mağrip ülkeleriyle saldırı tehdidinden uzak bir biçimde ticaret yapabilmelerini sağlamak amacıyla bu yönetimler ile çeşitli antlaşmalar da imzalamışlardır.

ABD, Mağrip yönetimlerine karşı takip ettiği genel politikaları çerçevesinde bu bölge yönetimleriyle zaman zaman gerginliklerde yaşamıştır. Bu gerginliklerin bir

93 Mehmet Kocaoğlu, Uluslararası İlişkiler Işığında Ortadoğu: Parçalanmak İstenen Topraklar ve İstismar Edilen İnsanlar, Ankara, Genelkurmay Basımevi, 1995, s.98.

94 Çağrı Erhan, Türk – Amerikan İlişkilerinin Tarihsel Kökenleri, Ankara, İmge Kitabevi, 2001, s.37

neticesi de Berberi Savaşları olmuştur. Bu savaşlar aslında, ABD’nin bölge üzerindeki etkinliğini de artırmıştır. Bu savaşlar sonucunda ABD, uzun dönemler vergi ödemek zorunda kaldığı Mağrip yöneticilerinden bazı kapitüler haklar elde etmiştir. Kurduğu konsolosluklar sayesinde Kuzey Afrika’da yaşanan gelişmelerin yanı sıra tüm Akdeniz dünyasında meydana gelen gelişmeleri de yakından takip etme imkânına kavuşmuştur. Bir diğer önemli sonuç ise, Berberi Savaşlarının ardından ABD ticari hedeflerine ulaşmada güç kullanmayı dış politikasının temel araçlarında biri olarak kullanmaya başlamıştır.

ABD’nin Ortadoğu’daki bir diğer ilgi alanı da Filistin Bölgesi olmuştur. Bu bölge Amerikalı gezginlerin en önemli seyahat yerlerinden biri haline gelmiştir.

Gelen bu Amerikalıların büyük çoğunluğu, Kutsal Kitap’ta bahsedilen yerleri görmek ve hacı olmak isteyen Hıristiyanlardan oluşmaktaydı. Tabii hacı adaylarının yanı sıra arkeolog, maceracı ve araştırmacı Amerikalılar da bölgeye ilgi duymuşlardır. Hatta yıllar içerisinde çok sayıda Amerikan vatandaşının bölgeye ulaşması, ABD Hükümetinin Filistin’de bir konsolosluk açmasına da neden olmuştur.95

Özellikle, Edward Robinson tarafından 1841’de kaleme alınan Biblical Researches in Palestine, Mount Sinai and Arabia (Filistin, Sina Dağı ve Arabistan’da İncil Araştırmaları) ve ABD Donanma Subaylarından Teğmen William F. Lynch’in yazdığı Narrative of the United States’ Expedition to the River Jordan and the Dead Sea (ABD’nin Şeria Nehri ve Lut Gölü’ne Düzenlediği Seferin Anlatımı) adlı kitaplar ABD’de bölgeye olan ilginin daha da artmasına neden olmuştur.96

95Ibid., s.234 – 235.

96 Ibid, s.235 – 236.

Amerikalı bazı gruplar 1820’li yıllardan itibaren ise bölgede Protestanlığı yaymayı amaçlayan, bilhassa Osmanlı tebaası içerisinde yer alan Hıristiyan ve Müslüman grupları kendi devletlerini kurmaları yönünde teşvik eden kültürel ve politik faaliyetler içerisinde yer almışlardır. 1810 yılında kurulan American Board of Commissioners for Foreign Missions 19. yüzyılda dünyanın en güçlü Protestan misyonerlik teşkilatıdır.97 Kısaltılmış olarak ABCFM veya Board diye de ifade edilen bu misyoner örgüt, ABD’deki Protestan misyoner örgütler arasında en kıdemlisi ve en büyükleri arasında yer almaktadır. ABCFM, Kalvinci geleneği temsil eden, 16. yüzyıl sonları ile 17. yüzyılda İngiltere ve Amerika’nın doğusunda ortaya çıkmaya başlayan Püriten akımının belli başlı üç temsilcisinden birisi olan Congregationalistler tarafından meydana getirilmiştir.98 Board’un Ortadoğu’daki başlangıç yıllarının ilk hedefi, içinde çalışılacak yeni alanın derinlemesine araştırılmasıydı.

