• Sonuç bulunamadı

Charles Baudelaire; Kapitalizmin Yükseliş Çağında Bir Lirik Şair

Belgede Pasajlar- Walter Benjamin (sayfa 105-200)

Baudelaire de İkinci İmparatorluk Dönemi Paris'i

İnsanoğluna bir başkent, mutlaka gerekli değildir.

SENANCOUR 1

Boheme

Boheme, açıklayıcı bir bağlamda olmak üzere Marx’ta vardır. Bu çevreye meslekten komplocuları sokan Marx, polis ajanı de la Hodde’un anıları üzerine kaleme aldığı ve 1850’de Neue Rheinische Zeitung gazetesinde yayımlanan ayrıntılı tanıtma yazısında bu komplocuları ele alır. Baudelaire’in fizyonomisini somutlaştırmak, onunla sözü edilen politik tip arasındaki benzerliği dile getirmek anlamını taşır. Marx, şöyle anlatır bu tipi: “işçi sınıfı içersinde komplocuların geliştirilmesiyle birlikte, işbölümüne gitme gereksinimi doğdu; üyeler, fırsat düştükçe komploculuk yapanlar, yani conspirateurs d’occasion ve meslekleri komploculuk yapanlar olmak üzere ikiye ayrıldılar. Birinciler, komploculuğu yalnızca öteki işlerinin yanı sıra yürüten, toplantılara gelmekle yetinen ve şefin buyruğu üzerine toplantı alanına gitmeye hazır olanlardı; İkinciler ise tüm çalışmalarını komploya adamış ve komployla yaşayan işçilerdi...

Yaşamdaki konumu, bu sınıfın karakterini daha en baştan belirler... Bu sınıftan olanların hep sallantıda, aslında çalışmalardan çok, rastlantılara bağımlı varlıkları, tek durak yerlerini şarap satanların, içkievlerinin -yani komplocuların randevu evleri sayılan içkievlerinin-oluşturduğu doludizgin yaşamları, her türden ne idüğü belirsiz kişilerle kurdukları ilişkileri, onları Paris’te la Bohème diye adlandırılan çevreye sokar.”1*

Bu arada III. Napoléon’un da yukarda anlatılanla örtüşen bir ortamda yükselmeye başladığını kısaca belirtmek gerekir. Bilindiği

gibi 10 Aralık Derneği, III. Napoléon’un cumhurbaşkanlığı döneminde kullanmış olduğu araçlardan biridir; Marx’a göre bu derneğin kadrolarını, “Fransızlar’ın la Bohème diye adlandırdıkları, o tümüyle belirsiz, dağınık ve oradan oraya sürüklenen kitle”2 oluşturmuştur.

Napoléon, imparatorluğu döneminde komploculuktan kaynaklanan alışkanlıkları daha da geliştirdi. Şaşırtıcı bildiriler ve gizli kapaklı işler, ani patlamalar ve nedenine hiçbir zaman inilemeyen alaylı tutum ve davranışlar, Second Empire’in (ikinci imparatorluğun) hikmeti hükümetinden sayılır. Aynı özelliklerle Baudelaire’in kuramsal yazılarında yeniden karşılaşılır. Baudelaire, görüşlerini çoğu kez birer

“zorunlu önerme gibi sergiler. Tartışma, onun işi değildir. Art arda kendine mal ettiği savlar arasındaki sivri çelişkiler bir hesaplaşmayı gerektirdiği zaman bile tartışmadan kaçınır. “1846 Salonu’nu

"burjuvaya” adamıştır; burjuvanın sözcüsü olarak ortaya çıkan Baudelaire’in tutumu, şeytanın avukatlığını üstlenmiş olma anlamını taşımaz. Daha sonra, örneğin bon sense okuluna ilişkin yergisinde,

“dürüst burjuvazi” ile bu sınıfın saygıdeğer kişisi olan noter için en öfkeli bohème ağızlarını kullanır.3 1850’lerde, sanatın yararlılık düşüncesinden ayrılamayacağını ilan eder;

bir-* Meslekten komplocularla arasına uzaklık koymak isteyen Proudhon, zaman zaman kendini şöyle nitelendirir : “Yeni bir adam - davası barikatlar değil, ama tartışma olan bir adam; her akşam polis müdürüyle aynı masada oturabilecek ve dünyadaki bütün de la Hodde'ların sırdaşı olabilecek biri.” (Alıntı: Gustave Goffrov: L’enferme. Paris 1897, s. 180/181.)

