• Sonuç bulunamadı

III. HİPOTEZLER

2.3. DEĞERLER EĞİTİMİ

2.3.6. Diğer Çevre Şartları ve Değer İlişkisi

“Birey; bilgiler, beceriler, tutumlar, değerler, güdüler, alışkanlıklar, gereksinmeler, ilgiler ve idealler yönünden toplumsallaşırken, dış unsurlar olarak aile, arkadaş grubu, çevredeki yetişkinler, okulların, sosyal kurumların ve kitle iletişim vs. araçlarının etkisinde kalır.” (Başaran, 1992: 17) Bu bağlamda Gazâlî’nin “ ‘insan bulunduğu kabın şeklini alan sıvı gibidir.’ ifadesiyle kişiliğin oluşmasında çevrenin önemine dikkat çekmesi” anlamlıdır (Aydın, 2013: 28).

Değerler eğitiminde teoriden ziyade pratik ve model daha etkili olduğundan, çocuk, başta aile bireyleri olmak üzere toplumun her kesiminden bilinçli veya bilinçsizce etkilenebilmektedir. Bu bağlamda çocuklara değerleri kazandırmada sadece ailenin değil, başta eğitim kurumları olmak üzere, basını ve yayınıyla birlikte toplumun tüm kurumlarının gerekli hassasiyeti göstermeleri sağlanmalıdır (Köylü, 2016: 128-129). Bilindiği gibi çocuklara olumlu ahlâkî değerleri kazandırmada olumlu çevre şartları oluşturmak kadar, değerleri olumsuz yönde etkileyen çevre şartlarından uzak tutmak da bir o kadar önemlidir. Bunun en önemli sebebi ise olumsuz çevre şartlarının olumlu çevre şartlarına göre daha etkili olması ve kontrol edilmesinin de daha zor olmasıdır (Köylü, 2016: 126).

Bu bağlamda insan davranışlarının güçlü ve zayıf oluşunu, tam veya noksan olarak gerçekleşmesini üç unsura bağlayan İbn Sina, bunları; organın kabiliyet durumu, o işin yapılmasına duyulan istek ve arzu ve dış engellerin varlığı şeklinde ifade etmiştir. Görüldüğü işin başarılması bir yönü ile kabiliyete bağlı ise de bir yönü ile eğitime, bir yönüyle de dış engellerin kaldırılmasına bağlıdır (Dodurgalı, 1995: 38). Bu yaklaşımıyla İbn Sina güçlü davranışların gerçekleşmesi için önemli gördüğü üç unsurdan birinin, olumsuz çevre şartlarının giderilmesi hususunun oluşturması konumuz açısından oldukça dikkat çekicidir.

79

İnsanı olumlu veya olumsuz yönde en çok etkileyen çevresel faktörler sırası ile aile, okul ve kitle iletişim araçları olarak bilinse de günümüzde kitle iletişim araçlarının dönüştürme gücü aile ve okuldan daha etkili hâle geldiği görülmektedir (Turan ve Nazıroğlu, 2016: 159).

Çevre faktörünün başında gelen kitle iletişim araçları ise; yazılı ve sözlü basın, yani kitap, dergi, gazete, sinema, tiyatro, radyo, televizyon, bilgisayar, internet, CD, DVD gibi çeşitli oyun malzemeleri şeklinde açıklanabilir. Ancak çocukların, gençlerin ve hatta yetişkinlerin bile ahlâkî tutum ve davranışlarını etkilemekte televizyon ve internetin başı çektiği herkes tarafından bilinen bir gerçektir ki, yapılan araştırmalarca da bu yönde sonuçlara ulaşılmıştır. Nitekim 2014 yılında “We are social” tarafından hazırlanan rapora göre, Türkiye’de nüfusun %45’i aktif internet kullanıcı olarak görülmektedir. Bir birey günde ortalama beş saat kişisel bilgisayar, iki saat de mobil cihazlar vasıtasıyla internete bağlanmakta ve zamanının ortalama iki buçuk saatini sosyal medyada geçirmektedir. Ayrıca araştırmalar, bir çocuğun doğuşundan lise sonlarına kadar televizyon ya da internet başında geçirdiği zamanın, okul yıllarında geçirdiği zamandan daha çok olduğunu ortaya koymaktadır (Köylü, 2016: 126-127; Kaya ve Taşkın, 2016: 133).

