• Sonuç bulunamadı

Yolculuk, dönüşüm sürecindeki kahramanın yazgısıdır. O, daha doğumundan itibaren, ileride çıkmak zorunda kalacağı yolculuğuna hazırlıklı bir şekilde anlatılır. Doğumu dahi sıra dışı olan kahraman, olağandışı bir yaşam sürecek ve olağanüstü maceralar yaşayabilecek her türlü donanıma sahiptir. Bu aşamada kahramana ait anlatılan her şey onun yaşayacağı hayata ve maceraya dönük atıflarla doludur.

Kahramanın -daha yolculuğa çıkmadan önce- yazgısındaki serüvene dair sunulan imaların güzel bir örneğini Lami’î Çelebi’nin Ferhad ile Şirin mesnevisinde görmek mümkündür.1 Lami’î Çelebi, Ferhad’a ad konulmasını anlatırken, onun nasıl bir hayat süreceğine dair ipuçlarını da verir. Mesnevide kahramana firak, reşk, hicr, ah ve

1Bu noktada sayısız örnek sıralamak mümkündür ancak biz burada kahramanın “çağrı- aşama- dönüş” bağlamındaki

dert kelimelerinin ilk harflerinden oluşan Ferhad ismi konulur ve Ferhad’ın bütün hayat serüveni bu beş kelimenin içselleştirilmesi olarak karşımıza çıkar:

Olup bu ferr ü devlet birle dil-şâd Revân Şeh-zâde adın kodı Ferhâd Ne ata belki ‘ışk üstâdı adın Görüp ‘ışkile pür-rûşen nihâdın Çeküp dilde mahabbet resmini ol Kodı biş harf üzre ismini ol Firâk u reşk ü hicr ü âhile derd Birer harf ibtidâdan eyleyüp ferd

(Lâmi’î, F. Ş. 1383- 1386)

Kahraman, yolculuğa çıkıncaya kadarki dönemde, serüven esnasındaki olağanüstülüklerle mücadele edecek şekilde yetiştirilir. Serüven esnasındaki güçlüklerle mücadele edebilecek olgunluğa ulaşan kahraman rüyasında ya da resimde gördüğü bir kıza -‘kendiliğin’ simgesi olan bir şahıs ya da nesneye- karşı duyduğu iştiyak nedeniyle yollara düşer. Kahraman, arzu nesnesine ulaşması için içinde bulunduğu toplum ya da bir otorite tarafından sınavlar yoluna zorlanabilir yahut topluma musallat olan bir belanın defi için yola çıkabilir. Bu aşamada kahramanın yola çıkması, kendisine konulan yasağı kışkırtmalarla çiğnemesi, içsel bir çağrıya kulak vermesi gibi daha pek çok çeşitlilikle karşımıza çıkar.

Yolculuğa çıkacak olan kahramana her zaman yolun tehlikesi anlatır; yolculuk esnasında nelerle karşılaşacağı bir bir sıralanır. Bu aşamada yolculuk ya reddedilir yahut bütün tehlikeler göze alınarak serüven mekânına adım atılır. Yolculuğu reddeden gerçekte ‘kendilik’ini reddetmiş olur; zira ‘kendilik’ ancak bu zahmetli yolculuk sonrasında elde edilir.

Ahmed-i Gazalî’nin ‘Kuşlar Hikâyesi’nde himmet kanatlarıyla Simurg’a uçmaya hazırlanan kuşlara ‘münadî’, yolun tehlikesini anlatır ve onlara, uçsuz bucaksız çöllere adım atmaması uyarısında bulunur:

“Esenlik köşeye çekilmektedir. Esenliği ganimet sayın, ayağınızı uçsuz bucaksız çöllere atmayın. Yolunuzun üzerinde derinliğine son bulunmayan kan içici bela denizleri, yüksekliğine sınır çizilemeyen koca

koca ulu dağlar, sıcak mı sıcak, soğuk mu soğuk şehirler var” (2003: 195).

Münadî’nin bu uyarısının ardından pek çok kuş, yolun tehlikelerini göze alamaz ve yolculuk fikrinden vazgeçer. Ahmed-i Gazalî’nin hikâyesindeki ‘münadî’nin yaptığı uyarıya benzer bir uyarıyı, Attar’ın Mantık’ut-Tayr’ında Hüdhüd’ün yaptığını görürüz.

Hüdhüd, yaşadıkları çağda hiçbir ülkenin padişahsız olmadığı ve dolayısıyla kendilerinin de olamayacağı gerekçesiyle, onu bulmak için bir yolculuğa niyetlenen kuşlara yolun zahmetli olduğunu vurgular:

“Onun adı Simurg’dur; kuşların padişahı. O bize yakındır, biz ise ona o kadar uzağız ki!.. Kapısının önünde hem nurdan, hem karanlıktan yüz binlerce, hatta daha fazla perde vardır… Ne ona erişmek için yol, ne de ayrılığına sabır mümkündür. Yüz binlerce halk ona sevdalanmıştır… Orada, yüz binlerce baş top gibi yuvarlanmış. Hay haylar, hay huylar var orada… Aklını başına al, yol kısadır zannetme. Yol üzerinde nice karalar, nice denizler var… Bu yolda aslan gibi er lazım. Çünkü yol uzak, deniz derin mi derin… Bütün yol boyunca er gibi davranmak gerek. Bu dergâha can feda etmek gerek” (2006: 95).

