• Sonuç bulunamadı

1 – ABD Siyasal Yapısı

Amerikan’ın siyasi yapısı 3 temel ilkeye dayanmaktadır. Bu ilkeler güçler ayrımı (seperation of powers), kontrol ve denge (check and balance) ve federalizmdir. Yetkiler ilk önce federal düzeyde, yasama, yürütme ve yargı organları arasında daha sonra da federal hükümet ile eyaletler arasında paylaşılmaktadır.27

Güçler ayrımı ilkesine göre Kongre yasaları çıkarttıktan sonra başkan bu yasaları uygulamaktadır. Federal Anayasa Mahkemeleri ise uygulamanın yasalara uygun olup olmadığını kontrol etmektedir.

Kontrol ve denge ilkesi ise etkisini, Temsilciler Meclisi ve Senato’dan oluşan Kongre’nin iki meclisli yapısında hissettirmektedir.

Amerikan sisteminde kurumsal açıdan, dış politikanın önemli konularında karar alabilmek için, devletin yetkili iki organı arasında, başkan ve kongre, görüş birliğine varılması gerekmektedir.28

Dış politika alanında yetkiler, başkan ve kongre arasında denge gözetilerek dağıtılmış olmasına rağmen ulusal güvenlik ile ilgili esas sorumluluk başkandadır.

Ayrıca bürokrat ve büyükelçilerin atanabilmeleri ve antlaşmaların yürürlülüğe girebilmesi için Senato’nun üçte iki çoğunlukla onayına ihtiyaç duyulmaktadır. Bir başka önemli nokta ise savaş ilanı ve dış politikanın sağlıklı bir şekilde yürütülmesi için gerekli olan fon tahsisi de yine Kongre’nin yetkisindedir.

27 Arı, op. cit., 2000, s.8.

28 Gönlübol, op. cit., s.277.

2 - ABD Dış Politikasının Oluşumu ve Temel Eğilimler

“Yeryüzünde bir tanrı krallığı kurma ideali” olarak tanımlanabilen püriten gelenek ve günümüz Avrupa düşüncesinin temelini oluşturan liberal demokrasi, serbest piyasa ve insan hakları üçgeninde şekillenen “Aydınlanma Felsefesi”

Amerikan dış politikasının düşünce kaynakları arasında öncelik teşkil etmektedir.29 Bununla birlikte Amerikan dış politikasının şekillenmesinin tamamıyla orijinal olduğundan da bahsedilemez. Bu manada değişik yönleriyle Büyük Britanya İmparatorluğu’ndan izler taşıdığı söylenebilir.30 Hatta Amerikan dış politikasının oluşum aşamalarına Anglo – Sakson geleneğinde rastlanması da olasıdır. Bununda temel iki sebebi bulunmaktadır. Birincisi, Amerikan toplumunun ortaya çıkışında belirleyici temel unsur olan Beyaz Anglo – Sakson Protestan (WASP) geleneğinin meydana getirdiği karakteristik yapı, ikincisi ise, o dönem zarfında tüm Avrupa kıtası politika saptama hususunda ciddi bir mutlakiyetçi anlayışa sahipken ve dış politika sadece krallar ve çevresindeki pek az kişi tarafından oluşturulurken, İngiltere’de ise durumun farklılık arz etmesi, dış politikanın parlamentoda tartışılmaya açılması ve bu konuda kamuoyunun görüşünün ve onayının aranmasıdır.31

Henry Kissinger Amerika’nın Dış Politikaya İhtiyacı Var mı? adlı eserinde ABD dış politikasının esas itibariyle “realist yönelimli bir dış politika anlayışı” ile

“liberal ve modernleştirici bir içeriği temsil eden özgürlükçü anlayış” ekseninde temellendiğini savunmaktadır.32

29 Henry Kissinger, Amerika’nın Dış Politikaya İhtiyacı Var mı?, Çev. Tayfun Evyapan, Ankara, ODTÜ Geliştirme Vakfı Yayıncılık ve İletişim A.Ş. Yayınları, METU Press, 2002, s.9 – 10.