Uygar Kocabaşoğlu Kendi Belgeleriyle Anadolu’daki Amerika adlı eserinde bu durumu şu şekilde açıklamaktadır: “Amerikalı misyonerler ilk olarak 15 Ocak 1820’de Osmanlı topraklarına ayak bastılar. P. Fısk ve L. Parsons isimli ilk misyonerler Kudüs’ten başlayarak tüm dinsizleri, Müslümanları, Musevileri ve Hıristiyanları doğru yola getirmek için Ortadoğu’da kültürel sondajlar yapmaya başladılar. Ortadoğu’daki halkın dinsel durumu, din adamlarının durumu, eğitim ve öğretime ilişkin durumları ve Ortadoğu’daki halkların moral durumları incelemeye alındı. Adı geçen misyonerler, İzmir’den Beyrut’a, Kudüs’ten İskenderiye’ye kadar

97 Ömer Turan, Avrasya Coğrafyasında Misyonerlik Faaliyetleri, Avrasya Etüdleri (Sonbahar – Kış) , Ankara, Türk İşbirliği ve Kalkınma Ajansı, 1999, s.13.

98 Cihan Yamakoğlu, Ortadoğu’da Barışla Savaşanlar, Ankara, Alp Ofset Matbaacılık, 2003, s.117.

olan bölgeyi dolaşarak özellikle Hıristiyan halkın maddi ve manevi durumunun bozuk olduğu konusunda raporlar hazırladılar.”99

Bu sırada Board Malta’da Ortadoğu’ya yönelik dini propaganda amaçlı bir matbaa kurdu. İlk Amerikan misyonerlik okulu ise Beyrut’ta faaliyete geçti.100 Amerikan güdümünde bulunan bu okullar, etnik gruplara kendi etnik dillerinde eğitim vermeyi hedeflemekteydi.

Amerika’nın misyonerlik faaliyetlerinin içerisinde yer alan Ortadoğu Amerika tarafından epeyce geniş şekilde tanımlanmıştır. Tanımlanan bu Ortadoğu’nun içerisinde, Balkanları da kapsayan bütün Anadolu, Arabistan Yarımadasını da içerecek şekilde Kuzey Afrika, İran toprakları ile Afganistan ve tüm Kafkaslar yer almaktadır. 101

Ortadoğu’daki Amerikan misyonerlik faaliyetlerinin amaçları arasında bölgede kendine bir çıkar alanı yaratma arzusu da bulunmaktaydı. Bu misyonerlik faaliyetlerinde her ne kadar dinsel ve kutsal amaçlar hedefleniyor gibi görünse de, siyasal, ekonomik ve kültürel emperyalizmin yayılmasını sağlayacak yolların açılması da planlanıyordu. Bu yollar ise okul, hastane, matbaa ve konsolosluk gibi modern faaliyetler aracılığıyla yürütülmekteydi. Özellikle, Beyrut, Kudüs ve Bağdat gibi merkezlerde konsolosluklar kurularak Ortadoğu’da misyonerlik faaliyetleri desteklenmekteydi. 102

Amerikalıların misyonerlik faaliyetleri 1900’lerden itibaren Osmanlı Devleti, Mısır, İran ve Basra Körfezi bölgesinde yoğunluk kazanmıştır.

99 Uygar Kocabaşoğlu, Anadolu’daki Amerika: Kendi Belgeleriyle 19. Yüzyılda Osmanlı İmparatorluğu’ndaki Amerikan Misyoner Okulları, Ankara, İmge Kitabevi, 2000, s.23 – 27.

100 Ibid., s.28.

101 Kocaoğlu, op. cit., s.100.

102 Ibid., s.100.

2 Nisan 1917’de Birinci Dünya Savaşı’na dahil olan ABD, savaş sonrasında sadece Avrupa’nın siyasal yapılanmasında değil Osmanlı Devleti’nin dağılmasıyla birlikte Ortadoğu’nun siyasal yapılanma(ma)sında da önemli bir rol oynamıştır.

Her ülke dış politikasında yaşandığı gibi Amerikan dış politikasında da Beyaz Saray’da, iktidarda, kimin ikamet ettiği, yönetim içinde hangi grupların ve kişilerin önde geldiği, hükümet ile Kongre arasında ne tür bir güç dengesi yaşandığı gibi hususlar dış politikanın saptanmasında temel belirleyiciler olmuştur. Tabii ki, bu çerçevede Amerika’nın gerek salt Ortadoğu politikasında gerek Ortadoğu politikasının öncelik konularında zaman zaman değişiklikler yaşanmış ve buna bağlı olarak da bu önceliklere ayrılan diplomatik, askeri ve ekonomik kaynaklarda da dalgalanmalar ve çeşitlilikler yaşanmıştır.103