Hüdhüd’ün saymış olduğu tehlikeler de yine pek çok kuşun fikrinin değişmesine sebep olur. Bunların her biri kendilerince bahaneler ileri sürerek yolculuktan kaçarlar ve dolayısıyla dönüşümden (kendilik’ten) mahrum olurlar. Ancak yolun bütün tehlikesine rağmen yolculuktan vazgeçmeyen kuşlar dönüşüm(kendilik)’e uğrarlar.

Mantık’ut-Tayr’da kuşların kendi sultanlarını bulmak istemeleriyle başlayan yolculuk süreci, Ferhad ile Şirin Mesnevisi’nde değişmekle birlikte yolun tehlikeli olması noktasında benzeşir. Mesnevide kahramanı yolculuğa çıkaran süreç hazine içerisinde görülen bir sandık ile başlar. Ferhad, güçlükle açtırdığı sandıkta İskender’in Âyinesi’ni görür fakat ayna tılsımlıdır ve kullanılması için tılsımın çözülmesi gereklidir. Bunun için de kahraman, uzun ve tehlikeli bir yolculuğu göze almalı ve son üç menzilde de tehlikeli yaratıklarla savaşmalıdır:

Önürdi menzil içre var bir ejder Ne ejder heykel-i gerdûna hem-ser İkinci menzil içre ehremendür

Kim ana mekr ü hîlet dâb u fendür Üçüncide tılısm-ı bü’l-‘aceb var Kamusından bu yirde çokdur âzâr Bu üç yirden geçüp baglansa mahmil Sana ol tag olur dördinci menzil Bulursın itsen ol tagdan güzârı Şeb-i hicrân gibi bir tîre gârı Sanasın kim dehân-ı ejdehâdur Çeh-i dûzah ya zindân-ı belâdur Odur ser-menzil-i Sokrât-ı devrân Nice Sokrât bel Bukrât-ı devrân

(Lâmi’î, F. Ş. 2238- 2245)

Bu aşamada Ferhad için yolun çağrısına kulak tıkamak neredeyse imkânsız bir hâl alır. Babasının ısrarlarına rağmen Ferhad, yolculuğa çıkma düşüncesinden vazgeçmez ve çaresiz babası ona uymak zorunda kalır. Böylece Ferhad, tehlikelerden başka bilinen hiçbir şeyi olmayan serüven mekânına adım atar:

Bu yola ‘azm pâyın basmışam berk Eger bin ser virürsem itmezem terk

(Lâmi’î, F. Ş. 2272)

Mesnevilerde âşıkların (kahramanların) simgesel içerikli arzu nesneleri(sevgili), aşk karşısında sergiledikleri tutumlar hemen hemen aynıdır. Sevgiliye kavuşmaktan başka bir emeli olmayan âşık-kahramanı, ‘kendilik’ine giden bu yolculuğa çıkmaktan vazgeçirecek hiçbir şey olmaz. Yollara düşerek çöl ve dağlarda dolaşan âşık-kahraman, bu süreçte türlü eziyetlere katlanıp yabani hayvanlarla ünsiyet kurar (Şentürk, 2002: 385) ve adım adım ‘kendilik’ine ilerler.

Kahramanın yolculuğu, her hâlükârda olağandışı, alışılmamış ve hayret verici bir durum neticesinde kaçınılmaz bir hâl alır. Simgesel düzlemde çağrının habercileri, içten gelen aşama dürtülerinin dıştaki simgesel biçimleri olarak ortaya çıkarlar (Gökeri, 1979: 72). Çağrıya uyan kahraman, kendisine yapılan uyarılara rağmen her türlü tehlikeyi göze alarak yine simgesel bir süreç dâhilinde dönüş(üm) geçirmek üzere serüven bölgesine girer.

Dönüşüm mekân değişikliğini zorunlu kılar. Bir mekân değişikliği içerisinden geçmeyen kahramanın, ruhanî bir dönüşüm yaşaması mümkün değildir. Bu meyanda gökkuşağının altından geçmek; kaya, ağaç kovuğundan geçmek; el ele tutuşmuş insanların altından geçmek; dar delikler içerisinden geçmek mezar ya da benzeri bir oyukta bulunmak; uzlet, çile ve itikâfta olduğu gibi kapalı bir mekân içerisine girmek ya da karanlıklar-meçhul- ülkesine seyahat etmek dönüşüm için kaçınılmaz olur.

