• Sonuç bulunamadı

Y. Ö.K DÖKÜMANTASYON MERKEZİ TEZ VERİ FORMU

1.3 Cumhuriyet Dönemindeki Opera

Türkiye’de Cumhuriyet yönetimi, ulusal kültürü, uluslar arası çağdaş uygarlık düzeyine ulaştırma ilkesine özellikle önem vermiş ve bunun sonucu olarak da güzel sanatların eğitim öğretimle yenilenmesi mümkün kılacak kurumların oluşturulmasına geniş ölçüde imkan sağlamıştır.

Avrupa müziğine kapsamlı bir yönelme, Atatürk’ün öncülüğünde 1923’te modern Türkiye’nin kuruluşuyla birlikte başladı. Eski devlet kurumları, geçmişteki yapılarından tamamen farklı biçimde, yepyeni düşüncelerle Avrupa’daki örneklere göre yeniden yapılandırıldı. Yeni müzik kurumları dönemi başladı. İlk olarak Anadolu kentlerinde görev yapmaları öngörülen öğretmenleri yetiştirmek üzere, 1924’te Musiki Muallim Mektebi kuruldu. Kuruluşunda Osman Zeki Üngör’ün

8

Bkz. M.R. Gazimihal, 55 Opera, Maarif Basımevi, İstanbul, 1957, s.100. Ahmet Say, Müzik Ansiklopedisi, İstanbul, 1991, Cilt I, s.303.

Yılmaz Aydın, Türk Beşleri, Müzik Ansiklopedisi Yayınları, İstanbul, 2003, s.20. Cevad Memduh Altar, Opera Tarihi, Kültür Bakanlığı, Ankara, 1993, Cilt IV, s.260.

kurucu olarak büyük emeği geçmiş ve müdürü olduğu okulun ilk öğretmenlerinin neredeyse tümü başında bulunduğu orkestranın müzisyenlerinden oluşmuştu. 1924’ ten 1934’ e kadar Zeki Üngör bu gücü ve ilişkilerini, bazı yazarlarca bir “akademi” olarak tanımlanan, Cumhuriyet devrimlerinin yapılmasında fikir ortamı olan Atatürk’ ün sofrasında ve fikir tartışmalarıyla geçen uzun Çankaya gecelerinde de, hem orkestranın hem de okulunun öğrencilerinden oluşturduğu gruplara konser verdirerek sürdürmüştür. (EK 1)

Darülelhan 1924’te İstanbul Belediyesi’ne bağlanarak çağdaş bir müzik kurumuna dönüştürüldü.9 Cumhuriyet’in kuruluşundan kısa bir süre sonra, bazı yetenekli genç müzisyenler Avrupa’nın çeşitli kentlerine müzik öğrenimlerini sürdürmek üzere gönderildiler. Bestecilik eğitimi alan Cemal Reşit Rey (1904-1985), Hasan Ferid Anlar (1906-1978), Ulvi Cemal Erkin (1906-1972), Ahmed Adnan Saygun (1907-1991) ve Necil Kazım Akses (1908-1999) ülkeye döndüklerinde modern Türk besteciliği çizgisini oluşturmaya başladılar. (EK 2) “Türk Beşleri” olarak anılan bu beş besteci, Cumhuriyet’in ilk çağdaş besteci kuşağıdır. “Türk Beşleri” çağdaş Türk Müziğinin gelişiminde önemli bir rol oynamasının yanı sıra, konservatuvarlarımızda eğitimci olarak da etkin görevler almışlardır. Her ne kadar Ahmed Adnan Saygun bu düşünceye katılmasa da Rus Beşleri’nden esinlenerek onlara Türk Beşleri denilmiştir. (EK 3)

Yeni müzik politikasında ana düşünce, batı örneğinin bir kopyasını uygulamak değil, kendi müzik kültürünün gelişmesinde yeni ve çağdaş tekniklerinden yararlanmaktı. Atatürk’ün 1934 yılında Büyük Millet Meclisi’nde Türk ulusuna seslendiği açılış konuşmasında bu düşünce şöyle dile getiriliyordu;

“Bir ulusun yeni değişikliğinde ölçü, musikide değişikliği alabilmesi, kavrayabilmesidir. Ulusal, ince duyguları, düşünceleri anlatan yüksek deyişleri toplamak, onları bir gün önce, genel son musiki kurallarına göre işlemek gerekir.