Tabiatıyla bu araçların başında uzun süre kalan bireyler, onun kısa ve uzun vadeli etkilerine maruz kalmaktadır. Her ne kadar bu araçlar gündelik yaşantıyı kolaylaştırma, insanları eğlendirme ve bilgilendirme gibi bazı olumlu etkilere sahip olsalar da artık onların olumlu etkilerinden ziyade birey ve toplum üzerindeki olumsuz etkileri daha fazla tartışılmaktadır. Bu tartışmaların odağında, medya araçlarının etkileşimi yok edip tek yönlü bir bilgi bombardımanı aracına dönüşmesi yer almaktadır. Bunun yanında bu araçlarda yer verilen içeriğin herkese yönelik olması ve farklı yaş ve cinsiyet gruplarındaki bireylerin ayırt etmeksizin bu programları izliyor olması da ayrı bir problem alanı olarak görülmektedir (Turan ve Nazıroğlu, 2016: 159).

Kitle iletişim araçlarından televizyon; bütün insanlığı etkileyen ve yönlendiren en güçlü yayın aracı olarak bilinmekle beraber burada vurgulanması gereken asıl husus, yetişkinlere oranla çocukları daha çok etkilenmesidir. Çocukta henüz eleştirel zekâ gelişmediğinden karşısındaki en hassas kitleyi çocuklar

80

oluşturmaktadır. Televizyon “sadece bir eğlence aracı değil, çocukların dünya görüşlerinin büyük çoğunluğunu kaptıkları bir iletişim aracı”dır. Televizyon hissettirmeden yavaş yavaş çocuğun dünyasına girmekte ve ona belli anlayışlar, belli değerler, belli tutumlar kazandırarak onu yönlendirmektedir. Yalnız televizyonu bütünüyle olumlu ve olumsuz olarak değerlendirmek yerine anne ve babanın bu araçların iyi yönlerinden çocuklarının yararlanmalarını sağlamalıdır (Aydın, 2013: 207).

Çocuğun ahlâkî karakterinin şekil almasında etkili bir diğer kuvvet ise sahip olduğu arkadaş çevresidir. Birinci sınıftan itibaren, çocukların çoğu sosyal varlıktır. Bu dönemde çocuk; aile çevresinden, içinde akranlarının bulunduğu dünyaya girdikçe, zamanının büyük bir bölümünü arkadaşlarıyla birlikte geçirmesinin etkisiyle bu kimselerle beraber olmaktan doyum almaya başlar ve böylece arkadaşlık, dostluk ilişkilerini arttırmanın yollarını ararlar. Özellikle aşağı yukarı onuncu yaştan itibaren çocuğun kendi arkadaş grubu, onun için gittikçe daha önem kazanır. Anne babanın davranış standartlarından çok arkadaşlarınınkini örnek alırlar. Hatta bir dereceye kadar ailede kazanılan değerler, çocuğun arkadaş grubuyla olan deneyimleri sonucu değişebilir. Ortaokul dönemine gelindiğinde ise çocuklar, öğretmeninkinden çok grup öğütlerine değer vermek gerektiğine iyice inanırlar. Onlara göre, arkadaşlarının kendisi hakkında iyi izlenim taşımaları onca, öğretmenin kötü izleniminden çok daha önemlidir (Montagu, 2005: 28).