İster bireysel, isterse toplumsal nedenlerden kaynaklansın kahraman mutlaka bir yolculuğa çıkar. Yolculukla anlatılmak istenen şey ruhsal varlığın içinde bulunduğu ortamdan başka bir ortama geçmesi olduğundan yolculuk boyunca kahramanın ülkeler aşırı gitmesi ya da aynı oda içinde yer değiştirmiş olması hatta yerinden dahi kımıldamadan bu yolculuğu düşlemesi temelde aynı şeydir. Dış dünyaya duyularını kapatan kahraman, yaşam enerjisini bu süre zarfında farklı bir boyutta, kendi ruhsal derinliği içerisinde harcar. Kahramanın gerçekte ruhsal derinliklerine yaptığı bu yolculukta mekân; yabancı bir ülke, mağara, kuyu, yer altı, orman, çöl, ada gibi oldukça farklı yerler olabilir. Bütün bu çeşitliliğine rağmen mekânların ortak özelliği kahramanın olağanüstü, beklenmedik olaylarla karşılaşmasını sağlayacak, bilincin ötesinde yerler olmasıdır. Kurallarıyla, değer yargılarıyla, yaşam biçimi ve yaşayanlarıyla kahramanın hiç de aşinası olmadığı bu mekân, karanlık ve kaotik yapısıyla bilinçdışı mekândır (Gökeri, 1979: 64). Kahraman, bilinçdışının simgesel görünümü olan bu aşama mekânına girmeden kendisini tamamlayamaz.

Benliğin saklandığı karanlık bir dünya olan bilinçdışı, kendi gerçeğinin peşine düşen her kahramanın mutlak surette uğrayacağı ve orada bulunan karanlık güçlerle yüzleşip uzlaşacağı yegâne erginlenme mekânıdır. Derinliklerinde insanın farkında olmadığı ve göremediği tüm varlıkları taşıyan bilinçdışı, doğal olarak evrensel benliğin de yeridir (Arasteh, 2000: 43). Kahramanın aslında ‘kendi’nde olan bu benliğe ulaşmak için girdiği bilinçdışı; kuyu, mağara, zindan, dağ, çöl, deniz vb. değişik simgelerle ifade edilir

Hangi anlatı içerisinde yer alırsa alsın ve amacı ne olursa olsun kahraman, öz olana ulaşmak, kendini gerçekleştirmek, ölümsüzlüğe ulaşmak, içindeki gizli hazineyi ortaya çıkarmak, erginlenmek için her zaman simge ve/veya simgelerle şifrelenen oluşun sırrını çözmek üzere bilinçdışı âleme seyahat etmek zorundadır.

Kahraman, kendi vatanından ayrılarak tamamen karanlık ve meçhul olan bir âleme doğru yolculuğa çıkar. Orada macerasını tamamlar ya da yine basitçe hâlen

yaşadığı/bildiği âlemle olan bağlarını kaybeder, hapsedilir ya da tehlikeye düşer. Olağanüstülüklerle dolu olan bu mekân, bilinen dünyanın unutulmuş bir boyutudur ve kahramanın yolculuğu esnasında yapmış olduğu şey de unutulan bu boyutu açığa çıkarmak olur. Aşama mekânı insan muhayyilesini zorlayan korkunç yaratıklarıyla, cadılarıyla, ejderhalarıyla, devleriyle, tehlikeli geçit ve mekânlarıyla dolu hiçbir cazibesi olmayan aksine insanın düşlemekten dahi çekindiği bir alandır. Çoğu insanın girmek istemediği bu macera bölgesine kahraman-ruh cesurca girer ve burada cadıların tanrıçalara ve ejderlerin tanrıların bekçi köpeklerine dönüştüğünü keşfeder (Campbell, 2000: 248). Girmeyi göze alamayanlar bu değişimi fark edemezler ve kahraman için aydınlanan mekân, onlar için aynı kaotik yapısını korur.

Tehlikelerle dolu aşama mekânı uzak bir ülke, bir orman, yeraltında bir krallık, bir kuyu, fakat her zaman tuhaf, doğaüstü ve çok biçimli varlıkların, hayal edilmez eziyetlerin, insanüstü görevlerin ve olanaksız zevklerin yeridir (Campbell, 2000: 72). Aşama mekânının bu tehlikeli ve olumsuzlanan özellikleri önceden bilinir ve kahramanın burada karşılaşacağı güçlüklerle nasıl baş edeceği yolculuktan hemen önce beliren bilge (yüce birey) tarafından kendisine bildirilir. Kahraman, insanüstü yolculuğu sırasında kendisini her yerde destekleyecek olan iyi kalpli bu kişiyi çoğunlukla bu aşamada fark eder (Campbell, 2000: 115). Yahut aşama mekânında kahramanın tam ihtiyaç hissettiği anda hiç beklenmedik bir şekilde belirip kendisine yardım eder.

Yolun çağrısına kulak veren kahraman -Jung’un gonca (güle dönüşümü) metaforuyla izah ettiği gibi- bir dönüşüm yaşamak ve içindeki saklı ‘öz’ü ortaya çıkarabilmek üzere, bilinçdışının simgesi olan serüven mekânında tehlikeli bir yürüyüşe başlamış olur.

Benzer Belgeler