30 Okan Arslan – Selçuk Arı, Amerika Özgürlük Havarisi mi? Yoksa Günak Keçisi mi?, Ankara, Platin, 2004, s.114.

31 Ibid. s. 115.

32 Kissinger, op. cit., s. 9 – 10.

Georgetown Üniversitesi Jeopolitika ve Küresel Adalet profesörü olan ve aynı zamanda Carnegie Endowment for International Peace ve Woodrow Wilson Center for International Scholars’da görev alan John Ikenberry’e göre ise kurulduğu günden itibaren ABD dış politikasını belirleyen iki önemli strateji mevcuttur. Bu stratejiler ise, “realist yönelimli büyük strateji” ve “liberal yönelimli büyük strateji”dir. Ikenberry’e göre, realist yönelimli strateji, çevreleme (containment), caydırma ve küresel güç dengesinin korunması üzerine temellendirilirken, buna karşılık liberal yönelimli strateji ise serbest piyasa ekonomisine dayalı demokratik rejimlerin dünya geneline yaygınlaştırılmasını temel amaç olarak belirlemiştir.33

“American foreign policy: Carter to Clinton” ve “Vietnam: American Involvement at Home and Abroad” adlı eserlerin sahibi Leicester Üniversitesi’den John Dumbrell’in ifadelerinde ise Amerikan dış politikası üç temel üzerinde yükselmektedir. Bunlar; Ulusal misyon, gerçekçilik ve güç dengeleri ve emperyalizm dir.

Ulusal misyon, Amerikan ulusal karakterinin ve ulusçuluğunun Amerikan dış politikasında söz sahibi olmasını ifade etmektedir. “Amerikan Ulusal Karakteri”

veya “Amerikancılık” anlayışına göre, adalet ve özgürlüğü tehdit eden büyük bir

“iblis” bulunmaktadır. Bu iblisin varlığı ise dünyada adalet ve özgürlüğün gerçekleşmesini engellemektedir. Bu bağlamda, Amerika bu iblise karşı mücadele etmeli, demokrasiyi korumalı ve dünyaya adaletin ve özgürlüğün gelmesi için bu iblisi ortadan kaldırmalıdır. 34

Dumbrell’e göre Amerikan dış politikasının ikinci önemli temelini

“gerçekçilik ve güç dengeleri” oluşturmaktadır. Gerçekçi dış politika ise devletlerin

33 John Ikenberry, “America’s Imperial Ambition”, Foreign Affairs, C. 81, No. 5, 2002, s.2.

34 John Dumbrell, The Making of US Foreign Policy, Manchester and New York, Manchester University Press, 1997, s.29 – 33.

kendi güvenlik ve güç peşinde koşmalarının aslında diğer ülkelerin de güvenlik ve güç peşinde koşması manasına geleceği görüşüne dayanmaktadır. Bu çerçevede, ABD’de hem kendi çıkarları uğrunda güvenlik ve güç dengesi oluşturma peşinde koşmakta hem de diğer ülkelerin güvenlik ve güç dengelerini ortadan kaldırmaktadır.

Dumbrell emperyalizmle ilgili olarak ise, ABD’nin netice itibariyle emperyalist bir yapıya sahip olduğunu ve bu sebeple de ABD’nin aslında

“imparatorluk olmaktan endişe eden bir imparatorluk” olduğunu vurgulamaktadır.35 ABD dış politikası ile ilgili olarak Miroslav Nincic ise farklı bir yaklaşım benimsemektedir. Nincic’e göre Amerikan dış politikasının asıl çehresini “ulusal güvenlik” anlayışı oluşturmaktadır. Ulusal güvenliğe karşı asıl tehdit ise dış kaynaklıdır. Başka ülke ordularının saldırıları, insani tahribat ve tercih edilmeyen siyasal ve iktisadi sistemlerin dayatılması burada bahsedilen dış tehditlerdir.36

South Carolina Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası Çalışmalar Bölümü’nde profösör olan Jerel A. Rosati ise ABD dış politikasını belli dönemler içerisinde ele almaktadır. Bu dönemler; Kıtasal dönem, bölgesel dönem ve küresel dönemlerdir.37

