• Sonuç bulunamadı

COĞRAFYADAKİ İKLİMİN ÜÇ AYIRICI TEMEL ÖGESİ: KAYGI, OLANAK, ÜRÜN COĞRAFYAS

Ahmet İNAM

5. COĞRAFYADAKİ İKLİMİN ÜÇ AYIRICI TEMEL ÖGESİ: KAYGI, OLANAK, ÜRÜN COĞRAFYAS

Coğrafya sözcüğünün kökeninin, geo+grafein, yer ve yazmak, çizmek sözcüklerinden oluştuğunu düşündüğümüzde, coğrafyanın baştan sınırları sıkı sıkıya belirlenmiş bir alanı belirlemediğini görebiliriz.

Örneğin edebiyat ve felsefeyi birbirinden ayıran mutlak, değişmez sınırlar var mıdır? Bir yapıtın, bu coğrafyalardan hangisine girdiğini, her durumda, mutlak olarak söyleyebilme olanağımız var mı? Örneğin, Nietzsche

Zerdüşt’ü yazarken hangi coğrafyada durmaktadır? Edebiyat ortamının

illerinden birinde mi yoksa felsefe ortamının illerinde mi? Hangi coğrafyanın ürünüdür Zerdüşt ? Hatta Wittgenstein’ın Tractatus’una bile edebiyat coğrafyasında yer açmak isteyenlere rastlayabiliyoruz. Belki toplumların kültürlerinde “bilgelik”, “hikmet” coğrafyalarında olan nice yapıtı edebiyata, felsefeye yerleştirdiğimiz oluyor ya da tam tersine, felsefede, edebiyatta olanları hikmet coğrafyasına koyabiliyoruz. Bir coğrafyanın geçilmez surları ya da çitleri yok. Coğrafyalar arasında yoğun bir etkileşim var.

Bu sınır sorunu, bu bir yapıtın hangi coğrafyaya girebildiği sorunu, bir coğrafyanın ortamına, ortamın havasına hatta iklimine girememişler için

tartışılmamalı diye düşünüyorum. Zerdüşt’ü tartışabiliriz, çünkü o, edebiyatın ya da felsefenin iklimini taşıyan bir yapıt, iklimli bir yapıt.

İklimli yapıtın hangi coğrafyada yer alacağı tartışması, önce buradaki “iklimli yapıt” kavramının açık kılınmasıyla başlamalı. İklim her zaman belli bir coğrafyanın iklimidir. İklimli yapıtlar kimi zaman çok farklı coğrafyalardan beslenebilirler; farklı coğrafyaların arazilerinden, arsalarından, mahallelerinden, kentlerinden beslenmiş olabilirler. Felsefe coğrafyasında edebiyat iklimi, edebiyat coğrafyasında felsefe iklimi bulunabilir, yaratılabilir. İşte, bu noktada edebiyat ve felsefe coğrafyalarının ilişkilerinden doğan iklimli yapıtlar için üç temel kavram ortaya atılabilir: Kaygı, Olanak, Ürün Coğrafyası. Bir yapıt, bir coğrafyayı ardına alan, o coğrafyaya dayanan bir kaygıyla ortaya konulur, iklimli ise. Örneğin, felsefî bir kaygıyla, felsefe coğrafyasını gözeterek, onu göz önüne alıp, orayı başlangıç noktası alarak ortaya çıkmaya çalışabilir.

Yapıtın felsefî kaygıyla ortaya konuluşu, bir çıkış noktasını gösterir. Felsefî kaygıyla, örneğin edebî olanağı kullanabilir: Edebiyat coğrafyasının sunduğu olanaklarla (anlatım biçimi, sözcük kullanımı gibi…) çıkışını sürdürebilen böyle bir yapıt tamamlandığında edebiyat ya da felsefe coğrafyasının bir ürünü sayılabilir.

Bu tek örnekten yola çıkıp genel olarak konuşursak, kaygı, olanak, ürünün hangi coğrafyada kabul edileceği konusunda aşağıdaki tabloyu oluşturabiliriz.

Burada E, edebiyat, F, felsefeyi gösteriyor. Örneğin, birinci satırı okuduğumuzda yapıtın özellikleri şöyle belirir. Felsefî kaygıyla, felsefenin olanaklarını kullanarak, felsefe coğrafyasına kabul edilmiştir. Benzer biçimde ikinci satırdaki yapıt, felsefî kaygıyla, felsefenin olanağından yararlanmış, edebiyat coğrafyasına kabul edilmiştir (Böyle bir yapıt olabilir mi? Örneğin

Tractatus’u edebiyat yapıtı sayan bakışın yorumu böyle olabilir. Yine üçüncü

satır, felsefî kaygıyla, edebiyatın olanaklarını kullanarak felsefe coğrafyasına kabul edilmiş yapıttır; belki Nietzsche’nin Zerdüşt’ü böyle yorumlanabilir.