kaç yıl sonra işe “sanat, sanat içindir”in savunucusu olur. Neredeyse bir gecede ve Fransız parlamentosuna bir şey söylemek- sizin koruyucu gümrük düzenlemelerini bir yana atıp serbest ticaret rejimi uygulamasına gecen III. Napoléon gibi, Baudelaire de kendisini izleyen kitleye bilgi verme gereğini duymaz. Bu noktalar göz önünde tutulduğunda, başta Jules Lemaitre olmak üzere, resmi eleştirilerin Baudelaire’in düzyazılarının içerdiği gizilgücü neden yeterince algılayamadıkları anlaşılabilmektedir.

Marx, conspirateurs de professions (meslekten komploculara) ilişkin açıklamalarını şöyle sürdürür: “Bu kişiler için devrimin tek koşulu, komplolarının yeterli düzeyde örgütlendirilmesidir... Devrimci mucizeler yaratacağı umulan buluşlara sarılırlar; yangın bombaları,

sihirli etkiye sahip yıkım makineleri, akılcı bir nedenden yoksun oldukları ölçüde şaşırtıcı etki yaratmaları öngörülen ayaklanmalar gibi.

Bu tür projelerle uğraşan komplocuların tek amaçları, işbaşındaki hükümeti devirmeye yönelik yeni bir girişimi gerçekleştirmektir; en nefret ettikleri şey ise, işçilerin kendi sınıflarının yararları konusunda kuramsal yanı ağır basan bir düzeyde aydınlatılmalarıdır. Bundan ötürü sözü edilen komplocular, karacübbelilere (habits noirs), başka deyişle hareketin kuramsal yanını temsil eden, az çok kültürlü kişilere karşı proleter kökenli değil, pleb kökenli bir öfke duyarlar; ancak bu aydınların partinin resmi temsilcileri olmaları nedeniyle, kendilerini onlardan tümüyle bağımsız da kılamazlar.”4 Baudelaire’in politik görüşleri aslında bu meslekten komplocularınkinden daha ileri bir düzeyde değildir. İster dinsel bağnazlığa koşut gerilemeye, ister 1848 ayaklanmasına yakınlık duysun, bu yakınlığın dile getiriliş biçimi havada, temeli de zayıf kalır. Baudelaire’in Şubat günlerinde sergilediği görünüş -Paris caddelerinden birinin köşesinde: “Kahrolsun General Aupick!” diye bağırarak elindeki tüfeği sallaması*- bir kanıt niteliğindedir. Flaubert’in: “Politikada anladığım tek şey, ayaklanmadır” sözü, gerektiğinde Baudelaire’in de benimseyebileceği bir sözdür. O zaman bu, Baudelaire’in Belçika üzerine tasarılarına ilişkin bir notun son bölümündeki şu satırlarla bir koşutluk oluştururdu: “ ‘Yaşasın

* General Aupick, Baudelaire’in üvey babasıydı.

devrim!’, diyorum; tıpkı ‘Yaşasın yıkım! Yaşasın kefaret! Yaşasın yola getirme! Yaşasın ölüm!’ diyebileceğim gibi! Mutluluğumun tek koşulu, kendimi kurban etmek değil; celladın rolünü üstlenmek de bana ters düşmezdi - böylece devrimi iki yönüyle birden duyumsardım! Frengi nasıl iliğimize kemiğimize işlemişse, cumhuriyet ruhu da hepimizin kanında; hepimiz demokrasi mikrobunu kapmış, frengili kişileriz,.”5