Fakat geçen kırk yıla bakıldığında net şekilde görülen gerçek zaman zaman başvurulan değişik taktiklere rağmen ABD’nin Ortadoğu’daki çıkar tanımlamaları pek fazla değişiklik arz etmemiştir. ABD’nin Ortadoğu politikasının baş amaçlarından biri, bölge genelinde gerek ekonomik istikrarın gerekse de güvenliğin geliştirilmesi yoluyla barışın sürdürülebilirliliğinin tesis edilmesidir.104 II. Dünya Savaşı’ndan bu yana, ABD Başkanlarından hemen hepsi Ortadoğu’nun Amerika için gerek ekonomik, gerek siyasal ve gerekse de stratejik bakımdan önemli olduğunu çeşitli defalar dile getirmişlerdir.105

Bu çıkarlardan ilki, bölgede düşman ve rakip güçlerin belirmesini önlemektir.

Soğuk Savaş sırasında SSCB, solcu akımlar, Arap milliyetçileri, 1980’lerden itibaren de radikal İslamcılar bu noktada beliren rakip ve düşman güçlerdir.

103 Tunç, op. cit., s.19.

104 George McGhee, ABD-Türkiye-NATO-Ortadoğu, çev.:Belkıs Çorakçı, İstanbul, Bilgi Yayınevi, 1992, s. 125.

105 Tayyar Arı, 2000’li Yıllarda Basra Körfezi’nde Güç Dengesi, İstanbul, Alfa Yayınları, 1999, s.66.

İkincisi, başta İsrail olmak üzere müttefik ülkelerin mevcudiyetini sağlamaktır.106

Üçüncüsü ise, petrol kaynaklarının güvenliğinin sağlanması ve buna bağlı olarak ekonomik çıkarların sürdürülmesidir.107

Bu açıdan bakıldığında Ortadoğu’yu egemenliği altına alacak başka bir güç olmadığı, petrolün güvenilir kaynakların denetiminde olduğu ve İsrail’in varlığının tehlike altında olmadığı müddetçe Ortadoğu Amerika için fazla sorun teşkil etmeyecektir. Bu anlamda, Amerika’nın geleneksel Ortadoğu politikası, bölge ülkeleri arasındaki güç dengelerinin muhafazası ve bu bağlamda bölgede istikrar ve statükonun devamından yana olmuştur. 108

B - İki Savaş Arası Dönemde ABD’nin Ortadoğu Politikası

İki savaş arası dönem, 1919’da I. Dünya Savaşı’nın son bulup, 1939’da İkinci Dünya Savaşı’nın başladığı zaman dilimini kapsamaktadır. Bu dönem, dünyanın bir dünya savaşından bir diğer dünya savaşına gidişini hazırlayan dönemdir.109

ABD bu dönemde, dünya sistemi ile ilgili çeşitli çatışmalara asgari düzeyde karşılaşılması, diğer siyasal birimler ve kurumlarla en alt düzeyde diplomatik ilişkilerde bulunulması, diğer devletlere karşı askeri manevralardan uzak durulması ve herhangi bir devlete kendi ülkesinde imtiyazlı bir askerî harekâta olanak tanınmaması anlamına gelen “yalnızcılık” (isolationism) politikası takip etmiştir.110

106 Jordan, Tayor, Korb, op.cit., s. 387.

107 Arı, op. cit., 2004, s.179.

108 Tunç, op. cit., s.20.

109 Oral Sander, Siyasi Tarih 1918 – 1994, Ankara, İmge Kitabevi, 2001, s.13.

110 Gönlübol, op.cit., s.65.

Fakat her ne kadar bu politika benimseniyor olsa da Ortadoğu bölgesinin kendine özgü zenginliklerinden dolayı ABD elini bölge üzerinden tamamıyla çekememiştir.

Ortadoğu her dönemde olduğu gibi iki savaş arası dönemde de dönemin büyük güçlerinin güç mücadelelerinin yaşandığı en önemli coğrafyalardan biri olmuştur. Tabii ki, bu güç mücadelesinin en önemli unsurlarından biri de petroldür.

Bu çerçevede, dünya petrol kaynaklarının çevresindeki bu mücadelede, hem büyük petrol şirketleri hem de bu şirketlerin uyrukluğunda bulundukları devletler yer almışlardır.