Kıtasal dönem, 1776 ile 1890’lı yıllar arasını kapsamaktadır. Rosati bu dönem içerisinde özellikle Amerika’nın Birinci Dünya Savaşı’na kadar takip ettiği yalnızcı politika anlayışına yeni bir bakış açısı kazandırmaktadır. Rosati burada işe yalnızcılığı tanımlayarak başlamıştır. Ona göre izolasyonizm bir ülkenin hiçbir ülkeye müdahalede bulunmamasıdır ve eğer izolasyonizmden kasıt da bu ise o zaman ABD bu politikayı hiçbir dönemde uygulamamıştır. Ancak izolasyonizmden

35 Ibid., s.32 – 33.

36 Miroslav Nincic, United States Foreign Policy: Choices and Tradeoffs, United States of America, Congressional Quarterly Press, Inc., 1988, s.5 – 7.

37 Jerel A. Rosati, The Politics of United States Foreign Policy, United States of America, Harcourt Brace College Publishers, 1993, s.9.

kastedilen sadece Avrupa’ya müdahalede bulunmamak ise, bu durumda Amerika izolasyonist bir ülkedir.38 Bu açıdan, kıtasal dönem içerisinde Amerikan devletinin kuruluşu ve kıtasal yayılışı söz konusudur. Yine bu dönem içerisinde ABD toprakları yeni eyaletlerin katılımıyla birlikte daha da genişlik kazanmıştır. Kıtasal dönemde ABD Küba, Dominik Cumhuriyeti gibi ülkeleri de kendine bağlama çabası içinde bulunmuştur. Amerika’nın son büyük toprak kazancı ise Alaska’nın satın alınması ile olmuştur. 1867’de Rusya ile Amerika arasında yapılan bir anlaşma ile, Rusya 7.200.000 dolar karşılığında Alaska’yı Amerika’ya satmıştır.

Bölgesel dönem ise 1890’lar ise 1940’lı yılları kapsamaktadır. Kıtasal dönem ile birlikte Amerika kıtasındaki güvenliğini sağlayan ABD, bölgesel dönem içerisinde de ticari çıkarlar temelinde Latin Amerika ve Asya’da etkisini artırmıştır.

Porto Rico ve Virgin adalarını İspanyol – Amerikan savaşı sonrasında ilhak etmiştir.

Bu dönem içerisinde ayrıca 120.000 Amerikan askeri Filipinler’de görevlendirilmiştir. Yine bu dönem içerisinde cereyan eden Birinci Dünya Savaşı, Versailles Anlaşması, savaşın bitirilmesi ve Milletler Cemiyeti’nin kurulması gibi önemli olaylarda da ABD girişimlerde bulunmuştur. Pearl Harbor hadisesiyle birlikte de ABD dünya işleriyle uğraşmaya, müdahil olmaya başlamış ve dış politikasında ciddi bir dönüm noktası yaşamıştır.39

Üçüncü dönem olan “Küresel Dönem” de ise, ABD II. Dünya Savaşı’nda fiili olarak yer almış ve bunun neticesinde de küresel bir aktör durumuna yükselmiştir.

Bu dönem, Soğuk Savaş dönemini, Vietnam Savaşı’nı, Soğuk Savaş sonrası dönemi ve 11 Eylül olaylarını da kapsamaktadır. 40

38 Ibid.

39 Ibid., s.11 – 12.

40 Ibid. s.12 – 13.

Amerikan dış politikası ile ilgili söylenmesi gereken diğer önemli husus şudur; Amerikan tarihi incelendiğinde dış politikasında hiçbir zaman tek bir aktör veya grup etkili olamamış bunun tam aksine dış politika genelde çeşitli grupların çabaları ve görüşlerinin bileşkesi sonucunda oluşturulmuştur.41

Dış politikayı oluşturan başlıca aktörler ise, Dışişleri Bakanlığı, Savunma Bakanlığı, Ulusal Güvenlik Danışmanı, Başkan Yardımcısı, gizli servis örgütlerinin şefleri ve tabi ki Başkanın kendisidir. Bunun yanında dış politikanın oluşumunda etnik lobiler, baskı ve çıkar grupları, düşünce kuruluşları ve Amerikan halkının tercihleri de rol oynamaktadır.