Baudelaire’in böylece dile getirdikleri, kışkırtıcının (provocateur) metafiziği diye adlandırılabilir. Yukardaki notun kaleme alındığı Belçika’da, Baudelaire’e bir süre Fransız polisinin casusu gözüyle bakılmıştı. Aslında bu türden anlaşmalar şaşırtıcı olmaktan o denli uzaktı ki, Baudelaire polisten burs alan edebiyat öğrencileri üzerine 20 Aralık 1854 tarihinde annesine şunu yazmıştı: “Adım, hiçbir zaman

onların utanç kayıtlarında yer almayacak.”6 Belçika’da Baudelaire’e casus gözüyle bakılması, yalnızca Belçika’da sürgünde bulunan ve büyük ilgi derleyen Hu- go’ya karşı belli ettiği düşmanlıktan ileri gelemezdi. Bu söylentinin doğumuna, Baudelaire’in o yıkıcı ironisi de katkıda bulunmuştur; şairin bu söylentiyi yaymaktan zevk almış olması, büyük olasılıktır. Georges Sorel’de de rastlanılan ve faşist propagandanın onsuz olunamaz öğelerinden birine dönüşen culte de la blague (yalana tapma), Baudelaire’de ilk filizlerini bulur. Celine’in Bagatelles pour un massacre’ına* egemen olan ruh ve kullandığı başlık, doğrudan Baudelaire’in güncesine yazdığı bir cümleden kaynaklanır: “Yahudi ırkının kökünü kurutmak için güzel bir komplo düzenlenebilirdi.”7 Komploculuk mesleğini Paris Komünü’nün emniyet müdürü olarak noktalayan Blanqui yanlısı Rigault da görünüşe bakılırsa Baudelaire’e ilişkin belgelerde çok sözü edilen iç karartıcı mizah duygusuna sahiptir. Ch.

Pro-* Bagatelles pour un massacre: Fransız yazar Louis-Ferdinand Celine’in (1894-1961) Yahudiler aleyhine kaleme aldığı bir yazı. 1937’de yayımlanan bu yazısında Celine, tasarladığı bir baleyi sahneleyemeyişinin nedeni olarak Yahudiler’in kültürel alandaki diktatörlüklerini görür. Ayrıca yapıtlarına yöneltilen bütün olumsuz eleştirilerden de Yahudiler’i sorumlu tutar. Amaçları doğrultusunda, kendi zamanında çok yaygın olan bir savdan, Komünizmin dünya egemenliğini ele geçirmek amacıyla Yahudiler tarafından tezgâhlandığı savından da yararlanır. Irkçı eğilimler beslediği suçlamasına ise, ırkçılıktan başka bir şey olmadığını ileri sürdüğü Siyonist harekete atıfta bulunarak karşı çıkar. (Ç.N.)

lès’nin Hommes de la révolution de 1871 (1871 Devrimi'nin İnsanları) adlı incelemesinde şu satırlar vardır: “Rigault bütün olaylarda büyük bir soğukkanlılığın yanı sıra kabalığa varan bir şakacılığı da sergilemiştir. Bu yanı, bağnazlığı içersinde bile Rigault’nun ayrılmaz bir özelliğidir.”8 Baudelaire’de, Marx’ın komplocularda rastladığı terörist düşlerin yansımaları da vardır. 23 Aralık 1865 tarihinde annesine şunları yazar: “Daha önce birkaç kez sahip olduğum gücü günün birinde yeniden kazanabilirsem, o zaman öfkemi dehşet verici kitaplarla sergileyeceğim. Bütün insanlığı kendime karşı kışkırtmak istiyorum. Böyle bir şey, bana tüm acılarımı unutturacak bir şehvet duygusu verirdi.”9 Barikat savaşlarıyla dolu geçen yarım yüzyıl boyunca Parisli meslekten komplocuların besin kaynağı, işte bu dinmek bilmeyen öfke olmuştur.