Bunun sonucunda ise artık akran grubunun bir bireyi olan çocuk, davranış ve tavırlarında gittikçe grubun etkisinde kalmakta ve hatta grup, çocuk için aileden önce gelebilmektedir. Bu akran grubu, “birlikte duyan ve hareket eden, aşağı yukarı aynı yaştaki kimselerin kümesi” olarak tanımlanabilir. Ayrıca arkadaş seçimi konusunda, okul döneminin başlarında çocukların, “arkadaşlarını çoğunlukla yakın çevrelerindeki komşularından seçip, kendi yaşlarına, cinslerine, zihinsel ve sosyal düzeylerine uygun olmalarına özen gösterirken; yıllar ilerledikçe, arkadaş seçiminde, yardımseverlik, dürüstlük, sağduyu sahibi olmak, arkadaş canlısı olmak gibi kişilik özellikleri ön sırayı almaya başladıkları” görülmektedir (Yavuzer, 2015: 146-148; Montagu, 2005: 28).

81

Çocukların zihinsel, duygusal ve sosyal gelişimlerinde önemli bir uyaran olduğu bilinen kitaplar da tüm araçlar gibi çocuğu olumlu ya da olumsuz etkilemede, çift yönlü bir etkiye sahip olduğu bilinmelidir. Çünkü çocuklar anne, baba ya da öğretmenini örnek aldığı gibi okuduğu kitap kahramanlarını model alabilir. Bu bakımdan, “kitap kahramanlarının ahlâkî ve sosyal açıdan sağlıksız olması, çocuğun kendisini kötü bir modelle özdeşleştirmesine” neden olabildiğinden, kitaplardan olumlu yönde faydalanmak için çocukta okuma zevki uyandırılmalıdır. Çocuğun okuma zevkini ise, kültürel koşullar etkilemektedir. Nitekim yapılan araştırmalar çocuğun, okuması gerekeni, kendi cinsi için uygun türü ve sayıyı belirlemede sosyoekonomik ve kültürel faktörlerin etkisinde kaldıkları göstermektedir. Buna göre orta ve daha üstün sosyoekonomik çevre çocuklarının, anne, baba ve öğretmenlerinin uygun buldukları kitapları okudukları; sosyoekonomik düzeyi düşük kesimlerden gelen çocukların ise, kendilerine yol gösterilmeksizin, istediklerini okuduklarını veya hiç okumadıkları tespit edilmiştir. Bu konuda “%73’ü kırsal kesimden gelen 15-18 yaşlarındaki 214 ilkokul mezunu suçlu genç üzerinde yapılan araştırmaya göre, suçlu gençlerin % 59,3’ünün kitap okuduğu, hemen hiçbirine kitap seçiminde yol gösterilmediği” belirlenmiştir. Dolayısıyla çocukların; sağlıklı davranış değişikliği geliştirmede “eğitici yönü olmayan, sanat değeri olmayan, okuma zevki ve ilgisi vermeyen, aksine çocukları şiddete yönelten kitaplar”dan uzak tutulması noktasında hem aileler hem de öğretmenler gerekli hassasiyeti göstermelidir (Köylü, 2016: 128; Yavuzer, 2015: 190-191).

Sonuç olarak çocukları ve gençleri etkisi altına alan teknolojik aletlerin cazibesine karşılık, kitapları daha çekici ve ilginç hâle getirmek bir zorunluluk olarak görülmelidir. Çocuk gelişimine olumlu katkı sağlaması istenen kitapların bu işlevi yeterli bir şekilde gerçekleştirmesi için ise aile, okul, yazar, yayınevleri ve idarecilere de pek çok yükümlülükler düşmektedir. Bu bağlamda çocukta kitap okuma alışkanlığının kazandırılması sağlanmalı; çocuğun okuduğu kitaplar konusunda özellikle aile ve öğretmen uyanık davranmalı; piyasada çokça talep gören kitaplar ilgili kişi ve kurumlarca gözden geçirilerek varsa eksik ve yanlışları giderilmeli ve bu kitaplarda çocuğunun ilgi ve ihtiyaçları göz önünde bulundurularak, gerek konu gerekse de kahramanları konusunda gerekli güncelleştirmeler sağlanmalı; bugünün

82

çocuğunun hayal dünyasına hitap eden, kültürel mirasımızı, ahlâkî değerlerimizi çocuklara aktaracak eserler sayıca arttırılmalıdır (İnan Kılıç, 2009: 221).