Birçok ülkede olduğu gibi Amerika’da da dış politika bürokrasisinde en önde gelen kurum şüphesiz Dışişleri Bakanlığı’dır (Amerika’da Dışişleri Bakanlığı “State Department” ya da sadece “State” olarak geçer).42

Dış politikada söz hakkı bulunan bir diğer kurum ise Savunma Bakanlığı’dır (Department of Defense, DoD veya Pentagon veya Defense olarak da adlandırılır).

Savunma Bakanlığı’nın en önemli görevi, dünyanın dört bir tarafındaki Amerikan ordularının askerî operasyonlarından sorumlu olmasıdır.43

Bu iki bürokratik yapının ardından, Amerikan dış politikasının yapılışında rol oynayan bir diğer yapı ise Ulusal Güvenlik Danışmanıdır. Amerikan dış politikasının oluşturulmasında önemli bir role sahip olan Ulusal Güvenlik Danışmanı’nın temel görevi dış politika kurumları arasında koordinasyonu sağlamaktır. Ayrıca başkana en yakın kişiler arasında da yer almaktadır. Bu kurum bazı zamanlar oldukça ön planda bulunmuş bazı zamanlar da öneminde düşüşler yaşanmıştır. Örneğin, başkan Nixon ve Başkan Ford dönemlerinde Ulusal Güvenlik Danışmanlığı görevini yürüten Henry

41 Hakan Tunç, Amerika’nın Irak Savaşı, İstanbul, Harmoni Yayınevi, 2004, s.50.

42 Amerikan Dışişleri Bakanlığı ile ilgili daha geniş bilgilere ileriki bölümlerde değinilecektir.

43 Amerikan Savunma Bakanlığı ile ilgili daha geniş bilgilere ileriki bölümlerde değinilecektir.

Kissinger bu görevinde oldukça başarılı olmuştur. 1974’de Kissenger’ın yerine Ulusal Güvenlik Danışmanlığına atanan Brent Scowcroft döneminde ise görevin önemimde azalma yaşanmıştır. Ancak, Başkan Carter tarafından bu göreve getirilen Zbigniev Brzezinski ile tekrar ön planda yer almaya başlamıştır. Başkan Reagan, Başkan Bush ve Başkan Clinton dönemlerinde ideal bir yapıya kavuşan Ulusal Güvenlik Danışmanlığına oğul Bush başkanlığının ilk döneminde Condoleezza Rice ikinci döneminde ise Stephen J. Hadley getirilmiştir.

Amerika’da hem hükümetin başı, hem parti lideri hem de yasa belirleyici konumunda olan başkan aynı zamanda silahlı kuvvetlerin de başkomutanı pozisyonundadır. Dış politikada da son söz yine başkana aittir.44

Amerikan siyasi sistemine egemen olan iki siyasi parti bulunmaktadır. Bu partiler Demokrat Parti ve Cumhuriyetçi Parti’dir. Aslında iki partinin arasında çok derin ideolojik görüş ayrılıkları bulunmamaktadır.

Cumhuriyetçi Parti işveren çevresine, iş dünyasının temsilcilerine, yüksek gelir grubuna ait kişilere ve dini açıdan daha tutucu kesimlere yakın politikalar takip etmektedir.

Demokrat Parti ise alt gelir grubuna, işçi sınıfına ve azınlık gruplarına daha yakın politikalar seyretmektedir. Demokrat Parti bu açıdan daha liberal bir parti olarak tanımlanmaktadır.45

İki parti arasındaki bir diğer fark ise Demokrat Parti sosyal politikalara ağırlık verirken, buna karşılık Cumhuriyetçi Parti daha serbest piyasa ekonomisi ve buna yönelik politikalar takip etmesidir.

44 Arı, op. cit., 2000, s.84.

45 Ibid., s.23.

Dış politika açısından da Cumhuriyetçiler daha sertlik yanlısı tutum içinde bulunurlar ve dış politikaya iç politikadan daha az ağırlık verirler. Örneğin, son Bush hükümetine Cumhuriyetçi partinin muhafazakâr ideolojisi egemenken ve dış politikada da bu ideoloji temelinde adımlar atılırken, Demokrat partinin son başkanı Clinton zamanında ise dış politikada liberal söylemler ve eylemler daha belirgin şekilde kullanılmaktaydı. Ancak, bu faklılıkları çok da fazla abartmamak gerekmektedir. Çünkü, bunlar küçük faklılıklar olduğu için başkanlar ve partiler tersi uygulamalar içerisinde de bulunabilmektedirler.