Marx bu komplocular için: “ilk barikatları kuran ve yönetenler, bunlardır” der.10 Gerçekten de barikat, komplocu hareketin odak noktasında yer alır. Barikatların kendilerine özgü bir devrimci geleneği vardır. Temmuz Devrimi’nde kent boyunca uzanan barikatların sayısı dört binin üzerindedir.11 Fourier, travail non salarié mais passionné (ücretsiz, ama coşku dolu bir iş) için örnek aradığında, barikat yapımından daha uygununu bulamaz. Victor Hugo Sefiller'de barikatlardan oluşan şebekeyi, barikatları dolduran kişileri gölgede bırakacak kadar etkileyici biçimde betimlemiştir. “Ayaklanmanın görünmeyen polisi, her yerde nöbetteydi. Düzeni, başka deyişle geceyi koruyan, bu polisti... Bu üst üste yığılmış gölgelere yukardan bakan bir göz, belki orada burada, gelişigüzel ve kırık çizgilere, tuhaf yapılara vuran, belli belirsiz bir ışığı alkışlayabilirdi. Bu yıkıntıların arasında ışıkları andıran bir şeyler kıpırdamaktaydı. Bu noktalarda barikatlar vardı.”12 Baudelaire, Fleurs du mal’i noktalaması öngörülen ve Paris’e yönelttiği, ama tamamlanamadan kalan söylevinde, kente veda ederken barikatları da anmayı unutmaz; bu barikatların “üst üste yığılıp kaleler oluşturan büyülü kaldırım taşlarını” anımsar.13 Gelgelelim bu taşlar, Baudelaire’in şiiri onları harekete geçirmiş olan ellere yabancı kaldığı için “büyülü” dür. Öte yandan bu coşku, büyük bir olasılıkla Blanquizmden kaynaklanmaktadır. Çünkü Blanqui yanlılarından Tridon da, benzer biçimde şöyle seslenir: “Ô force, reine des barricades, toi qui brille dans l'éclair et dans l'émeute... c’est vers toi que les prisonniers tendent leurs mains enchainées” (Ey güç, barikatların kraliçesi, ışıkların ve ayaklanmanın ortasında parlayan sen... esirlerin zincire vurulmuş ellerini uzattıkları, sensin).14 Komün’ün sonunda işçi sınıfı, tıpkı öldürücü yara almış bir hayvanın inine çekilmesi gibi, barikatların arkasına çekilir. Barikat savaşlarında eğitilmiş olan işçilerin açıkta savaşma bakımından -ki Thiers’in böyle bir savaşın önünü kapatması gerekirdi- yetersiz kalmaları, yenilginin nedenlerinden birini oluşturur. Komün’ün en yeni tarihçilerinden birinin yazdığı gibi, bu işçiler “kendi bölgelerinde savaşmayı... ve daha olmazsa Paris sokaklarından birinin taşlarıyla yapılmış bir barikatın arkasındaki ölümü, meydan savaşına yeğlemişlerdir.”15

Parisli barikat liderlerinin en önemlisi olan Blanqui, o sıralarda son hapishanesi olan Fort du Taureau’da yatmaktaydı. Marx, Temmuz Devrimi’ni anımsarken Blanqui’yi ve arkadaşlarını “işçi partisinin

gerçek yöneticileri”16 diye nitelendirir. Blanqui’nin o sıralarda devrimci çevrelerde kazandığı, ölümüne kadar da koruduğu saygınlığın ne denli büyük olduğunu anlatabilmek, hemen hemen olanaksızdır. Lenin’den önce işçi sınıfı içersinde Blanqui kadar belirgin çizgiler taşımış birini daha bulabilmek olanaksızdır. Bu çizgiler, Baudelaire’de de yer etmiştir. Baudelaire’den kalma bir kâğıdın üstünde başkaca doğaçlama resimlerin yanı sıra, Blanqui’nin bir baş resmi de bulunmaktadır.

Marx’ın, Paris’in komplocu ortamını betimlerken kullandığı kavramlar, Blanqui’nin bu ortam içerisindeki tartışmalı konumunu çok iyi dile getirir. Gerçi Blanqui’nin bir darbeci olarak tarihe geçmesi, sağlam nedenlere de dayanmaktadır. Çünkü Blanqui. Marx’ın deyişiyle

“devrimci gelişme sürecine el koymayı, bu süreci yapay biçimde bunalıma itmeyi, devrimin koşullarını gerçekleştirmeksizin doğaçtan bir devrim oluşturmayı”17 görev sayan politikacı tipini temsil eder.