9

Ancak bu düzeyde Türk ulusal musikisi yükselebilir, evrensel musikide yerini alabilir. Bu bir inkılap hareketidir.”10

Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunun ardından Atatürk’ün uygulamaya başladığı reformlar müzikte önemli değişimlere yol açmaya başladı. 1934 yılında Ankara’da bir devlet konservatuvarının kurulmasına karar verildi.11

Toplanan kongrenin kararı uyarınca, önce Milli Eğitim Bakanlığı’nda ilk olarak bir Güzel Sanatlar Genel Müdürlüğü kurulmuştur; 1936 yılında da, 1924 yılında Ankara’da faaliyete geçirilmiş bulunan Musiki Muallim Mektebi’nin öğrencileri arasında seçilen yetenekli elemanlarla, gene aynı kurumun içinde ilk olarak Devlet Konservatuvarı sınıfları faaliyete geçirilmiştir. Çünkü 1935-36 ders yılı döneminde Almanya’dan ünlü besteci Paul Hindemith (1895-1963) ile, ünlü tiyatro rejisörü Carl Ebert Ankara’da davet edilmişler ve her ikisinin yaptığı incelemeler sonunda verilen raporlara göre, Musiki Muallim Mektebi içinde devlet konservatuvarı sınıfları çalışmaya başlamıştır. Bu nedenle büyük önder Atatürk de 1936 yılı Büyük Millet Meclisi’ni açış nutkunda şöyle demiştir: “ Güzel sanatlara da

alakanızı yeniden canlandırmak isterim. Ankara’da bir konservatuvar ve bir temsil akademisi kurulmakta olmasını zikretmek, benim için bir hazdır. Güzel sanatların her şubesi için, kurultayın göstereceği alaka ve emek, milletin insani ve medeni hayatı ve çalışkanlık veriminin artması için çok tesirlidir.”

Carl Ebert’in Ankara Devlet Konservatuvarı’nın opera stüdyosundaki eğitim öğretimle ilgili çalışmaları, başlangıçta, uluslar arası opera literatürünün standart eserlerinden alınan örneklerle, Türkçe metinli denemeler halinde oluşup gelişmiştir (1936-39) ve bu alanda öğrencilerin sahneye koydukları ilk oyun, Wolfgang Amadeus Mozart’ın (1756-1791) 1 perdelik Bastien und Bastiene adlı operası (şarkılı oyun) olmuştur. Türkiye’de Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası’nın eşliğinde ilk olarak Türkçe metinle oynanmış bulunan bu eser zamanın basınında geniş ilgi yaratmıştır. Bu oyunla, Türkiye’de opera konusunda elde edilmiş olan

10

Erdoğan Okyay, C.M.Altar’a Armağan, İstanbul, 1989, s.26.

11

Bkz. Cevad Memduh Altar, Opera Tarihi, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara, 1993, cilt IV, s.277.

olumlu sonuç, batı operalarından Türkçe librettolu operalar oluşturma çabasına yol açmış ve 1940 yılında Türkiye’de ilk olarak, İtalyan Verismo türünün ünlü bestecisi Giacomo Puccini (1858-1924) Madame Butterfly operasının sadece 2.perdesi, 1941 yılının Mayıs ayında da gene Puccini’nin Tosca operasının sadece 2.perdesi, konservatuvarın opera stüdyosu elemanları tarafından, Türkçe librettolarla ve üstün bir başarı ile sahneye konmuş ve bu ilk opera temsilleri, zamanın basınında oldukça ilginç yankılar yaratmıştır. Uluslararası literatürden alınan örneklerin (Bastien und Bastiene, Madame Butterfly, Tosca) başrollerini Türkiye’de ilk olarak oynamış bulunan sanatçıların adları Türk opera tarihinde şerefle yer almaktadır. Anıları unutulmayacak olan bu ilk opera artistleri ile oynadıkları roller şunlardır: Rabia Erler (Bastienne), Süleyman Güler (Bastien, Cavaradossi), Ruhi Su (Bastien ve Bastienne), Mesude Çağlayan (Butterfly), Aydın Gün (Pinkerton), Semiha Berksoy (Tosca), Nurullah Şevket Taşkıran (Scarpia).

