• Sonuç bulunamadı

III. HİPOTEZLER

2.3. DEĞERLER EĞİTİMİ

2.3.4. Ailede Değerler Eğitimi

“Aile, kan veya akrabalık bağıyla birbirine bağlı olan, aralarında toplumca belirlenmiş hâk ve ödevlere sahip bireylerin oluşturduğu bir kurum, ortak değerleri olan bir gruptur.” Bu bağlamda çocuğun, aile üyeleriyle, anne babası veya kardeşleriyle sıkı ve sürekli teması, aileyi, toplumun temel değerlerini yeni kuşaklara aktaran en temel kurum yapmaktadır (Aydın, 2013: 27-30).

İbn Sina’ya göre aile hayatı, çocuğun yetişmesi için en elverişli ortamdır. Çünkü, çocuk ihtiyacı olan sevgi, şefkat ve güven gibi en temel duyguları aile

67

ortamında bulur (Dodurgalı, 1995: 148). Nitekim sevgi ve hoşgörü gibi duyguların çocukları zeka gelişiminden vicdan gelişimine kadar birçok yönden etkilediği bilinen gerçeklerdir (Aydın, 2013: 70).

“Ayrıca aile, başkasını sevmekte de kaynaktır. Çocuklar, vatandaşlarını ve diğer insanları sevmeye ve onlara karşı iyiliksever olmaya, önce ailelerindeki kişileri sevmek ve onlara karşı iyiliksever olmayı öğrenmekle ulaşır. Yani önce anne-babaya veya onların yerini tutan kişilere, kardeşlere sevgi duyulur. Sonra bu sevgi akrabaya, komşuya ve nihayet vatandaşlara ve nihayet diğer insanlara kadar ulaşır. Anne-babaya saygı ve itaat etmeyi öğrenen çocuk daha sonra kanunlara saygı ve itaat etmeyi de öğrenecektir.” (Bilgin ve Selçuk, 1995: 109)

Bu bağlamda Öymen’in; “çocuğun, âdil bir baba vasıtasıyla dünyanın en muktedir öğretmenlerinden daha iyi terbiye edilebileceğini ifade etmesi” eğitimde ailenin rolüne dikkat çekmektedir. (Öymen, 1975: 86)

Aile, çocuk için bütün bir toplum demektir. Çocuk ilk çağlarında etrafında sadece ailesi içindeki fertleri görür, onlarla sosyal münasebete girer ve sosyal davranışın kaidelerini bu vasıtayla öğrenir. Şu hâlde bütün toplum hayatının temelini meydana getiren sosyal normlar, âdetler, kıymetler, inançlar çocuğa ailesi yoluyla geçmektedir. Bu yüzden çocuğun aileden öğrendikleri ona mutlak hakikat gibi görünür ve zihnînde öyle yerleşir (Güngör, 2008: 214). “Yetişkin bir insanın iyi veya kötü oluşunun kökleri çocukluğa dayandığından yetişkin insan, geniş ölçüde, çocukken aldığı eğitimin meydana getirdiği bir eser” olarak görülmektedir (Montagu, 2005: 5). Bu bağlamda İbn Sina, ancak erken eğitimle alışkanlıkların ve tutumların kişiliğe yerleşeceğini ifade etmiştir (Dodurgalı, 1995: 157).

Dünyada yapılan bilimsel araştırmaların sonuçları da, “çocukluk yıllarında kazanılan davranışların büyük kısmının yetişkinlikte, bireyin kişilik yapısını, alışkanlık, inanç ve değer yargılarını biçimlendirdiğini ve sağlam bir kişiliğin temelinin ilk çocukluk yıllarında atılabileceğini” göstermiştir. Çünkü kişinin hayatındaki “ilk izlenimler” daha kalıcı etkilere sahiptir (Selçuk, 2015: 13).

68

Şahsiyet yapılanmasında çocukluk yıllarının önemine dikkat çeken Gazâlî’ye göre, bu yaşlardaki hayat, âdeta şahsiyetin çekirdeğini oluşturmaktadır. Çocuğu korumak, onu güzel terbiye etmek, ona ahlâkî değerleri kazandırmak, kötü arkadaşlardan korumak vs. ailenin sorumluluğundadır. Çünkü çocuk ana-babasına ilahi bir emanettir. Gazâli, “Küçükken öğrenim, taş üzerine yazı yazmak gibidir.” diyerek terbiyede ilk yaşların önemini vurgulamıştır (Çamdibi, 2014: 228). Zira çocukluk çağı ilkbahar; gençlik çağı yaz mevsimine; erginlik çağı, sonbahara; ihtiyarlık çağı ise kış mevsimine benzemektedir. İşte bu noktada insanın eğitim ve öğretimi, onun hayatının ilkbaharında yani, çocukluk çağında başlamalıdır (Comenius, 1964: 101).