Tablo 1: Üç Temel Kavram Açısndan Felsefe Edebiyat İlişkisi

Kaygı Olanak Kabul Edilen Coğrafya

(Ürün Coğrafyası) 1. F F F 2. F F E 3. F E F 4. F E E 5. E F F 6. E F E 7. E E F 8. E E E

Sözgelimi yedinci satırı nasıl okumalı? Edebî kaygıyla edebiyatın olanaklarını kullanan felsefî bir yapıt? Nasıl bir yapıt olabilir bu? Okur diğer satırlardaki yapıtlara da örnek arayabilir.

Demek ki coğrafyalar arası kalın duvarların olmadığını, ortak alanların, sınır alanlarının (sünoria diyordu Eski Yunanlı!) bulunduğunu, yapıtların farklı coğrafyaların iklimlerinden beslenebildiğini göz önüne aldığımızda, bir yapıtın felsefî mi, edebî mi olduğu sorusunun pek de kolay yanıtlanmayacak bir sorun olduğunu görüyoruz. Geo-grafein “yer-çizmek”, yorum gücümüze, kaygılarımıza bağlı. Edebiyat yapıtlarını felsefî bir okuyuşla besleyip, felsefî bir iklim içinde soluyabiliriz. Benzer biçimde felsefe yapıtlarını edebî bir okuyuşla, edebiyat iklimi içinde yaşayabiliriz.

Peki, nedir, edebiyat ve felsefe coğrafyasının olanakları, bu olanakları kullanan kaygılar nelerdir?

Çünkü, iklimli ürünleri ortaya çıkaran kaygılar, olanakların tanınmasıyla başlar!

Edebiyat ve felsefe coğrafyalarının olanaklarını beşer noktada özetlemeye çalışacağım.

Edebiyat coğrafyasını yaşayabilen, iklimini soluyabilen evren karşısındaki duyuş gücünü harekete geçirir; duyuş daha önce

yaşantılayamadığımızı, anlayamadığımızı, kavrayamadığımızı duymak demektir. Gözümüzün açılması, ufkumuzu karartan alışkanlıklarımızın, tembelliğimizin, meraksızlığımızın sonucu “basiretimizi” yitirmemizle ortaya çıkan körlüğümüzün giderilmesi demektir. Edebiyat, daha önce fark edemediğimiz duyguların, düşüncelerin, yaşam biçimlerinin karakterlerin duyulur, algılanır, düşünülür kılınmasında çok etkilidir. Öyleyse, kısaca, edebiyat insana duyuş sunan bir uğraş, bir etkinliktir.

Edebiyatın ikinci olarak sunduğu olanak dil bilinci, dil duyarlılığıdır. Edebiyat hangi dilin edebiyatı ise o dilin sınırlarını, ufkunu genişleten güç taşır içinde; sözcüklerin kullanımına açılımlar getirir, yeni tatlar kazandırır. Yeni kullanımlar sunar; anlam dünyamızı genişletir, dönüştürür, dil duyarlılığımızı inceltir, keskinleştirir. Metafor, öyküleme, deyiş olanaklarını arttırır.

Edebiyat, duygu ve düşüncelerin dil yardımıyla dışa vurulduğu bir alan. Edebiyat, bunu bir yanıyla anlatı, anlatılama (narration) olanaklarıyla yapar. Destanlar, masallar, kıssalar, öyküler, romanlar, gerek manzum gerek nesir diliyle, insanı duyuşları, düşünceleri ile anlatır. İnsan kendini anlatmak zorunda olan bir varlıktır: Anlatmaya yazgılı bir varlık. Birlikte yaşamanın gerektirdiği, yaşanılan çevreyle baş etme gerekliliğinin zorladığı kaçınılmaz bir durum: Etkileşim. Etkileşimin olduğu yerde insan için iletişim var; iletişimin varlığı ise, iletişime girenlerin kendini anlatmasını gerektiriyor. Duyuş gücüyle, dil duyarlılığını canlandırarak, insanın kendini anlatmasıdır edebiyat: “Anlatma”, “Anlatım” edebiyatın sunduğu üçüncü olanaktır. Anlatı, yazılı, sözlü dilin ötesinde diğer sanat coğrafyalarına da sıçramıştır; tiyatro, sinema, bale… gibi. Bir anlamda, sanatın tümünün anlatıların ardında olduğu söylenemez mi? Ne denli soyut olursa olsun, bir resim, bir heykel, bir müzik yapıtına “ne anlatıyorsun?” sorusunu soramaz mıyız?