Bu siyasi çerçeve içerisinde günümüz Amerikan dış politikasını yönlendiren iki temel dünya görüşü, yaklaşımı, olduğu kabul edilir. Bu temel yaklaşımlar Realist yaklaşım ve İdealist yaklaşımdır.46

Realist yaklaşıma göre, ulusal güvenliğe ve stratejik çıkarlara ve ülkeler arasındaki güç dengelerine soğukkanlı ve rasyonel bir şekilde bakılmalıdır.

Realistlerin temel prensibi askerî bakımdan güçlü olmak ve stratejik önemi haiz olan büyük devletler ile ilişkilere öncelik vermektir.47

Realistler, dış politikasının ahlaki ilkelere göre yürütülemeyeceğini ve yürütülmemesi gerektiğini savunurlar. Onlara göre yabancı ülkelerle olan ilişkilerde Demokrasi ve insan hakları gibi değerler ülkenin güvenliğini tehlikeye sokabilecek konulardır. Bu açıdan Realist görüş temsilcilerinin hepsi ulusal güvenliğin sağlanmasında ön plana askerî gücü çıkarırlar.

Ancak burada yöntem açısında iki faklı gruba ayrılırlar. Bu gruplardan ilki Klasik Realistlerdir. İkincisi ise Şahin Realistlerdir.48

46 Emin Gürses, “ABD Dış Politikasında Realizm ve İdealizm”, Jeopolitik, Yaz 2003, Sayı 7, s. 42 – 44.

47 Ibid.

48 Tunç, op.cit., s.50.

Klasik Realistler, ittifak ve koalisyona yani çok taraflı siyasete vurgu yapmaktadırlar. Klasik realistlerin kökeni 19. yüzyıl Avrupa siyasetindeki büyük devletlerarasındaki ilişkilere varmaktadır. Klasik Realistlerin temel hareket noktası

“düşmanımın düşmanı benim dostumdur” ilkesidir. George W. Bush yönetiminin ilk döneminde klasik Realistler ABD Dışişleri eski Bakanı Colin Powell tarafından temsil edilmişler, W. Bush’un ikinci döneminde ise Dışişleri Bakanlığının yeni sahibi Condoleezza Rice tarafından temsil edilmektedirler. Ayrıca, Powell’ın Dışişleri Bakanlığı görevi sırasında onun yardımcısı olan Richard Armitage ve planlamadan sorumlu Richard Haass da bu grupta yer alan diğer isimlerdir.49

Onlara göre savaş en son çaredir. Dış ülkelerden gelebilecek tehditleri caydırıcılık (deterrence), çevreleme (containment) politikaları ile önlemeyi düşünürler.

Stratejik çıkarların muhafaza edilmesi, dış politikayı diplomasi aracılığıyla yürütmek ve her türlü ittifaklar içerisinde yer almak klasik Realistler tarafından kabul görür. Bu açıdan çok taraflı Realist anlayış NATO müttefiklerine çok büyük önem atfetmektedir.

ABD dış politikasında Rice’ın görüşlerinin belirleyici olduğu alanlardan biri Rusya’dır. Rice, Rusya ve Çin gibi “büyük devletlerden” Amerika’ya daha fazla tehdit gelebileceğini düşünmekte ve “büyük devletleri” Amerika’nın birincil ulusal güvenlik endişesi olarak algılamaktaydı. Hatta Rice bu düşüncelerini 2000 yılındaki seçimlerde Bush’un seçim kampanyası esnasında yayınlanan bir makalesinde de belirtmiştir.50

