• Sonuç bulunamadı

Dünyayla İlişkiyi Kesmek

Tasavvufî düşüncede “dünya” kavramıyla âhiret yaşamını geri plana atan ve ömür, para, böbürlenme, gurur, kibir, hevâ, arzu ve güç gibi kavramları ifade eden yaşam tarzı kastedilmiştir. Kötü olarak dünyanın kendisi değil dünyanın insan için ifade ettiği anlam kastedilmiştir. Sûfîler, bu anlamı ifade eden dünya yaşamını yermişler ve dünya hayatının Allah’ın emir ve yasaklarına göre şekillendirilmesi gerektiğini düşünmüşlerdir. Gazzâli de (ö. 505/1111) dünyayı “İnsan için haz unsuru taşıyan her şey.” olarak tanımlamış ve insanın dünyaya kalp ve bedeniyle bağlı olduğunu söylemiştir. Kalbin bağlantısının dünyaya karşı sevgi besleyip bağlanmak, bedenin bağlantısınınsa dünya malı olduğunu ifade etmiştir. Ayrıca dünyayı, Allah’ın ve dostlarının düşmanı olarak kabul etmiş ve dünyanın geçiciliğini vurgulayarak ona bağlanılmaması gerektiğini söylemiştir.333 Kuşadalı İbrâhim Halvetî de (ö. 1262/1846)

dünyanın insan için bir imtihan yeri olduğunu ifade etmiştir.334

Tasavvufî geleneğe göre dünya hayatı, sevgisi kalbe dolan bir amaç olarak değil de insanların mânevî olgunlaşmasını gerçekleştirmek için bir araç ve malzeme olarak kullanılması gereken335 ve insanın maddî varlığının ölümünden sonra

başlayacak asıl ve ebedî olan hayata geçiş sürecinde insanların yaşamının geçici bir dönemini ifade eden bir kavramdır. Bu nedenle dünya hayatındaki yaşanan şeyler diğer

331 Akot, “İslam Ahlâkı”, 52. 332 Sayın, “Tasavvuf Kültürü”, 93. 333 Erginli, “Dünya Algısı”, 17-20.

334 Işıtan, “Mânevî Şahsiyet Gelişimi”, 1708. 335 Işıtan, “Mânevî Şahsiyet Gelişimi”, 1702.

72

ebedî hayatın yaşayış şeklini belirleyeceğinden dolayı insanlar, bu dünyayı mânevî hayat tarzını en güzel şekilde yaşama mekânı olarak görmelidirler. Sûfîler, maddî dünyanın geçici arzu ve isteklerinden vazgeçerek ebedî hayat için birikimde bulunmaya çalışırlar. Bu şekilde mânevî özgürlüğü elde edip dünya hayatına mânevî bir anlam vererek ölmeden önce ölmeyi tercih ederler.336 Dünyanın ve âhiretin gamından, kederinden ve eleminden kurtularak özgürlüğünü elde edip sadece Rabbi ile mutluluğa ulaşabilen kişiler, hürriyetlerinin, ubûdiyetlerinin ve muhabbetlerinin zirvesine ulaşmış olurlar.337

Sûfîler, Hz. Muhammed’in (s.a.v.) ve sahabenin dünyanın insanın mâneviyatına etki eden hayatından uzak bir şekilde yaşamış oldukları hayat tarzını yaşamayı kendilerine ilke edinmişlerdir. Bu sebeple kendilerini Allah ve Resulünün izinden ve yolundan ayıran ve köle durumuna düşüren her türlü dünyevî yaşam ve düşünce biçimini terk etmek için nefislerini terbiye etme yoluna gitmişlerdir.338

Dünyalık kötü istek ve arzulara meyledebilecek zayıf bir yapıda yaratılan nefsin, başıboş bırakılmaması gerektiğini vurgulamışlardır.339