Dördüncü olarak insanın duygu dünyasıyla ilgilidir, edebiyat. Duyguları ortaya koyma, canlandırma, farklı boyutlarını gösterme, insan

yaşamındaki yerini sergileme, insanın duygularıyla nasıl yaşadığını betimleme, irdeleme, eleştirme, edebiyatın sağladığı olanaklardan biridir.

Bu çalışmanın sınırları içinde edebiyatın sunduğu olanakların sonuncusu felsefî coğrafyayla yer yer örtüşen bir olanaktır: Yorum. Edebiyat, insanı duyuş gücü, dil duyarlılığı, duygusal açılımı ile anlatmaya çalışan bir etkinlik. Zaman zaman bir anlatı, insanı ve yaşamını varoluşsal yapısıyla, metafizik derinliği içinde kavramaya yönelir. Orada oluşan anlam iklimi başka coğrafyalarda kolay kolay bulamayacağımız zenginliğe ve yoğunluğa ulaşır. Herhangi bir edebiyat okurunun Dostoevski’nin romanlarında bulduğu insanın derin boyutlarını, Heidegger, Hölderlin’de, Rilke’de, Stefan George’da, Paul Celan’da buldu. Edebiyatın dünyayı yorumu, felsefenin yorumuyla etkileşime girebilir; felsefe edebiyatı, edebiyat felsefeyi besleyebilir (R. Rorty, 1980’lerden sonra bunu görebilen felsefecilerden biridir!)

Felsefenin olanaklarını da çok kısa olarak, belli bir açıdan, kaba bir yorumla yine beş noktada söyleyebiliriz.

Kavramların işleyişini betimleme, işleyen kavramları eleştirme, yeni

kavramlar önerme, önerilmiş kavramları sorgulama, irdeleme, eleştirme: Felsefenin temel olanaklarından ilki.

Kavramlarla yaşamımıza egemen olan anlamları, değerleri anlamaya çalışırız. Anlama (Verstehen), felsefenin ardında olduğu bir çaba. Bilimin, sanatın, dinin sunduğu açıklamaları yorumlayıp, irdeleyerek, yaşamı, evreni tüm boyutlarıyla derinden kavrama çabasıdır,anlama.

Felsefenin sunduğu üçüncü temel olanak, çözümleme gücüdür. Çözümleyici felsefe, kavram aydınlanmalarını gerçekleştirerek düşünceleri olabildiğince bulanıklığından, belirsizliğinden arındırmaya çabalar.

Çözümleme çabası, felsefenin dördüncü olanağı olarak sayabileceğimiz

temellendirme ile yakından ilişkilidir. Temellendirme, felsefede ortaya konan

savların haklı kılınması uğraşıdır. İleri sürdüğümüz savların gerekçelerini, dayanaklarını gösterebilme çabasıdır. Savların havada, dayanaksız kalmaması sorumluluğuyla yürütülür.

Son olarak bu dört olanağın da bir araya getirilip bir bütünlük kazandığı olanak, resimleme olanağıdır. Kavramlar arcılığıyla, kavramların “sınırlarının ötesini” (transzendent) anlama olanağıdır. Bu anlama etkinliği içinde ortaya çıkan düşünceleri çözümleme, bu anlama ve çözümleme etkinliklerini belli ilkeler ve dayanaklar doğrultusunda temellendirme ile insana, kendisi, yaşamı, evreni hakkında görüş sunan resimlendirme etkinliği, yüzyıllarca felsefeye can vermiştir.

Edebiyatın sırasıyla duyuş, dil duyarlılığı, anlatım, yorum, duygu olanaklarına paralel olarak felsefede sırasıyla anlama, çözümleme, resimleme, temellendirme, kavram oluşturma olanakları olduğunu söyleyebiliriz.

Edebiyatın ve felsefenin bu olanaklarını görebilen, coğrafyanın, coğrafyaların konukları, görüşlerini bu olanaklara dayandıkları kaygılarla yazabilirler. Edebiyat coğrafyasında felsefe iklimi, felsefe coğrafyasında edebiyat iklimi içinde yaşayabilirler.

ANCIENT MYTH AND MODERN SCIENCE