Üç yıllık yoğun çalışma sonunda elde edilen büyük başarı, daha esaslı önlemlerin alınmasını gerektirmiştir ve bunun sonucu olarak da 16 Mayıs 1940 Perşembe günü Büyük Millet Meclisi’nde kabul edilerek yürürlüğe giren bir yasa, Musiki Muallim Mektebi içinde idareten kurulup faaliyete geçirilmiş bulunan devlet konservatuvarı sınıflarının, Müzik, Opera, Bale ve Tiyatro bölümlerini içine alan bir Devlet Konservatuvarı’na dönüşmesini sağlamıştır.

Tiyatro ve opera bölümlerinin yönetimini dokuz yıl boyunca sürdüren Carl Ebert, başarılı çalışmalarıyla Çağdaş Türk Operası’nın kuruluşunda temel taşları koymuş ve gelişiminde çok önemli katkılar sağlamıştır. Bunların başında, klasik operalardan oluşan bir repertuvarın kazandırılması gelmektedir.12

Osmanlı İmparatorluğu’nun son yıllarında Cumhuriyet dönemine opera ile giren ilk besteci Cemal Reşit Rey’dir. Çok seslilik tekniği ile Türkiye’de operalar,

12

operetler, müzikaller ve revüler∗ bestelemiş olan bestecidir. Rey’in başlıca operaları: Sultan Cem, L’enrchantement, Zeybek, Köyde bir Facia, Çelebi (1922-1973).

Cumhuriyetten bu yana geçen 50 yılı aşkın bir süre içinde, müzik sanatında uluslararası ortak teknikten yararlanmada oldukça ileri aşamalara ulaşılmıştır ve bütün bu çabalarda, bestecilik, orkestra yöneticiliği, kuruculuk, eğiticilik ve öğreticilik niteliklerine sahip olan Cemal Reşit Rey’in, oynadığı rol olağanüstü önem taşımaktadır ve kendisinin Türkiye’deki çok sesli sanat müziği hareketlerinde, her şeyden önce yaratıcı bir önder olarak tanınıp sevilmesine yol açmıştır.

1934 yılında Ankara’da ilk olarak, ülke çapında önemli olan bir sanat olayı ile karşılaşıldı ve aynı yılın Haziran ve Aralık aylarında, çok seslilikte öncü besteciler, ya da “Beşler” olarak nitelenen genç müzikçilerden Ahmed Adnan Saygun ile, Necil Kazım Akses’in bestelemiş oldukları ilk 3 ulusal opera, Halkevi salonlarında oynandı. İşin en önemli yönü, bu eserlerin, Atatürk’ün direktif, yardım ve ilgileriyle bestelenmiş olmaları idi. Nitekim aynı yıl İran Şehinşahı Rıza Şah Pehlevi, Türkiye’yi resmen ziyaret etmişti. A. Adnan Saygun’un bu nedenle bestelemiş olduğu 3 perdelik Özsoy operası (Destanı), Pehlevi’nin Ankara’yı ziyareti nedeniyle uygulanmış bulunan program gereğince, devlet başkanlarının huzurunda, Saygun’un yönetimi altında, 19 Haziran 1934 günü akşamı, Ankara Halkevi’nde ilk olarak sahneye kondu. Böylece 1934 yılında Ankara’da ulusal bir Türk operası oynanmış oluyordu.