Tasavvufî gelenekte kişinin, mâsivânın köleliğinden kurtularak îmanını kemâle erdirip hürriyetine kavuşması için “terk-i dünya”, “terk-i ukbâ”, “terk-i hestî” ve “terk- i terk” olarak isimlendirilen dört şeyi terk etmesi gerekmektedir. Bu kavramların ilki olan “terk-i dünya”, dünyayla ilgili her türlü meşgalelerin ve muhabbetlerin kalbe yerleştirilmemesi ve Allah Teâlâ’yı unutturmaması anlamında kullanılmaktadır.340

“Terk-i ukbâ”, Allah Teâlâ dışındaki âhiretle ilgili cennete ulaşma, cehennemden kurtulma gibi duygu ve düşüncelerden kalbi temizlemeyi ve arındırmayı ifade etmektedir. “Terk-i hestî” kişinin kendi benliğinden ve varlığından geçmesi anlamındadır. Yâni Allah Teâlâ karşısında kişinin, kendisinin varlığının bir anlamı olmadığını fark etmesidir. Gurur, kibir ve benlik gibi kötü duygu ve düşüncelerden kalbini arındırarak Allah karşısındaki acizliğini bilmesidir. Son kavram olan “terk-i terk” ise her türlü terk etme düşüncesinden kalbini temizleyerek ve arındırarak kalbine sadece Allah düşüncesini ve sevgisini yerleştirmesidir. Yâni kişinin, “fenâfillah”

336 Işıtan, “Sûfî Özgürlük Algısı”, 324-325. 337 Sayın, “Tasavvuf Kültürü”, 89.

338 Uysal, “Tasavvuf ve İslam”, 102-111. 339 Erginli, “Dünya Algısı”, 25.

340 Ericch Fromm’un “kişi dış dünya ile bağlantısını sağlayan göbek kordonundan kurtulmadığı sürece

73

mertebesine yükselerek “insân-ı kâmil” olma özelliğine sahip olmasıdır. Böylece “kâmil insan” olma özelliğini kazanan kişi, gerçek hürriyetini elde etmiş olur.341

Mevlânâ’ya (ö. 672/1273) göre insanın, hürriyetine kavuşması için altı koşulu yerine getirmesi gerekmektedir. Bunların ilki insanın, hakikate yâni Allah’a ulaşabilmesi için “kendini bilmesi”dir. Ona göre kişinin, kendini ve doğduğu andan itibaren hapsolarak kendisini Allah’tan uzaklaştırmasına sebep olan kafesini bilmesi hürriyet yolunda atılan ilk adımdır. Bu şekilde ikinci adım olarak sınırlı özgürlük alanından sınırsız özgürlüğe ulaşmak isteyen insanın, Allah’a ve Peygamberine en yakın olmak için “kâmil olma” yolunda mücadelesi başlamaktadır. Bu süreçte kişi, “ölmeden önce ölmek” ilkesi gereği ölü gibi davranırsa kâmil olma yolunda daha hızlı ilerleyebilmektedir. Bu yolda üçüncü adımsa insanın, kendisinde var olan “akıl” ve “aşkı” ortaya çıkarmasıdır. Hürriyetine kavuşmak isteyen kişi, aşk kanadıyla kanatlanarak ölü gibi davranmalıdır. Bu şekilde kişi, sevgilisine ulaşabilir. Akıl, burada insanı tek başına özgür kılamamakta ve tutsak haline getirmektedir. Aklın buradaki tek fonksiyonu özgürlüğün varlığını idrak etmektir. Özgürlüğe ulaşmak ve onu hissedebilmekse aşkla gerçekleşmektedir. Dördüncü adım insanın, bu dünyadaki imtihanı için gerekli görülen “ihtiyar” ve “irade”sinin olmasıdır. Beşinci adım da insanın, nefsiyle savaş haline girerek “insân-ı kâmil” olma yolunda özgürlüğüne ulaşmak için yaşadığı 1001 gün süren ve özel bir eğitim olan “çile” ve âşıkların ruhlarını hürriyete kavuşturup sevgiliye ulaşmak için aşkla kendilerinden geçerek yaptıkları “semâ”dır. Bu gerçek hürriyete kavuşma yolundaki en son adımsa, mutasavvıfın bütün mâsivâ yüklerinden, benliğinden kurtulma ve kötü sıfatların yok olma aşaması olan “fenâ” ve bu yüklerden kurtularak güzel vasıflarla donandığı zaman ulaştığı “bekâ” makamıdır. Mevlânâ’ya göre kişi, bu yolu tamamladığında ruhunun üzerine örtülen beden örtüsünü yok etmeden ondan kurtularak hakikate ulaşmış olur. Hürriyetini elde eden kişi de bu şekilde geçici âlem olan dünya hapishanesinin esaretinden kurtularak esas âleme ulaşabilmektedir. “Simurg Kuşu” hikâyesinde geçtiği gibi kişi, yine özgürlüğünü Allah’a ulaşarak kendinde bulmaktadır.342

