• Sonuç bulunamadı

B. Ġftâ TeĢkilatının Tarihçesi

1.3. DERĠZBÎNÎ‟NĠN YAġADIĞI DÖNEM

Derizbînî‟nin ilmî ve Ģahsî hayatının oluĢumunda ve geliĢmesinde etkisi olan faktörleri ve amilleri bilmek için yaĢadığı dönemi tanımak gerekmektedir. Onun yaĢadığı dönem siyasî olarak, Osmanlı Ġmparatorluğu‟nun sonu ve yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti‟nin baĢından 1967‟lere kadar olan döneme tekabül etmektedir. Biz bu dönemin, sadece konumuzla ilgisi olan ve Ġslamî ilimleri ilgilendiren yönünü kısaca ele almaya çalıĢacağız.

Derizbînî‟nin yaĢadığı döneme baktığımızda, âlim yetiĢtiren mekânların medrese veya okullar olduğunu görmekteyiz. Siyasî otoritenin bunlara maddî ve manevî imkânlar sağlamaması bunların verimlerinin düĢük olmasına sebep olduğu inkâr edilmez bir gerçektir.

Bu iki kurumun bu döneme tekabül eden ve Ġslamî ilimleri ilgilendiren tarihçelerine kısaca baktığımızda, ilmî çalıĢmaların sahip olduğu imkânları da anlamıĢ olacağız. Resmî tarafı oluĢturan okul kurumuna baktığımızda Ģunları görmekteyiz: Tanzimat döneminde baĢlayan batılılaĢma ve modernleĢme hareketlerinin zirve noktası

33 ġerh üzerine sadece gerekli görülen yerlerin açıklanması amacına yönelik çalıĢma, derkenar. Erdoğan,

Fıkıh ve Hukuk Terimleri, s. 184.

34 Metnin üzerine yazılan Ģerhlere düĢülen açıklayıcı notlar; Ģerh metnin tümünü kapsar ta‟lîk ise

19

Türkiye Cumhuriyeti Devletinin kurulmasıdır. Yeni kurulan devlet pek çok alanda olduğu gibi eğitim ve öğretim alanında da bir takım reformlar yapmıĢ, din eğitim- öğretimi de bu reformlardan payına düĢeni almıĢtır. Bu bağlamda TBMM tarafından 3 Mart 1924 tarih ve 430 Kanun Numarası ile kabul edilen ve 6 Mart 1924 tarihli Resmî Ceride‟de yayınlanarak yürürlüğe giren Tevhid-i Tedrîsât Kanunu ile ülkedeki bütün eğitim kurumlarının Maarif Vekâletine bağlanması öngörülmüĢ ve eğitim-öğretimde birliğin sağlanması hedeflenmiĢtir. Esasen kanun metninde medreselerin kapatılacağına dair âmir bir hüküm veya düzenleme bulunmamasına rağmen dönemin Maarif Vekili Hüseyin Vâsıf Çınar‟ın 11 Mart 1924 tarihli telgraf emriyle medreseler kapatılmıĢ ve din eğitim ve öğretiminde yeni bir sayfa açılmıĢtır.

Tevhid-i Tedrisat kanununun 4. maddesi Maarif Vekâletine iki görev vermiĢtir. Birincisi; yüksek diniyat mütehassısları yetiĢtirmek amacıyla (1933‟te adı Ġstanbul Üniversitesine çevrilecek olan) Dâru‟l-Fünûn‟da bir Ġlahiyat Fakültesi açmak, Ġkincisi de; imamlık ve hatiplik gibi dinî hizmetleri yapmakla görevli elemanların yetiĢmesi için ayrı mektepler (Ġmam ve Hatip Mektepleri) açmaktır. Kanunun âmir hükmüne uyularak Mart 1924‟te Maarif Vekâletine bağlı Ġmam ve Hatip Mektepleri açılmaya baĢlanmıĢtır. Ancak bu mektepler, ilk defa açılan birer eğitim-öğretim kurumu olmaktan ziyade, Dâru‟l-Hilâfe Medreselerinin isim ve program değiĢtirilmesi Ģeklinde oluĢturulmuĢtur. Cumhuriyetin ilanından sonra, zaman zaman din eğitiminin verilmesi noktasında çabalar olmuĢsa da, dini alandaki eğitim uzun yıllar kesintiye uğramıĢtır. Çok partili hayata geçilmesiyle birlikte, dini eğitim verecek olan Ġmam Hatip Okulları ve Ġlahiyat Fakülteleri faaliyet göstermeye baĢlamıĢtır.35