Ayrıca kişide şahsiyet oluşmasının cereyan ettiği en uzun dönem de ailenin içerisinde geçer (Dodurgalı, 1998: 77). Çünkü insan yavrusu diğer canlıların yavrularına kıyasla daha uzun sürede ve daha zor yetişmektedir. Hatta uzun zaman korunmaya ve bakıma muhtaç olan çocuk, sadece bebeklik çağında değil, hayatının her döneminde ailesinin maddi ve manevî desteğine ihtiyaç duymaktadır. Zira aile, bireylere diğer kurumlarda olmayan çok yönlü biyolojik, psikolojik, ekonomik ve sosyolojik bir ilişki örüntüsüne sahiptir. Aile, fert ve toplum için gerçekleştirdiği fonksiyonlar nedeniyle, yeri doldurulamayan ve alternatifi olmayan bir müessese olarak kabul edilmektedir (Köylü, 2016: 107).

Bu bağlamda dünyaya gelişimini tamamlamış bir varlık olarak gelmeyen ve uzun bir gelişim süreci geçirmek zorunda olan çocuk; dünyaya gelince çevresinde dil, din, ahlâk, hukuk, sanat, kültür gibi değerleri hazır bulur. O böylece belli bir dünya ve hayat anlayışı içinde gelişimini tamamlayarak topluma karışmaktadır. Çocuğun kendi hayatının biçimlenmesinde ve çizilmesinde istidatların önemli rolü olmakla beraber, çocukta doğuştan var olan inanma gücü ve eğiliminin, kendini gösterebilmesi için dış etkenlerle beslenmesine ihtiyaç duyulmaktadır. Şöyle ki devamlı akıtılamayan ve kullanılmayan suyun bir yerde terk edilmesi orada mikropların üremesine sebep olur. Aynı şekilde insanın doğuştan getirdiği potansiyel güçlerin geliştirilmemesi ya da bir kenarda terk edilmesi kötülüğe zemin hazırlayacaktır. Öyleyse her ikisinin de birbirini tamamladıkları söyleyebiliriz (Dodurgalı, 1995: 143; Yavuz, 1983: 105-107). Gazâli, “ ‘insan bulunduğu kabın

69

şeklini alan sıvı gibidir.’ benzetmesiyle kişiliğin oluşmasında çevrenin önemine dikkat çekmektedir.” (Aydın, 2013: 28)

Çocuk toplumdaki fikirleri, gelenekleri ve kuralları ise daha çok taklit yoluyla kazanmaktadır. Çocukta taklit fonksiyonu ilk zamanlarda iradesiz işler. Çocuk âdeta pasif durumdadır (Pazarlı, 1982: 45).

Nitekim öğrenme kuramları çerçevesinde Bandura ve Walters (1963) sosyal öğrenme ve kişilik kuramlarını büyük ölçüde taklit ve model aracılığı ile öğrenme üzerinde yoğunlaştırmışlardır ve taklidin sadece onaylanan değil aynı zamanda da onaylanmayan davranışların edinilmesindeki önemi vurgulamışlardır. Kültürler arası yapılan bir araştırmaya göre, çocukların yalnız yetişkinlerin sözlü olarak yönelttikleri doğru yanlış kavramlarından değil, aynı zamanda onların davranış biçimlerinden de etkilenlenmektedirler. Bir diğer araştırmada ise değerlerin öğretilmesinde modellerin etkisi, laboratuarda film izletilerek yürütülen deneylerle ortaya konmuştur (Çileli, 1986: 20).

Bu bağlamda birinci dereceden yakın aile üyelerinin problemli bir kişiliğe sahip olması durumunda bunun çocuğa yansıması; “ ‘Suçlu çocuklarda zekâ kişilik ve yakın çevre özellikleri’ adlı, 214 hükümlü genç üzerinde gerçekleştirilen araştırma bulgularına göre, suçlu gençlerin birinci dereceden akrabaları arasında, % 54 oranında hüküm giymiş suçluya rastlanılması” ile daha iyi anlaşılmaktadır (Yavuzer, 2015: 132).

Buna karşın sosyal bakımdan faydalı tipler ise, genellikle üyelerinin birbirine yardımcı olduğu, birinin diğerine destek olduğu aileler içerisinde yetişmiş olan, birbirlerine saygılı olan, problemleri herhangi bir çatışmaya sebep olmadan ele alma eğilimi gösteren aileler içerisinde yetişmiş olan kimselerden oluşmaktadır (Adler, 2015: 55).

Değerler eğitimi ne zaman verilmelidir sorusunun cevabı elbetteki her zamandır. Ancak bu zaman diliminin önemli parçasını insan yaşamının ilk yıllarının oluşturduğu muhakkaktır (Doğanay, 2012: 233). Nitekim şahsiyet çocuk altı aylık iken, hatta çok kere ondan evvel, kendini belli etmeye başladığından okul çağına

70

gelmeden evvel belli başlı yönelişlerinin birçoğu kökleşmiş, yerleşmiş olur. Ana, baba ve öğretmenler çocukların kötü huylarını, yönelişlerini bulup çıkarmakta uyanık davranmalı ve bunların yerine istenilen, beğenilen huy ve yönelişleri koymaları için yardım ve teşvikte bulunmalıdırlar. Gidişlerin ve karakterlerin çok küçük bir yaşta biçim almaya başladığı ve sonradan bunları değiştirmenin çok zor olduğu anlaşıldığı için hiç vakit kaybetmemek ve geç kalmamak lazımdır (Cole ve Morgan, 1985: 396).