Ortadoğu’da güçlerini ve etkinliklerini hızla kaybeden İngiltere ve Fransa’nın ardından, bölgede ABD etkisi yoğun bir şekilde hissedilmeye başlanmıştır. Özellikle ABD’nin Ortadoğu’daki ekonomik, siyasal ve stratejik çıkarları onun bu bölgeye olan ilgisini de son derece artırmıştır. Bu ilgi Amerikan petrol şirketlerinin bölgede petrol arama çalışmalarıyla ve bu doğrultuda başta Suudi Arabistan olmak üzere çeşitli bölge ülkeleriyle yapılan işbirlikleri ve Amerikan petrol şirketlerine tanınan ayrıcalıklarla zirve noktasına ulaşmıştır. Bu ayrıcalıklardan ilki 1923 yılında Suudi Arabistan’da, Necd’in El-Hasa yöresinde Rockefeller’in Standard Oil Company of California (Socal) adlı şirketine verilmiştir. Daha sonra bu ayrıcalığın yarısı 1936’da Texas Corporation’a (Texaco) devredilmiş ve iki şirket 1944 yılında ARAMCO (Arabian – American Oil Company) ismiyle yeni bir ortaklık meydana getirmişlerdir.

Bu sırada 1939’da ayrıcalığın kapsamını 80.000 mil kareden, 440.000 mil kareye çıkartan ayrıcalık bölgesini genişleten yeni bir anlaşma da hayata geçirilmiştir.

Diğer yandan, 1971’de bağımsızlığını kazanıncaya kadar İngiltere’nin protektorası durumunda bulunan, İngiltere’ye anlaşmalarla bağlı olan ve dışarıya karşı güvenliği

İngiltere tarafından sağlanan Bahreyn’de ilk ayrıcalığı 1927 yılında Gulf Oil Corporation (Gulf) adlı bir Amerikan şirketine vermiştir.111

Aynı dönemde, ABD hükümeti, Amerikan şirketlerinin İran’dan da ayrıcalıklar elde edebilmeleri için yoğun çaba sarf etmekteydi. Özellikle Kuzey İran topraklarında ayrıcalık elde etmek için yoğun faaliyetlerde bulunmuştur. Bu çabalarının neticesinde de 22 Kasım 1921’de İran Meclisi, yine Rockefeller’a ait Standart Oil of New Jersey’e beş kuzey ilini içeren bir ayrıcalık tanımıştır. Bir diğer Amerikan şirketi Sinclair Consolidated Oil Company’de İran’ın kuzey illerinde ayrıcalık elde etme uğraşı içerisindeydi. İran hükümetine 10 milyon dolarlık kredi karşılığında 20 Aralık 1923 tarihinde beş kuzey ilinden dördünü içeren ayrıcalık elde etmiştir. Fakat daha sonra bu miktarı karşılayamayan Sinclair Consolidated Oil Company bu ayrıcalıktan vazgeçmek zorunda kalmıştır.

Amerikan sermayesiyle kurulmuş bir diğer şirket olan Amiranian Oil Company 1937 yılında yine İran’ın kuzey illerinde 77.220 km2’lik bir alanda ayrıcalığa sahip olmuştur. Fakat Sovyetler Birliği üzerinden petrolü ulaştıramayınca 1938’de o da bu ayrıcalığından vazgeçmek zorunda kalmıştır. 112

Böylece, Amerikan şirketleri 1940’larda İngiltere’ye anlaşmalarla bağlı olan ve dışarıya karşı güvenliği İngiltere tarafından sağlanan diğer bir ülke olan Katar, 1960 ve 1970’lerde Birleşik Arap Emirlikleri ve Umman’da petrol üretimine başlamışlardır.

Bu arada, ABD’nin genelde Ortadoğu’ya özelde de petrole yönelik çıkarlarını herşeyin üzerinde tuttuğuna ilişkin olarak ABD’nin Lozan Konferansı’ndaki ve

111 Şükrü Sina Gürel, Orta Doğu Petrolünün Uluslararası Politikadaki Yeri, Ankara, Ankara Üniversitesi Basımevi, 1979, s.62 – 65.

112 Ibid., s.52 – 53.

Musul petrolü üzerinde yoğunlaşan uluslararası rekabetteki tutumlarını da belirtmek yerinde olacaktır.