Din eğitim ve öğretiminin yükseköğretim ayağını ise 1924-1933 yılları arasında faaliyet gösteren Dâru‟l-Fünûn Ġlâhiyat ġubesi oluĢturmuĢtur. Ancak 1930‟lu yıllardan sonra çeĢitli sebeplerle ülkede din eğitim ve öğretimine karĢı olumsuz bir tutum

35

20

sergilenmiĢ, bir taraftan Ġmam Hatip Okulları öğrencisizlik(!) gerekçesiyle kapatılmıĢ diğer taraftan da üniversite reformuyla Ġstanbul‟da ki Dâru‟l-Funûn Ġlâhiyat ġubesi de 1933‟te kapatılmıĢtır.36

Daha sonraları ilkokullarda Din Dersleri‟nin konulmasıyla birlikte, buralarda eğitim verecek olan öğretmenlerin yetiĢtirilmesi amacıyla, 1949 yılında Ankara Üniversitesi‟ne bağlı olarak bir Ġlahiyat Fakültesi‟nin kurulmasına karar verilmiĢtir.

1959-1981 yılları arasında ülkenin çeĢitli yerlerinde Yüksek Ġslam Enstitüleri açılmıĢtır. Gerekli olan öğretmen ihtiyacının karĢılanamaması üzerine, 1971 yılında Erzurum‟da bir Ġslamî Ġlimler Fakülte‟nin açılması kararlaĢtırılmıĢtır. 1983 yılından sonra ise, mevcut Yüksek Ġslam Enstitüleri‟nin Ġlahiyat Fakülteleri‟ne dönüĢtürülmesi ve yeni fakültelerin kurulmasıyla, üniversitelere bağlı olarak sekiz ilahiyat fakültesinin açılması kararlaĢtırılmıĢtır.37

Günümüzde de bu fakülteler, üniversitelerin bünyesinde, din eğitimi vermeye devam etmektedirler. Her geçen gün sayıları artmaktadır.

Dinî tedrisatın gayri resmî tarafını oluĢturan medreselere baktığımızda ise gerek eğitim, gerekse ilmî çalıĢma açısından durumlarının daha olumsuz olduğu görülmektedir.

Osmanlı Devleti‟nin son asrında açılan RüĢdiye, Ġdadiye ve Sultaniye gibi ortaokul ve lise karĢılığı olan okullar ile, muhtelif mesleklere eleman yetiĢtirmek amacıyla açılan meslek okulları karĢısında giderek kendisini zayıflamıĢ hisseden medrese için 1910, 1914 ve 1917‟de olmak üzere peĢ peĢe üç defa ıslah nizamnamesi/kanun hazırlanmıĢ ve yürürlüğe konulmuĢtur.38 Ancak yapılan düzenlemelerin sonuçları alınamadan, 1924 senesinde yürürlüğe giren Tevhid-i Tedrisat Kanunu ile medreselerin kapatılmasına karar verilmiĢtir.

Medreselerin kapatılması kararının yürürlüğe girmesiyle birlikte, Ģehir merkezlerindeki medreseler çoğunlukla kapatılmıĢtır. Ancak köylerde ve kırsal

36 Mustafa Öcal, “Ġlahiyat Fakültelerinin Tarihçesi”, Uludağ Üniversitesi Ġlahiyat Fakültesi Dergisi,

1986, ss. 113-114, c. I, s. 1.

37 Öcal, “Ġlahiyat Fakültelerinin Tarihçesi”, s. 116-120.

38 Mustafa Öcal, Medresetu‟l-Eimme ve‟l-Huteba‟dan Ġmam-Hatip Liselerine Bizim Okullarımız,

21

kesimlerde medreselerin faaliyetleri azalmakla beraber kesintiye uğramamıĢtır. Devletin medreseleri yasaklamasına rağmen, halk medreseden ve onun eğitiminden vazgeçmemiĢtir. Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesinde medreselerin sayısında ciddî anlamda azalmalar meydana gelmiĢtir. Cumhuriyet‟in 1923‟te ilanından 1950‟lere kadar dönemde medereseler üzerine ağır baskılar uygulanmıĢtır. Ancak buna rağmen medreseler, zor Ģartlarda fonksiyonlarını az da olsa yerine getirmeye çalıĢmıĢlardır. Genel olarak bu dönemde Kuran-ı Kerim ve Ġslamî ilimlerin öğretimi açıktan değil, gizli olarak yapılmaya çalıĢılmıĢtır.