49 Ibid., s.56 – 58.

50 Condoleezza Rice, “Promoting the National Interest”, Foreign Affairs, C. 79, No. 5, 2000, s.54 – 60.

Klasik Realist anlayışın karşısında ise “Şahin” Realistler durmaktadır. Şahin Realistler Klasik Realistlerin tam tersine askerî güce ve stratejik amaçlara öncelik vermektedir. Gerektiğinde müttefiklerinin onayına gerek duymadan “tek taraflı”

eylemlerde bulunurlar. Amerikan ordusunu yüceltme, askerlik şerefi, onuru ve cesareti gibi orduya ait değerleri dış politikaya da yansıtma eğilimindedirler. Şahin Realistlerin kalesi ise Pentagon’un sivil kanadıdır. W. Bush yönetiminde bu yaklaşımı benimseyen isimler ise Savunma Bakanı Donald Rumsfeld ve Başkan Yardımcısı Dick Cheney’dir.51

Realist ideolojinin karşı cephesinde yer alan ve Amerikan dış politikasında ikinci temel yaklaşım olarak kabul edilen İdealizm Başkan Woodrow Wilson’un I.

Dünya Savaşı öncesinde ve sonrasında formüle ettiği dış politika ilkelerinden ilham almaktadır. İdealistlere göre Amerika dış dünyaya özgürlük ve adaleti yaymanın öncüsüdür. Bu sebeple de İdealistler, dış ilişkilerin yürütülmesinde ahlaki değerlerin öne çıkarılmasına büyük önem verirler. Özellikle uluslararası hukuk ve Birleşmiş Milletlere dayalı bir Amerikan politikasını tercih ederler.

Onlara göre, temel Amerikan değerlerinin yani demokrasi ve özgürlük değerlerinin dış dünya tarafından benimsenmesi gerek Amerika’nın güvenliği açısından gerekse de dünya barışı açısından son derece önemlidir.

Amerika’daki İdealistlerde tıpkı Realistler gibi iki sınıfa ayrılmışlardır. Bu sınıflar “Küreselleşme İdealistleri” ve “Şahin İdealistlerdir”.52

Küreselleşme İdealistleri’ne göre serbest ticaret ve ülkeler arasındaki ekonomik entegrasyonun teşvikiyle Amerika kendisini dünyaya demokrasi ve özgürlük modeli olarak lanse edebilecektir.

51 Tunç, op.cit., s.59.

52 Ibid., s.55.

Yine bu İdealistlere göre ekonomik ve kültürel entegrasyon aracılığı ile Amerika’nın kültürel ve siyasal değerlerini yaymak çok daha kolay olacaktır.

Burada temel söylem ise, Amerika, demokrasiyi silahlı güç kullanarak değil kültürel, teknolojik ve ekonomik araçları kullanarak yaymaya çalışmalıdır. Bunun anlamı ise, Clinton yönetiminde görev almış Harvard Üniversitesi’nden profesör Joseph S. Nye tarafından dile getirilen, “yumuşak”53 gücün demokrasiyi yaymada tercih edilebileceğidir.

Küreselleşme İdealistleri ticaret ve ekonomik bütünleşme sonucunda dünyaya barışın hakim olacağına inanmaktadırlar. Ticaret ve ekonomi sayesinde gerek ülke çıkarları birbirleriyle bütünleşecek gerekse de ülke hakları arasındaki yakınlaşma hızla artacaktır.

İdealist dış politikada ikinci görüş ise Şahin İdealist görüşüdür. Şahin İdealistler yeni – muhafazakârlar biçiminde de adlandırılmaktadırlar. Bu görüşe göre diktatörlük rejimi ile yönetilen ülkeler Amerika için en büyük tehdittir. Savunma eski Bakan Yardımcısı Paul Wolfowitz ve Pentagon çevrelerinin etkin ismi olan Richard Perle bu görüşü benimseyen önemli simalardandır.

Şahin İdealistlere göre, küçük devletlerin diktatörlük rejimleri bile Amerika için bir sorundur. Bunun temel sebebi ise kendi halkına karşı son derece kötü davranan bir diktatörün veya liderin başka ülkelere karşı özelliklede Amerika’ya karşı takınacağı tavır kaygı vericidir. Bu sebeple de Amerikan dış politikası bu tür rejimleri yıkmayı ve demokrasiyi yaymayı temel görev addetmektedir. Bu çerçevede de, 11 Eylül’den sonra Irak savaşına giden yolda Ortadoğu ‘ya ilişkin ortaya attıkları gerekçelerle ve düşüncelerle etkili olmuşlardır.