Sevr Antlaşması’nın hayata geçirilmesinde bazı bölgeler için “self determinasyon” (kendi kaderini tayin) ilkesini kabul eden ABD, Musul meselesinin Milletler Cemiyeti’nde görüşülmesi esnasında, Türkiye’nin Musul’a ilişkin olarak önerdiği halkoyuna başvurulması fikrine karşı çıkmıştır. Bunun temel nedenini, Türk – Irak sınır ihtilafının Milletler Cemiyeti’nde görüşüldüğü esnada, Musul ve çevresindeki petrolü çıkarmak üzere Irak’ta kurulan şirkete Hollanda, İngiltere ve Fransa’nın yanı sıra ABD şirketinin de % 23.75 paylık bir hisseye sahip olmasında aranabilir. Bu çerçevede, sınır uyuşmazlığının Türkiye lehinde çözümlenmesi, bölgede taşların yerinden oynamasına sebep olacak ve bu da ABD şirketinin bölgedeki çıkarlarına büyük darbe vurabilecekti. Bölgedeki ABD çıkarlarının muhafazası önceliği, Türkiye’nin önerdiği “self-determinasyon” ilkesinin savunucusu ABD’yi “uluslararası ortamda” Türkiye aleyhtarı bir pozisyona getirmiş ve İngiltere’nin tezlerini savunmaya yöneltmiştir. Bu olay da göstermektedir ki, ABD’nin ekonomik çıkarları daha önce savunduğu bazı ilkeleri arka planda bırakabilmektedir.113

Bu çerçevede, ABD’nin bölgeyle ilgilenmeye başlaması I. Dünya Savaşı’nın son bulduğu yıllara rastlamaktadır. Özellikle, ABD’nin 1920’li yıllarda, Osmanlı’nın da bölgeden çekilmesiyle, zaman zaman da diğer Batılı ülkeler ile işbirliği içinde bulunarak bölge üzerinde gerek siyasal gerek ekonomik açıdan nüfuz kazanma çabası içerisinde olduğu görülmektedir.

113 A. Öner Pehlivanoğlu, Ortadoğu ve Türkiye, İstanbul, Kastaş Yayınevi, 2004, s.58.

C - Soğuk Savaş ve Sonrası Dönemde ABD’nin Ortadoğu Politikasının Ana Hatları

ABD’nin Soğuk Savaş dönemi dış politika anlayışı, Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği (SSCB)’nin önderliğini yaptığı Komünist bloğun tehdidine karşı Batı bloğunu koruma temelindedir. Bu anlayış içerisinde ayrıca, ABD’nin liderliğini üstlendiği büyüyen, istikrarlı ve küresel bir ekonominin de oluşturulması önemli bir yer tutmaktadır.

I. Dünya Savaşı’nın sona ermesi ve petrolün değerinin gittikçe önem kazanmasının ardından, ABD’de yerli yatakların tükenmesi endişesi de ortaya çıkmaya başladı. Bunun neticesinde Amerikan ve İngiliz şirketleri dünyanın dört bir yanında on yıl sürecek yeni rezervler bulma mücadelesi içerisine girdiler. Bu mücadelenin yürütüldüğü başlıca yerler ise Venezüella, Meksika ve II. Dünya Savaşı son bulmasıyla başlayan Soğuk Savaş döneminde Ortadoğu idi.114

ABD açısından çift kutuplu Soğuk Savaş döneminde Ortadoğu bu kutuplaşmanın jeopolitik karşılaşma hattını meydana getiren kenar kuşağın115 merkezi bölgesini temsil etmekteydi. Hatta bu temsilin ötesinde Ortadoğu, kapitalist düzene sahip Batı Bloğu için kendi ekonomik varlığını ve egemenliğini devam ettirebilmesi için hayati öneme sahip doğal kaynakların jeoekonomik alanı pozisyonundaydı.116

114, Nuray Arıdıcı – Sertuğ Başaran – Meryem Kadiri, “Ekonomi”, Orta Doğu Orta Asya ve Kesişen Yollar, Gamze Güngörmüş Kona (der.), İstanbul, IQ Kültür Sanat Yayıncılık, 2003, s.222.

115 Kenar Kuşak teorisi, Amerikalı bir uluslararası ilişkiler bilimcisi olan Nicholas J. Spykman’ın II.

Dünya Savaşı ortalarında Mackinder’in Kalpgâh/Hrtland terorisine karşı geliştirdiği ve sonuçları itibariyle Mackinder’den çok daha etkili olan bir jeopolitik kuramdır. Spykman, dünya egemenliği için ele geçirilmesi gereken bölgenin İç Hilal olduğunu iddia etmekte ve kuramını da “İç Hilal Avrasya’yı denetler, Avrasya Dünya’yı denetler” biçiminde formüle etmekteydi.