Medreselerden mezun olup icâzet alan öğrenciler, genellikle köylerde fahrî imamlık yapar ve bazıları da talebe yetiĢtirme iĢine devam etmeye çalıĢırlardı. Devlet tarafından verilen bir maaĢları olmadığı için maiĢetleri yöre halkı tarafından karĢılanırdı. Devlet yönetiminin resmen medrese açıp müderris tayin etmesi bir yana mederese eğitimini yasaklaması nedeniyle, buralarda eğitim öğretim faaliyetleri kıt Ģartlarda devam ettirilmeye çalıĢılmıĢtır. Derizbînî‟nin de bu dönemin medreselerinde okuyup sonra müderrislik yaptığını düĢündüğümüzde, hangi zor Ģartlar altında ilmî çalıĢmalar yaptığı açıkça görülmüĢ olacaktır.

DEĞERLENDĠRME

Derizbînî‟nin eserlerine baktığımızda, yaĢadığı yer ve zaman dilimi içerisinde o günün Ģartlarını ve ihtiyaçlarını göz önüne alarak fıkhî ve akidevî konuları ele aldığını görmekteyiz. Bu da bulunduğu zor Ģartlara rağmen, çevresindeki Müslümanların ilmî konulardaki ihtiyacını yerine getirme çabası içinde olduğunu bize açıkça göstermektedir.

Derizbînî‟yi tanıyanlardan aldığımız bilgilere, yaĢadığı zaman diliminin yaĢam Ģartlarına ve onun eserlerinin içeriklerine bakıldığında, bazı tespitlerde bulunmamız mümkün olmaktadır. Eğer onun zamanında Ģartlar müsait olsaydı ve Derizbînî o Ģartlarda tedrisatını yaptığı Ġslamî ilimler konusunda kitap yazmıĢ olsaydı, o ilimlerde önemli eserler yazmıĢ olacaktı. Onun ders verdiği kitaplara yazdığı ta‟likatlar buna Ģahitlik ettiği gibi tanıyanları da bu potansiyele sahip olduğuna tanıklık etmektedirler. Fakat Derizbînî‟nin hayat Ģartları ve önündeki dezavantajlar buna müsait değildi. Hayatını ve yaĢadığı dönemi incelediğimizde Ģu engellerle karĢılaĢtığı açıkça

22 görülmektedir:

1. Ġlmî hayatını geçirdiği Tükiye‟deki zaman dilimi daha ileri seviyede eserler vermeye müsait değildi. Çünkü o dönemde Türkiyede iktidarları ellerinde bulunduran hükümetler, medreseleri, Ġslamî ilimlerin okunup okutulmasını, Arapça ders kitaplarının bulundurulması hatta Kuran-ı Kerim‟in okutulmasını bile uygulamada yasaklamıĢlardı. Bu da haliyle ulamanın geniĢ ölçüde ilmî çalıĢmalar yapmasına mani oluyordu.

Ġslamî ilimlerin tedrisatını uygulamada yasaklamaları, insanların ve ulemanın çoğunu ilmî kitaplara mesafeli durmaya sevk etmiĢti. Eski âlimlerin yazdığı eserler okunamaz olmuĢtu. Dolayısıyla o Ģartlarda yeni ilmî eserlerin yazılmasına ihtiyaç olmadığı ve faydalarının da olmayacağına inanmak zorunda bırakılmıĢlardı.

2. Hayatını ilmî ortamlardan uzak küçük yerleĢim birimlerinde geçirmesi. Âlimlere ilmî eserleri yazma aĢk ve Ģevkini veren, büyük yerleĢim yerleri ve yüksek düzeyli ilim meclislerinden uzak olması da karĢılaĢtığı dezavantajlardan biri sayılabilir.

3. Ġlmî seviyesinin kemali esnasında birçok hastalığa maruz kalması,

Eğer Ģartlar müsait olsaydı, ilim ve âlimlerin çok olduğu büyük yerleĢim yerlerinde ve yüksek seviyeli ilmî ortamlarda bulunmuĢ olsaydı kanaatimizce daha kapsamlı ve çok faydalı eserler verebilecekti.

23

ĠKĠNCĠ BÖLÜM

DERĠZBÎNÎ FETVALARININ TAHLÎLĠ

2.1. DERĠZBÎNÎ FETVÂLARININ MUHTEVASI TERTĠBĠ VE METODU

Benzer Belgeler