Ama öte yandan Blanqui’ye ilişkin başkaca anlatılanlara bakıldığında, görünüşte bu lider ile meslekten komplocuların kendilerine rakip sayarak nefret ettikleri kara cübbeliler arasında bir benzerlik ortaya çıkmaktadır. Bir görgü tanığı, Blanqui’nin Hal Kulübü’nü şöyle anlatır: “Egemen düzenin partisinin o sıralarda... sahip bulunduğu iki kulüpten farklı olarak, Blanqui’nin devrimci kulübüne ilişkin ilk izlenim konusunda bir fikir edinmek isteyenin, Racine ve Corneille’in oynandığı bir günde Comédie Française’in izleyicilerinin yanı sıra, akrobatların son derece tehlikeli numaralar yaptıkları bir sirki dolduran kitleyi kafasında canlandırması gerekir. Blanqui'nin kulübüne girmek, komplonun ortodoks dinsel törelerine adanmış bir şapelde olmak demekti. Kapılar herkese açıktı, ama tekrar gelebilmek, kabul edilmiş olma koşuluna bağlıydı. Ezilenlerin can sıkıcı defilesinin ardından, ...bu mekânın rahibi ayağa kalkardı. Onun bahanesi, müşterilerinin, yani biraz önce konuşmuş olan yarım düzine kendini beğenmiş ve sinirli dangalak tarafından temsil edilen halkın yakınmalarını özetlemekti. Gerçekte ise durumu açıklardı. Dış görünüşü soylu, giyinişi kusursuzdu. Çok güzel bir başı vardı; ifadesi huzurluydu;

yalnızca gözlerinde kimi zaman tehlike habercisi olan ürpertici bir şimşek çakardı. Küçük ve bakışlarıyla karşısındakini delen bakışlardı bunlar; genelde sert olmaktan çok, iyi niyetli. Konuşması ölçülü, sevecen ve kolay anlaşılır türdendi; Thiers’inkinin yanı sıra en gösterişten uzak konuşma biçimiydi.”18 Bu bağlamda Blanqui, bir

doktrinci kişiliğiyle belirginleşir. Habit noir’ın sinyalleri, burada en ufak ayrıntılarına varana kadar doğrulanmış olmaktadır. “İhtiyar”ın elinde siyah eldivenlerle konuşma alışkanlığı, bilinen bir şeydi. Ne var ki Blanqui’ye özgü olan ölçülü ciddiyet, kişiliğini elevermezlik, Marx’ın bir saptamasının ışığında farklı bir görünüm almaktadır.

Marx, bu meslekten komploculara ilişkin olarak: “Bunlar, devrimin simyacılarıdır”, der, “ve eski simyacıların düşünce dağınıklıklarıyla, saplantılarından kaynaklanma tekyanlılıklarını tümüyle paylaşırlar.”19 Böylece Baudelaire’in imgesi, neredeyse kendiliğinden ortaya çıkmaktadır: Bir yanda alegorinin bilmece malzemesi, öte yanda da komplocunun gizlerden oluşma dağarcığı.

Marx, başka türlüsü beklenemeyeceği üzere, küçük komplocunun kendini evinde gibi duyumsadığı içkievlerin- den aşağılayıcı bir dille söz eder. Buraları kaplayan bulut Baudelaire’in de yabancısı değildir.

Paçavracıların Şarabı (“Le

vin des chiffonniers”) başlıklı şiir, bu duman bulutları arasında kaleme alınmıştır. Bu şiirin yazılış tarihi olarak yüzyıl ortaları gösterilebilir. O sıralarda bu şiirde ezgileri duyulan motifler kamuoyunda tartışılmıştı.

Sorunlardan biri, şarap vergisiydi. Cumhuriyet’in Kurucu Meclisi, 1830’da da yapılmış olduğu gibi, bu vergiyi kaldırmaya söz vermişti.