Ata’nın İstiklal Savaşı’nda Ankara’ya gelişlerinin 15. yıl dönümü nedeniyle, Saygun’un bestelemiş olduğu 1 perdelik Taş Bebek operası, Cumhurbaşkanı’nın huzurlarında, 27 Aralık 1934 günü akşamı, Saygun’un yönetimi altında Ankara Halkevi sahnesinde ve Akses’in aynı nedenle bestelediği Bayönder operası da, gene Cumhurbaşkanının huzurlarında 28 Aralık 1934 günü akşamı, Saygun’un yönetimi altında Halkevi’nde ilk olarak oynandı.

Türkiye’de oynanan ilk ulusal operalarla ilgili olarak değinilen olaylar, beklenen sonucu kısa sürede vermiş ve Milli Eğitim Bakanlığı, Atatürk’ün direktifiyle Ankara’da bir devlet konservatuvarının kurulmasıyla ilgili hazırlıklara başlanmıştır. Çünkü Atatürk, aynı yılın (1934) Büyük Millet Meclisi’ni açış nutuklarında: “ Bir ulusun yeni değişikliğinde ölçü, musikide değişikliği alabilmesi,

kavrayabilmesidir.” der.

Devlet Konservatuvarı kuruluş günleri, çok önemli görüşme, açıklama ve tartışmalara sahne olmuş bulunan devlet konservatuvarının çalışmaları, Atatürk’ün ölümünden de iki yıl sonrasına rastlamaktadır ve büyük önder, çok istediği halde, devlet konservatuvarının, ancak 1939 yılında başlayabilen Türkçe opera denemeleri bile görebilme olanağını bulamamıştır. Çünkü 1936 yıllarının Milli Eğitim Bakanı rahmetli Saffet Arıkan, uzman profesör Carl Ebert’e: “Türkiye’de Türk dili ile bir

opera, acaba kaç yıl sonra oynanabilir?” sorusuna Ebert: “ Beş yıl sonra!” cevabını

vermiş ve bakan, bu cevabı derhal Atatürk’e iletmiştir ve onun için büyük önderin, böyle bir günü özlemle beklemiş olduğu, kuşku götürmez bir gerçektir.

Ankara Devlet Tiyatrosu ve Operası, 1949-51 yılları arasında genel müdürlüğe atanan Muhsin Ertuğrul’un yönetimi altında ve tüm teknik tesisleri içeren yeni binasında (Büyük Tiyatro) çalışmalara başlamıştır. Kurum daha sonraki yıllarda gelişimini hızlandırmış ve opera bölümü için, geleneğe uyarak, önce uluslar arası literatürden klasik bir repertuvarı, Türkçe librettolarla oluşturabilmenin çabasını sürdürmüştür. Ne var ki böyle bir repertuvarın meydana gelmesinde öncelikle Mozart sanatının, İtalyan operasının ve bu arada Giuseppe Verdi operaları ile, İtalyan Verismo türünün en başta gelen büyüklerinden: Rugiero Leoncavallo, Pietro Mascagani ve Giacomo Puccini gibi bestecilerin eserlerinin önemli rolü olmuştur.

1951 yılından itibaren genel müdürlüğe getirilen Cevad Memduh Altar’ın yönetimi altında çalışmalarını sürdürmüş olan Devlet Tiyatrosu ve Operası, günün birinde, ulusal Türk operalarını da sahneye koyabilmenin özlemini çekmiş, ama böylesine önemli bir hizmeti, ancak 1953 yılında, Ahmed Adnan Saygun’un büyük

opera türünde yazmış olduğu Kerem operasıyla gerçekleştirebilme imkanını elde etmiştir.

Devlet operası sanatçıları, Saygun’un Kerem operasını, 22 Mart 1953 yılı, devlet operasının gelişimi çabasında, çok önemli bir dönüm yılı olmanın niteliğini taşımaktadır. Görülüyor ki kurumda, 1953 yılından itibaren bir yandan ulusal Türk operasının çoğalmasına duyulan istek sürekli olarak artmış, bir yandan da uluslararası repertuvarın başta gelen eserlerinin, Türkçe librettolarla oynanmalarından elde edilen başarı, repertuvar operası olma yolundaki çabalara katkıda bulunmuştur.