116Arıdıcı – Başaran – Kadiri, op.cit., s.223

Bununla birlikte, Soğuk Savaş dönemi boyunca Ortadoğu diğer dış aktörler içinde önem arz etmiştir. Bu dış güçlerden en dikkat çekeni ise SSCB’ydi. Bölge özellikle uluslararası politikada sözü geçen bu iki ülkenin, ABD ve SSCB, güç mücadelelerine ve rekabetine tanık olmaktaydı.

Soğuk Savaş mantığının ürettiği iki kutuplu sistem bölge üzerinde de etkisini göstermekteydi. Bölge bir yanda Baasçı ve Nâsırcı dikta rejimleri, ki bu rejimler sosyalist ideolojinin desteğiyle ayaktaydılar, diğer yanda da Batı yanlısı hanedan rejimleri şeklinde iki kutba bölünmüştü.117 Dönemin iki süper gücünün bölgeye olan ilgileri ise hem ekonomik hem de siyasal emellerden kaynaklanmaktaydı. Ortadoğu devletlerinin başka bir devletin veya gücün egemenliğinin altına girmesinin engellenmesi, İsrail ile Basra Körfezi’ne sahildar ve ABD’ye dost devletlerin güvenliklerinin sağlanması, Körfez petrolünün tüm dünyaya serbest ve güvenli bir biçimde taşınabilmesi, Ortadoğu rejimlerinin iç ve dış tehditlere karşı savunulması ve ekonomik avantajlarının korunması,118 bu hedeflerin elde edilebilmesi için gerekli caydırıcı tedbirlerin alınması caydırıcılığı yetmediği durumlarda silahlı kuvvetlerin devreye sokularak durumun eski haline getirilmesi bölgedeki temel ABD çıkarlarıydı.119

ABD’nin bu temel çıkarlarına karşılık SSCB’nin de bölgeye karşı güttüğü hayati çıkarları mevcuttu. SSCB tüm devletlerin, özelliklede ABD’nin bölge üzerindeki etkisinin kırılmasını, Ortadoğu’yu kendi kontrolü altında tutmayı ve

117 Ibid., s.116.

118 Eric Watkins, “The Unfolding U.S. Policy in the Middle East”, Internaional Affairs, C. 73, No:1, 1997, s.1

119 Sisav Vakfı, Ortadoğu ve Geleceği, İstanbul, Final Ofset A.Ş., 1992, s.145.

petrol fiyatlarını yüksek seyrettirerek petrolün devamlı olarak taşınması niyetindeydi.120

ABD, SSCB’nin II. Dünya Savaşı’nın ardından bölgede bir güvenlik kuşağı (cordon sanitaire) oluşturmak amacıyla komşu ülkeler üzerinde doğrudan ve dolaylı bir baskı politikası gütmesini ve bu ülkelerden bazılarını egemenliği altına alma çabalarını121 yani SSCB’nin ve komünist rejimin bölgedeki yayılmasını önleyebilmek için takip ettiği geleneksel yalnızcılık politikasından sıyrılarak 1947 Martında Mr. X takma adıyla Foreign Affairs dergisinde yayınladığı ve Soğuk Savaş kavramının oluşumuna katkıda bulunduğu “The Sources of Soviet Conduct”

makalesiyle ün yapan ve ayrıca Marshall Planın da mimarlarından olan George Kennan tarafından ortaya atılan “Çevreleme Politikası”nı (Containment Policy) takip etmiştir.122 Çevreleme politikası, iç savaş yaşayan bir devletin herhangi bir Sovyet askerî tehdidinden veya bir komünist devlet tarafından desteklenmesinin engellenmesini ve bu ülkelere yardım yapılması şeklinde özetlenebilir.123 Bu politikanın ilk somut göstergesi ise 12 Mart 1947 tarihli Truman Doktrini’dir.

1 - Truman Doktrini

24 Şubat 1947 tarihinde İngiliz Büyükelçisi Lord Inverchapel, ABD Dışişleri Bakanı George Marshall’a iki adet rapor sundu. Bu raporlardan biri Yunanistan ile diğeri de Türkiye ile ilgiliydi. İngiliz hükümeti, Yunanistan ve Türkiye’yi Sovyet

24 Şubat 1947 tarihinde İngiliz Büyükelçisi Lord Inverchapel, ABD Dışişleri Bakanı George Marshall’a iki adet rapor sundu. Bu raporlardan biri Yunanistan ile diğeri de Türkiye ile ilgiliydi. İngiliz hükümeti, Yunanistan ve Türkiye’yi Sovyet

Benzer Belgeler