53 Joseph S. Nye, Amerikan Gücünün Paradoksu, çev.:Gürol Koca, İstanbul, Literatür Yayınları, 2003, s.10 – 14.

3 - Karar Alma Süreçleri

a - Kongre

Senato ve Temsilciler Meclisi olmak üzere iki meclisli bir yapıya sahip olan ve 100 üyesi Senato’dan, 435 üyesi de Temsilciler Meclisi’nden olmak üzere toplam 535 üyeden meydana gelen Amerikan Parlamentosuna Kongre denilmektedir. 1787 tarihli Amerikan Anayasasının I. maddesinin 1. bölümü yasama yetkisinin tamamen Kongre’ye ait olduğunu ifade etmiştir.54

Temsilciler Meclisi’nde yer alabilmek için 25 yaşını doldurmuş olmak, son 7 yıldır Amerikan vatandaşı olmak ve seçim zamanında o eyalette ikamet ediyor olmak gerekmektedir.

Temsilciler Meclisi üyelerinin görev süreleri Anayasa tarafından iki yıl olarak saptanmıştır. Bu çerçevede Temsilciler Meclisi nüfusa göre orantılı olarak elli eyaletten farklı sayılarda ve toplam iki yıllığına seçilen üyelerden oluşmaktadır.

Eyaletlerin çıkaracakları Temsilciler Meclisi üye sayısı eyaletlerin nüfuslarıyla orantılı olmak zorundadır. Buna bağlı olarak da, eyaletlerin nüfus artışlarına göre çıkaracakları temsilci sayısı da çeşitlilik arz etmektedir. Ayrıca, Anayasa, nüfusu ne olursa olsun her eyaletin en az bir temsilci seçmesini zorunlu kılmaktadır.55

Senato’ya ilişkin olarak ise, Senato üyeliğine seçilebilmek için otuz yaşını doldurmuş olmak, dokuz yıldır Amerikan vatandaşı olmak ve seçildiği sırada ilgili eyalette oturuyor olmak gerekmektedir.

54 Arı, op.cit., 1999, s.148.

55 Arı, op.cit., 2000, s.37-38.

Altı yıllığına seçilen Senato üyeleri, iki yılda bir yapılan seçimlerle üçte bir oranında yenilenmektedir. Senato her eyaletten eşit sayıda iki senatör olmak üzere toplam yüz üyeden meydana gelmektedir.

Kongre’nin yasama dönemi iki yıl olup, her biri bir yıl süren iki oturumdan oluşmaktadır. Kongre’de güçler dağılımı kuralı işlemektedir.

Kongre, dünyadaki yasama organları içinde en geniş Senato üyelerinin kişisel yardımcılarına (staff) ve uzmanlaşmış ve bağımsız çalışan komitelere sahip yasama organı durumundadır.56

Diğer parlamenter rejimlerden farklılık arz ederek Kongre’nin her iki kanadı bazı istisnalar bulunmakla beraber yasama konusunda eşit yetkilere sahip bulunmaktadırlar.

Anayasa’nın kurucuları, Kongre’ye dış politika konusunda önemli yetkiler tanımıştır. Ayrıca, Anayasa’nın II. maddesi başkana tanınan yetkilerin bazılarını Kongre ile birlikte kullanılmasını öngörmüştür. Bu yetkilerden ikisi antlaşmaların onaylanması ve atamaların kabul görmesine ilişkindir.57

Kongre’nin dış politikaya ilişkin anayasal yetkilerini ise beş ana çerçevede inceleyebiliriz. Bu yetkiler şunlardır: Senato’nun antlaşmaları onaylama yetkisi, Senato’nun atamaları onaylama yetkisi, Kongre’nin mali yetkisi, Kongre’nin savaş ilanı yetkisi, Kongre’nin dış politikaya ilişkin yetkilerinde genişleme yapabilme yetkisidir.

Aşağıda Kongre’nin bu yetkilerinin ayrıntılarına değinilecektir.

Aşağıda Kongre’nin bu yetkilerinin ayrıntılarına değinilecektir.

Benzer Belgeler