Devlet Opera ve Balesi, 1960 yılında Necil Kazım Akses’in yönetimi altında, dünya opera literatürünün en güç eserlerini bile Türkçe librettolarla oynayabilme yeteneğini elde etmiştir ve kurum aynı yıl, ünlü Alman opera bestecisi Richard Strauss’ın (1864-1949) Solome ve Carl Orff’un (1895) Die Kluge (Akıllı Kız) adlı eserlerini, dış ülkelerde de yankı uyandıracak düzeydeki bir başarı ile sahneye koymuştur. Devlet Opera ve Balesi tarihinde, yepyeni bir döneme başlangıç olarak nitelenmesi gereken bu programın uygulanmasından birkaç gün sonra, Richard Strauss hayatta olmadığı için, oğlu Dr. Franz Strauss tarafından opera genel müdürlüğüne gönderilen telgrafta şöyle demektedir: “Türkiye, sahneye konması son

derece güç olan bu eseri oynamakla, batı kültüründen güç alan gelişiminde, yeni bir dönem açmış bulunuyor.”13

Devlet Operası ve Balesi, 1970 yıllarından sonra, büyük-opera türünde yazılmış ikinci bir ulusal operanın başarıyla sahneye konmasını gerçekleştirmiştir ve bu eser de Ahmed Adnan Saygun’un Köroğlu operasıdır. Nitekim bu eser de devlet operası sanatçıları tarafından, İstanbul Festivali’nin ilk yılı olan 1973 yılında sahneye kondu. Bu ulusal eserlerin ve ayrıca uluslararası literatürden alınmış önemli operaların Türkiye’de Türk Sanatçıları tarafından başarı ile oynanmaları, Türk müzikçileri ile, Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası’nın ve Devlet Balesi ile balecilerimizin yurt dışı turnelerine çıkmalarına da imkan sağlamıştır.

13

Saygun’un operalarının yanı sıra, Nevit Kodallı’nın Van Gogh operası 1957 yılında, Gılgameş operası 1962 yılında, Sabahattin Kalender’in Nasrettin Hoca’sı 1962 yılında, Ferit Tüzün’ün Midas’ın Kulakları operası 1969 yılında, genç kuşak bestecilerinden Çetin Işıközlü’nün Gülbahar’ı 1972, Cengiz Tanç’ın Deli Dumrul’u 1979’da, Okan Demiriş’in IV. Murat’ı 1980 yıllarında sahnelenmiştir.

Devlet operasının, ilk üç yıllık deneme süresi ile birlikte, 42 yıla yaklaşan gelişim çabası içinde, zengince bir repertuvar oluşturma yolunda büyük çaba harcamakta olduğu bir gerçektir.

İstanbul Devlet Operası ve Balesi ile İstanbul Devlet Konservatuvarı, İstanbul Devlet Senfoni Orkestrası ve İzmir Devlet Senfoni Orkestrası ile Devlet Operası ve Balesi ve Devlet Konservatuvarı, Ankara’daki ana kuruluşların birer kolu olarak organize edilmişler ve zamanla birer bağımsız sanat kurumu olarak memleket kültürünü geliştirme çabasına katkıda bulunmuşlardır.

Ankara Devlet Konservatuvarı ile Devlet Tiyatro, Opera ve Balesi’nin ve Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası’nın, günün birinde Türkiye’nin öteki büyük kentlerine taşarak, oralarda da bağımsız bölümler oluşturmada başarılı sonuçlar elde etmiş oldukları bir gerçektir.14

Bu değerlendirmeler ışığında Ahmed Adnan Saygun’a ve operalarına daha yakından bakabiliriz.

14

II. BÖLÜM

AHMED ADNAN SAYGUN

Benzer Belgeler