Marx, Fransa’da Sınıf Savaşları’nda bu verginin kaldırılması bağlamı içersinde kentli emekçilerin bir isteminin köylülerin istemleriyle nasıl karşılaştığını göstermiştir. Sıradan şarapla en iyi kalite şaraptan aynı oranda alınan vergi, “nüfusu 4000’i aşan tüm kentlerin kapılarında giriş resmi koyup, her kenti Fransız şarabı karşısında koruyucu gümrük duvarlarıyla çevrili bir yabancı ülkeye dönüştürerek”20 tüketimi azaltmıştı. Marx, şöyle yazar: “Köylüler şarap vergisi aracılığıyla yönetimin şarap kokusunu sınamaktadırlar.” Ancak bu vergi kentliye de zarar vermekte ve ucuz şarap bulabilmek için onu yörekentlerdeki içkievleri- ne gitmeye zorlamaktaydı. Oralarda “vin de la barrière” (“Bariyer Şarabı”) diye adlandırılan vergisiz şarap satılmaktaydı, işçi bu şaraptan aldığı zevki, emniyet müdürlüğünde şube başkanı H.-A. Frégier’ye inanmak gerekirse eğer, tutmasına izin verilen tek zevk niteliğiyle büyük bir gururla ve nispet verircesine sergilemekteydi. “Artık çalışabilecek yaştaki çocuklarıyla, kocalarının ardından barriére’e gitmekte sakınca görmeyen kadınlar var... Gidenler daha sonra yarı sarhoş olarak evlerine dönmeye koyuluyorlar ve şöyle

böyle değil, ama iyice içtiklerini herkes açıkça görebilsin diye kendilerini olduklarından daha sarhoş gösteriyorlar. Kimi zaman çocuklar da anneleriyle babalarını taklit ediyorlar.”21 O dönemde yaşayan bir gözlemci ise şöyle yazmıştır: “Bariyerlerin şarabının, yönetimin iskeletine küçümsenmeyecek darbeler indirmiş olduğu kesindir.”22 Şarap, mirastan yoksun kılınmış olanlara, gelecekteki intikamların ve yine gelecekteki görkemin düşlerinin kapılarını açmaktadır. Paçavracıların Şarabı’nda dile getirildiği gibi:

Bir paçavracı görünür, gelir kafasını sallayarak, Çarparak duvarlara bir şair gibi ve yalpalayarak, Ve metelik vermeden muhbirlere, onların kölelerine, Açar tüm yüreğini görkemli bir geleceğe.

Büyük antlar içer, buyruklar yüce yaslan, Kötüleri yere serer, ayağa kaldırır kurbanları, Ve altında asılı bir gölgelik gibi gökkubbenin, Sarhoştur görkemiyle kendi erdemlerinin.23

Yeni endüstri yöntemleri sonucu atıkların belli bir değer kazanmalarıyla birlikte, paçavracılar kentlerde iyice çoğalmaya başlamışlardı. Bunlar aracı ustalar için çalışıyorlardı ve sokakta gelişen bir tür ev endüstrisinin temsilcileriydiler. Paçavracı, çağını büyülemişti. Sefaletçiliğin (Pauperizm) ilk araştırmacılarının bakışları, insanın sefaletinin son sınırının nerede olduğuna ilişkin sessiz bir soruyla paçavracıya dikilmişti. Fregier, Des classes dangereuses de la population adlı kitabında paçavracıya altı sayfa ayırmıştı. Le Play ise, 1849 ile 1850 arasındaki döneme, yani büyük bir olasılıkla Baudelaire’in sözü edilen şiiri yazmış olduğu döneme ait olmak üzere, Parisli bir paçavracıyla ailesinin bütçelerini vermiştir.

Paçavracı doğal olarak boheme’den biri değildir. Ama edebiyatçıdan, meslekten komplocuya varana değin boheme’'den olan herkes, paçavracıda kendinden bir parça bulabiliyordu. Herkes, topluma yönelik, şu ya da bu ölçüde, ama henüz bulanık bir karşı çıkış atmosferini paylaşmaktaydı - ve nasıl olacağı bilinmeyen bir yarınla karşı karşıyaydı. Kendi saati gelip çattığında, içinde yaşadığı toplumun temellerini sarsmakta olanlarla aynı duyguları paylaşabilecekti.

Paçavracı, düşlerinde yalnız değildir. Kendisine eşlik eden yoldaşları

vardır; onların da çevresini fıçılardan çıkan koku sarmıştır ve onların da saçları nice kavgalarda ağarmıştır. Bıyıkları, eski bir bayrak gibi sarkıktır. Dolaşırken paçavracının yoluna muhbirler, casuslar çıkar; o, bunlar üzerinde düşleri aracılığıyla egemenlik kurmuştur. Paris’in günlük yaşamından toplumsal motiflere daha Sainte-Beuve’de rastlanır. Bu motifler, Sainte-Beuve’de lirik şiirin fetihleridir; ama bu durum henüz anlaşılmalarını da zorunlu kılmamıştır. Sefalet ve alkol, kültürlü bireyin tinsel dünyasında Baudelaire’inkinden önemli ölçüde farklı bir bağlantı oluşturacaktır.