Tasavvufî gelenekte, hürriyet hakkında derin bir bilince sahip olduktan ve iç hürriyete yâni mânevî hürriyete kavuştuktan sonra hürriyetin ve sorumluluk bilincinin

341 Türer, “Hürriyet Kavramı”, 89-90. 342 Özerdem, “Mesnevî’de Özgürlük”, 19-30.

74

anlam kazanacağı düşüncesi hâkimdir.343 Onlara göre gerçek hürriyete, nefsin ayağına

pranga gibi takılmış olan dünyalık işlerin, arzu ve ihtirasların esaretinden ve köleliğinden nefsi kurtarıp tezkiye etmekle ulaşılmaktadır. Hürriyet, ahlâkî olgunlaşma olarak kabul edilmektedir. Bu hürriyetin en uç noktası olarak görülmüştür. Nefsin arzularına ve tutkularına boyun eğerek maddî hazların peşinden sürüklenerek elde etmek istediklerini ve elde ettiklerini ellerinde tutma çabasına girerek bağımlı hale gelenlerse esir ve köle durumuna düşmektedirler. Çünkü dünyevî işlere ve nefsin kötü arzu ve isteklerine bağlanmak kölelik olarak görülmüştür.344 Dünyevî, nefsânî ve

şeytânî arzu ve isteklerinin esaretinden kurtularak Allah’ın ve Peygamberinin yolundan gidenler, asıl hürriyetlerine ulaşabilirler.345

Sûfî anlayışta özgürlük, insanın kararlı ve sağlam bir iradesi sonucunda ortaya çıkan olgunluğunu ifade etmektedir. Onlara göre kişinin özgürlüğüne kavuşması, iç dünyasını kirlerden arındırıp temizlemesiyle mümkündür.346 Amaçları, nefsin bedensel

arzu ve ihtiyaçlarına İslâm dininin çerçevesinde bir takım mânevî uygulamalarla sınırlamalar getirip kişiyi, dünyalık kötü duygu ve düşüncelerin etkisinden kurtararak mânevî yaşama yönlendirmektir.347 Tasavvufî gelenekte sûfîler, mânevî kişilik ve kimliklerini oluşturabilmek için dinin ve mânevî yaşamın kendilerinden yapmalarını istedikleri tutum ve davranışları eksiksiz yerine getirmeye çalışırlar. Bu şekilde irade zayıflıklarını aşıp benliklerini kuvvetlendirerek dünyevî ve bedensel arzu ve isteklerine sınır koyabilme gücünü kendilerinde bulurlar.348

Yukarıda da bahsettiğimiz gibi sûfî bireyin mânevî hürriyetine ulaşması için önemli görülen bir diğer konu da nefsin kötü isteklerine karşı gelmektir. Şimdi bu konuya geçebiliriz.