İnceliyorum bu güzel kupa arabasında

Beni götüren adamı, hiçbir şey değil bir makineden başka, Bir ucube, gür sakallı, uzun ve yapışkan saçlı;

Kötülük, şarap ve uyku ağırlaştırıyor sarhoş gözkapaklarını.

Düşünüyorum insan nasıl böylesine düşünebilir diye, Gerileyerek koltuğun öteki köşesine.

Bu, şiirin başlangıç bölümüdür; arkadan gelenler eğitici bir yorumdur. Sainte-Beuve, kendi ruhunun da arabacınınki gibi düşmüş olup olmadığını sorgular.

Baudelaire’in mirastan yoksun kılınanlara ilişkin daha özgür ve daha anlayışlı bakış açısının hangi temele dayandığını, “Habil ve Kabil” başlıklı duası göstermektedir. Bu dua, Kutsal Kitap’taki kardeş kavgasını, sonsuzluğa değin birbirlerine düşman kalacak iki ırkın kavgasına dönüştürür.

Habil ırkı, ye, iç ve uyu,

Gülümsüyor sana tanrının hoşnutluğu.

Kabil ırkı, sürün çirkefte Ve öl sefalet içinde.

Şiir, her birinin başlangıcı, adların değişmesi koşuluyla, bir önceki gibi olan on altı beyitten oluşur. Mirastan yoksun kılınanların atası olan Kabil, bu şiirde bir ırkın kurucusu olarak ortaya çıkar; bu ırk

da proleter sınıfından başkası olamaz. 1838 yılında Granier de Cassagnac, Histoire des classes ouvrières et des classes bourgeoises adlı kitabını yayımladı. Bu yapıt, proleter sınıfının kökenini açıkladığı savındaydı; bu sava göre proleter sınıfından gelenler, haydutlarla fahişelerin birleşmesinden ortaya çıkma bir tür alt sınıfın insanlarını oluşturuyorlardı. Baudelaire bu spekülasyonları biliyor muydu? Bu, kolayca olasıdır. Kesin olan nokta, Granier de Cassagnac’ın kişiliğinde Bonapartçı fraksiyonun “düşünür”ünü selamla- yan Marx’ın, bu spekülasyonlarla karşılaşmış olduğudur. Kapital, Cassagnac’ın ırk kavramına, proletaryayı dile getiren “kendine özgü bir meta sahipleri ırkı” anlayışıyla karşı çıkmıştır. Baudelaire’de Kabil’den türeyen ırk da işte tam olarak bu anlamda ırktır. Baudelaire’in bu konuda bir tanım

da proleter sınıfından başkası olamaz. 1838 yılında Granier de Cassagnac, Histoire des classes ouvrières et des classes bourgeoises adlı kitabını yayımladı. Bu yapıt, proleter sınıfının kökenini açıkladığı savındaydı; bu sava göre proleter sınıfından gelenler, haydutlarla fahişelerin birleşmesinden ortaya çıkma bir tür alt sınıfın insanlarını oluşturuyorlardı. Baudelaire bu spekülasyonları biliyor muydu? Bu, kolayca olasıdır. Kesin olan nokta, Granier de Cassagnac’ın kişiliğinde Bonapartçı fraksiyonun “düşünür”ünü selamla- yan Marx’ın, bu spekülasyonlarla karşılaşmış olduğudur. Kapital, Cassagnac’ın ırk kavramına, proletaryayı dile getiren “kendine özgü bir meta sahipleri ırkı” anlayışıyla karşı çıkmıştır. Baudelaire’de Kabil’den türeyen ırk da işte tam olarak bu anlamda ırktır. Baudelaire’in bu konuda bir tanım

Belgede Pasajlar- Walter Benjamin (sayfa 105-200)

Benzer Belgeler